aofsoru.com

Siyasi Tarih Dersi 7. Ünite Sorularla Öğrenelim

Soğuk Savaş’In Sona Ermesi

1. Soru

Yeni dünya ekonomik sistemi ülkeleri neden değişime zorlamıştır?

Cevap

Yeniden yapılanan dünya ekonomik sistemi, merkez ülkeler de dahil olmak tüm dünyayı az ya da çok değişime zorladı. Çevresel ülkeler için çok daha belirgin olan değişim bu ülkeler için özellikle üç boyutuyla önem taşımaktaydı. Bunlar; uluslararası sermayeden yararlanabilmek için finansal liberalizasyonun sağlanması, çok uluslu şirketlerin küresel meta zincirlerine eklemlenebilmesi için doğrudan yatırımlara ortam sağlanması; uluslararası iş bölümü sistematiğine girebilmek için bazı metaların üretiminde uzmanlaşma (özellikle Batı tarafından terk edilen tekstil, demir çelik gibi 1. ve 2. kuşak endüstrilerde) ve kaynakların ihracata yöneltilmesi.


2. Soru

Batı ekonomileri1973 petrol ambargosuyla başlayan ekonomik krizi nasıl faydaya dönüştürmüşlerdir?

Cevap

1973 petrol ambargosuyla başlayan ekonomik kriz Batı ekonomileri için başta
ciddi zorluklara neden olsa da petrol üreten ülkelere akan artı-değerin bu ülkeler
tarafından kullanım biçimi, Batı ekonomilerinin bu krizden maksimum faydayı
sağlamalarıyla sonuçlandı: Öncelikle; kriz sonucu büyük gelirler elde eden İran,
Irak, Venezüella, Cezayir gibi ülkeler elde ettikleri büyük fonları ulusal kalkınma
programlarının finansmanında kullandılar. Bu da Batı ekonomilerinin bu ülkelerin
artan ara, tüketim ve yatırım malları talebi karşısında, petrol fiyatlarındaki
artıştan kaynaklanan maliyetleri fiyatlara yansıtarak, maliyetleri tekrar bu ülkelere ödetmelerine neden oldu. Özellikle Arap ülkelerinin artan lüks mal talepleri ve artan silah alımları, Batı ekonomilerinden petrol ihraç eden ülkelere yönelen artıdeğerin tekrar Batılı ekonomilerine dönüşünü sağladı. Petrol ihracatçısı olmayan az gelişmiş ülkeler açısından çok daha önemli olan sonuç ise petrol ihracatından kazanılan fonların Batı banka sistematiğine sokulması oldu.


3. Soru

Batı banka sistematiğine sokulan büyük fonların petrol ihracatçısı olmayan
ülkelere nasıl bir etkisi olmuştur?

Cevap

Batı banka sistematiğine sokulan büyük fonlar Batı ekonomilerinin bu fonları
kullanarak, daha fazla gelir sağlamalarının yanı sıra, petrol ihracatçısı olmayan
ülkelerin bağımlılığının artışına da neden oldu. Petrol üreticisi olmayan ülkeler artan petrol fiyatlarının etkisiyle gerek petrol ithalatına daha fazla kaynak ayırmak zorunda kalmaları nedeniyle gerekse gene ithalat yoluyla sağladıkları metaların fiyatlarındaki artış nedeniyle ödemeler dengesi açığında meydana gelen artışla karşı karşıya kaldılar. Ödemeler dengesi açığının kapatılması için petro-dolarlardan kaynaklanan dış finansman imkânlarının kullanılması tek çıkar yoldu. Sermaye arzının artışı sonucu azalan faiz oranları bu ülkeler için çekimi arttırdı. Dış finansman imkânlarının artışıyla hükûmetler azalan ihracatlarına (dolayısıyla artan ödemeler dengesi açıklarına rağmen) ekonomilerinin ihtiyaç duyduğu ithalatlarını arttırmaya devam edebildiler ve artan siyasal muhâlefetler karşısında bir süreliğine iktidarlarını koruyabildiler. Ancak girilen bu borç sarmalı çok kısa bir süre sonra olumsuz yönünü gösterdi. Borçlanma öyle boyutlara ulaştı ki OPEC üyesi olmayan 3. dünya ülkelerinin 1974 yılında 142 milyar dolar olan dış borç toplamları, 1978 yılında 315 milyar dolara çıktı. Petrol fiyatlarında ABD’nin OPEC üyesi ülkelere uyguladığı baskıyla yaşanan düşüş sonucu Batı sistematiğine giren petro-dolar miktarında azalış ve ABD’nin ‘İkinci Soğuk Savaş’ın yeniden başlaması sonucu izlemeye başladığı yeni ekonomik politikalar çerçevesinde faiz oranlarını arttırması (bunun sonucunda tüm dünya da faiz oranlarının artışı) ödemeler dengesi açıklarını dış borçla kapatan ülkelerin çöküş sürecini başlattı. Bu ülkeler zaten girdikleri borç sarmalı nedeniyle yıllar içinde GSMH’lerinin çok daha büyük bir kısmını dış borç geri ödemelerine aktarıyorlardı. Faiz oranlarındaki yükseliş ise hem borçlanma maliyetlerini arttırması hem de dış borç stokunda yarattığı artış nedeniyle bu sorunu daha da büyüttü. 1980’lerin başında Brezilya ve Meksika’da ekonomilerin açık iflasına neden olan bu gelişme dünya ekonomisinde Batı egemenliğinin çok daha belirgin hâle gelmesine ve ulusal kalkınmacılığın iflasına neden oldu.


4. Soru

Doğu blokunun çöküş nedenleri nelerdir?

Cevap

İkinci Soğuk Savaş’ın başlamasıyla eş zamanlı bir biçimde, uluslararası ekonomik
sistemin yeniden yapılanması Doğu Bloku’nun çöküşünün en önemli nedenlerinden birini oluşturdu. Aslında petrol krizi bir petrol ihracatçısı olan SSCB’nin petrol gelirlerini büyük oranda arttırmıştı. Fakat SSCB’nin kısa vadede ekonomik olarak güçlenmesine neden olan bu gelişme orta vadede ise çöküşün nedenlerinden birini oluşturdu.

Bloklararası yumuşamaya rağmen özellikle nükleer silahlarda ABD’nin gerisinde
olan SSCB, dengeyi sağlamak için Brejnev Dönemi’nde askerî harcamaları
sürekli olarak arttırdı. Sofistike silah sistemlerinin geliştirilmesi ve Sovyet donanmasının büyük oranda genişletilmesi doğrultusunda konvansiyonel silahlanmayı da içeren bu politika, askerî harcamalarda yarattığı düzenli artış ile Sovyet ekonomisi için büyük bir yük oluşturdu. ABD ile girişilen uzay yarışı ve az gelişmiş ülkelerde Sovyet etkinliğini arttırma amacıyla verilen askerî ve ekonomik yardımlar bu süreci körükledi. Ekonomiye binen bu yük Sovyet ekonomisinin kendini yeniden üretememesi dinamiğiyle birleşince daha da belirginleşti. 3. Endüstriyel Devri’nin yakalanamamış olması Sovyet ekonomisinin uluslararası rekabet gücünü zayıflatarak ihracat gelirlerinin düşüşüne de neden oldu. 1970 yılından itibaren Sovyet ekonomisindeki tüm göstergeler sürekli bir gerilemeyi göstermekteydi. SSCB’nin dünya üzerindeki ekonomik gücü öylesine bir gerileme sürecine girmişti ki 1960’ta başlıca ihracat kalemlerini makine, makine ekipmanları, ulaşım araçları, metal ya da metal ürünlerinden oluştururken 1985 yılına gelindiğinde ise ihracat içinde petrol ve doğalgaz gibi enerji ürünlerinin payı % 53’e çıkmıştı. SSCB’nin ithalatı içinde sanayi ürünlerinin payı ise % 60’a ulaşmıştı. İhracat gelirlerindeki düşüş tam da o dönemde ortaya çıkan petrol krizinin neden olduğu enerji kaynakları ihracı ile ikame edildi. Söz konusu durum ülkenin ekonomik durumundaki kötü gidişi bir süreliğine perdelese de bu kaynakların askerî harcamalar için kullanılması ve bundan daha önemlisi Sovyet ekonomisinin dayandığı endüstriyel sektörlerin geri dönülmez bir biçimde demode olması, SSCB ve Doğu Bloku’nun ve de bir yapı ve model olarak sosyalizmin çöküşünün temel nedenlerinden birini oluşturdu.


5. Soru

1973 yılında OPEC ülkelerinin Batılı ülkelere karşı uygulamaya koydukları
petrol ambargosuyla başlayan yeni dünya ekonomik düzeninin bloklar dışı ülkelere ne gibi bir etkisi olmuştur?

Cevap

1973 yılında OPEC ülkelerinin Batılı ülkelere karşı uygulamaya koydukları
petrol ambargosuyla başlayan ve petrol fiyatlarında muazzam artışla küresel
bir ekonomik bunalıma dönüşen gelişme dünya ekonomik sisteminin yeniden
inşasına neden olan çok önemli bir dönemin habercisiydi. Bu gelişme, Batı’nın
ekonomik hegemonyasına önemli bir darbe vurması bağlamında uluslararası sistem içinde bloklar dışı ülkelerin özerklik alanlarını genişletme dinamiğini besler
görünse de paradoksal bir biçimde orta vadede bu ülkelerin Batı’ya ekonomik ve
siyasal bağımlılıklarını arttırdı. Bunun birkaç nedeni bulunmaktadır:

Öncelikle, petrol fiyatlarındaki artış, petrol üreticisi ülkelerin gelirlerinde muazzam oranlarda artışa neden olsa da petrol üreticisi olmayan ülkelerin büyük ekonomik sıkıntılarla karşı karşıya gelmelerine neden olmuştu. Söz konusu ülkelerin 20. yüzyıl boyunca artan sanayi üretimi ve genişleyen iç pazar talebinin neden olduğu enerjiye (o dönemde alternatif enerji kaynakları kullanımı az olduğundan büyük oranda petrole) bağımlılık bu ülkelerin petrol alımı için ödedikleri bedelin artmasına neden oldu. Ayrıca, az gelişmiş ülkeler ham madde, yatırım malları ve ara mallarında, petrol fiyatlarının tetikleyicisi olduğu dünya ekonomisindeki enflasyonist eğilim nedeniyle artan maliyetleri karşılamada çok ciddi sıkıntılar içine girdiler. Ekonomik sıkıntıların artışı bu ülkelerin ekonomik ve siyasal kargaşa içine girerek süper güçlere yakınlaşmak zorunda kalmalarına dolayısıyla iki kutuplu sistem içinde artan özerkliklerinin azalmasına neden oldu.

İkinci olarak, petrol fiyatlarındaki artış 3. dünya hareketinin birlikteliğini
yitirmesinin de önemli nedenlerinden birini oluşturdu. Petrol üreticisi olmayan
ülkelerle, kriz nedeniyle gelirlerinde çok büyük artışlar sağlayan diğer 3. dünya
ülkeleri arasında ciddi sorunlar ortaya çıktı. Petrol fiyatlarındaki artıştan nemalanan ülkeler ile bunun bedelini ödemek zorunda kalan ülkeler arasında beliren çıkar farklılaşması, 3. dünya hareketinde ciddi bir ayrışmaya neden oldu. Bu da 3. dünyanın bloklar karşısındaki özellikle Batı Bloku karşısındaki özerklik alanının daralmasının temel nedenlerinden birini oluşturdu.

Son olarak, uluslararası ekonomik sistemin yeniden merkezîleşmesinin doğal
sonucu olan “denetim” ve “yönetim” dinamiklerinin bağımlı ekonomilere uygulanmasıyla ortaya çıkan çevresel ülkelerin bağımlılıklarının artışı, gerek uluslararası ekonomik gerekse siyasal sistem açısından önemli etkilerde bulundu. Bu dönemde egemen olan Yeni Sağ ideoloji ve neo-liberalizm çerçevesinde dünya ekonomisinin yeniden düzenlenmesine girişildi. Özellikle o dönemde bundan daha önemlisi, dış borca ihtiyaçları ekonomik bağımsızlıklarını koruma güdülerinin önüne geçen ulusal kalkınmacı ülkelere yeni bir ekonomik modelin yani ihracata yönelik dışa açık modelin dayatılmasıydı. Borç sarmalına giren devletler dış borçlarını erteletmek ya da taze para bulmak amacıyla IMF ve dünya Bankası ile anlaşarak bu iki uluslararası kuruluşun yapısal uyum ve stabilizasyon programlarını benimsemek zorunda kaldılar. Kamu harcamalarının azaltılması, gerçekçi kur politikalarının benimsenmesi, iç talebin kısılarak kaynakların ihracata yönelmesi gibi temellere oturan bu programlar, bir anlamda ekonomilerin zorla dışarı açılması anlamına geliyordu.


6. Soru

Sovyet yanlısı devrimler Amerika'yı neden tedirgin etmiştir?

Cevap

Birincisi, bu kadar çok sayıda ülkenin ardı ardına Sovyet etkinlik alanına girmesi
ABD yönetiminde ve kamuoyunda domino teorisi çağrışımını uyandırdı. İkinci
olarak, 1973 Krizi ile o dönemde belki de dünya nın jeopolitik olarak en önemli
yeri hâline gelen Körfez bölgesi çevresinde Sovyet etkinliğinin artışı, SSCB’nin
bölgeyi kontrol altına alma stratejisinin bir parçası olarak görüldü. Üçüncü olarak, bu gelişme Nixon Kissinger stratejisinin en temel boyutlarından biri olan Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) ile iş birliği yaparak SSCB’yi çevreleme politikasının
çöküşüne neden olabilirdi. Çünkü özellikle Kamboçya, Güney Vietnam ve Afganistan gibi ülkelerin Sovyet etkinlik alanı altına girmesi ÇHC’nin “çevreleyen ama çevrelenen” bir ülke konumuna gelmesine ve ABD-ÇHC iş birliğinin darbe yemesine yol açtı. Dördüncüsü ve küresel sistem açısından en önemlisi, SSCB etkinliğindeki bu artış, ABD kamuoyunda ve politikacıları arasında Detant’ın Sovyet yayılmacılığını sağlayan ve ABD’nin küresel hegemonyasını sarsan bir olgu olarak görülmesi oldu. Nitekim, 1980 yılında yapılan seçimleri kazanan Reagan ve temsil ettiği Amerikan sağı seçim kampanyası sırasında bu argümanı sıklıkla kullandı.


7. Soru

Carter yönetiminin uyguladığı politikanın boyutlarını açıklayınız.

Cevap

Birinci olarak, Carter yönetimi 1980 Ocağı’nda İkinci Soğuk Savaşı resmen başlatan yeni doktrinini açıkladı. “Carter Doktrini” olarak adlandırılan bu doktrin, Orta Doğu’da Amerikan çıkarlarına karşı girişilebilecek bir harekete, ABD’nin gerekirse askerî güç kullanarak doğrudan müdahâle etmesini içermekteydi. Nixon Doktrini’nin terki ve Eisenhower Doktrini’nin restorasyonu anlamına gelen bu değişiklik, ABD’nin yeniden güç ve çatışma politikalarına döndüğünü göstermekteydi. Bu politika değişikliği ABD’nin bölgede askerî güç bulundurma ihtiyacı içine girmesine neden oldu. Bu ise gene başkan Carter Dönemi’nde 1977 yılında oluşturulmaya başlanan Çevik Kuvvet’in (Rapid Deployment Force) güçlendirilmesi ve bölgede konuşlandırılması ihtiyacını doğurdu. Artık ABD dış politikasının doğrultusu belirgin bir biçimde Orta Doğu’ya çevrilmiş oldu.

İkinci olarak, Carter yönetiminin etkin isimlerinden olan ulusal güvenlik danışmanı Brzezinski tarafından geliştirilen bir başka politika Carter doktrinin taktik yanını oluşturdu. “Yeşil Kuşak doktrini” olarak da adlandırılan bu doktrine göre, Orta Doğu’da İslam komünizme ve SSCB’ye karşı kullanabilirdi. Bunun yolu ise bölgede Amerikan politikalarıyla uyumlu ülkelerde İslami gelişimi kontrol ederek, uyumsuz ülkelerde ise kışkırtarak, bu bölgelere SSCB etkisinin girmesini önlemek ve SSCB’yi ‘yeşil kuşak’ ile çevrelemekti.

Üçüncü olarak, Carter yönetimi, Kongre’ye egemen olan sağcı güçlerin de büyük etkisiyle ABD ve SSCB arasında yumuşamanın ürünleri olan silahsızlanma, ticaret gibi konularda ilişkileri dondurma yolunu seçti. 1979 yılı başında imzalanan nükleer silah indirimine yönelik SALT-II Antlaşması’nın geri çekilmesi, SSCB’ye yapılan ihracata sınırlar konulması ve 1980 Moskova Olimpiyatlarını boykot gibi eylemler içeren bu politika, iki blok arasındaki ilişkilerde ciddi bir soğumaya neden oldu.

Dördüncü olarak, Carter yönetimi askerî harcamalarda önemli artışlar yaparak konvansiyonel ve nükleer silahlanma yarışını yeniden başlattı. ABD’nin dünya çapındaki artan yükümlülüklerine paralel biçimde Amerikan askerî harcamaları önemli artışlar gösterdi. Carter’ın bu silahlanma politikası NATO’nun Avrupalı müttefiklerinin de askerî harcamalarda artışa gitmelerini içeriyordu. NATO’nun askerî ve siyasal açıdan güçlendirilerek bir anlamda 1960’ların ortalarından itibaren gerileyen NATO “birlikteliğinin” yeniden tesisini hedefleyen bu politika blok politikasının eski “sıkılığını” yeniden kazanmasını ve NATO üyeleri arasında eş güdümün sağlanarak özerk hareketlerin engellenmesini amaçlamaktaydı.

Beşinci olarak, Carter yönetimi ilk döneminden beri uyguladığı, dış politikada insan hakları argümanını kullanma stratejisini çok daha belirgin bir biçimde ortaya çıkardı. Bu politikanın birincil hedefi, o dönemde Polonya’da beliren huzursuzluğun gösterdiği gibi Amerikan karşıtı ülkelerde, yönetimler ve halk arasındaki gerginliği arttırmak ve bu anti-demokratik yönetimlerin meşruiyetine doğrudan bir darbe vurmaktı. Özellikle Polonya ve Macaristan gibi Doğu Avrupa ülkelerinde izlenen bu strateji halk gözünde meşruiyetini yitirmiş hükûmetlerin Sovyet müdahâlesi ile ayakta kalabilecekleri gerçeği göz önüne alındığında, Sovyet imajına da indirilebilecek çok önemli bir darbe niteliği kazanacaktı. Bu da girişilen küresel mücadelede Sovyet gücünün zayıflaması ve dikkatini daha çok blok içi meselelere çevirmesine neden olacaktı.


8. Soru

Başkan Reagen ilk döneminde nasıl bir politika benimsemiştir?

Cevap

1981 başında iktidara gelen Reagan, dış politikada Nixon ve Ford politikalarının tamamen reddini ve Carter Dönemi politikalarının “çekingenliği” eleştirisini seçim kampanyası sırasında sıklıkla kullanmıştı. ABD’de 1970’lerde yükselen YeniSağ akımın sözcüsü olan Reagan, geldiği ilk günden itibaren uygulamaya başladığı politikalarla II. Soğuk Savaşı keskinleştirdi. Reagan yönetiminin dış politikasının temel özelliği, Carter Dönemi’nde İkinci Soğuk Savaş’ın başlangıcında belirlenen stratejileri ortadan kaldırmak değil, bunları topyekûn bir savaş için yeniden kurgulaması ve şiddetle uygulamasıydı. Nitekim yukarıda belirtilen Carter Dönemi’nde belirlenen tüm stratejik açılımlar Reagan Dönemi’nde çok daha yoğun bir şekilde uygulandı. Bu stratejiye getirilen açılım, başkanının kendi adıyla anılan yeni bir doktrini uygulamasıyla ortaya çıktı. Bu doktrin uyarınca ABD, 3. dünyada Sovyet yanlısı hükûmetlere karşı savaşan sağcı gerilla kuvvetlerine ve solcu gerillalara karşı savaşan Amerikan yanlısı hükûmetlere askerî, ekonomik ve siyasal destek verdi. Bu bağlamda Reagan yönetimi ABD dış politika stratejisinde etkili olan çevreleme politikasını aşarak, doğrudan doğruya Doğu Bloku ve Amerikan karşıtı ülkelere çeşitli araçlarla müdahâle etmeyi hedefledi. Bir anlamda, Brejnev Doktrini’nin çökertilmesi hedefini içeren bu strateji, İkinci Soğuk Savaş’ın çok daha komplike bir nitelik kazanmasına neden oldu.

Muhafazakâr değerleri ve dolayısıyla anti-komünizmi iç ve dış politik söyleminin merkezîne oturtan Reagan yönetimi Soğuk Savaş’ın ideolojik mücadele boyutunu 1950’lerden sonra en yoğun biçimde kullanan ABD yönetimi oldu. Reagan tarafından “kötülükler imparatorluğu” olarak adlandırılan SSCB’ye karşı kültürden spora kadar çok geniş bir alanda kullanılabilecek bütün ideolojik aygıtlar devreye sokuldu.


9. Soru

Reagen yönetiminin ikinci dönemini birinci dönemden ayıran özellikler ve bunun nedenleri nelerdir?

Cevap

Özellikle Reagan yönetiminin 1981-1985 yılları arasındaki ilk döneminde hararetle uygulanan bu politika, 1986’dan sonra eski hızını kaybetti. Bunun da temel nedeni, SSCB’de Gorbaçov’un işbaşına gelmesiyle yeni bir dönemin başlaması ve bu çerçevede bloklararası ilişkilerde yeniden barış rüzgârlarının esmesiydi. Reagan söz konusu dönemde kendisinden umulmayacak bir biçimde yeniden yumuşamayı destekleyecek ve iki ülke arasındaki silahsızlanma görüşmelerinde simgeleştiği gibi SSCB ile iş birliği yapmaktan kaçınmayacaktı. Reagan yönetimi SSCB’deki değişim sürecini de yoğun bir şekilde destekledi ve Gorbaçov’un içteki reform sürecini daha rahat bir biçimde sürdürmesini sağlayacak dış ortamı büyük oranda sağladı.


10. Soru

II. Soğuk Savaş Batı Avrupa ülkelerinin politikalarını nasıl etkilemiştir?

Cevap

Genel olarak bakıldığında II. Soğuk Savaş, Batı Avrupa’nın ABD politikalarına çok daha doğrudan eklemlenmesine neden oldu. Yumuşama sürecinde Avrupalı güçlerin Doğu Bloku ve SSCB ile geliştirdikleri siyasal ve ekonomik iş birliğinin büyük etkisi olmuştu. Avrupa’nın özerklik alanını genişleten bu olgu, ilk darbeyi 1968 yılında SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgali ile yemişti. Buna rağmen 1970’lerde ortaya çıkan iki Almanya’nın yakınlaşması sürecinin de gösterdiği gibi Avrupa’nın her iki yanında da iş birliği ve yakınlaşma 1945’den sonra hiç görülmediği ölçüde artmıştı. Bu durum, 1970’lerin sonundan itibaren değişen koşullar nedeniyle kısa bir süre olumsuz yönde değişecek ve Batı Avrupalı güçler blok lideri olan ABD’ye daha fazla yaklaşmak zorunda kalacaklardı. Özellikle, 1979 yılında SSCB’nin Afganistan’ı işgali ve sonrasında Doğu Avrupa’ya, Batı Avrupa’yı hedefleyen SS-20 füzeleri yerleştirmesi Avrupalı güçlerin SSCB ile ilişkilerini gözden geçirmelerine ve ABD’nin yeni çatışmacı politikalarını en azından doğrudan karşı çıkmadan benimsemelerine neden oldu. II. Soğuk Savaş’ın bir tarafı yalnızca ABD değil, aynı zamanda NATO ve Avrupalı üyeleriydi. Bunun doğal sonucu ittifak bağlarının güçlendirilmesi, blok içi sorunların en azından ertelenmesi ya da bir şekilde dozajının düşürülmesiydi.

Bu dönemde Batı Avrupa kendi içindeki bağları güçlendirmeye çaba gösterdi. Özellikle bu dönemde Fransa’da iktidarda bulunan François Mitterand ve Batı Almanya’da iktidarda bulunan Helmut Kohl bu politikanın önderleri oldular. Batı Avrupa ülkeleri arasındaki bağların sağlamlaştırılması çabalarının kendini en çok gösterdiği alan ise ekonomi ve bunun için kurulmuş AET olacaktı.


11. Soru

Avrupa Tek Senedi ile yapılan değişiklikler nelerdir?

Cevap

Avrupa Tek Senedi ile kurumsal anlamda birtakım değişikliklere gidilmiştir:

Oy birliğinden, nitelikli oy çokluğuna geçilmiştir; karar alma süreçlerinde reforma gidilmesi, iş birliği sürecinin öngörülmesi ve parlamentonun etkin kullanımı amaçlanmıştır. Avrupa Parlamentosu yeni üye kabulü ve ortaklık antlaşmalarının onaylanması konusunda yetkilendirilmiş ve ilk derece mahkemesinin kurulması kabul edilmiştir. Değişiklikler sadece kurumsal alanda da kalmamıştır. Avrupa Tek Senedi ile siyasi birtakım değişikler de gündeme gelmiştir. En geç 1992 sonunda Avrupa Tek Pazarı’nın kurulması kararlaştırıldı. Sosyal politikalar, sosyal ve ekonomik uyum, teknolojik AR-GE faaliyetleri ve çevre gibi yeni politika alanları topluluk yetkisine verildi ve Avrupa siyasi birliğinin oluşturulması karara bağlandı.


12. Soru

Doğu ve Batı Almanya'nın birleşmesine kuşku ile bakılmasının nedeni ne idi?

Cevap

Birleşik Almanya Avrupa’daki tüm dengeleri değiştirecek bir ülke olacaktı. xIx. yüzyılda Alman ulusal birliğinin kurulmasından itibaren, Avrupa’daki bütün güçler dikkatlerini Almanya’ya çevirmişlerdi. Birleşik Almanya hakkındaki endişe hiç de temelsiz değildi. Alman birliği ve emperyal hırsı her iki dünya savaşının da en önemli nedenlerinden birini oluşturmuştu. II. dünya Savaşı sonrasında bile birleşik Almanya tehlikesi özellikle bu gelişmeden potansiyel tehdit algılayan SSCB ve Fransa açısından en kötü senaryolardan biriydi.


13. Soru

Gorbaçov'un sosyalizmi nasıl yorumlamıştır?

Cevap

Aslında Gorbaçov göreve ilk geldiğinde kendinden önceki SSCB liderlerinden çok da farklı bir çizgide olmayan Ortodoks bir Marksist izlenimi vermişti. Fakat, bunun yanıltıcı olduğu çok kısa bir sürede anlaşıldı. Gorbaçov, hızla yeni bir siyasal üslup benimseyerek, sosyalizmin yeniden yorumlanması gerekliliği üzerinde durmaya başladı. Bu çerçevede özellikle “açıklık” (glasnost) ve “yeniden yapılanma” (perestroyka) kavramlarını kullanmaya başladı. Açıklık, Sovyet yönetimindeki aksaklıkların giderilmesi, yönetim kadrolarında gençleştirilmeye gidilmesi, basın ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi, rejim karşıtlarının salıverilmesi, insan hakları ihlallerinin önlenmesi gibi Sovyet halkının siyasal temsil kanallarının açılmasına dayanmaktaydı. Gorbaçov, bu politikayı uygulamaya sokarak girişeceği reformlar için halk desteğini almayı ve bu desteği Komünist Parti içindeki muhafazakâr kanada karşı da kullanmayı amaçlamaktaydı. Yeniden yapılanma ise Gorbaçov’un Sovyet sisteminde yapacağı radikal değişikliği yani komünist ekonominin yeniden yapılandırılmasını ifade etmekteydi. Sovyet ekonomisi hızla modernleştirilmeli ve böylece ekonomik durum hızla düzeltilmeliydi.


14. Soru

Gorbaçov yönetimi nasıl bir dış politika benimsemiştir?

Cevap

Gorbaçov, içteki reformlara paralel olarak dışta da yeni bir politika açılımı yaptı. Zaten, SSCB’nin savunma harcamalarının azaltılmasını girişilecek reform sürecinin en önemli ayaklarından biri olarak gören Gorbaçov açısından bu çok ivedi bir eylemdi. SSCB’nin nükleer silahların azaltılması yönündeki önerileri ABD yönetimi tarafından da olumlu karşılanacak ve tarihte ilk defa nükleer silahların azaltılması yönünde bir antlaşma imzalanacaktı. Orta menzilli nükleer füzelerin sınırlandırılmasına yönelik bu (INF) antlaşmayı, 1991’de Moskova’da imzalanan ve nükleer savaş başlığı sayısında yaklaşık %30’luk bir indirim sağlayan START-I izleyecekti. ABD ve SSCB arasındaki silah indirimi görüşmeleri daha da genel bir nitelik kazandı ve sadece iki ülke arasında değil, bloklar arasında yapılan ve sadece nükleer silahları değil, konvansiyonel silahları da kapsayan bir çerçeveye oturdu. Böylece, 1990’da imzalanan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması ile tarihin en kapsamlı silahsızlanma antlaşması ortaya çıktı.

Gorbaçov yönetimi, sadece ABD ile değil, diğer Batı ülkeleriyle de ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Gorbaçov, SSCB’nin bir Avrupa ülkesi olduğunu belirterek, Avrupa’da barış ve iş birliğinin geliştirilmesi yönünde özellikle Fransa, İngiltere ve Batı Almanya’ya sıcak mesajlar yolladı. İlişkilerin 1960’ların başından beri çok soğuk olduğu, komünist aile içindeki düşman kardeş Çin’le de ilişkilerin düzeltilmesi için diplomatik temaslara hız verildi. Bu çabalar sonuçsuz kalmadı ve Avrupa ülkeleriyle ilişkiler güçlendirildi, Çin’le yeni bir barış süreci başlatıldı.

Sovyet yönetiminin dış politikada izlediği yeni çizginin en önemli göstergelerinden birini de Afganistan işgalinin sona erdirilmesi oluşturdu. Bu geri çekiliş, SSCB’nin dünya üzerindeki stratejik geri çekilişinin başladığını göstermekteydi. SSCB 3. dünyadaki askerî ve siyasi varlığını hızla azaltma yolunu seçti. Az gelişmiş ülkelere verilen bonkör yardımlar azaltıldı.


15. Soru

Sinatra Doktrini nedir?

Cevap

Ekonomik bozulma, siyasal istikrarsızlığı arttırması ve toplumsal barışı bozmasının yanı sıra, SSCB’nin “ulusal sorunları”nı da beslemekteydi. Doğu Avrupa’da aşağıda incelenecek milliyetçi ve liberal dalgadan da etkilenen Sovyet halkları arasında milliyetçi eğilimler ve buna karşı Moskova’ya karşı merkezkaç eğilimler kendini göstermeye başladı. Moskova’nın 1989 sonbaharında açık bir biçimde uygulamaya soktuğu ve daha sonra “Sinatra Doktrini” olarak adlandırılan politika çerçevesinde Doğu Avrupa halkları kendi yollarını çizmeye başlamışlardı. Benzer bir talebin Sovyet halkları tarafından da dile getirilmesi kaçınılmazdı. Üstelik, liberalleşen Sovyet siyasetinde bu çok daha meşru ve kolay olacaktı.


16. Soru

Doğu Avrupa'da rejim karşıtı hareketlerin ilk olarak Polonya'da ortaya çıkmasının sebebi nedir?

Cevap

Polonya’nın Doğu Avrupa’daki rejim karşıtı hareketlerin ilk ortaya çıktığı yer olması tabii ki tesadüf değildi. Polonya tarihsel olarak Rusya’ya hep kuşkuyla bakmış bir ülkeydi. Ülke 18. yüzyıldan itibaren Rus etki alanına girmiş ve Rusya’nın ön ayak olmasıyla iki defa da parçalanarak bağımsızlığını yitirmişti. Bu husus Polonyalılardaki Rus karşıtlığının temelini oluşturmaktaydı. Rus karşıtlığı da milliyetçi dinamiği beslemekteydi. Buna paralel olarak nüfusunun tamamına yakını Katolik olan ülkede komünist rejime rağmen dinî duygular hâlâ güçlüydü ve kilise önemli bir kurum olarak varlığını sürdürmekteydi. Üstelik 1978’de bir Polonyalı olan II. Jean Paul’ün Papa seçilmesiyle kilisenin toplum üzerindeki etkisi daha da artmıştı. Dinî inançlar milliyetçiliği besleyen önemli bir dinamik hâlini aldı. İkinci olarak, ekonomik koşulların en çok bozulduğu Doğu Avrupa ülkelerinden biri de Polonya’ydı. Özellikle dış borçlanmanın çok büyük miktara ulaşması, Polonya ekonomisinin ekonomik dalgalanmalardan çok daha fazla etkilenmesine sebebiyet verdi ve huzursuzluklar arttı. Böylece çözülmeyi sağlayan ekonomik dinamik de kendini iyiden iyiye gösterdi.


17. Soru

İran'da muhaliflerin rahatsız olduğu noktalar nelerdi?

Cevap

İran’da 1950’lerden itibaren yönetimi elinde tutan Şah Rıza Pehlevi, ülkenin modernleştirilmesi yönünde bir politika izlemekteydi. Bunu yaparken de dayandığı temel unsur, özellikle 1973 Petrol Krizi’nden sonra birkaç artan muazzam petrol gelirleriydi. Ülkenin artan refahına rağmen, gelirlerin paylaşımında çok büyük bir adaletsizlik mevcuttu. Saray ve çevresindeki küçük egemen sınıf, ülkedeki siyasal yapıyı olduğu kadar ekonomik yapıyı da kontrol etmekteydi. Özellikle işçi ve köylülerden oluşan alt sınıflar adaletsiz düzenden hiç memnun değildi. İran toplumsal yapısında çok önemli bir yere sahip olan esnafların oluşturduğu çarşı (bazaar) da Şah yönetimine karşı yavaş yavaş muhalif bir çizgiye kaymaktaydı. Çarşı’nın geleneksel müttefiki Şii din adamları arasında da Şah yönetimine karşı tepki büyüdü. Şii din adamları sınıfı zaten Şah tarafından uygulanan modernleşme politikalarından derin bir rahatsızlık duymaktaydı. Şah’ın İran’daki İslami değerlerin yerine milliyetçi modern değerleri hakim kılma yönündeki politikası muhâlefetin içindeki İslami unsurları hızla güçlendirmişti. Ayetullah Humeyni gibi önde gelen bazı din adamları yıllar önce ülkeyi terk etmek zorunda kalmış, Şah ve rejim karşıtı muhâlefetlerini yurt dışından sürdürmeye başlamışlardı.


18. Soru

Devrim sonucunda İran dış politikasında ne gibi bir değişim yaşanmıştır?

Cevap

Devrim sonucunda İran İslami bir rejim çerçevesinde yeniden örgütlenirken,
dış politikası da tamamen değişti. Batı’nın sadık müttefiki İran, bölgedeki en radikal ABD ve Batı karşıtı ülkelerden biri hâline geldi. Humeyni ABD’yi “büyük
şeytan” olarak nitelendirmekteydi. Ülkedeki siyasal, askerî ve ekonomik Amerikan varlığı hızla tasfiye edildi. Hatta, 1979 Sonbahar’ında üniversite öğrencileri Tahran’daki ABD elçiliğini basarak 50 Amerikalıyı 15 ay boyunca rehin tuttular. ABD’nin 1980’de düzenlediği rehine kurtarma operasyonu ise büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı. Carter yönetiminin prestijine büyük bir gölge düşüren bu durum, 1980 sonunda yapılan başkanlık seçimlerinde Carter’ın kaybetmesinde de hayli etkili oldu.


19. Soru

Taif Antlaşmasının içeriğini açıklayınız.

Cevap

Taif Anlaşması, Lübnan’ın geleneksel siyasi sisteminden radikal bir kopuş değil,
aksine o sistemin düzeltilmiş hâliydi. Anlaşma, milis güçlerinin silahlarını bırakmasını, hukuk ve düzenin yeniden tesisinde hükûmete yardım etmek üzere Lübnan’da kalmasına izin verilen Suriye birliklerinin ise 1990’ların ilk yarısından
önce Bekaa’ya çekilmesini ve ardından da iki hükûmetin uzlaşmasıyla aşamalı
olarak tamamen tahliyesini öngörüyordu.


20. Soru

"Yeni Sanayileşen Ülkeler" ifadesi hangi ülkeler için kullanılmaktadır?

Cevap

1970’ler ve 1980’lerde uluslararası literatüre giren “Yeni Sanayileşen Ülkeler” kavramının tüm tanımlarında dört “Asya Kaplanı ”Hong Kong, Singapur, Tayvan ve Güney Kore yer almaktaydı.


21. Soru

APEC nedir, kimler tarafından kurulmuştur?

Cevap

Özellikle AET entegrasyonunun başarısından etkilenen Asya ülkeleri benzer bir yapının bölgede de kurulması için fikir birliğine vardılar. Bu çerçevede, Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik gelişmeyi sürdürmek ve refah düzeyini arttırmak için 1989 yılında Japonya, Güney Kore, Singapur, Malezya, Endonezya, Tayland, Filipinler, Brunei, Yeni Zelenda, Avusturya, Kanada ve ABD tarafından APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü) kurulmuştur. Kuruluşta 12 olan üye sayısı daha sonra 21’e yükselmiştir.


22. Soru

Keşmir sorunu nedir? 

Cevap

Hindistan’ın 1947’de Hindistan ve Pakistan adıyla bölünmesinden itibaren iki ülke arasında Keşmir konusunda devam eden anlaşmazlık, bu dönemde de en önemli sorun oldu. Çünkü bölgenin büyük kısmı Hindistan’dakalmakla birlikte nüfusun çoğunluğu Müslümanlardan oluşmaktaydı. 1989’da Keşmir’in Hindistan kontrolündeki bölgesinde bir gerilim ortaya çıktı ve kriz büyüdü. Pakistan Müslüman isyancılara sahip çıktı ve maddi destek verdi. İki ülke arasındaki kriz bazı sınır çatışmalarına yol açtıysa da bir süre sonra gerilim azaldı. Fakat Keşmir sorunu günümüze kadar iki ülke arasındaki en önemli mesele olarak kalmaya devam etti. Pakistan ve Hindistan nükleer silahların da dahil olduğu bir silahlanma yarışını sürdürmektedir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email