aofsoru.com

Osmanlı Türkçesi 2 Dersi 7. Ünite Özet

Farsçada Tamlamalar Transkripsiyon Alfabesi

Farsçada Tamlamalar

  • İsim Tamlaması

İsim tamlamalarında önce tamlanan, sonra tamlayan yazılır. Basit, yani iki kelimeyle yapılan tamlamalarda ilk kelimenin sonu -i ile okunur. Buna izâfet kesresi adı verilir. İzafet kesresi Türkçe’de kelimenin ses uyumuna göre -ı veya -i şeklinde okunabilir. Kûh-ı Kaf قاف کوه = Kaf Dağı veya ordu-yı sultân سلطان اوردوی = sultânın ordusu kalın sesle gelenlere örnek verilebilir. Ma’den-i nühâs نحاس معدن = bakır madeni, gül-i sad-berg کل صدبرك = yüz yapraklı gül gibi örnekler de ince sesle biten kelimelerin izafet kesresini gösterir.

Farsça isim tamlamalarında tamlanan (muzâf) ve tamlayanın (muzâfun-ileyh) her ikisinin de Farsça olması şartı yoktur. Bunlardan birisi Farsça olabildiği gibi her ikisinin de Arapça olmasında bir mahzur yoktur. Burada önemli olan izâfetin yani tamlamanın Farsça karakterli olmasıdır. Bunu da sağlayan -i izafet kesresidir. Bir tamlamanın isim veya sıfat tamlaması olmasını belirleyen husus tamlayanın niteliğidir. Eğer tamlayan isim ise isim tamlaması, sıfat ise sıfat tamlaması şeklini alır.

İsim tamlamalarının muhtelif görevleri vardır. Genellikle tamlayanın durumu tamlananı açıklayıcı ve durumunu belirleyicidir. Bu cümleden olarak;

-İsim tamlamaları bazen aidiyet, nisbet ve özel durumları açıklamak için kullanılır:

Seyf-i dîn دين سيف = dinin kılıcı,

Lügât-ı Fârisî فارسی لغت = Farsça sözlüğü,

İnâyet-i Hudâ عنايت خدا = Allah’ın yardımı gibi.

-Bazı durumlarda isim tamlamalarında, tamlayan tamlananın cins ve türünü açıklar:

Rûz-ı Kasım روز قاسم = Kasım günü,

Dıraht-ı gül درخت کل = gül ağacı,

Gürz-i âhen کرز آهن = demir gürz gibi.

-İzâfet-i teşbihiyye denilen benzetme tamlaması yapımında da isim tamlamaları kullanılabilir:

Sarây-ı dil دل سرای = gönül sarayı,

Deryâ-yı rahmet دريای رحمت = rahmet deryası,

Âteş-i aşk آتش عشق = aşk ateşi, gibi.

Benzetme yapılırken benzeyenin benzetilene has bir nitelikle tamlanması durumu da isim tamlamalarında sıkça görülen uygulamalardandır.

Pençe-i ecel اجل پنچۀ = ecel pençesi, (burada ecel önce aslan veya kaplan gibi yırtıcı bir hayvana benzetilmiş, sonra onun bir uzvuyla tamlama yapılarak anlam tamamlanmıştır).

Meyve-i aşk ميوۀ عشق = aşk mevyesi, (burada aşk bir ağaca benzetilmiş, sonra ağaca ait bir unsurla tanımlanmıştır).

İzafet kesresinin özel durumları:

Tamlanan (muzâf) kelimenin sonu –a ve –e seslerini veren ve hâ-i resmiyye denilen ه/he ile veya ی/î ile bitiyorsa izafet kesresini göstermek üzere bu harflerin üzerine hemze ( ء ) işareti konur:

Derece-i zulmet درجۀ ظلمت , pâye-i vezâret وزارت پايۀ ,

Ahâlî-i vilâyet ولايت آهالئ , mevâlî-i kirâm كرام موالئ gibi.

Tamlanacak kelime (muzâf) elif ile (آ/â) veya sesli durumunda olan vav (و/û) ile bitiyorsa o zaman izafet kesresi ye ( ى ) ile yapılır. Bu ye’ye izâfet yâsı denir:

Ordu-yı hümâyûn همايون اوردوى

Safâ-yı hâtır خاطر صفای gibi.

Sondaki ه/he, ى/y ve و/vav eğer sessiz harf görevi görüyorsa, o zaman izafet hemzesi veya ye’si getirilmez, harf olduğu gibi okunur:

Râh-ı sefer راه سفر , Mâh-ı Ramazan رمضان ماه

Rûy-ı zemîn زمن روى, Mey-i aşk مى عشق gibi.

  • Sıfat Tamlamaları

Şekil açısından isim tamlamalarından farklı değildir. Tamlayan kelime isim niteliği taşıyorsa tamlama isim tamlaması, niteliği sıfat ise sıfat tamlaması olmaktadır. Yani nitelenen bir isim ve onu niteleyen bir sıfattan oluşan tamlamalara sıfat tamlaması denilmektedir. Farsçada bunların ismi, terkib-i tavsîfi veya terkîb-i vasfî şeklindedir. Aynı zamanda tamlayana sıfat tamlanan isme mevsûf denir.

İzafet kesresinin durumu aynen isim tamlamasında söylenen şartlar içerisinde şekillenir. Tamlanan kelimenin son harfi hâ-i resmiyye ه/he ile veya ی/î ile bitiyorsa hemze ( ء )işareti konur. Uzun آ/â ve uzun و/û ile bitiyorsa kesre ی/ye ile gösterilir.

Yine isim tamlamalarında olduğu gibi sıfat tamlamalarında da tamlanan veya tamlayanın Arapça ve Farsça olmaları tamlamanın niteliğini değiştirmez. Yani:

Bâğ-ı dil-ârâ دل آرا باغ örneğindeki gibi her ikisi de Farsça; Melik-i âdil عادل ملك örneğindeki gibi her ikisi de Arapça, Yâr-ı bî-vefâ بيوفا يار örneğindeki gibi tamlanan Farsça tamlayan Arapça,

Şiir-i rengîn رنكين شعر = parlak şiir, örneğindeki gibi tamlanan Arapça tamlayan Farsça olabilir.

Sıfat tamlamalarında tamlanan da tamlayan da Farsça kelimelerden oluşuyorsa bunlar arasında çokluk bakımından uyum olması gerekmez. Bu tür tamlamalarda tamlayan her zaman sıfat olduğundan ve Farsça’da sıfatlar umumiyetle tekil halde bulunduklarından, istisnâlar dışında isim çoğul olsa bile kendileri tekil gelir.

Farsça’da kelimeler eril (müzekker) ve dişil (müennes) olarak tasnif edilmediklerinden tamlamalardaki her iki kelime de Farsça ise bu açıdan bir uyumluluk zorunluluğu yoktur.

Sadece dişilik ifade eden Farsça isimlere niteleme yapan Arapça sıfatlar getirildiği zaman bu sıfatlar dişilik eki alırlar:

Duhter-i cemîle دختر جميله = güzel kız,

Zen-i fâdıla زن فاضله = fazîletli kadın gibi.

Sıfat tamlamasında nitelenen ve niteleyenin her ikisi de Arapça ise bu takdirde özellikle Osmanlıca’da ikisi arasında çokluk uyumu ve erillik-dişilik uyumu olmasına dikkat edilir. Yani nitelenen dişil (müennes) ise sıfat da dişil olmalıdır. Nitelenen (mevsûf) çoğul (cem) ise, sıfat (niteleyen) da çoğul durumda; nitelenen tekil(müfred) ise niteleyen de tekil (müfred) olmak durumundadır; vazîfe-i müşkile وظيفۀ مشکله de olduğu gibi.

Arapçada kelimeler çoğul (cem) halinde bulunduklarında dişil kabul edildiklerinden çoğul isimler sıfatla tamlandıklarında sıfatlar da dişil halde yazılırlar:

Düvel-i muazzama دول معظمه,

Vüzerâ-yı izâm عظام وزرای,

Ulemâ-yı kirâm کرام علمای gibi.

Bu durum daha çok vezinle çoğul yapılan kelimelerde (cem‘-i mükesser) ve -ât ekiyle yapılmış çoğul kelimelerde geçerlidir (mahlûkat-ı mübâreke مخلوقات مبارکه ).

Tamlanan ين/în ekiyle çoğul hale getirilmişse sıfat da ين/în ekiyle çoğul halini alır:

Mü’minîn-i sâlihîn مؤمنين صالحين gibi.

Yine tamlanan ikili çokluk bildiren ين/eyn veya تان/tân ekleri ile çoğul durumunda bulunuyorsa sıfat da ikili çokluk haline getirilir: Haremeyn-i muhteremeyn محترمين حرمين gibi.

Sıfat tamlamalarında bazen ismin ardına birkaç sıfat peşpeşe getirilerek niteleme yapılabilir. Bunlar yine izafet kesresi dediğimiz -i ile veya zaman zaman aralarına atıf vav’ı denilen ( و / u, ü ) sesleri getirilerek birbirine bağlanır; Hâce-i fâzıl u kâmil فاضل و کامل خواجۀ gibi. Burada hâce-i fâzılفاضل خواجۀ ve hâce-i kâmil کامل خواجۀ şeklinde her iki sıfatla ayrı ayrı sıfat tamlaması yapmak yerine arada bir atıf vavı ile iki sıfatlı tek tamlama yapılmıştır.

  • Zincirleme İsim ve Sıfat Tamlamaları

Farsçada isim ve sıfat tamlamaları bazen üç, dört, beş vs. sayıdaki kelime veya kelime gruplarından oluşabilir. Tamlamada kullanılan kelime sayısı kaç olursa olsun bir tamlanan ve bir tamlayan unsur vardır. Burada yine belirleyici olan tamlayan grubun durumudur. Tamlayan kelime veya kelimeler isim oluşturuyorsa tamlamanın bütünü isim tamlaması olur. Tamlayanlar sıfat ise tamlamanın bütünü sıfat tamlaması olur.

Üçlü tamlamaya örnek:

Devlet-i âl-i Osman دولت آل عثمان tamlamasının cinsini bulabilmek için önce tamlayan konumunda olan âl-i Osmân tamlamasını incelemek gerekir. Sondan başlayarak öne doğru okuduğumuzda Osman’ın âilesi anlamı taşıyan bir isim tamlaması olduğunu görürüz. Tamlanan konumundaki devlet ile birleştirdiğimizde Osman (ın) âilesinin (hânedânının) devleti şeklinde bir isim tamlaması yapmış oluruz (Biz bunu günümüz diline çevirirken Osmanlı Devleti şeklini tercih ediyoruz).

Kefere-i melâ‘în-i hâsîrîn کفرۀ ملاعين خاسرين tamlamasında ikinci kelime sıfat olduğu için evvela birinci kelimeyle tamlamaya girer. Kefere-i melâ‘în isim değerinde ikili bir sıfat tamlaması olur. Ancak bunları tamlayan hâsırîn sıfat olduğu için bu üçlü tamlama sıfat tamlaması halini alır.

İki kelimenin birleşimiyle oluşmuş birleşik kelimeler tamlamaya girdiklerinde bir kelime olarak kabul edilir. Bunlarla da ikili, üçlü dörtlü vs. tamlamalar yapılabilmektedir.

Meselâ huddâm-ı vâlâ-makâm-ı devlet خدام والا مقام دولت tamlamasında dört kelime varmış gibi görünse de vâlâ-makâm birleşik bir kelimedir. Bunu çözümlerken de önce tamlayan konumundaki kelime veya kelimelere bakmak lazımdır. Vâlâ-makâm birleşik sıfat olduğu için kendinden sonraki kelimeyi değil önceki kelimeyi tamlar. Dolayısıyla huddâm-ı vâlâ-makâm ikili sıfat tamlaması oluşur. Bu ikili tamlamayı tamlayan durumundaki kelime ise devlettir. O da bir isim olduğu için bu üçlü tamlama bir isim tamlaması olur.

Dört kelimeden oluşan tamlamalar:

Dört kelimeden oluşmuş tamlamalar, taşıdıkları kelimelerin yapısına göre farklı özellikler gösterirler: Tamlamadaki kelimelerden hiçbirinin sıfat olmadığı veya sadece son kelimenin sıfat olduğu durumlarda, kelimeler sondan başa doğru isim tamlamaları oluşturarak gelirler. Hıdemât-ı ricâl-i Devlet-i aliyye örneğinden hareket edersek, Devlet-i aliyye isim anlamında bir sıfat tamlaması olarak ricâli tamlamaktadır. Ricâl-i devlet-i aliyye şeklinde üçlü isim tamlaması da hıdemât ismini tamlayarak dörtlü bir isim tamlaması oluşturmaktadır. İkinci ve dördüncü kelimeler sıfat ise iki sıfat tamlamasından oluşmuş bir dörtlü tamlama söz konusudur. İsim değerinde olan bu iki sıfat tamlamasının birleşmesi bir isim tamlaması meydana getirir. Umûr-ı (isim) mühimme-i (sıfat) / saltanat-ı (isim)

seniyye (sıfat) = yüce devletin önemli işleri. Tamlamadaki ilk kelimenin dışındaki kelimelerin üçü de sıfat ise dörtlü tamlama bir sıfat tamlaması haline gelir. Örnek: Padişâh-ı Cem-cah-ı vâlâ-kadr-i kişver-güşây. Aslında buradaki bütün sıfatlar ayrı ayrı padişahı nitelemektedir.

Pâdişâh-ı vâlâ-kadr, pâdişâh-ı kişver-güşây, pâdişâh-ı Cem-câh şeklinde ikili tamlamalar haline getirmek de mümkündür.

Transkripsiyon (Çeviriyazı)

Osmanlı dönemi Türkçesinde kullanılan alfabedeki bütün harflerin karşılığı kullandığımız Latin alfabesinde bulunmamaktadır. Ayrıca bazı Latin harfleri kullandığımız alfabeye alınmamıştır. Türkçede eski alfabeyle yazılmış metinlerdeki bazı harflerin karşılığı olmak üzere bir takım işaretler ve harfler kullanılmıştır. İşte buna trankripsiyon alfabesi denilmektedir. Yabancı bilim insanlarından bazıları Arapça bazı harflerin karşılığı olarak x, w, q harflerini kullanmaktadır. Ancak biz bu harfleri alfabemize almadığımız için kendi durumumuza uygun bir sistem kullanmaktayız. Meselâ bugünkü alfabemizdeki h ile ilgili seslere karşılık olmak üzere eski alfabede ح , خ ,ه harfleri bulunmaktadır. Bunlardan ح harfini karşılamak üzere , خ harfini karşılamak üzere işaretli harfler kullanılmıştır. ه harfinin karşılığı olmak üzere h kullanılmıştır. Yine aynı harfleri kelime içerisinde örneklendirecek olursak; normal yazılarda muharrir محرر kelimesinde kullandığımız h harfinin ilmî bir çeviride karşılığı muḥarrir şekli olacaktır. Yine kütüb-hâne کتبخانه kelimesindeki hı ‘nın karşılığı kütüb-ḫâne şeklindedir. Mâh ماه kelimesindeki ه’nin karşılığı h ‘dir.

Bu alfabe bugün yalnız eski eserlerin günümüz alfabesine ilmî seviyedeki çevirisinde kullanılmaktadır. Bazı tarih eserlerinin çevirisinde bütün harflerin karşılığının konulması yöntemi terkedilmiş olmakla birlikte dil ve edebiyat alanlarına giren eserlerin çevirisinde genel transkripsiyon kuralları uygulanmaktadır. Çeviriyazı alfabesi dediğimiz harf ve işaretlerin karşılıkları aşağıdaki tabloda verilmiştir.

Screenshot_1031

Transkripsiyon alfabesinde temel olarak, ظ – ض – ز – ذ ; ص – س – ث ; ط – ت ; ه – خ – ح ; ك – ق ; ڬ – ن ; ڭ – غ ; ء– ع harfleri arasındaki ses farkları verilmektedir. Transkripsiyon alfabesini uygularken bazı hususları dikkate almak gerekir. Ayn ع ve hemze ء birer sessiz harf kabul edildiklerinden transkripsiyonlu çevirilerde bunlar () ve () gibi kesme işaretleriyle gösterilir. Yine bunlar kelimelerin sonunda bulundukları halde tamlamaya girerken sessiz harf hükmünde kullanılırlar. قلاع دولت عثمانيه

kılâ‘-ı Devlet-i Osmâniyye örneğini açarsak, قلاع kelimesindeki son harf olan ayn’ı sesli harf uzun â gibi kabul etseydik o zaman izâfet kesresi -ı yerine -yı şeklinde olacaktı. Fakat burada son harf ayn harfidir ve (‘) işaretiyle gösterilerek sessiz görevi almıştır.

Bir diğer husus Türkçe kökenli kelimelerin durumuyla ilgilidir. Türkçe kelimelerde sesli yerine konan harfler uzun sesli gibi gösterilmez. Mesela “taş” طاش kelimesinin transkripsiyonu yapılırken elif’e karşılık gelen a’nın üzerine uzatma işareti konularak tāş şeklinde yazılmaması gibi. Yine Türkçe fiillerin sonuna konulan -up, -üp ekleri eski metinlerde genellikle وب şeklinde yazılmıştır (کلوب, کدوب , کتوروب ; gelüb, gidüb, getürüb vb.). Türkçede bu ek -up, -üp şeklinde kullanıldığından b harfi p’ye çevrilir (gelüp, gidüp, getürüp). Yine Türkçe kelimelerde -duğu, -düğü gibi eklerdeki sesler vav و yerine ye ی ile yazılmıştır (meselâ: “olduğu” kelimesi çoğu zaman اولديغی “oldığı” sesleriyle yazılmıştır).

Bunları u veya ı , i okumak okuyucuya göre değişebilir. Dil alanıyla ilgili çalışmalarda ve dönemin özelliklerinin korunması hedeflenen çalışmalarda bu sesler orijinal haliyle bırakılır. Normal bir çeviride günümüzdeki kullanım da tercih edilebilir.

  • Kullanılabilecek Sözlükler

Osmanlı Türkçesi’nde Türkçe ile beraber Arap ve Fars kökenli kelimeler de önemli oranda yer tutmaktadır. Bu açıdan tarihî süreç içerisinde farklı amaçlarla sözlük kitapları yayınlanmıştır. Bunlardan bazıları sadece Arapça sözcüklere, bazıları sadece Farsça ve Türkçe kelimelere tahsis edilmişlerdir. Bazı sözlükler de belli alanlara ayrılmıştır. Yakın dönemlere doğru bahsedilen üç dile ait kelimelerin bir arada bulunduğu genel Osmanlı Türkçesi sözlükleri daha yaygınlaşmıştır.

Tarih bölümü öğrencilerinin kullanabilecekleri iki tip sözlük vardır; 1. Osmanlı Türkçesi alfabesinden yine Osmanlı Türkçesi alfabesine düzenlenmiş sözlük. 2. Latin alfabesinden Latin alfabesine düzenlenmiş sözlük. Birinci tip sözlük daha çok eski metinleri okurken karşılaştığımız kelimelerin doğru okunması açısından faydalıdır. Yani metni okurken karşılaştığınız kelimeyi doğru okuyamıyorsanız bu kelimenin ne olduğunu da bilmiyorsunuz demektir. Osmanlıca metinlerin büyük bölümünde kelimeler harekesiz yani harflerin hangi seslerle okunacağını gösteren işaretler olmadan yazıldığından, ilk defa karşılaştığımız kelimeleri okumakta zorlanabiliriz. Meselâ مجلی şekli metinde karşımıza çıktığında, kelimeyi önceden tanımıyorsak birçok şekilde seslendirebiliriz: müclâ, mücellî, meclî, mecellî, mücellâ, micli, mücli vs. Bu kelimenin anlamını öğrenmek üzere 4-5 ihtimal için ayrı ayrı Latince alfabeyle düzenlenmiş sözlüğe bakmamız gerekebilir. Buna rağmen doğru kelimeyi her zaman bulamayabiliriz. Osmanlıcadan Osmanlıcaya düzenlenmiş sözlüklerde bu sakıncayla karşılaşmayız. Sözlükte harf sırasını takip ederek önce م harfinin başladığı yeri buluruz. Daha sonra م harfinin sırasında ج ile birleştiği yeri buluruz. ل ve ی sıralarını da bulduğumuzda kelimenin okunuşuna ve anlamına ulaşmış oluruz (مجلی = meclâ: ayna, ortaya çıkma yeri, görünme yeri; müclâ = sürgün edilmiş, sürgüne gönderilmiş; mücellâ = cilâlı, parlak, parlatılmış) . Bu üç okunuştan hangisinin anlamı bizim okuduğumuz metnin anlam bütünlüğüne uygun ise onu tercih ederiz.

Günümüzde birçok sözlükte bu zorluğu hafifletmek üzere kelimelerin Latince yazılışların yanına Osmanlı Türkçesi harfleriyle yazılışı da verilmektedir. Ayrıca Osmanlıcadan farklı yabancı dillere olmak üzere hazırlanmış geniş hacimli Osmanlıca sözlükler de vardır.

Sonuç olarak Tarih bölümü öğrencilerinin, ellerinde en az bir adet Osmanlıcadan Osmanlıcaya ve bir adet Latin alfabesiyle yazılmış sözlük bulundurmaları faydalıdır. Bunun dışında alanla ilgili bir terimler sözlüğü de çok yararlı olacaktır. Burada daha çok Tarih Bölümü lisans öğrencilerinin kolay ulaşabilecekleri, kolay kullanabilecekleri sözlüklerden birkaçı verilmiştir. Lisansüstü ve diğer akademik çalışmalarda kullanılabilecek seviyede sözlükler de ayrıca mevcuttur.

Develioğlu, Ferid, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara 1970.

Kanar, Mehmet, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, İstanbul 2003.

Kanar, Mehmet, Farsça-Türkçe Sözlük, İstanbul 2000.

Özön, Mustafa Nihat, Osmanlıca/Türkçe Sözlük, İstanbul 1979.

Pakalın, Mehmed Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c.I-III. MEB.

Yayını, İstanbul 2004.

Parlatır, İsmail, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ankara 2006.

Redhouse, Sir James, A Turkish and English Lexicon, Beyrut 1996.

Şemseddin Sâmî, Kamûs-ı Türkî, Der-Saadet 1317.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email