İlk Müslüman Türk Devletleri Dersi 6. Ünite Özet
Karahanlılar (Türk Hakanlığı): İdari Teşkilat, Kültür Ve Medeniyet
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
İdarî Teşkilat
Hakan ve Hanedan Üyeleri
Hakan ailesinin soyca Afrâsyâb’a dayandığını biliyoruz. İdari mekanizmada hiyerarşi basamağının en üstünde hakan yer almaktadır. Hakan ve han unvanları fark gözetilmeden eşit statüyü ifade eder şekilde aynı anda da kullanılmaktadır. Bütün ülkede merkezî otoritenin başı yani metbû olarak hakan tanınmaktadır. Hakanın ikamet ettiği ülkenin başkentine ordu denirdi. Başkent Balasagun’un diğer adı Kuz ya da Kara Ordu idi. Bir diğer önemli merkez Kâşgar’a Ordu Kend deniyordu. Hakan ,han unvanın yanına kara (büyük), arslan, togan (doğan), tamgaç (büyük), kadır (muktedir), kılıç (kararlı), bilge ve uluğ sıfatlarını getirebilmekteydi.
Ülke hanedan mensupları arasında idarî anlamda taksim edilmektedir. İster hakan olsun isterse bir başka hanedan mensubu olsun, öldüğünde siyasi istikrar söz konusu ise yerine bir alt basamaktaki hanedan mensubu (oğlu, kardeşi, amcası, yeğeni v.s.) geçmektedir.
Buğra, ilig, kadır gibi tâbi sıfatını haiz birinci derecedeki hanedan üyeleri, metbû tanıdıkları hakana karşı geniş bir serbestliğe sahiptiler. Yönettikleri bölgede merkezdeki idari yapının benzeri kendilerine ait idari teşkilatları, ordusu v.s. vardır. Hakana karşı temel yükümlülükleri, hutbede ve paralarında hakanın adını zikretmek ya da başka birinin adına yer vermemek, istenildiğinde hakanın ordusuna katılmaktır.
Hakan ailesinin en kalabalık üyeleri teginlerdi. Teginin vasfına ve mizacına uygun (ya da hiyerarşisine) olarak, Gümüş Tegin, Alp Tegin, Çağrı Tegin, Köç Tegin, Kutluğ Tegin denmiştir.
Hakanın eşi katun (hatun) unvanı taşımaktadır. Katun sarayda hakandan sonra söz sahibi en önemli kişidir.
Saray
Hakanlığın idare edildiği ve hakanın yaşadığı saraya karşı denirdi. Türk hakanlarının yaylak ve kışlak için yaptırdıkları birden fazla sarayları olabiliyordu.
Sarayda hakan ve vezirden sonra en önemli mansıp uluğ hâcib idi. Hâcibe tayangu denirdi. Hakanın sarayda “dayandığı” yani güvendiği kimseydi. Temel görevleri idare edenle idare edilen arasındaki ilişkiyi düzenlemek ve gelip giden elçileri ağırlamaktı. Uluğ hâcib makamından sonra kapucubaşı vardı. Muhtelif hizmetler için saraya eleman alır, saray hizmetlilerini huzura takdim eder, onların tayin ve terfi işlerine bakardı. Saray muhafızı candar idi, hakanın korunmasından sorumludur. Hakanın silahları ile ilgilenen silahdarlar idi. Alemdarlar hakanın kırmızı renkli bayrak ve sancaklarını taşıyan ve muhafaza eden kişi idi. Sarayda tuğcular zümresi de vardı ve görevi “dokuz tuğlu” hakanın tuğlarını taşımaktı.
Sarayın en önemli bölümlerinden biri de mutfağıdır. Aşçıbaşı veya aşbaşçı hansâlârın görevi kapları ve sofrayı idare etmekti. Aşçıbaşından sonra burada en önemli mansıp idişçibaşılık (içkicibaşılık) idi. ilbaşısı sarayın ahırından sorumlu idi. Hakana ait elbiseleri câmehânede diken ve muhafaza edenlere câmedar denirdi. Ayrıca sarayda kapucubaşının emri altında hizmet veren döşekciler, kuşçular, kişçiler, okçular, yaycılar vardı.
Merkez ve Taşra
Merkez teşkilatının ve bürokrasinin başı vezir yani yuğruş idi. Yuğruş tayin edilen kişiye bu mansıba uygun unvan, tuğ, davul, zırh, hilat, süslü eğer takımı, at ve vezirlik mührü veriliyordu. Görevleri, ülkeyi kanun ve nizama göre idare etmek, sağladığı huzur ortamı ile hakanın adını iyilikle yaymak, hazineyi dolu tutmakdı.
Vezirden sonra hiyerarşide sırayla yafgu, tüksin, inal ve tarhan unvanlarına sahip “boy beyleri” geliyordu ki, onlar bir anlamda hakanın danışmanları idiler.
Hakanın ya da vezirin başkanlık ettiği meclis-i âlî (büyük divan) mevcut olduğu gibi, bu divanın üyelerinin başkanlık ettiği ikinci dereceden divanlar, dîvân-ı tuğra ve inşâ, dîvânı istîfâ, dîvân-ı işrâf ve dîvân-ı ârız v.s. de bulunmaktaydı. Devletin iç ve dış ilişkilerine yönelik yazışmalar, dîvân-ı tuğra ve inşâda hazırlanmaktaydı. Hazineyi ve mali işleri idare eden hazinedara agıçı, gelir tahsil eden âmile ımga adı veriliyordu. Adalet işlerine, hakan, yanı başında kadılar ve alimler, haksızlığa, zulme uğrayanların hak aradığı mezâlim mahkemeleri bulunurdu.
Taşra vilayetleri idari açıdan tâbi sıfatı ile birinci dereceden hanedan mensupları arasında paylaşılmış durumdaydı.
Vilayet yöneticilerinin maiyetinde kethüdâ unvanlı kişiler bulunurdu, onların mahallî bir vezir mi yoksa merkez teşkilatına mensup bir görevli mi olduğu tartışmalıdır. Vali, nâib, şehir kadısı, hatîbi ve muhtesibi (ahlâkın ve esnafın zabıtası) ,kaleler de mustahfız denilen kale komutanları vardı. Atlı posta işlerini ile meşgul olanlara eşkinci, köylerde beyin haberini taşıyanlara çalığ denirdi.
Ordu
Türk hakanlığı ordusu dört ana unsurdan oluşmakta idi. Bunlar, saray muhafızları, hassa ordusu, hanedan mensupları, yerel idareciler, dihkanlar, gaziler vs. unsurlara bağlı birlikler ile boylardan oluşan askerlerdir.
Ordunun karargahına han toyu denirdi. Ordu sefer sırasında hamis yani, merkez (han toyu), meymene (sağ kanat), meysere (sol kanat), yezek (öncü) ve artçı olmak üzere beşli sistem dahilinde hareket ederdi. Hakanlık ordusunun kullandığı saldırı silahları, ok, yay, kılıç, mızrak, balta, gürz (topuz), süngü ve hançer; savunma silahları ise kalkan, zırh ve tolga (miğfer) idi.
Saray Muhafızları (Yatgak ve Turgaklar)
Saray muhafızlarından yatgaklar, sarayın gece nöbetini tutmakla görevli idiler. Gündüz nöbetlerini tutanlara ise turgak denmekte idi. Yatgak ve turgakların başında sübaşı bulunuyordu. Saraydaki nöbet değişimi merasimi ise kapucubaşı tarafından icra edilirdi. Hem hakanın hem de diğer hanedan mensuplarının gulâmları (oğlanları) vardı.
Hassa Ordusu
Hassa ordusunun sayısının on iki bin Türk gulamdan müteşekkil olduğu yönünde bilgiler vardır. Askerlerin adının ve azığının kaydedildiği defterlere ay bitiği denirdi. Bu askerlerin maaşının dört ayda bir değil de her ay veriliyor olmasından ileri geliyordu. Ay bitiği kayıtları daima güncellenir, ölen veya bu görevi yapamayacak durumda olanların adı dîvân-ı ârızda ay bitiğinden silinir ve yerine yenileri kaydedilirdi.
Hanedan Mensupları, Dihkanlar, Gaziler vs. Unsurlara Bağlı Birlikler
Hanedan mensuplarının mevkilerine göre kendi idari teşkilatları olduğu gibi, askeri birlikleri de vardı. Merkezi otorite güçlü bulunduğu sürece hakanın ordusuna katılmak zorunda idiler. Yerel idareciler ve dihkanların da kendilerine ait birliklerinin olduğu bilinmektedir. Bir diğer önemli askerî kuvveti Mâverâünnehr gazileri oluşturuyordu.
Boylardan Oluşan Kuvvetler
Türk Hakanlığı’nın asli unsuru olan Karluklar, Çiğiller, Ezgişler, Tuhsîler, sonradan ülkeye göç eden Yağmalar, Yabakular v.s. Türk boyları hakanlığın en büyük askeri kaynağı ve gücü idi.
Savaş zamanlarında başlarındaki beylerle birlikte hakanın ordusuna katılırlardı.
Sosyal Hayat
İlde (ülkede ya da vilayette) yaşayan kavim, halk veya reayaya tüz, budun veya buyun denirdi. Budun, hukuki temeli din olan noma, yani yasaya tâbi idi. Budun boyların bir araya gelmesinden oluşurdu. Boyların başlarında beyler bulunurdu. Boylar da obaların birleşmesiyle meydana gelirdi. Oba veya oymak, bir arada yaşayan yakın hısım-akraba aileleri ifade etmekteydi. Dolayısı ile toplumun en küçük nüvesi aile idi. XI. yüzyılda hakanlık ülkesinde babaerkil (patriarkal) bir aile yapısı vardı. Çocuklar babalarına ata diye hitap ederlerken, eşler kocalarına bey / beğ diyorlardı. Anneye apa veya ana denirdi. Evin ilk çocuğu erkekse tun oğul, kız ise tun kız, son çocuğa da aştal oğul denirdi. Aile müessesesinde evlat edinme mevcuttu. Hem oğul, hem de kız evlat edinilebiliyordu. Köle, cariye ve dadılar kan bağı açısından aile üyelerinden sayılmamakla beraber, aile yaşamının ve birlikteliğinin önemli parçaları idi. kölelere has yünden yapılan cepsiz bir kaftan elbise giyerlerdi. Belirli bir ücret karşılığında alınıp satılabilirler ya da ücreti karşılığında azat edilebilirlerdi.
Varlıklı aileler çocukları için dadılar ve sütanneler tutabiliyordu. Dadı ve süt annelere avurta ve dâye deniliyordu. Akrabalığın temeli olan evlilik, toplumun en çok önemsediği ve bunun için pek teferruatlı ananeler geliştirdikleri bir müessese olarak karşımıza çıkmaktadır..
Hısım-akraba anlamında oğuş, yaguk kişi, öz kişi ve uruğ turığ ifadeleri kullanılırdı.
Karı ve koca arasında tok tok, yani anlaşmazlık olduğunda boşanmak mümkündür. Boş olmak, hür olmak anlamına gelmektedir. Kadın gerekirse kocasına para vererek boşanıp dul kalmayı tercih edebilirdi. Dul kadın yeniden evlenebilmekteydi.
Toplumda üst tabakayı tüplüğ eren veya tüplüğ yıldızlığ denilen asaletli kimseler, yani boy beyleri temsil ediyordu. Bunların hiyerarşide en önde geleni, halktan olup vezirlik derecesine çıkan yuğruş idi ki, hakandan bir derece aşağıda yer alıyordu. Halktan olup hakandan iki derece aşağıda olana yafgu denirdi. Üçüncü sırada ise yine halktan olan tüksin vardı.
Boy beylerinin gündelik hayatı av, savaş, halkının idaresi, halka ziyafet verme v.s. ile geçmekte idi. Yanlarında onlara hizmet eden kalabalık uşaklar ve yakınları bulunuyordu. İstikrarın bulunmadığı devrelerde beylerin mücadelesinden en çok zarar gören yoksul halk idi. Beyin en önemli görevi halkı arasında adaleti tesis etmekti. Suçluları yakalamak ve cezalandırmakdı. Suç ve suçlunun ortaya çıkarılmasında gammazlama yöntemi mevcuttu. Toplum düzenini bozan suçlar uğru (hırsızlık), yağma, ekek işler (ortalık kadını) fuhuş, bıçaklama, yaralama vs. sayılabilir. Bunlara çoğunlukla hapis cezası veriliyor ve tünek veya kısığ denilen hapishaneye atılıyorlardı.
Konar-göçer hayatın vazgeçilmezi yazak denilen otlakların bulunduğu yaylak ve kışlaklar halkın yoğun olduğu yerlerdi. Halkın en önde gelenleri baylar (zenginler) ile bilge sıfatını haiz bilge kişilerdi ki, bunlardan dindar olanlara tenrigen denirdi. Emçi, otacı ve atasagun adları tabipler için kullanılırdı. Kam veya ırk ise kâhin olarak görülüyordu. Hayvancılık önemli bir yer tutmakla beraber, halkın bir bölümü çiftçilikle uğraşıyordu ve onlara tarığçı denirdi. Terçi denilen ücretli işçiler buralarda çalıştırılabilirdi.
Esnaf ve zanaatkârlara gelince, közek (dokumacı), ayakçı (kap kacak imalatçısı), yiçi (terzi), etükçi (ayakkabıcı ve çizmeci), erüklemek (deri tabaklamak), üğitçi (değirmenci), etmekçi (ekmek pişirip satan, fırıncı), etçi (kasap), salçı (aşçı), temürçi (demirci), okçu (ok yapan) vs. meslek sahipleri halkın zorunlu ihtiyaçlarını görürlerdi. Onların yanında çalışan çıraklara bala, buşgut, tuşgut, uzmak ve turbı denirdi.
Gündelik yaşamda erkek, kendi mesleği çerçevesinde mal ve mülk edinmek ve bunu arttırmak ile meşgul olurdu. Erkekler arasın da at yarışları, çevgen oyunu, ok atma ve yay kurma yarışları, güreş müsabakaları, ziyafetler, içkili ve müzikli gece eğlenceleri ile kumar iş dışındaki zamanların vazgeçilmezleri arasında idi.
Kadınlar yani işler ise gündelik hayatta çar çarmak (çoluk çocuk) ile ilgilenmenin yanında ip eğirmek, un elemek, hamur açmak, ekmek ve çörek pişirmek, keçe dikmek, nakış işlemek, keçi kılından zülüf v.b. süs ve süslenme eşyalarını yapmak, inci dizmek v.s. ev işleri ile meşgul olurdu. Altın, gümüş ve değerli taşlardan yüzük, bilezik, inci, gerdanlık ve küpe, halka, türlü boncuklar, bele asılan kadın bıçağı ve pelerin kadının takıları arasındadır.
İktisadi Hayat
Mâverâünnehr’in fethinden itibaren İslam coğrafyasına girilmesi ile birlikte burada geçerli olan dinar (altın), dirhem (gümüş) ve fels (bakır) sikkeler (madenî paralar) hakanlık tarafından da kullanılmıştır. Piyasada en yaygın kullanılan dirhemdi. Dolayısı ile onun karşılığı olan yarmak, aynı zamanda genel anlamda para kelimesinin karşılığı olarak da kullanılıyordu. Alışverişlerde veya memurların maaşının ödenmesinde som altın esasına göre paranın değeri tespit edilirdi.
Türk Hakanlığı’nda iktisadi hayatın esasını ticaret, tarım, hayvancılık, avcılık ve madencilik teşkil etmekte idi. Şehir hayatında esnaf ve zanaat erbabı buna göre şekillenmiştir. İpek yolu güzergahında bulunan ülkenin coğrafi konumu gereği ticaret en önemli gelir kaynağı idi. Çin’den gelen tüccarlar Çin ipekleri ve kumaşlar elbiseler, altın kemerler, gümüş aksesuarlar, çay v.s. emtia getirirken, dönüşlerinde buradan kıymetli taşlar (yeşim taşı v.s.), cıva, Hu ipekleri, çok miktarda üretilen baharatlar, kokular, atlar, develer, değerli taşlarla süslenmiş eğerler ve kemerler ile fil dişleri götürürlerdi.
Ülkenin batısı başta olmak üzere medenî sahadaki gelişmelere paralel olarak yerleşik hayatın ve kent kültürünün yaygınlaşması, tarım ve tarım alanlarının genişlemesini de beraberinde getirmiştir. Hububata tarığ, buğdaya aşlık denmekte idi. Yaygın buğday ekiminin dışında arpa, üğür (darı), konak (çavdar), burçak, künçü (susam), yitim (keten tohumu), tuturkan (pirinç) ve sunı (çörek otu) da ekilmekteydi. Bunun için tarlada saban vs. vasıta ile sürme, kığlama (gübreleme) ve sulama yapılmakta, harman vakti hasılat at, deve, katır ve eşek ile gerekli yerlere taşınmaktadır. Sebze ve meyve yetiştiriciliği de yaygındı.Konar-göçer hayatın en önemli gelir kaynağı hayvancılıktı. Hayvan yetiştiriciliği açısından en makbul ve gözde hayvan at idi
Avcılık, konar-göçerlerin iktisadi hayatında hem bir gelir kaynağı olarak, hem de gıdalarının temininde azımsanmayacak bir yer işgal etmekteydi. Toplu olarak çıkılan avlara sürek avı veya sürgün avı denirdi.
Ülkenin maden ihtiyacı, çoğunlukla Taşkend ve İlak ile Fergana vadisi boyunca Kâşgar’a kadar uzanan dağlık bölgelerden karşılanıyordu. Bu bölge altın, gümüş, bakır, demir, cıva, kalay, şap, neft, değerli taşlar, oymacılık ve kakmacılıkta kullanılan ağaç türleri, boya ve ilaç imali için kullanılan muhtelif bitkiler vs. madenler açısından zengindi.
Eğitim ve Bilim
Bölgede devlet ile halk arasındaki ilişkilerin yürütülmesinde memurlara, doğuda yeni Müslüman olan insanların arz talebi doğrultusunda fakihlere ve fıkha dair eserlere ihtiyaç olmaktaydı. Bütün bunlar eğitime ve eğitilmiş insanlara ne kadar ihtiyaç olacağını göstermektedir. Bu nedenle Ortaçağ İslam dünyasında bilinen ilk modern nitelikli medresenin Tamgaç Han İbrahim tarafından Haziran 1066 tarihinde Semerkand’da açılmıştır. Tamgaç Han İbrahim Medresesini önceki medreselerden ayıran farklılıklar, Fiziki açıdan kendine ait ayrı bir binası, öğrenci yurdu, kütüphanesi, seçimle gelen idarecileri, belirli bir ekolde (Hanefî Mezhebi zorunlu idi.) programı ve dersleri, düzenli devam eden öğrencileri, öğrenci bursları, enflasyona göre belirlenen maaşlı hocaları, daimi kaynakları ile tespit edilen yıllık bütçesi ve benzeri özelliklerinin olmasıdır.
Medresenin temel işlevi, imam, müezzin, hatib, vaiz ve müftü gibi halkın dinî ihtiyaçlarına cevap veren memurların yetiştirilmesi yanında, yargı işlerinden, sulama ve vergi meselelerine kadar bir çok alanda etkin olan kadılık, muhtesiblik, katiplik, tercümanlık, istihbarat, noterlik, elçilik, nâiblik, valilik ve vezirliğe kadar devletin bürokrat ihtiyacını karşılamaktı.
Mâverâünnehir’de Hanefî ulemasından herhangi birinin dahi başka bir bölgeye gitmesine, dönüşünde farklı bir ekolü ülkeye taşır endişesi ile sıcak bakılmıyordu.
Selçuklu veziri Nizâmülmülk’ün, Hanefî ekolüne alternatif olarak Şâfiîler için Ekim 1067 tarihinde Bağdat’da kurduğu ilk Nizâmiye Medresesi Irak ve İran’da yaygınlaşınca, bu medreseler meşhur olmuş, zamanla Türk Hakanlığı’nın Selçukluların gölgesinde kalması gibi, Tamgaç Han İbrahim ve diğer Türk hakanlarının kurduğu medreseler de yakın zamana kadar unutulmuştur. Türk Hakanlığı’nın bilime ne denli büyük önem verdiğini bilmekteyiz. Medeniyetler arasındaki bilimsel rekabette Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig adlı eserinin dönemin en gözde eseri olduğu bilinmektedir. Yine Orta Asya’dan Akdeniz’e kadar uzanan İslam coğrafyasın da Türkçe öğrenme ihtiyacına cevap verme arzusu ile kaleme alınan Dîvânü Lugâti’t-Türk bir kamus olmanın ötesinde, Türk kültürü, etnolojisi, etnografyası, mitolojisi, folkloru, coğrafyası, töresi, gelenekleri, şiiri, atasözleri, dünya görüşü ve tıbbî usullerinden ilaç çeşitlerine, spordan yemeğe kadar günlük hayatın her alanı ile ilgi kurularak, okuyucuyu bilgilendirmeyi amaç edinmiştir.
Bilim tahsil edenler arasında bazı Türk hakanları ve çocukları olan teginler de vardı.Bu dönemde Türk Hakanlıklarında bir çok alanda eserler veren çok değerli bilim insanları,yazar ve çizerleri yetişmiştir.
İnanç ve Tasavvuf
Türk Hakanlığı’nın İslam’a girmesinde Sâmânîlerin ve Ebû Nasr Sâmânî gibi mutasavvıf şahsiyetlerin oynadığı rol, hakanlığın inanç yapısını büyük ölçüde etkilemiştir. Diğer taraftan Abbâsî halifesi Harun er-Reşîd (786- 809)’den itibaren oluşturulan kadılkudâtlık (baş kadılık) makamına Hanefî mezhebine mensup kadıların tayin edilmesi de etkili olmuştur. Hakanlık Hanefî mezhebini kayıtsız şartsız desteklemekte, devletin bürokrasisini temsil eden memurların yetiştiği medreselerde öğrenci ve hocaların Hanefî mezhebinden olması şartı aranmakta ve hukukî işler yine bu mezhebe göre yürütülmekteydi. Bütün bunlar ülkede diğer Sünni mezheplerin ve gayri Sünni dairede bulunan Râfizî veya Bâtınî mezheplerin gelişmesine müsaade etmemiştir.
Türk hakanları İslam’a tasavvuf kapısından giren ve tasavvuf penceresinden bakan derviş tabiatlı kişiler olarak kaynaklarda tarif edilir. Hakanların ilk Müslüman atası Satuk Buğra Han’a İslâm’ı anlatan ve Müslüman olmasına vesile olan Ebu Nasr Sâmânî mürşid mertebesinde bir mutasavvıf idi. Hakanların tasavvuf ehli ile olan bu yakın ilişkileri, onların himayesinde tasavvufun ülkede alabildiğine gelişmesine zemin hazırlamıştır ki, Hoca Ahmed Yesevî bu şartlarda ortaya çıkmıştır. Yesevîlik Aşağı Seyhun boyları, Buhara ve Semerkand çevresinde meskûn olan Oğuzlar arasında hızla yayılarak siyasî şartlar paralelinde Oğuzların taşıyıcılığında Horasan, Anadolu ve Balkanlara kadar uzandı ve bugüne kadar ulaşan önemli etkilerin sahibi oldu.
Son olarak şunu da belirtmeliyiz ki Sâmânî etkisine rağmen eski Türk inanç yapısı ve gelenekleri, İslam dairesi içinde kendine bir alan yaratarak etkisini devam ettiriyordu.
İmar ve Sanat
Türk Hakanlığı’nın Ceyhun nehrinin batısına geçememesi ve Selçuklu ile Kara Hıtayların himayelerine girmeleri askerî faaliyetlerin yerini daha çok medeni sahada yapılan aktiviteler bırakmıştır. Bu çerçevede, özellikle hakanlık yöneticileri tarafından yürütülen imar faaliyetleri dikkat çekmektedir. Bunların en önemli finans kaynağı ise yöneticilerin ve zenginlerin kurdukları vakıflardır. vakıflar, pek çok sosyal tesisin kurulmasına kaynaklık etmiştir. Tamgaç Han İbrahim yaptırdığı medrese ve hastanenin yanı sıra, bir de Kercemîn adında saray yaptırmıştır. Han Ahmed b. Hızır saltanatının ikinci döneminde kendisine Buhara’nın merkezinde Cûbâr (ya da Cûybâr) diye bilinen yerde bir saray inşa ettirdi ki, içinde bahçeler ve su kanalları mevcuttu. Arslan Han Muhammed, Ebû Leys semtinde Dervâzeçe (Küçük Kapı) Mahallesinde bir saray inşa ettirdi. Burada ayrıca, özel bir hamam ile diğeri saray kapısında olmak üzere iki hamam yaptırdı ki, bir benzeri daha yoktu. Şemsü’l-Mülk Nasr, Buhara yakınlarında başlangıçta belki de bir saray olarak inşa edilen Ribât-ı Melik’i diğer adıyla Ribâtı-Murabba’yı yaptırdı.Ayrıca imar faaliyetlerine devam ederek Buhara’da İbrahim Kapısı’nda bir çok arazi satın alarak buraya gayet güzel bahçeler inşa ettirdi.
Arslan Han Muhammed, bir bayram namazgâhı yaptırdı. Çevresine yüksek surlar, pişmiş tuğladan minber ve mihrap inşa ettirdi. Yine pişmiş tuğladan köprü, Şarg’da kendi parası ile merkez camisi ve İskecket tarafında batıya doğru bir de ribât yaptırdı. Buhara ile Frebr arasında kalan Beykend’i yeniden imar ettirdi. Buraya birçok imaret yapılırken, hakan da kendisi için gayet görkemli ve Harâm Kâm nehrinin geçtiği bir saray inşa ettirdi.
Sonuç olarak bu dönem de Vakıfların da desteğin de bir çok imar ve sanat eserleri yapılmıştır. Hakanlık dönemi mimarisinin temel özelliği pişmiş tuğla malzemenin kullanılmaya başlanarak yapının sağlam ve uzun ömürlü olmasının amaçlanmasıdır. Genellikle ribatlarda kare, medreselerde ise dört eyvanlı plan tercih edilmiştir. Süslemelerde ise yıllara dayanıklı ahşap malzemeler revaçtadır. Bu yönleri ile Türk Hakanlığı mimarisi Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan Türk sanat ve mimarisinin prototipini teşkil etmektedir.