Siyasi Tarih 1 Dersi 2. Ünite Özet
Avrupa’Da Güç Mücadelesi Ve Westphalia Düzeni
- Özet
Otuz Yıl Savaşları Öncesinde Fransa ve İngiltere’de Siyasi Durum
Fransa’da Mutlakiyetçiliğin Ortaya Çıkışı
Yüzyıl savaşlarından İngiltere’ye karşı güçlenerek çıkan Fransa’da tahta XI. Louis çıkmış, toprak sahiplerinin gücü azalmış ve mutlakiyetçi adımlar atılmaya başlanmıştır.
1498-1515 XII: Louis döneminde devlet maliyesi ve hukuk alanında reformlarla Fransa’da yönetim yenilenmiş, İtalyan kent devletlerine hâkim olma çabaları başlamış, bu durum I. François (Fransuva) döneminde hız kazanmış ve Osmanlı İmparatorluğu da Fransa’yı desteklemiştir.
I. François 1515’te Milano’yu ele geçirdikten sonra 1525’te Pavia Savaşlarında V. Charles’a esir düşmüştür. Osmanlı İmparatoru Kanuni Sultan Süleyman ise Fransa’ya destek vermiştir.
1526’da imzalanan Madrid Anlaşması’yla V. Charles’a verilen tavizler karşısında I. François serbest bırakılmasına rağmen I. François’in İtalya’da güç gösterisi yapmasıyla Fransa ile Kutsal Roma İmparatorluğu arasındaki mücadele İtalya’da yoğunlaşmış, tüm bu yaşananların sonunda V. Charles 1544’te Crepy Antlaşması’nı imzalayarak barış yolunu seçmiştir.
I. François Fransa içinde monarşiyi kararlılıkla devam ettirdi ve 1530’da Latince’yi yasaklayarak Fransızca’yı milli dil haline getirdi.
Fransa’daki Protestan dinsel önderlerinin kendisini de hedef alan eylemleri üzerine 1534’ten itibaren çok sert bazı tedbirleri yürürlüğe soktu.
St. Bartholeme katliamında Fransa’da on binlerce Fransız Protestanı (Huguenot’lar) katledilmişlerdir.1540’ta, Fontainbleau Fermanı’nı yayınlayan I. François Protestanları” İnsanlığa ve Tanrı’ya karşı ihanet içinde olan kafirler” olarak nitelendirmiş, I. François’ten sonra 1561’deki Orleans ve 1562’deki Saint – Germain Fermanları, Protestan haklarını ilk kez olarak devlet tarafından tanınmasını sağlamışsa da Batı Avrupa’da etkili olan din savaşları, Protestanlar üzerindeki baskıyı tekrar arttırmış ve - İngiltere’de olduğu gibi- Protestanlar Fransa’dan Amerika’ya göç etmeye başlamışlardır.
Tudor’lar Döneminde İngiltere
Yüzyıl Savaşlarının ardından Güller Savaşı’yla siyasi çalkantılar geçiren İngiltere’de Tudor ailesinden VII. Henry’nin başa geçmesiyle güçlü adımlar atılmış, Kraliyet Konseyi oluşturularak ülkede ilk hükümet deneyimi başlamıştır.
VII. Henry, ülkesini Avrupa güç dengesinin dışında tutmayarak, 1489’daki Medina del Campo Antlaşması’yla, birliğini sağlayan İspanya Krallığı’nı tanımış, aynı zamanda 1502’de oğlu Arthur’u, Ferdinand ve İsabella’nın kızı Catherina ile evlendirerek İspanya ile akrabalık bağı kurmuştur.
İngiltere 1502’de İskoçya ile Sürekli Barış Anlaşmasını imzalayarak iki yüz yıldır devam eden savaşı sona erdirmiş, ancak bu barış antlaşması sürekli olamamış, iki ülke XVII. Yüzyılda defalarca savaşmışlardır. Hollanda ve İngiltere arasında İngiltere’nin sıkı Merkantilist politika örnekleri vermesinden dolayı başlayan ticari sorun, 1496’da İngiltere, Hollanda, Venedik, Floransa ve Hansa Birliği (Alman devletlerinin kurduğu ticaret birliği) arasında Büyük Anlaşma’nın imzalanmasıyla, İngiltere’nin lehine çözümlenmiştir.
VII. Henry’nin elde ettiği büyük ekonomik başarılar, 1509’da tahta çıkan VIII. Henry zamanında Portsmouth Tersanesine yapılan büyük harcamalar sonucunda sürdürülememiş ve İngiltere maliyesi 1520’de iflasın eşiğine gelmiştir.
Anglikan Kilisesi’nin kurulmasına ve İngiltere’nin Katolik dünyasından ayrılmasına yol açacak olan VIII. Henry- Papa gerginliği, Kraliçe Catherine’in sağlıklı bir erkek çocuk doğurmamasıyla ilgilidir. Kraliçe Catherine’in kızı Kanlı Mary babası VIII. Henry’nin reform hareketini tersine çevirdi. Protestanlara şiddet uygulamaya başlayan Mary, yüzlerce Protestan din adamının engizisyon mahkemelerine benzer mahkemelerde yargılanmasına ve “Zındık” olmak suçundan ölüme mahkûm edilmesine sebep olmuştur.
VIII. Henry’nin ikinci eşi Anne Boleyn’den olan kızı I. Elizabeth 1558-1603 yılları arasında hükümranlık sürmüş ve onun döneminde İngiltere, Avrupa’nın en güçlü devletleri arasında yerini almıştır. Bu özelliğinden dolayı bu dönem “Altın çağ” olarak ifade edilmiştir.
V. Charles Döneminde Kutsal Roma İmparatorluğu ve İspanya
İspanya – Fransa Mücadelesi
Kastilya Kraliçesi Isabella’nın, 1504’te ölümü üzerine kızı Joanna Kastilya Kraliçesi unvanını almış, daha sonra babası Ferdinand’ın ölümü üzerine Aragon Kraliçesi unvanını da alması nedeniyle İspanya Krallığı ortaya çıkmıştır. Joanna’nın oğlu Charles, dedesi I. Maximillien’in ölümünün ardından, elektörler kurulu tarafından yeni - V. Charles unvanıyla - Kutsal Roma İmparatoru seçilmiş, Katolik Kilisesi’yle ortak hareket ederek Ortaçağa benzer bir imparatorluk kurmaya çalışan son Avrupa hükümdarı olması açısından da önem taşımaktadır.
XVI. yüzyılda artık devletler arası ilişkilerde, din kardeşliği değil, “ulusal çıkarlar” önem kazanmaya başlamıştır.
1559’da İspanya, Fransa ve İngiltere arasında Cateau- Cambresis barış antlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre;
- Fransa Savoy ve Piemonte’yi Savoy Dükalığı’na, Korsika adasını da, Ceneviz Cumhuriyeti’ne terk etti.
- İspanya, Milano, Napoli, Sicilya ve Sardinya’nın hâkimi olmaya devam etti. Ayrıca Toscana ve Ceneviz de dolaylı yoldan İspanya’nın kontrolü altına girdi.
Kanuni ve V. Charles
V. Charles’ın tahta bulunduğu dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda Belgrad’ı, Rodos’u fetheden, Macar Kralını yenen Kanuni Sultan Süleyman dönemine denk gelmektedir.
V. Charles Kanuni çekişmesinin diplomasi tarihi açısından önemli bir özelliği Osmanlı İmparatorluğu’nun Kutsal Roma İmparatorluğu’na karşı Fransa’yla, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Osmanlılara karşı Safevilerle ittifak içine girmesidir. Kutsal Roma İmparatorluğu’nun dolayısıyla da V. Charles’in, Safevilerle yakın ilişkiye girmesinde Osmanlı İmparatorluğu’nu “ iki cepheli” savaşa sürüklemek, yani Osmanlı Ordusunun hem doğu hem de batı cephesinde savaşarak, kuvvetlerini ayırmasını ve bunun sonucunda da Osmanlı’yı Avrupa’dan (Balkanlardan) atma düşüncesi etkili olmuştur.
Kanuni ve I. François V. Charles’a karşı birleşmiş, bu birleşim Fransa’nın Kutsal Roma İmparatorluğu tarafından yutulmasının Osmanlılar sayesinde engellenmesi ve Almanya’da Protestanlığın daha kolay yayılması ile sonuçlanmıştır. V. Charles ile Kanuni arasında Akdeniz’deki rekabet kesin biçimde Kanuni lehine sonuçlanmış, 1538’de Preveze’de Andrea Doria komutasındaki Haçlı Donanması Barbaros Hayreddin Paşa tarafından yenilgiye uğratılmış, ve 1538’den 1571’e kadar olan dönemde Akdeniz’de Osmanlı’nın mutlak bir üstünlüğü söz konusu olmuştur. Ancak İnebahtı Deniz Savaşıyla birlikte Osmanlı’nın bu üstünlüğü sona ermiştir.
Alman Coğrafyası’nda Din Savaşları
V. Charles Döneminde Kutsal Roma İmparatorluğu’nun en ciddi sorunlarının biri de Protestanlığın yayılması ve çok sayıda Alman devletinin bu yeni dinsel akımı benimseyerek İmparatorluğa başkaldırmasıdır.
Protestan Alman prensleri Kutsal Roma İmparatorluğu’na karşı birlik oluşturmuşlar, 1546 – 47 yıllarında V. Charles’e karşı savaşan Protestan Alman Prenslikleri, Scmalkaldik Savaşları’nda yenilgiye uğramışlardır. Fakat, toparlanan Protestan devletler, 1552’de V. Charles’i yenilgiye uğratmışlar ve taraflar arasında Passau Barışı imzalanmıştır. Üç yıl sonra da Kutsal Roma İmparatorluğu ile Protestan devletler arasında 20 yıl süren çatışmayı sonlandıran “Ausburg Antlaşması” imzalanmıştır. Ausburg düzenlemeleriyle Kutsal Roma İmparatorluğu’nun hukuken bölünmüşlüğü kabul edilmiştir. Ausburg Antlaşması’nda sadece Luteryenlerin tanınması ve diğer protestan kiliseler olan Kalvinistler ve Anabaptistlerin adlarının anılmaması ortaya büyük sorunların çıkmasına neden olmuştur. Antlaşmayla korunamayan bu Protestanlar, hem Katoliklerin hem de Luteryen hükümdarların baskısı altında kalmışlardır.
“Yeni Dünya”nın İspanya’ya Bağlanması
V. Charles döneminde İspanyolların Amerika kıtasındaki ilerleyişi bütün hızıyla sürmüş, Güney Amerika yerlileri “köleleştirilme” (Encomienda sistemi) tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum karşısında V. Charles 1542’de çıkardığı yasayla (Yeni Yasalar) “encomienda” sisteminin kademeli olarak kaldırılması ve yerlilerin köleleştirilmesinin yasaklanması düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre, yerliler bundan böyle zorla tarlalarda ve madenlerde çalıştırılmayacaktı.
Tarihin gördüğü en geniş ülkelerden birine hükümdarlık eden V. Charles 1555’te kendi rızasıyla tahttan feragat ederek bir manastırda inzivaya çekilmiş ve kendi imparatorluğunun topraklarını, oğlu II. Philip ile kardeşi Avusturya Arşidükü Ferdinand’a bırakmıştır.
Kesintisiz Savaşlar Dönemi
Seksen Yıl Savaşları ve Hollanda’nın İspanya’dan Bağımsızlığı
XV. yüzyıl sonlarında “Onyedi Bölge” adıyla gevşek biçimde bir araya gelen Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve kuzey Fransa’daki feodal birimler, Kutsal Roma İmparatorluğu’na vergiyle bağlıydılar. V. Charles döneminde uygulanan yüksek vergi politikası 1555’te İspanya Kralı unvanıyla bu toprakların yönetimini ele geçiren II. Philip tarafından da sürdürülmüştü.
II. Philip Hollanda’da Katolikliği yeniden güçlendirmeye çalıştı ama başarısız oldu. Hollandalılar ile İspanyollar arasında 1609’da imzalanan ateşkes anlaşmasıyla, İspanya Hollanda Cumhuriyeti’ni resmen tanıdı. Hollanda Cumhuriyeti aslında içişlerinde son derece bağımsız olan yedi birimin bir tür konfederasyonu şeklinde vücuda gelmişti. Bu birimler bir araya gelerek “ Federal Hükümet”i (Staaten Generaal) oluşturmuşlardır.
Hollanda’ya ait Doğu ve Batı Hindistan kumpanyalarının (şirket) küresel ticareti denetlemeye başlaması, Cumhuriyet Hollanda’sını zenginleştirmiş bunun sonucunda da 1602’de Rotterdam’da Avrupa’nın ilk menkul kıymetler borsası kurulmuştur. Hollanda’nın zenginleşmesine eşdeğer bir şekilde Hollanda güçlü bir donanmaya sahip olmuş ve böylece ticaret gemilerini İspanya, Fransa ve bazen de İngiltere’den korumaya başlamıştı. Kısa süreli barış döneminden sonra Hollanda’nın 1618’de başlayan Otuz Yıl Savaşları’na dâhil olmasıyla, İspanya ile ara verilen Seksen Yıl Savaşları yeniden başlamış, bu savaşlar “Westphalia” Antlaşmaları ile 1648’de son bulmuştur.
Otuz Yıl Savaşları
Avrupa’da devam eden din savaşlarının son halkasını oluşturan Otuz Yıl Savaşları esas olarak Almanya topraklarında Katolikler ve Protestanlar arasında yürütülmüştür. Ayrıca, 1618 – 1648 döneminde devam eden savaşlar aynı zamanda Habsburg Avusturyası ile Burbon Fransa’sı arasında Avrupa’da süren siyasi hâkimiyet mücadelesinin bir yansımasıdır.
1555 tarihli Ausburg Barışı’nda Kalvinistlerin haklarının tanınmamış olması siyasal gerilimi tırmandırdı.
Kısa bir süre için Osmanlı İmparatorluğu da Otuz Yıl Savaşlarının taraflarından biri oldu. Ancak, II. Osman’ın bizzat komuta ettiği Lehistan Seferi’nin başarısızlığa uğraması ve bu seferin başarısızlıkla sonuçlanmasında rol oynayan Yeniçeri Ocağı, padişahın bizzat tepkisini çekmiş ancak 1622’de II. Osman bir ayaklanma sonucu öldürülmüştür.
Habsburgların, Protestan isyanı karşısında zorlandığını gören İspanya, 1620’de Katolik Ligi devletlerin de desteğini Beyaz Dağlar Savaşı’nda Bohemya Ordusunu yok etmiştir. Erdel Prensi Gabor ile İmparator arasında, Erdel’e bazı Macar topraklarını bırakan “Nikolsburg Antlaşması’”nın 1621’de imzalanmasıyla, Otuz Yıl Savaşlarının “Palatinat Savaşı›” olarak adlandırılan ilk dönemi, Katolik Habsburgların ve İspanya’nın üstünlüğüyle sona ermişti.
İngiltere Kralı I. Charles, Huguenotların (Fransız Protestanlar) Fransa’ya karşı ayaklanmasını desteklemeye başlaması Fransa-İngiltere Savaşı’na yol açmış, 1629’da Fransa’yla ve 1630’da da bir süredir savaş halinde olduğu İspanya’yla barış antlaşmaları yaparak İngiltere, Otuz Yıl Savaşlarının dışında kalmıştır.
İsveç ve Danimarka’nın katılımıyla Otuz Yıl Savaşları Avrupa’nın kuzeyine de yayılmıştır. Büyük ölçüde İsveçlilerin, askeri başarıları sayesinde Katolik Alman devletleri 1645’ten itibaren gerilemeye başlamışlardır. 1648’de İsveç ve Fransa orduları imparatorluk (Kutsal Roma) ordularını yenmiştir. İsveç’in bir kez daha İmparatorluk ordusunu yendiği “Prag Muharebesi”, Otuz Yıl Savaşları’nın son savaşı olmuştur.
Westphalia Barışı
Otuz Yıl Savaşları’nın ardından yapılan Westphalia düzenlemeleri tek bir barış antlaşmasından oluşmaz. Westphalia’da (Almanya) Otuz Yıl Savaşları’nı ve İspanya ile Hollanda arasındaki Seksen Yıl Savaşları’nı sona erdiren üç antlaşmaya birden “Westphalia Antlaşması” denir. Papa’nın bu anlaşma sırasında bulunmaması anlaşmaya ilk seküler anlaşma olma özelliği kazandırmıştır. Westphalia görüşmeleri esnasında, dünya tarihinin o güne kadar şahit olduğu en fazla sayıda diplomatik heyetler bir araya gelmiştir.
Westphalia antlaşması ile;
- Hollanda ve İsviçre’nin Kutsal Roma İmparatorluğu’ndan bağımsızlık kazanması onaylanmıştır.
- Alman devletlerinden Bremen ve Verden’in İsveç’in vassalı durumuna gelmeleriyle, İsveç kralı İmparatorluk Diet’inde oy hakkına sahip olmuştur.
- Savaş sırasında uygulamaya konulan bazı ticaret engelleri kaldırılmış ve Ren Nehri’nde seyrüsefer serbestisinin önü açılmıştır.
- Bavyera ve Palatinat’ın (Ren Palatinat›) Kutsal Roma İmparatoru’nu seçen Elektörler Konseyi’nde üye olmaları kabul edilmiştir.
- Tüm devletlerin kendi ülkeleri, halkları ve yurt dışındaki temsilcileri üzerindeki münhasır egemenlik yetkisi teminat altına alınmıştır.
Westphalia’yla getirilen en önemli düzenlemeler ise Otuz Yıl Savaşları’nın çıkışlarının asıl nedeni olan dinsel alanda olmuştur. Tüm tarafların 1555 tarihli “ Ausburg Barışı”nın ilkelerini aynen kabul ettikleri Westphalia düzenlemeleri ile Katolik ve Luteryenler gibi Kalvinistler de kendi dinlerini serbestçe yaşayabilme imkânına sahip olmuşlardır. Westphalia antlaşmasının bir diğer önemli özelliği de “Egemen devletlerin eşitliği” ilkesinin benimsenmiş olmasıdır.
XVII. Yüzyıla Kadar Batı Avrupa Dışı Dünyanın Durumu
Çin
Çinli tacirler Hindistan, İran ve Güneydoğu Asya topraklarında hâkim olmaya başladılar ve ilk kâğıt para Çinli tacirler tarafından kullanılmaya başladı. Cengiz’in oğulları ve torunları zamanında da Moğolların Çin’e akınları devam etti.
Cengiz Han’ın torunu Kubilay Han, 1279’da Song Hanedanının yönetimine son verdi. Kubilay Han, Çin İmparatoru ilan edildi. 1294’de Kubilay Han’ın ölümünden sonra başlayan ekonomik çalkantıya bir de ülkeyi kasıp kavuran veba salgını eklenince, siyasi istikrarsızlık giderek derinleşti. Yaklaşık 300 yıl sürecek Ming Hanedanı döneminde, Moğol bürokratlar tasfiye edildi. Bürokrasi yeniden Konfüçyüs ilkelerine göre düzenlenerek kölelik kaldırıldı, toprak reformu yapılarak Çin’li köylüler topraklandırıldı ve tarımsal üretim önemli bir artış kaydetti.
Çin, kültürü ve ticari mallarıyla Orta Çağ’ın sonundan itibaren Avrupalıların en çok dikkatini çeken ülkelerin başında gelmiştir. XV. yüzyılda dünyanın en büyük ordusuna ve donanmasına sahip olmasına rağmen Çin izlediği politikalar sebebiyle küresel bir güç hâline gelemedi. Aksine, XVI. Yüzyıldan XX. Yüzyıla kadar Avrupalıların en önemli sömürge alanlarından birine dönüşmüştür.
Japonya
710 yılında Nara kentinin başkent olmasıyla başlayan Nara dönemi, Japonya’nın “Altın Çağı” olarak nitelendirilir. Japonya’da güçlü feodal aileleler arasındaki mücadele XII. yüzyıldan itibaren arka arkaya isyanlar ve iç savaşlar yaşanmasına neden olarak, yönetsel parçalanmayı perçinledi.
1603’te İmparatorluk tahtına çıkan Tokugava (Edo) hanedanı ekonomik, idari ve dinsel bazı reformlarla Japonya’daki siyasi bölünmeyi ortadan kaldırmaya çalışsa da, bunda başarılı olamamış ve ülke yerel düzeyde 200 kadar “daimyo” tarafından yönetilmeye devam etmiştir.
Japonya çok uzun yıllar dünyadan kendisini izole etmiş ve bu izolasyon süreci 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir. Japonya’nın kendi limanlarını dış ticarete açması da bu dönemde olmuştur.
Hindistan
Çin gibi uygarlık tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Hindistan, sahip olduğu zenginlikler dolayısıyla ilk çağlardan itibaren dışarıdan gelen kavimlerin istilalarına uğradı. Hindistan’da konuşulan Urdu (ordu) dili Türkçe’den türetilmiştir.
Sultan Timur’un 1398’e Hindistan’a düzenlediği sefer Delhi Sultanlığını zayıflattı. Bir süre zayıf hanedanlar tarafından yönetilen sultanlık, 1526’da Hindistan’ı istila ederek, Lodi Hanedanı’na son veren Babür Şah tarafından ortadan kaldırıldı. Hindistan’ı yöneten Türk – Moğol İmparatorluğu, 1857 yılına kadar yönetimini sürdürmüş aynı zamanda bu süreçte Avrupalı devletlerin – İngiltere, Fransa, Portekiz, Hollanda – Hindistan’da ticaret kolonilerinin sayısı artmıştır. Hindistan pazarı üzerinde Batılı güçlerin rekabeti, bu ülkeye dış müdahaleleri de beraberinde getirecek, ülke yönetimindekiler giderek etkisizleşecektir.
İran
İlk çağlardan itibaren önemli uygarlık merkezlerinden biri olan İran toprakları Doğu’dan ve Batı’dan gelen kavimlerce zaman zaman işgal edilmişti.
1040’ta yine bir Türk devleti olan Selçuklular İran’ı ele geçirdiler. Sultan I. Melikşah döneminde bir yandan Türkmen aşiretlerinin İran’a ve Anadolu’ya yerleştirilmelerine devam edildi, diğer yandan da eski Türk, İran ve Müslüman geleneklerinin harmanlandığı yeni bir yönetim modeli geliştirildi, Celali takvimi icat edildi, astronomik gözlemler için rasathaneler kuruldu, İslam felsefesi alanında önemli eserler kaleme alındı, Siyasetname yazıldı. Büyük Selçuklu Devleti parçalandıktan sonra İran Harzemşahlar’ın eline geçti. Cengiz Han’ın Moğol orduları 1220’den itibaren İran’ı ele geçirmeye başladılar. Moğollar İran’da yüzyıllar içinde oluşan uygarlık birikimini büyük ölçüde yok etti. Kösedağ Savaşı’ndan sonra İran’da İlhanlılar devleti kuruldu. İran toprakları 1925’e kadar Türk hanedanları tarafından yönetildi. Bugünkü Türkiye-İran sınırı büyük ölçüde IV. Murat’ın 1638’de Bağdat’ı ele geçirmesinden sonra imzalanan - 1639’da - Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla çizilmiştir.
Polonya
I. Boleslav’ın 1025’te taç giymesiyle Polonya Krallığı kuruldu. 1572’ye kadar devam edecek Yagelonya Hanedanı döneminde Polonya kuzeyde Baltık Denizi’nden, güneyde Karadeniz’e kadar uzanan Avrupa’nın en büyük devletlerinden biri oldu.
Otuz Yıl Savaşları’nın dışında kalarak yıkıma uğramaktan kurtulan Polonya, XVII. yüzyılda Avrupa’nın önde gelen siyasi aktörlerinden biri oldu. Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Osmanlı İmparatorluğu tarafından yıkılmasını Polonya Krallığı engellemiştir. Bu “kutsal” hizmet Polonya’nın XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Rusya ve Prusya tarafından işgal edilmesini önleyemeyecektir. Polonya’nın bölünmüşlüğü, takip eden 200 yıl boyunca sürmüştür.
Rusya
VII. yüzyıldan itibaren Bugünkü Kiev kenti civarına yerleşen Slav kabileleri IX. yüzyılda, bölgedeki Türk Hazar devletini yenerek Dinyeper nehri boyunca uzanan Kiev Rus devletini kurdular. 1236’da Novograd Knez’i (prensi) seçilen Alexander Nevsky zamanında İsveç’e ve Töton şövalyelerine karşı askeri zaferler kazanan Ruslar, Moğol gücünün zayıflamasıyla birlikte tekrar nüfuz alanlarını genişletmeye başladılar. 1584’te ise Rusya 5,4 milyon kilometrekarelik toprağıyla Avrasya coğrafyasının en büyük devletlerinden biri hâline gelecektir. III. İvan Polonya, Litvanya ve İsveç ile çatışma içine giren Moskova Büyük Knezliği, Osmanlı Devleti ile de sınırdaş hale geldi. Rusya’nın asıl sıçrayışı, IV. İvan (Korkunç İvan) zamanında, ülkedeki büyük toprak sahipleri olan boyarların sindirilmesi ve ülke yönetiminde merkezileşmenin sağlanmasından sonra oldu. Avrupa devletleri ile ticari bağları da kuvvetlendiren IV. İvan, Tatarlarla mücadele ederek ve diğer Müslüman hanlıkları da ele geçirerek Rusya’nın Orta Asya’ya ilk yayılmasını başlatmıştır. Osmanlı – Rus rekabeti, XVII yüzyıldan itibaren su yüzüne çıkmaya başlamış ve her iki imparatorluk I. Dünya Savaşı’na kadar süren çatışmalar yaşamışlardır. Ayrıca, 1613’te Mikail Romanov’un Çar olmasından sonra Rusya 1917’ye kadar Çarlıkla yönetilecek ve Romanov hanedanı Rusya’ya egemen olacaktı.