aofsoru.com

İlk Müslüman Türk Devletleri Dersi 5. Ünite Özet

Karahanlılar (Türk Hakanlığı): Çöküş Dönemi

Batı Türk Hakanlığı

Tamgaç Han İbrahim b. Nasr (1041-1068)

Tamgaç Han İbrahim, “Böri Tegin” unvanı ile 1037’de başlattığı Mâverâünnehr’i ele geçirme harekatını 1041’de tamamlayarak, Ali Tegin’in çocuklarını ve Gaznelileri bölgeden çıkardı. Bölgenin yeni hakimi olarak, “Tamgaç Buğra Kara Hakan” unvanını kullanmakla bölgenin eski hakimi Ali Tegin’in jeopolitik haklarına, “Müeyyidü’lAdl” unvanı ile de babası İlig Nasr’ın mirasına sahip çıktığını ilan etti. Semerkand başkent olmak üzere Batı Türk Hakanlığı’nın sınırları başlangıçta sadece, Semerkand, Buhara, Keş v.s. şehirleri ihtiva eden merkezî Mâverâünnehr ile Çağâniyân ve Huttal bölgesini kapsamakta idi. 1037 yılında Fergana’da Özkend ve Hocend’de bulunan kardeşi “Aynü’d-Devle” Muhammed b. Nasr ise hâlâ hakanlığın doğusuna tâbi bulunuyordu. Tamgaç Han İbrahim, 1043 yılında Mâverâünnehr’i geri almak için son bir teşebbüste daha bulunan Ali Tegin’in çocukları ve amcaları Togan Han Muhammed’i bertaraf ettikten sonra 1057 tarihlerinde Doğu Türk Hakanlığı’nda meydana gelen iç karışıklıklardan yararlanarak hakimiyet alanını, Özkend, Ahsiket, Hocend, Tûnket, İsfîcâb, Şâş, Binket, Kuz Ordu (Balasagun)’yu içine alacak şekilde genişletmeyi başardı. Tamgaç Han İbrahim’in doğuda elde ettiği bu başarılara karşın, batıdaki komşusu Selçuklulara karşı aynı siyasi başarıları gösteremedi. Selçukluların doğu vilayetleri Merv merkezinde Melik Çağrı Bey’in idaresinde idi. Hakanlık soyundan gelen eşinden olan oğlu ve veliahdı Alp Arslan babasının alt tâbii olarak Belh’de bulunuyordu. Tamgaç Han İbrahim, Gaznelilerin de teşviki ile Ceyhun nehrinin doğu kıyısındaki Tirmiz’i ele geçirdi. Ardından nehri geçerek Belh’i aldı. Ancak bu işte müttefiki olan Gazneli Sultan Mevdûd’un ölümü ile bir başka müttefik Isfahan hakimi Ebû Kâlicâr Gerşasp’ın Isfahan’a geri dönmesi sonucunda yalnız kalan Tamgaç Han İbrahim, Melik Çağrı Bey ile anlaşma yoluna gitti. Sultan Tuğrul Bey’in 1063 yılında vefatı üzerine bu kez Selçuklu tahtına çıkan Alp Arslan’ın ilk icraatı, Huttal ve Çağâniyân taraflarını tekrar itaat altına almak oldu. 1065’de Cend’de atası Selçuk’un kabrini ziyaret ettikten sonra Merv’e geldiğinde, Tamgaç Han İbrahim’in elçilerinin Sultan Alp Arslan’ın huzurundaki teşebbüsleri de bir sonuç vermedi. Tamgaç Han İbrahim hayatının sonlarına doğru felç geçirdi ve tahtından feragat ederek, yerini oğlu Şemsü’l-Mülk Nasr’a bıraktı ve 1068 yılında vefat etti.

Şemsü’l-Mülk Nasr b. İbrahim (1068-1080)

Şemsü’l-Mülk Nasr, Semerkand’da tahta çıktığında rakipsiz değildi. Kardeşi Togan Han Şuays, derhal Buhara’dan Semerkand’a gelerek ülkenin başkentini kuşattı. Ancak Şemsü’l-Mülk Nasr, kardeşini önce Semerkand’dan, ardından da Buhara’dan çıkararak bertaraf etti (1068). Bastırdığı paralarında “Sultânü’ş-Şark ve’s-Sîn (Doğu’nun ve Çin’in Sultanı)” gibi, ilk kez “sultan” unvanını kullanarak, hakanların Selçuklu ve Gazneli sultanlarına eşit statüde olduğunu gösterdi. Şemsü’l-Mülk Nasr, bu taht kavgasından yararlanmak isteyen Doğu Türk Hakanlığı’na karşı mücadeleye mecbur kaldı. Şemsü’l-Mülk Nasr devrinde Mâverâünnehr’e yönelik Selçuklu saldırıları, Sultan Alp Arslan’ın oğulları tarafından yürütülüyordu. Bu nedenle Alp Arslan’a bir mektup yazarak bu saldırılardan şikayetçi oldu. Sultan Alp Arslan kendisine olumlu cevap verdi ve iki taraf arasında sıhrî akrabalık kuruldu. Buna göre; Şemsü’l-Mülk Nasr, Sultan Alp Arslan’ın kız kardeşi ile evlendi. Kadır Han Yusuf’un kızı (Sultan Mesûd’un eski eşi) da Sultan Alp Arslan’a verildi. Şemsü’l-Mülk Nasr’ın kız kardeşi Celâliye Türkan Hatun ise Sultan Alp Arslan’ın veliahdı ve oğlu Melikşah’a nikâhlandı. Buna rağmen dostluk uzun sürmedi. Sultan Alp Arslan’ın oğlu Ayaz (ya da İlyas), Şemsü’l-Mülk’ün Semerkand’da bulunmadığı ve ülkenin doğusunda başka bir mesele ile uğraştığı sırada Mâverâünnehr’e yönelerek, Semerkand ve Buhara çevresine kadar yağma ve saldırılarda bulundu. Şemsü’lMülk Nasr, Ayaz’a yetişerek onu mağlup etti ve bir çok adamını esir aldı. Bütün bu olanlardan Sultan Alp Arslan’ın kız kardeşi olan eşini sorumlu tuttu ve onu öldürttü. Sultan Alp Arslan bunu haber alınca, büyük bir ordu ile Mâverâünnehr’e sefer için hazırlıklara başladı. Şemsü’l-Mülk Nasr bu hazırlıkları öğrendiğinde, kız kardeşinin kendi eceli ile öldüğüne yeminler ederek Sultan Alp Arslan’ı inandırdı ve onu bu seferden vazgeçirdi. Buna mukabil, kendi kız kardeşini Sultan Alp Arslan’a nikâhladı ve gelini bir çok mal ve eşyadan oluşan çeyizi ile Semerkand’dan Horasan’a gönderdi. Sultan Alp Arslan, kızın çeyizi içinde Atsız’ın ordusundan yağmalanan altın leğeni görünce buna siyasî bir anlam vererek, Şemsü’l-Mülk’ün amacının kendisini ayıplamak ve oğlunun yenilgisini hatırlatmak olduğunu düşündü. Bunun intikamını almak için Mâverâünnehr’e sefer yapmaya karar verdi. İki yüz bin kişiyi aşan ordusu ile Ceyhun’u geçti. Öncü kuvvetleri Buhara’ya kadar her yeri yağmaladı. Buhara halkı şehri terk ederek, Semerkand’a göçtü. Bu arada Selçuklu ordusu yol üzerindeki Berzem adı verilen bir kaleyi kuşattı ve burayı ele geçirdi. Kale komutanı Hârizmli Yusuf esir alınıp Sultan Alp Arslan’ın huzuruna getirildiğinde bir anlık gafletten yararlanarak, Sultan Alp Arslan’ı göğsünden bıçakla yaraladı (Kasım 1072). Batı Türk Hakanlığı, Sultan Alp Arslan’ın çok geçmeden hayatını kaybetmesiyle bu tehlikeden kurtulduğu gibi karşı atağa geçmek için de fırsat buldu. Mâverâünnehr, Toharistan ve Horasan güzergahında stratejik öneme sahip Ceyhun nehrinin iki yakasında karşılıklı yer alan Tirmiz ve Belh vilayetleri ele geçirildi. Selçuklu tahtına yeni çıkan Sultan Melikşah’a tehdit içeren mektuplar gönderildi. Şemsü’l-Mülk Nasr, dinî ilimlere vâkıf dindar bir şahsiyetti. Kaynaklarda o muhaddis (hadis rivayetçisi) ve hattat olarak kaydedilmektedir ki, hanedan ve bürokrat ulemâ arasındaki çatışmanın onun devrinde daha da hızlanarak devam etmesi ve kendisinin muhalifler tarafından dinî gerekçelerle suçlanması manidardır. Muhaliflerin başını çeken ulemâdan Ebû İbrahim İsmail b. Ebî Nasr es-Saffâr hapsedilerek idam edildi. Meşhur alim Şemsü’l-Eimme Serahsî uzun yıllar kuyu hapsinde tutuldu. Bir zamanlar Halep kadılığı yapan Ebû Cafer Muhammed el-Buhârî hapsedildi. Şemsü’l-Mülk Nasr, hayatının sonlarına doğru kulunç hastalığına yakalandı. Haziran 1080’de vefat edince Semerkand ve Hocend arasında Ak Kütel mevkiinde kendi yaptırdığı bir başka rıbâta defnedildi.

Tamgaç Han Hızır b. İbrahim (1080-108?)

Selçuklu istilası arifesinde Batı Türk Hakanlığı’nın son müstakil hakanı Tamgaç Han Hızır b. İbrahim’in kaynaklarda “Hakanü’l-Muazzam Tamgaç Han”, “Burhânü’d- Devle”, “Sultân” “Aynü’d-Devle” ve “Kadır Han” unvan ve lâkapları ve “Ebû Şücâ’a” künyesi ile kaydedildiğine rastlanmaktadır. Saltanatının başında tespit edilebilen siyasî olaylarda “Hasan Ay Tegin” adı ile anıldığı görülmektedir. Tamgaç Han Hızır b. İbrahim’in saltanatının ne zaman sona erdiğini tespit etmeye yarayacak bir kaynağa sahip değiliz. Muhtemelen oğlu ve veliahdı Ahmed’in tahta çıkmasından biraz sonra vefat etmiştir (1087?).

Hanedan ve Bürokrat-Ulemâ Çatışması: Selçuklu Hakimiyeti (1089-1141)

Mâverâünnehr’de bürokrat-ulemâ yani medrese eğitimli memurlar (vezir, münşi, katip, kadılkudât, kadı, müftü, hatip, vaiz, muhtesip, müderris, elçi, muhtelif nâibler v.s.) sınıfı, daha başlangıçta Mâverâünnehr’in fethi sırasında hakanlığı pek sıcak karşılamamışlar, camilerin minberlerine çıkarak halkı onlara karşı savaşmaya çağırmışlardı. Ancak halkın onlara değil, yanlarındaki mutasavvıf şahsiyetlere itibar etmeleri ve onların da hakanlığı savunarak halkı ve gazileri savaştan men etmeleri üzerine Türk Hakanlığı kolayca Mâverâünnehr’i ele geçirmişti. Muhalefetlerine rağmen bürokrat-ulemâ sınıfı, yeni yönetimin bürokrasisinde yer almaya devam ettiler. Diğer taraftan hakanların Sünnî Abbâsî hilafetini tanımaları, kendilerinin hukuken halifenin altında bir mevkide bulunmaları ve meşruiyetlerini oradan almaları, hakanların halk üzerinde özellikle de halk ile devlet arasındaki ilişkileri yürüten bürokrat-ulemâ sınıfı üzerindeki mutlak otoritesini zayıflatıyordu. Üstelik Batı Türk Hakanlığı’nın kurulmasından sonra Mâverâünnnehr’de iktisadi gücü elinde bulunduran dihkan sınıfının tasfiye edilmesi ile onlardan boşalan bu alanı da bürokrat-ulemâ sınıfı doldurmaya başlamıştı. Tamgaç Han Hızır’ın oğlu Han Ahmed devrine gelindiğinde, hanedan ve bürokrat ulemâ çatışması ihtilale dönüştü. Han Ahmed’in halkın menfaatlerini korumaya yönelik faaliyetleri, hatta bizzat kendisinin tebdil-i kıyafetle yaptığı teftişler, zaten sürtüşme halinde olduğu bürokratulemâ taraftarlarının sabrını taşıran son damla oldu. Özkend’de uzun yıllar hapiste bulunan fakih Şemsü’lEimme Serahsî’nin serbest bırakılması dahi, gerilen bu havayı yumuşatmaya yetmedi (1087). Bu arada Han Ahmed, babası döneminde Semerkand’da kadılkudatlık görevini yürüten Ebû Nasr Ahmed b. Süleyman elKâsânî’yi vezirlik makamına getirdi. Ancak, bir süre sonra veziri el-Kâsânî ile arası açıldı. El-Kâsânî, Semerkand’ın kazalarından Herkân’da kendisinin nâibliğine, babasından sonra Herkân hatîbi olan Ebû Muhammed el-Herkânî’nin getirilmesini istedi. Han Ahmed ise bunu kabul etmediği gibi, el-Herkânî’yi ortadan kaldırmak için harekete geçti. El-Herkânî de kaçarak Kâşgar’a, Doğu Türk Hakanlığı’na sığındı. Bu nedenle, Han Ahmed veziri el-Kesânî’yi öldürttü. Bu olay ise hanedan ile bürokrat-ulemâ arasında süregelen çatışmayı ihtilal ateşine dönüştüren kıvılcım oldu. Horasan’da Gaznelilerin jeopolitik haklarının takipçisi olan Selçuklular, Batı Türk Hakanlığının içinde bulunduğu bu durumdan yararlanmayı ihmal etmediler. Sultan Melikşah yanında veziri Nizâmü’l-Mülk ve Bizans elçisi olduğu halde büyük bir ordu ile Isfahân’dan hareket ederek Horasan’a geldi. Ceyhun’u geçerek Buhara’yı ele geçirdi ve ardından Semerkand’ı kuşattı. Bu kuşatma sırasında halkın tutumu, ülkenin içinde bulunduğu bölünmüşlüğü yansıtmakta idi. Şehir halkının bir kısmı Sultan Melikşah’a maddi yardımlarda bulunuyordu ki, bunlar, bürokrat-ulemâ sınıfının nüfuzundaki âyân ya da zengin esnaf zümresi idi. Bir kısım şehir halkı da Han Ahmed’in yanında yer aldı. Ancak, şehri savunmada başarılı olamayan Han Ahmed, şehir halkından birinin evine saklandı. Nihayet, bir ihbar sonucu yakalanarak Isfahan’a gönderildi (1089). Böylece hanedan ve bürokratulemâ sınıfı arasındaki mücadele Batı Türk Hakanlığı’nın Selçuklu hakimiyetine girmesi ile sonuçlandı. İkinci kez saltanata geçen Han Ahmed, muhalişere karşı sert tedbirler almakla işe başladı. Has askerlerinin arasında Oğuz ve Tâcik unsurlar ile Deylemlilerin de bulunmasına bakılırsa, gözetim altında tutulduğu Isfahan’da kendine nezaret eden Deylemlilerin bazılarını, mevcut askerlerine güvenmediği için hizmetine almıştı. Muhaliflerin iddiası ise şöyle idi; Han Ahmed Isfahan’da esaret hayatı yaşarken, Deylemli bir grup ona nezaret etmekle görevlendirilmişti. Bu Deylemliler onu kendi inançlarını ve İbâhiyyeciliği kabul etmeye teşvik etmişler, böylece, onu İbâhiyyeciliğe çevirmişlerdi. Batı Türk Hakanlığı ihtilalin sonrasında bir taraftan Selçukluların, diğer taraftan da Doğu Türk Hakanlığı’nın daha çok etkisi altına girdi. Muhaliflerin Han Ahmed’in yerine amcasının oğlu Mesûd b. Muhammed’i tahta geçirerek ona itaat arz ettikleri bilinmektedir (1095). Fakat bir süre sonra Sultan Berkyaruk, tahta Tamgaç Han İbrahim’in torunu Tegin Han Süleyman’ı çıkardı (1097). Çok geçmeden ülkeyi bu kez Mahmud Tegin’e verdi (1097). Sultan Berkyaruk’un tahta çıkardığı son hakan Harun Tegin idi (1099). Harun Tegin, kaynaklarda pek çok Türkçe unvan (Togan Han, Kadır Han, Tuğrul Bey, Kül Er Tegin, Tabgaç Han) ve Ebu’l-Meâlî künyesi ile birlikte zikredilen Doğu Türk Hakanlığı’ndan Taraz hakimi Kadır Han Cibril idi. Kadır Han Cibril muhtemelen Mâverâünnehr ulemâsı ile bir anlaşma yolu buldu ve kısa sürede Batı Türk Hakanlığı’nı himayesine alarak ülkenin merkezi Semerkand’a kendisine nâiblik etmek üzere bürokrat-ulemâdan Ebû’l-Meâlî Muhammed el-Bağdâdî’yi tayin etti. Ancak aralarındaki ittifak pek uzun sürmedi, üç yıl sonra Bağdâdî isyan edince, Kadır Han Cibril Semerkand’ı kuşatarak onu yakaladı ve onunla birlikte bir çok yandaşını öldürttü (1101). Diğer taraftan Selçuklu hakimiyetini tanımadı ve hedefini büyüterek Horasan’ı ele geçirmek üzere Selçuklular ile mücadeleye girişti. Fakat Selçuklu meliki Sancar tarafından yakalanarak öldürüldü (Mayıs 1102). Kadır Han Cibril Buhara’da yaptırdığı “Kül Er Tegin” Medresesine defnedildi.

Arslan Han Muhammed b. Süleyman (1102-1130)

Arslan Han’ın annesi Selçuklu sultanı Melikşah’ın kızı idi. Babası Tegin Han Süleyman’ın ölümünden sonra Mâverâünnehr’de tutunamadı ve Merv’e giderek orada ikamet etti. Kadır Han Cibril’i öldüren Selçukluların Horasan meliki Sancar, güven duyduğu yeğeni ve kayın pederi olan Arslan Han’ı, çok sayıda askerle Semerkand’a göndererek Batı Türk Hakanlığı tahtına oturttu. Arslan Han Muhammed’in saltanatına Mâverâünnehr’de muhalefet eden Ömer Han ve Sağun Bey’i bertaraf etti (1103). Bunlardan Sağun Bey yeniden taht iddiası ile ortaya çıktı ise de 1109 yılında Nahşeb’de Selçuklu kuvvetlerinin desteklediği Arslan Han Muhammed, onu hezimete uğratmayı başardı ve pek çok ganimet ele geçirdi. Artık ülkede asayiş ve huzur hüküm sürüyordu. Ülke bitmek bilmeyen hanedan ve bürokrat-ulemâ çatışması ile yeniden sarsıldı. Bu çatışmalarda artık, devletin asli unsuru olan Karlukların da muhaliflere destek vermeye başladığına şahit olunmaktadır. Zira Arslan Han Muhammed’in Selçuklularla yakın akrabalığı ve Selçuklu etkisi nedeni ile ülkede hızla artan Oğuz nüfusu ve gücü, yaşam alanı gittikçe daralan Karlukları rahatsız ediyordu. Semerkand’da Hz. Ali soyundan gelen bir müderris fakih eş-Şerîfü’l-Eşref b. Muhammed el-Alevî es-Semerkandî, şehirde sözü dinlenen biri idi. Bütün meseleleri o halleder ve bir karara bağlardı. Sultan Sancar 1130 yılında askerleri ile Ceyhun’u geçti. Semerkand’a varınca Karluklar, onun önünden kaçtılar. Bu arada Sultan Sancar ve Arslan Han Muhammed’in bilinmeyen bir sebepten ötürü araları açıldı. Semerkand’ı ele geçiren Sultan Sancar, felçli olan Arslan Han Muhammed’i esir alarak Belh’e gönderdi. Burada vefat eden Arslan Han Muhammed’in cenazesi Merv’e getirilerek daha önce kendisinin burada yaptırmış olduğu medresede defnedildi (1130).

Buhara’da Özerk Âl-i Burhân Ailesi Hakimiyeti (1102- 1220)

Selçuklu Sancar siyasî açıdan Batı Türk Hakanlığı’nı yakın akrabası Arslan Han Muhammed vasıtası ile kendine bağlarken, Mâverâünnehr’de süregelen bürokratulemâ çatışmasını kendi lehine çözümlemek üzere Buhara’da farklı bir dinî-siyasî yapı oluşturdu. Mâverâünnehr’deki muhaliflerin başını çeken Ebû İbrahim İsmail es-Saffâr’ın oğlu “ez-Zâhid es-Saffâr” Ebû İshak İbrahim’i Merv’e götürerek orada ikamete mecbur etti. Onun yerine, Halife Ömer soyundan gelen ve ataları Mervli olan Hanefî fakihlerinden Abdü’l-Azîz b. Ömer’i, kız kardeşi ile evlendirdikten sonra “Sadr” unvanı vererek Mâverâünnehr’e gönderdi. Buhara’da ilk kez “Sadr” unvanı verilen Abdü’l-Azîz’den sonra, bu unvan onun bütün çocukları ve nesli için kullanılır oldu. “Nu’mânü’sSânî (ikinci Ebû Hanîfe)” olarak da anılan Abdü’l-Azîz’in, Buhara’da “sadâret”e intikali 1102 yılından sonra idi. Kendisi gibi, daha sonra yerine geçen çocuklarının da “Burhânü’d-Dîn ve Burhânü’l-Mille ve’d-Dîn” lâkaplarını kullanmasından dolayı “Âl-i Burhân (Burhan ailesi) adı ile tanındılar ve Buhara’da Saffâr ailesinin yerini aldılar. Buhara’da Al-i Burhân gücünü sadece dinden değil, her geçen gün artan servetlerinden de alıyordu. Batı Türk hakanı Kılıç Arslan Han Osman b. İbrahim devrinde (1202-1212) Buhara sadrlarının en meşhuru Burhânü’dDîn Muhammed b. Ahmed, altı bin fakihi (maaşla) himaye ediyordu. Servetin giderek büyümesine paralel olarak Âl-i Burhân’a halkın nefreti de büyümeye başladı. Mesela, “Sadr-ı Cihân” Burhânü’d-Dîn Muhammed’in hac farizası için çıktığı yolculukta debdebe, şaşaa ve harcamaları ile takındığı tavır ve sözler, hacıların kendisini unvanına nispetle “sadr-ı cehennem” diye adlandırmalarına sebep olmuştu. Sadr-ı Cihân Burhânü’d-Dîn Muhammed’in Buhara’daki yokluğundan yararlanan Sancar adındaki bir kalkan satıcısı, kendisine “Melik Sancar” adını vererek isyan etti ve halkın saygı duyduğu insanlara eziyet etmeye başladı. Bu halk ayaklanması karşısında Sadrlar Kara Hıtaylara sığındı. Kara Hıtaylar duruma hakim olamadı. Herkes borçlu ve müflis olmuş, köyler susuz ve mallar harap olmuştu. Bu durumdan oldukça rahatsız olan Buhara ileri gelenleri, Hârizmşah Muhammed’e mektuplar yazarak hem Kara Hıtaylardan, hem de kalkan satıcısı Sancar’dan kurtulmak istediklerini bildirdiler. Hârizmşah Muhammed 1207 yılında Hârizm’de ordusunu toplayıp hazırlıklarını yaptıktan sonra, Ceyhun nehrini aşarak Buhara üzerine yürüdü. Bir direnişle karşılaşmadan şehri ele geçirdi. Kalkan satıcısı Melik Sancar’ı yakaladı ve onu, Amûye’ye göndererek cezalandırdı. Buhara’ya dönen Sadr-ı Cihân Burhânü’d-Dîn Muhammed, bir süre Buhara Hanefîlerinin reisliğini ve hatîbliğini yaptıktan sonra Hârizmşah Muhammed tarafından görevinden azledildi ve Hârizm’e gönderildi. 1220 Yılında Hârizmşah Muhammed’in annesi Türkân Hatun Moğolların önünden kaçmak zorunda kalınca, Sadr-ı Cihân Burhânü’d-Dîn Muhammed ile kardeşi İftihâru’d-Dîn ve iki oğlu Azîzü’lİslam ve Melikü’l-İslâm’ı Ceyhun nehrine attırarak öldürdü.

Karluk Meselesi: Kara Hıtay Hakimiyeti (1141-1212)

Karluk meselesinin sosyal, ekonomik ve siyasi temelli nedenlerini beş başlıkta toplayabiliriz:

  1. Batı Türk Hakanlığı’nın siyasi alandaki gerilemeye karşın, medeni sahada parlak bir devir yaşaması nedeniyle kentleşme ve kent kültürünün yaygınlaşmasının bir sonucu olarak atlı çoban Karlukların yaşam alanlarının daralması,
  2. Yaşam alanının daralmasına karşın Karlukların mal (hayvan) ve mülklerinin artması ve daha geniş otlaklara ihtiyaç duymaları,
  3. Karlukların yerleşik hayata geçmek, ya da sürgün edilmek arasında bir tercih yapmaya zorlanmaları,
  4. Batı Türk Hakanlığı hakan ailesinin Selçuklularla yaptıkları evlilikler sonucu devletin asli unsuru olan Karluklara yabancılaşması,
  5. Batı Türk Hakanlığı hakan ailesinin Selçuklulara yakınlığının bir diğer sonucu olarak, özellikle Aşağı Seyhun’dan Mâverâünnehr’e yönelen Oğuz göçleri ile bölgede Oğuzların nüfusu ve gücü arttı. Bu ise Karlukların zaten yeterli olmayan otlakları ve devletin askerî kadrosunu Oğuzlarla paylaşmak anlamı na geliyordu. Bu Karluklar için her anlamda tam bir ekonomik kayıptı. Üstelik geçmişten gelen ve efsanelere yansıyan eski düşmanlıkları da vardı.

Bu çerçevede Karlukların kendi hakanlıklarına ilk isyanı, yukarıda bahsettiğimiz üzere Arslan Han Muhammed (1102-1130)’in son yıllarında ona karşı yapılmıştır. Bu ilk olayın bir sonucu olarak, Selçuklu sultanı Sancar’ın önünden kaçan Karluklar, Doğu Türk Hakanlı topraklarına sığındılar ve oradaki Karluklarla birlikte yanlarına Kanglıları da alıp kaos ortamı yarattılar. Onları itaat altına almakta aciz kalan Doğu Türk Hakanlığı hakanı İbrahim b. Ahmed’in Kara Hıtayları ülkeye davet ederek Kara Hıtay Gür Han’a ülkeyi teslim etmesi sonucunda Kara Hıtaylar Seyhun boylarına kadar ilerleyip Batı Türk Hakanlığı’nın doğu sınırına dayandılar (1130). Bu gelişmeler yaşanırken Batı Türk Hakanlığı’nda daha önce “Sağun Bey” adı ile bilinen Kılıç Tamgaç Han Hasan b. Ali tahta çıktı (1130). Saltanatı uzun sürmedi. Arslan Han Muhammed’in oğlu Kadır Han Ahmed tarafından bertaraf edildi (1132). Bu arada tahta Tamgaç Buğra Han İbrahim geçti (1132). Saltanatı hakkında pek bilgiye rastlanmayan bu hakandan sonra ise Selçuklu Sultan Sancar’in saltanata getirdiği son Batı Türk hakanı Arslan Han Muhammed’in oğlu Hakan Mahmud idi (1135). Hakan Mahmud Haziran 1137 tarihinde Hocend sınırında Kara Hıtaylara yenilerek Semerkand’a kaçtıktan sonra Kara Hıtaylara karşı Sultan Sancar’dan yardım istedi. Bu yardım henüz vâkî olmadan Hakan Mahmud Karlukları bir çok defa yenmeyi başarmıştı. Sultan Sancar kalabalık bir ordu ile Mâverâünnehr’e geldiğinde, Hakan Mahmud, bu arada önemli bir iç tehdit kabul ettiği Karluklardan da kurtulmayı düşündü ve bu amaçla Sultan Sancar’ı Karluklara karşı kışkırttı. Sancar da onların Semerkand’dan sürülmelerini emretti. Karluklar yerlerinde kalabilmek için beş bin deve, beş bin at ve elli bin koyun vermeyi teklif ettiler. Bu kabul görmeyince doğuya göç ederek Kara Hıtaylara sığındılar. Nihayet Karlukların da Kara Hıtayları Mâverâünnehr’i istilâya teşvik etmeleri üzerine meydana gelen Semerkand’ın kuzeyinde Katvan Savaşı’nda Sultan Sancar yenildi ve bütün Mâverâünnehr yani Batı Türk hakanlığı ülkesi Karahıtayların hakimiyetine girdi (Eylül 1141). Bu yenilgi üzerine Hakan Mahmud Mâverâünnehr’i terk ederek Sultan Sancar ile birlikte Horasan’a gitmeye mecbur oldu ve ölünceye kadar orada kaldı. Kara Hıtaylar, Katvan Savaşı ile Mâverâünnehr’i ele geçirdi ve Batı Türk Hakanlığı’nı himayesine alarak sınırlarını Ceyhun boylarına kadar genişletti. Çok geçmeden Karluklar Mâverâünnehr’de terör havası estirmeye başladılar. İlk olarak, Arslan Han Muhammed (1102-1130)’e isyan ettikleri sırada onun ordusunda yer alan Emîr Tûtî (Dudu) b. Dadbek idaresindeki “Üç Ok” ve Emîr Karût b. Abdulhamid’in “Boz Ok” Oğuzlarını 1144 yılı sonuna kadar Mâverâünnehr’den kovarak Horasan’a sürdüler. Mâverâünnehr’i terk etmek zorunda kalan Hakan Mahmud’un yerine geçen Tamgaç Han İbrahim b. Muhammed’i Buhara yakınlarındaki Kellâbâd’da öldürerek çöle attılar (Şubat 1156). Onun yerine tahta çıkan Tamgaç Han Mahmud b. Hüseyn (1157-1158)’in Karluklar ile mücadelesi hakkında pek bir bilgiye rastlanmamakla birlikte, Çağrı Han Ali b. Hasan (1158- 1160) devrinde Batı Türk Hakanlığı, Karluklara karşı kesin olarak yeniden üstünlük sağladı. Mâverâünnehr’de bulunan Karlukların reisi Beygu Han’ı öldürdü. Bundan başka diğer ileri gelenleri de öldürmek için harekete geçince, Laçin Bey idaresinde bir grup Karluk kaçarak Hârizm’e geldi (1158). Karlukların Mâverâünnehr’in tamamından çıkarılmaları Kılıç Tamgaç Han Mesûd b. Hasan (1160-1167) döneminde oldu. İsyan eden Karlukların başındaki Ayyâr Bey’i hezimete uğrattı. Onları Nahşeb, Çağanîyân ve Tirmiz taraflarında yer aldığı anlaşılan Araksu, Kâkânîyân ve Hısâr-ı Hûnîyân’da bir dizi harekatta bulunarak Karlukları bölgeden uzaklaştırıldı.

Hârizmşah ve Kara Hıtay Mücadelesi: Batı Türk Hakanlığı’nın Sonu

Hârizmşah İl Arslan Ağustos 1170’de hastalanarak vefat edince büyük oğlu Tekiş, veliahd olan kardeşi Sultan Şah’ı ve annesi Terken Hatun’u Kara Hıtayların yardımı ile Hârizm’den çıkartarak babasının yerine tahta geçti (1172). Hârizmşah Tekiş tahtını Kara Hıtaylara borçlu olduğu halde bir süre sonra Hârizm’e gelen Kara Hıtay elçisinin gururlu ve küçümseyici davranışı üzerine isyan ederek elçiyi ve maiyetini öldürttü. Üzerine gelen Kara Hıtay ordusunu püskürttü. Yaşamı ile bir derviş-hakan portresini canlandırmakta idi. Yazdığı Kur’an mushaflarını satması için birine verir ve geçimini bundan elde ederdi. Kılıç Tamgaç Han İbrahim adına rastlanan son tarihli para, 1204’de Buhara’da basılan dinardır. Tamgaç Han İbrahim sağlığında tahtı oğlu Kılıç Arslan Han Osman’a devrederek (1203) Buhara’da inzivaya çekildi ve 1204’de vefat etti. Yakışıklılığı ile meşhur olup “Yusuf-ı Sânî (İkinci Yusuf)” olarak adlandırılan Sultânü’s-Selâtîn Kılıç Arslan Han Osman, Hârizmşahlar ve Kara Hıtaylar arasında denge politikası ile ülkesinin varlığını muhafaza etmeye çalıştı. Bu arada bir diğer güç odağı olarak ortaya çıkan Toharistan ve Hindistan tarafındaki Gûrlar’ın Belh vilayeti için yaptıkları mücadelede onlar adına Kara Hıtaylar nezdinde aracı rol üstleniyordu. Kara Hıtayların desteğini arkasına alan Kılıç Arslan Han, Semerkand’da bulunan Hârizmşah’ın yakın adamlarını tutuklattı. Hârizmşah’ın kızı Han Sultan’ı da şehir kalesine kapattı. Bunun üzerine Hârizmşah, Hârizm’de rehin bulunan Kılıç Arslan Han’ın kardeşi Ötegin’i hapsettirdi. Daha sonra kalabalık bir ordu ile Semerkand’a yürüdü. Hârizmşah Muhammed’in ordusuna karşı direnemeyeceğini anlayan Kılıç Arslan Han, bir kılıç ve bir kefenle Semerkand’ı ele geçiren Hârizmşah’ın huzuruna geldi. Hârizmşah Muhammed, her şeye rağmen onu öldürmek istemediyse de kızı Han Sultan’ın ısrarı üzerine Kılıç Arslan HanOsman’ın hayatına son verdi (1212). Onunla birlikte han soyundan gelen pek çok kişi öldürüldü. Semerkand Hârizmlilerin yeni başkenti yapıldı ve Batı Türk Hakanlığı sona erdi (1212).

Doğu Türk Hakanlığı

Arslan Han Süleyman (1043-1057)

Ülkenin batısının kesin olarak ayrılması üzerine Arslan Han Süleyman nezdinde Doğu Türk Hakanlığı’nı teşkil eden hanedanın Hasan (Hârûn) kolu bir araya gelerek birilikte hareket etmeye karar verdiler. Ülkeyi mevcut statükoya göre idari anlamda paylaştılar. Buna göre; Doğu Türk Hakanlığı hakanı olarak Arslan Han Süleyman, Balasagun, Kâşgar ve Hotan vilayetlerini kendi aldı. Taraz ve İsfîcâb’ı kardeşi Buğra Han Muhammed’e bıraktı. Ülkenin batısında ihtilaflı olan bölgelerden Fergana’yı amcası Togan Han Muhammed’e, kaybedilmiş olan Buhara ve Semerkand’ı yeniden almak amacı ile buraları Ali Tegin’in çocuklarına (Yusuf ve Hârûn) bıraktı. Togan Han Muhammed’in oğlu Bekeç Arslan Tegin Ahmed Gâzî’ye ise Fergana’nın bir bölümü (Kubâ ve Mergînân) ile doğuya doğru Barshan ve Uç vilayetlerini verdi. Özkend’de ise hanedanın batı kolundan Aynüddevle b. İlig Nasr tâbi sıfatı ile varlığını korudu. Şu halde Doğu Türk Hakanlığı kuruluşu sırasında Fergana’nın da içinde bulunduğu Seyhun boyları ve doğusunda kalan hakanlığın bütün topraklarını ihtiva ediyordu. Doğu Türk Hakanlığı jeopolitik konumu gereğince, doğuda Müslüman olmayan Türk-Moğol unsurlarla İslam coğrafyası arasında set görevini üstlenmiştir. Bu çerçevede Arslan Han Süleyman ve diğer doğu hanedan mensuplarının siyasi politikalarını şöyle özetleyebiliriz:

  1. Basmil, Çomul, Yabaku ve Hıtay gibi TürkMoğol boylarının saldırılarını önlemek için onlara karşı savunma savaşları yaparak cihat etmek,
  2. Kalabalık nüfusa, sayısız mal ve mülke sahip olan bu atlı çobanların yurt bulma meselelerini dikkate alarak, Müslüman olup olmadıklarına bakmaksızın onları ülkenin muhtelif yerlerine iskan etmek ve böylece onları askeri bir tehlike olmaktan çıkarmak;
  3. Bunun sonucu olarak hem onların askerî gücünden yararlanmak, hem de zaman içinde İslam sufî vaizleri vasıtası ile onları İslamlaştırmak.

İç Siyasi Durumlar (1057-1069)

Arslan Han Süleyman, Tarâz, Şâş ve İsfîcâb taraflarını elinde bulunduran kardeşi Buğra Han Muhammed’in bölgesini elinden aldı. Bunun nedeni hakkında kaynak bir bilgi vermiyor. İki kardeş arasında alevlenen mücadele, Arslan Han Süleyman’ın esir düşmesi ve kardeşi Buğra Han Muhammed’in bütün ülkeye hakim olması ile sonuçlandı. Batı Türk Hakanlığı’nda Tamgaç Han İbrahim 1057 tarihinden itibaren başlayan Doğu Türk Hakanlığı’ndaki iç karışıklıklardan yararlanarak hakimiyet alanını Özkend, Ahsiket, Hocend, Tûnket, İsfîcâb, Şâş, Binket ve Kuz Ordu (Balasagun)’yu içine alacak şekilde genişletmeyi başardı. Balasagun ve Kâşgar’a da hakim olan Tuğrul Kara Hakan Yusuf b. Süleyman (1062- 1080)’ın buralardaki hakimiyeti 1069 yılına kadar sürdü. Tamgaç Han Hasan 1069’da, ya da en geç 1074 yılında Balasagun, Kâşgar ve Hoten’i kardeşi Tuğrul Kara Han Yusuf’un elinden alınca, askerleri kendine itaat arz etti ve ordunun desteğini kaybeden kardeşi ise Taraz ve Şâş taraflarına çekilmeye mecbur oldu. Tuğrul Kara Han Yusuf hayatının sonuna kadar Taraz’da kaldı ve 1080- 81’de yerine oğlu Tuğrul Tegin Ömer geçti. Tuğrul Tegin Ömer, Tarâz’ın 1088-89 yılında Tamgaç Han Hasan b. Süleyman tarafından alınmasına kadar buradaki hakimiyetini muhtemelen korudu.

Tamgaç Han Hasan (1069-1103) ve Selçuklu Hakimiyeti (1089-1130)

Tamgaç Han Hasan dönemi siyasî faaliyetlerden çok, bilim ve medenî sahadaki gelişmelerin ön planda olduğu bir dönemdir ki, bunlar Kültür ve Medeniyet Ünitesi’nde genişçe anlatılmaktadır. Tamgaç Han Hasan saltanatının son dönemlerine doğru Batı Türk hakanlığını istilâ etmiş olan Selçukluların himayesine girmek ve Sultan Melikşah’ı metbû tanımak zorunda kaldı. Böylece Doğu Türk Hakanlığı fiilen olmasa da resmen tâbî bir devlet haline geldi (1089). Selçuklu sultanı Melikşah Batı Türk Hakanlığı’nı hakimiyeti altına aldıktan sonra Özkend’e ulaştığında Tamgaç Han Hasan’a elçiler göndererek hutbenin kendi adına okunmasını ve sikkenin kendi adına basılmasını istedi. Tamgaç Han Hasan da bu istekleri yerine getirmek zorunda kaldı ve Özkend’e gelerek Sultan Melikşah’a itaatini arz etti. Hayatının sonuna doğru bir hayli ihtiyarlamış olan Tamgaç Han Hasan, ülkesini bir taraftan Selçuklu istilasından kurtarmaya çalıştı, diğer taraftan da hanedan üyesi Kadır Han Cebrail’e karşı mücadeleye mecbur kaldı. Bu hengâme ve fırsatlardan yararlanmak isteyen Çin tarafında soylu bir kökten gelmeyen Savcıoğlu ise Kâşgar’a doğru yürüyerek Tamgaç Han Hasan’ı gafil avlamak istemiş ve aralarındaki eski anlaşmayı bozmuş idi. Hazırlıksız yakalanan Tamgaç Han Hasan, Keşen (Kusen ya da Kuça) denilen bir Türkistan şehrinin kadim padişahının oğlu ve merkezi Tarım olan Hızır Bey’den yardım istedi. Karşılığında kendisine hanlık alâmeti olarak peyza ve çetr vereceğini vaat etti. Nihayet Hızır Bey aldığı tedbirlerle Tamgaç Han Hasan’ı bu gaileden kurtardı ve ondan hanlık payesi aldı (1103). Doğu Türk Hakanlığına karşı harekete geçen Yehlü-Ta-shih, Kâşgar’a bir kaç konak kadar yaklaştı. Arslan Han Ahmed b. Hasan, Yeh-lü Ta-shih üzerine yürüyerek onu mağlup etti ve bir çok adamını öldürdü (1128).

Karluk ve Kanglı Meselesi: Kara Hıtay Hakimiyeti

Doğu Türk Hakanlığı’nda Arslan Han Ahmed’in ölümünden sonra yerine geçen ve Balasagun’da bulunan oğlu Han İbrahim b. Ahmed, halkın mallarını yağmalayıp hayvanlarını kaçıran Karluk ve Kanglı Türklerini itaate almaya çalıştı. Ancak bunda başarılı olamadı ve bu sırada kendisine katılan boylarla gücü ve şöhreti artan Yeh-lü Ta-shih’ye bir elçi göndererek, Karluk ve Kanglı Türklerinin yaptıklarına karşı aciz kaldığını, şayet gelir ve bu beladan kurtarırsa ülkeyi kendisine teslim edeceğini bildirdi. Afrasyab’ın torunu Han İbrahim’den “hanlık” unvanını alarak, ona daha aşağı bir mevki olan “İlig-i Türkmen” unvanını verdi. Kendisi de Balâsâgûn’da “Hanlar Hanı” anlamına gelen “Gür Han” unvanını aldı (1130) Böylece İslam’ın doğusunda çoban kavimlere karşı bir set görevi yürüten Doğu Türk Hakanlığı, Selçuklu himayesinden çıkarak Kara Hıtay himayesine girdi. İlig-i Türkmen İbrahim’in bilinen son faaliyeti, Kara Hıtay Gür Han tarafından Karluklara ve Hârizmlilere karşı Batı Türk Hakanlığı’na yardıma gönderilmesi olayıdır (Temmuz 1158).

Kara Hıtay ve Nayman Mücadelesi: Doğu Türk Hakanlığı’nın Sonu

İlig-i Türkmen İbrahim b. Ahmed’den sonra oğlu Arslan Han Muhammed tahta geçmiştir (1160). Ancak, hakkında hiçbir şey bilinmemektedir. Onun yerine de oğlu Arslan Han Yusuf Kâşgar’da tahta çıkmıştır (1179). “Ebu’lMuzaffer” künyesi taşıyan Arslan Han Yusuf 1204 yılında ölmüş ve Kâşgar’da “Hakanlık” mezarlığına defnedilmiştir. Arslan Han Yusuf’un oğlu Arslan Han Ebu’l-Feth Muhammed, Kara Hıtay Gür Han’ın yanında rehin bulunuyordu. Batıda Hârizmşahlar ve doğuda emirlerinden Nayman Güçlük ile mücadeleye mecbur olan Gür Han, otoritesini yeniden tesis için Güçlük’ü hil’at ve hediyelerle taltif ederek mevkiini yükseltti. Ancak bununla yetinmeyen Güçlük, Gür Han’ı esir ederek onu tahtından indirmeyi başardı (1211). Gürhan’ın kızı ile evlenmek için Hıristiyanlıktan Budizm’e geçti ve “Han” unvanı alarak Kara Hıtaylara son verdi. Güçlük Han, Gür Han’ın elinden kurtardığı Arslan Han Ebu’l-Feth Muhammed’i Kâşgar’a gönderdi. Ancak Kâşgarileri gelenleri daha şehre girmeden onu öldürdüler (1211). Bu son hanedan mensubunun ölümü ile Doğu Türk Hakanlığı da sona ermiş oldu.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email