İlk Müslüman Türk Devletleri Dersi 2. Ünite Sorularla Öğrenelim
Tuluniler, Ihşidiler Ve İdil Bulgarları
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
VII. Yüzyıl ile X. Yüzyıl arasında maveraünnehr çevresinde islamiyet ile tanışan ve islamiyeti benimseyen Türk toplulukları hakkında kısaca bilgi veriniz.
Türklerin İslâmiyeti kabûlu ilk olarak yoğun bir şekilde Mâverâünnehr’de görülür. Burada VII. yüzyılın ortalarından IX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar hüküm süren ve devlet boyutuna gelememiş, ömürleri kısa, irili ufaklı bir çok mahallî Türk hanedan bulunmaktaydı. Badegis ve civarında Nizek Tarhan, Toharistan’da Yabgu Bey, Dihistan ve Cürcan’da Sultegin, Soğd ve Semerkand’da Ihşid, Usruşâna’da Kâvûset-Türkî gibi bölgede hüküm süren birçok lider, Müslüman Araplara zaman zaman direnip karşı koymuşlarsa da bu süre içinde İslâmiyeti kabul etmişlerdir. Bu ilk dönemden sonra Mâvrâünnehr’den çok uzak bir bölgede, Mısır ve Suriye’de Türk asıllı Müslüman hanedanların ortaya çıktığı görülür. Bunlar Abbasî Devletinin eyalet valileri iken IX. asrın ikinci yarısı ile X. asrın ikinci yarısı arasında birer hanedan kuran Tulunîler ve Ihşidîlerdir. İleri bir safha olarak ise, yine Mâverâünnehr’den, yani Aşağı Türkistan’dan çok uzak bir bölgede ve kronolojik olarak da ilk Müslüman Türk devleti olan, X. yüzyılın başlarında İdil Bulgar Devleti’ni görürüz.
Tuluni devletinin ismi nereden gelmektedir?
Mısır ve Suriye’de hüküm süren Tulunî Devleti’nin kurucusu Ahmed isimli bir Türk askeriydi. Devletin adı 815-816 yılında Buhara valisi tarafından haraç olarak Bağdad’a gönderilen gulâmlar arasında yer alan Ahmed’in babası Tulun(Türkçedeki dolun)’dan gelmektedir. 835’te Bağdad’da doğan Ahmed, iyi bir dinî ve askerî eğitim almış ve çok gençken Halife Mustaîn’in gönlünü kazanmıştır. Onun üvey babası Bayıkbeg’e Mısır valiliği görevi verilmiş, ancak Bayıkbeg Mısır’a vekil olarak Ahmed’i göndermiştir. Nitekim Ahmed’in Fustat’a ulaştığı 868 yılı, Tulunîlerin kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte Mısır’da ondan önce de Türk kökenliler valilik yapmış ve bundan dolayı çok sayıda Türk askeri bölgeye gelip yerleşmişti.
884 yılında vefat eden Ahmed b. Tulun’un yerine Tuluni devletinin hükümdarı kim olmuştur ve dış ilişkiler nasıl bir seyir almıştır açıklayınız.
884 yılında vefat eden Ahmed b. Tulun’un yerine 20 yaşındaki oğlu Humâreveyh geçmiştir. Humâreveyh’in hâkimiyeti de aynen babasınınki gibi Abbasîlerle mücadele ile geçmiştir. 885’te iki ordu, Dımaşk ile Remle arasındaki et-Tavvahîn’de karşılaşmıştır. Savaş, herhangi bir tarafın kesin galibiyetiyle sonuçlanmasa da imzalanan barış antlaşması (886) Humâreveyh’in lehine olmuştur. Bu anlaşmaya göre Humâreveyh, Mısır, Suriye ve Anadolu hudut bölgelerinde 30 yıl boyunca vali olarak görev yapacak, buna karşılık da yılda 300.000 dinar vergi ödeyecekti. Ahmed b. Tulun’un zamanında sadece Mısır toprakları için Abbasîlere bu kadar vergi ödediğini göz önünde bulundurduğumuzda, anlaşmada belirtilen miktarın çok fazla olmadığı anlaşılmaktadır. Bu tarihten sonra Tulunoğulları ile Abbasîler arasındaki münasebetler dostça olmuştur
Humâreveyh’in genç yaşta vefatı ile Tuluni devletinin yaşadığı süreç ne şekilde olmuştur açıklayınız.
Humâreveyh’in genç yaşta vefatı (896) ise yeni istikrara kavuşan Tulunîler Devleti’ni fetret devrine sokmuştur. Humâreveyh’in yerine sırasıyla geçen Ebu’lAsâkir Ceyş ile Harun adlı oğulları çok genç yaşta oldukları için ülkede hâkimiyeti sağlayamadıkları gibi, taht mücadeleleri sırasında da hayatlarını kaybetmişlerdir. Tulunî Devleti’ndeki bu gelişmeler, Abbasî Halifesi Mu’tazıd’ın müdahalesine yol açmıştır. 899’da Halife Mu’tazıd ile yapılan anlaşmaya göre, Tulunî Devleti’nin sınırları küçülmüş, Abbasîlere ödenen vergi de arttırılarak 450.000 dinara çıkartılmıştır. 905 yılında ise Abbasîler Tulunî Devleti’ne tamamen son vermişlerdir. Tulunî Devleti’nden sonra Mısır’da hüküm süren hanedanlıkların tarihine bakıldığında, Tulunîler döneminde Mısır’ın “altın çağı”nı yaşadığını söyleyebiliriz. Kuvvetli bir ordu ve ticarî yolların mevcudiyeti, bu dönemde Mısır halkının refahını arttırmıştır. Tulunîler ile birlikte Mısır’da saray teşkilatı kurulmuş, imar faaliyetleri hız kazanmıştır. Ahmet b. Tulun’un 876-879 yıllarında inşa ettirdiği Tulunoğlu Camii günümüze kadar gelmiştir.
Mısır ve Suriyede kurulmuş ikinci Türk devletinin kurucusu kimdir.
Mısır ve Suriye’de hüküm süren ikinci Türk hânedanının kurucusu Muhammed b. Tugç 882’de Bağdad’da doğmuştur. Muhammed b. Tugç’un babası, Tulunîlerin hizmetinde bulunmuş ve Şam ile Taberiyye’de valilik yapmıştır. Tulunîlerin yıkılışından sonra Muhammed b. Tugç Abbasî Devleti’nin hizmetinde bulunmuştur. Önemli görevlerde bulunarak gücünü artırmış ve 933 gelindiğinde nüfuzunu Suriye’nin tamamında yaymış bulunuyordu. Ancak Muhammed b. Tugç bununla yetinmek istemiyor ve Mısır’a da hâkim olmayı planlıyordu. Mısır’daki siyasi ortam ise Muhammed b. Tugç’un işini kolaylaştırıyordu.
Mısır ve Suriyede Tulunilerin yıkılışından sonra hüküm süren ıhşidli devletinin adı nereden gelmektedir açıklayınız.
Tulunîlerin yıkılışından sonra Mısır, İslam liderliği için mücadele veren Abbasîlerle Fatımîlerin ortasında kalmıştır. Abbasîler Mısır’da güçlü bir devletin kurulmasını istiyorlardı. Çünkü güçlü bir devlet, Fatimîlerin ilerleyişini engelleyecek ve Suriye’deki Bedevî hanedanlarını kontrol altına alabilecekti. Mısır’daki siyasi kargaşadan ve Abbasîlerin Mısır ile ilgili düşüncelerinden haberdar olan Muhammed b. Tugç, vezir el-Fazl b. Ca’fer el-Furat’ın desteği ile Mısır valiliğine atanmıştır. Daha 935 yılında Fustat’a askerlerini sokan Muhammed b. Tugç, böylece Mısır ve Suriye’de yeni bir devletin temellerini de atmış oldu. Halife Râzî 939 yılında kendisine Farsçada hükümdar anlamına gelen “ıhşid” unvanı verdiğinden devlet de Ihşidîler adıyla tarihe geçmiştir. Ihşîdîlerin ömrü çok kısa olmuştur. Muhammed b. Tugç’un hâkimiyeti, hüküm sürdüğü toprakları yabancıların saldırısından korumakla geçmiştir. Hâkimiyetinin başlangıcında Abbasî emirlerinden Muhammed b. Râik ile savaşmış ve daha 939’da Remle şehrini kaybetmiş, 940 yılından itibaren de ayrıca ona yılda 140.000 dinar ödemek zorunda kalmıştır. 942’de Muhammed b. Râik, Suriye’deki Hamdânîler tarafından öldürülünce, Muhammed b. Tugç rahat nefes alsa da, bu sefer Hamdanîler ile mücadele etmek ve Suriye’nin kuzey taraflarını onlara terk etmek zorunda kalmıştır.
Idil volga bölgesinde kurulmuş Türk birliğnin tarihsel süreci hakkında kısaca bilgi veriniz.
İdil (Volga) bölgesinde Türk birliğini sağlayan ve bölgeyi İslamiyet ile tanıştırarak İslam dünyasının en kuzey temsilcisi hâline gelen İdil Bulgar Devleti, X. yüzyılın başında İdil havzasında kurulmuştur. Yapılan arkeolojik çalışmalar, İdil Bulgar Devleti’nde çok sayıda şehrin mevcudiyetine, bölgede yüksek seviyede Türkİslam medeniyetinin yayılmış ve yazı kültürünün gelişmiş olmasına işaret etse de mezar kitabeleri ile Kul Gali’nin Kıssa-i Yusuf adlı manzumesi dışında İdil Bulgar Devleti’nden günümüze yazılı kaynak ulaşmamıştır. Bundan dolayı bu devletin tarihini daha çok İbn Hurdazbih, İbnu’l-Fakih, İbn Rüşd, İbn Fazlan, el-İstahrî, İbn Havkal, el-Mervezî, Ebû Hâmid el-Gırnâtî, Yakut el-Hamavî gibi Arap ve Fars coğrafyacı ve seyyahların eserleri ile Rus kroniklerinden öğreniyoruz. Yine başta Macar rahip Friar Julian olmak üzere bölgeyi ziyaret eden Avrupalı seyyahların eserlerinde Bulgarlarla ilgili sınırlı da olsa bilgiye rastlamak mümkündür.
İdil Bulgar devletinin kuruluşunu kısaca açıklayınız.
İdil boyunda Türk birliğini sağlayan İdil Bulgarlarının, Hazarlar gibi güçlü bir komşuya sahip olmaları, onların bölgede bağımsız bir devlet olarak hareket etmelerini engelliyordu. Önemli ölçüde Bulgar nüfusunu da içinde bulunduran Hazar Kağanlığı, neredeyse baştan beri İdil Bulgarlarına siyasi üstünlüklerini kabul ettirmişti. Bundan dolayı İdil Bulgarlarının hükümdarı, Hazarlara bağlılığına işaret eden vali, kumandan anlamındaki “ilteber” unvanı taşıyordu. Bulgar hükümdarı, her sene ülkesindeki her ev başına Hazar hükümdarına bir samur kürk vergi ödüyordu. Ayrıca Bulgar hükümdarının oğlu da Hazarlarda rehin tutuluyordu. Bununla birlikte Tatar tarihçisi Akdes Nimet Kurat’ın da haklı olarak belirttiği gibi bu bağlılık çok ağır olmamıştır. Bulgarların iç ve dış işlerinde bağımsız hareket etmeleri, Hazarlara rağmen İslamiyet’i kabul etmeleri ve Hazar ülkesinden gelen ticaret gemilerinden Bulgar hükümdarının gümrük vergisi alması, Hazarların Bulgarlar üzerindeki hâkimiyetinin sınırlı olduğuna işaret etmektedir. Hazarların Peçenek, Kıpçak ve Rusların saldırıları yüzünden zayıflamaları ve 965 yılında Hazar Kağanlığı’nın yıkılması sonucunda ise İdil Bulgarları bu bağlılıktan da kurtulmuş ve müstakil bir devlet hâline gelmişlerdir. Tatar tarihçisi Fayaz Huzin yazılı ve arkeolojik kaynaklara dayanarak devletin sınırlarını kuzeyde Kazanka Nehri, güneyde İdil Nehri’nin en meşhur kolu olan Samarskaya Luka, batıda Sura Nehri, doğuda Kama Nehri’nin kolu Belaya (Ak İdil) ve güneybatıda Yayık (Ural) Nehri’nin oluşturduğunu yazmaktadır.
İdil Bulgarlarının devleti kurduktan sonraki komşuları kimlerdir?
Bulgarların komşuları ise batıda etnik menşeleri tam bilinmeyen Burtaslar, kuzeyde Fin-Ugor halklarından Mari ile Udmurtlar, doğuda Türk boyu olan Başkurtlar, güneyde Kıpçaklar idi. Bulgarlardan önce de Türkî kavimlerin yaşadığı İdil bölgesi, Bulgarların gelişiyle ve Fin-Ugor kavimlerinin de İdil Bulgar kültürünün etkisinde kalmasıyla Türkleşme sürecini tamamlamıştır.
İdil Bulgarlarının İslamiyeti kabul etme süreci hakkında kısaca bilgi veriniz.
İdil Bulgarlarının diğer bir özellikleri ise bölgede İslamiyet’in yayılmasını sağlamalarıdır. 922 yılında Abbasî halifesi el-Muktedir Billâh Cafer’in, İdil Bulgarlarının hükümdarı Almış’ın isteği üzerine gönderdiği kalabalık bir elçi heyeti İdil-Bulgar Devleti’ne ulaşmıştır. İdil Bulgarlarının İslamiyet’i resmî olarak 922’de kabul ettiklerini ileri sürmektedirler. Hâlbuki İbn Fazlan’ın seyahatnamesinden İdil Bulgarlarının ve onların idaresindeki diğer kavimlerin zaten Müslüman oldukları anlaşılmaktadır: “Bulgarlar arasında beş bin kadın ve erkekten müteşekkil Barancer diye tanınan büyük bir aile gördük. Hepsi de Müslüman olmuşlar ve namaz kılacak ahşap bir cami yapmışlardı...” Ayrıca yukarıda yer verdiğimiz seyahatnamenin başındaki alıntıdan da anlaşıldığı üzere İdil Bulgarları İslamiyet’i zaten kabul etmiş, ancak yeterli sayıda din adamı ve cami ile kale inşa edecek mimar ve uzmana sahip olmadıklarından bu konuda halifeden yardım istemişlerdir.
İdil Bulgarların islamiyeti kabul etmelerinin iç ve dış politika açısından önemini açıklayınız.
Bulgarların İslamiyet’i resmî din olarak kabul etmeleri ise hem dış politika, hem de iç politika ile bağlantılıydı. Bulgarlar için Hristiyanlık ve Musevîlik, siyasi açıdan hiç cazip değildi. Kendilerine en yakın Hristiyan devleti Bizans, Hazarlarla ittifak kurmuştu ve ayrıca İdil bölgesinde herhangi bir varlık gösteremiyordu. Bağımsızlık için mücadele verdikleri Hazarların dini olan Musevîliğin kabulü de söz konusu değildi. Dolayısıyla semavî dinlerden en uygunu İslamiyet idi ki, bu dinin kabulü, Abbasî Halifeliği’nin desteğini de beraberinde getirecekti. İslamiyet’in seçilmesinde İdil Bulgarlarının Hârizm ve Sâmânîlerle geliştirdikleri ticari münasebetler de etkili olmuştur. Nitekim Bulgarların İslamiyet ile tanışmaları, bu bölgelerden gelen tüccarlar vasıtasıyla mümkün olmuş ve İslamiyet yavaş yavaş yayılmaya başlamıştı. Endülüslü Arap tüccar ve diplomat Ebû Hâmid el-Gırnâtî, eserinde Bulgarlı tarihçi Yakup b. Nugman’ın günümüze ulaşmayan Tarih-i Bulgar adlı eserine dayanarak tıp ile de uğraşan Buharalı Müslüman bir fakih ve tüccarın Bulgar’a geldiğini ve ağır bir hastalığa yakalanan Bulgarların hükümdarı ve eşini tedavi ettiğini, bunun üzerine de onların Müslüman olduklarını yazmaktadır. Bu hikâye abartılı gözükse de İslamiyet’in İdil bölgesinde Türkistan üzerinden yayılmaya başladığına dair iyi bir örnek teşkil etmektedir.
Bulgarların Ruslarla mücadelesi nasıl başlamıştır açıklayınız.
Hazar Hakanlığı’nın yıkılmasıyla İdil Bulgarları bağımsızlıklarını kazanmış, ancak yeni bir tehlikeyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu tehlikeyi oluşturan Ruslarla mücadele, İdil Bulgar Devleti tarihinin ikinci devresinde en önemli gündemi işgal edecektir. Ruslarla Bulgarlar arasındaki münasebetler, her iki tarafın da İdil bölgesindeki ticareti ve genel olarak bölgeyi kontrol altına alma isteği çerçevesinde şekillenmiştir. Rusların resmî olarak Hristiyanlığı kabul etmeleriyle (988) bu mücadele dinî nitelik de kazanmıştır. İşin ilginç tarafı Ruslar Hristiyanlığı kabul etmeden önce (986) İdil Bulgar Devleti’nden bir heyet Rus knezliklerinin merkezi konumunda olan Kiev’e gelmiş ve Rus Knezi Vladimir’e İslamiyet’i kabul etmesini teklif etmiştir. Ancak İslamiyet’e göre zina, içki, domuz eti vs.nin günah olduğunu öğrenen Knez Vladimir bu teklifi reddetmiştir.
Knezlik nedir açıklayınız?
Knezlik, bir nevi şehir devletidir. IX. yüzyılın sonunda Doğu Slav kabileleri birleşerek Kiev Rusya Devleti’ni kurmuşlardır. Ancak daha XII. yüzyılın ortasında Kiev Rusyası, küçük şehirlere parçalanmıştır. Bununla birlikte ortak kültür ve din gibi faktörler, bu şehirlerin (knezliklerin) tamamen birbirlerinden kopmasını engelliyordu. Rus knezlikleri arasında devamlı liderliği üstlenen bir knezlik ortaya çıkmıştır. Kiev’den sonra Novgorod, Vladimir, Moskova knezlikleri, farklı dönemlerde Rus knezliklerinin merkezi olmuşlardır. Yaklaşık 2.5 asır süren Altın Orda hâkimiyetinden kurtulmak isteyen Rus knezlikleri, kurtuluşun ancak birlik oldukları takdirde mümkün olduğunu anlamış ve bazen güçle, bazen de kendi istekleriyle Moskova etrafında birleşmişlerdir. Neticede Ruslar Altın Orda Devleti’nin hâkimiyetinden kurtulmuş ve Moskova (Çarlık) Rusyası adını almaya başlamıştır.
Rus ve Bulgarlar arasındaki barış anlatmaşı ve altında yatan gerekçe nedir açıklayınız.
Rusların Bulgarlar üzerine 1185 ve 1205 yıllarında gerçekleştirdikleri akınlar da başarısız olmuştur. Taraflar arasındaki bu mücadele 1230 yılında imzalanan barış antlaşmasına kadar devam etmiştir. Bu antlaşmanın imzalanmasının nedeni ise büyük ihtimalle iki ülkenin de sınırlarına yaklaşan Moğol birliklerine karşı ortak hareket etme isteğidir. 1223 yılında Moğollar Don Irmağı’na dökülen Kalka suyu kıyısında Rusları bozguna uğratmış ve Bulgarların üzerine yürümüşlerdir. Ancak bundan haberdar olan Bulgarlar, Rusların mağlubiyetinden ders çıkararak açık savaşa girmek yerine düşmana pusular kurarak aniden saldırdılar ve Moğolları çember altına alarak birçoğunu kılıçtan geçirdiler. Bu olay İdil Bulgar Devleti’nin ömrünü uzatsa da Moğol tehlikesi uzaklaştırılmamıştı. Nitekim 1235 yılında Karakorum’da toplanan kurultayda Avrupa’ya kadar seferlerin düzenlenmesi ve ilk seferin de Bulgarlar üzerine yapılması kararlaştırılmıştır. Neticede 1236 yılının sonbaharında Moğollar, başta Bilyar şehrini, daha sonra da diğerşehirleri tahrip etmiş, Bulgarların topraklarına el koymuşlardır. Bu tarihten sonra Moğollar, Rus topraklarının büyük bir kısmını ele geçirmiş ve Deşt-i Kıpçak, Hârizm, Kuzey Kafkaslar, Kırım ve İdil Bulgar Devleti’nin topraklarında Altın Orda Devleti kurulmuştur.
İdil Bulgar devleti sonrasında kurulan devletler ve tarihsel süreçleri nasıl olmuştur açıklayınız.
İdil Bulgar Devleti’nin bundan sonraki tarihi, Altın Orda ve mirasçısı Kazan Hanlığı’nın tarihiyle iç içe olmuştur. İdil Bulgar Devleti, ele geçirildikten sonra Rus knezliklerinden farklı olarak doğrudan hana bağlı bir ulus haline getirilmiştir. Bunun birkaç nedeni mevcuttur. En başta Batu Han ve askerlerine en büyük mukavemeti Bulgarlar göstermiş ve dolayısıyla kendilerine özerklik tanındığı takdirde ileride her an isyan teşebbüsünde bulunabilirlerdi. Bunu engellemek için de hanlar, muhtemelen İdil Bulgarlı devlet adamları ile siyasi elitin bir kısmını yok etmiş ve buradadoğrudan kendi yönetimlerini kurmuşlardır. Ayrıca İdil Bulgar Devleti’nin yayıldığı coğrafya, bölgenin en zengin toprakları olup, jeostratejik ve ekonomik öneme de sahipti. Arap kaynaklarında İdil Bulgar Ulusu’ndan Altın Orda’nın en önemli on bölgesinden biri olarak bahsedilmektedir. Meşhur Arap seyyah İbn Battuta da Bulgar şehrini ziyaret etmiş, ancak eserinde Bulgar ve Bulgarlarla ilgili hiç bilgi vermemiştir
Idil volga bölgesinde son olarak kurulan ve zamanımıza kadar Tatar olarak gelen devlet ve özellikleri nelerdir açıklayınız.
Bulgar, zayıflarken ulus içerisinde Kazan ön plana çıkmış ve Bulgar’ın yerini almıştır. Kazan’ın güçlenmesi, Altın Orda’da taht mücadelesi veren han adaylarınca da fark edilmiş olmalı ki, Altın Orda Hanı Uluğ Muhammed (1419-1423, 1427-1436), Küçük Muhammed (1437-1443) tarafından tahttan uzaklaştırılınca, maiyetindeki üç bin kişiyle Kazan’a çekilmiş ve Kazan merkezli bir hanlık kurmuştur (1437). Bu hanlığın oluşumuyla, Altın Orda Devleti parçalanma dönemine girmiş ve Kazan’ın yanı sıra Kırım ve Astrahan gibi hanlıklar da ortaya çıkmıştır. İdil Bulgar Ulusu’nun toprakları ve halkı ise Kazan Hanlığı’nın içerisinde yer almış ve Bulgarlar başta Kıpçak olmak üzere hanlıktaki diğer Türk boylarıyla karışmışlardır. Daha sonraki tarihlerde Kazan Hanlığı’nın bu ahalisi Tatar olarak adlandırılacaktır. İdil Bulgar Ulusu ve Bulgarlar işte bu şekilde tarih sahnesinden çekilmiştir. Tatarların yanı sıra bugün Çuvaş olarak adlandırılan ve Volga civarında yaşayan Türk Hristiyan topluluğunun kökenlerinin de İdil Bulgarlarına dayandığı ilim adamları arasında kabul gören bir görüştür.
İdil Bulgar devletinin teşkilatı ve yöneticileri hakkında detaylı bilgi veriniz.
İdil Bulgar hükümdarları başlangıçta “ilteber” unvanını taşıyordu. İdil Bulgarlarının İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra ise hükümdarlar “emir” unvanını kullanmışlardır. Bununla birlikte şehir yöneticileri de “emir” olarak adlandırıldığından hükümdarlar için “ulu emir” unvanı tercih edilmiştir. Emir unvanı Slavların “knez” unvanına denk geldiğinden Rus kroniklerinde Bulgar hükümdarları “knez” olarak adlandırılmıştır. Yazılı kaynaklardaki sınırlı bilgilerle paralardan tespit edildiği kadarıyla İdil Bulgar Devleti’nde aşağıdaki hükümdarlar hüküm sürmüştür:
Şilkî (Abdullah b. Tegin) IX. yüzyılın sonu-X. yüzyılın başı
Almış (Cafer b. Abdullah) 903-931
Ahmed b. Cafer ?
Mikail b. Cafer 931-943
Talib b. Ahmed 948-958?
Mümin b. Ahmed 969-976
Mümin b. Hasan 976-986
Abdullah b. Mîkâil ?
Nasr b. Ahmed ?
Haydar (Bltıvar) X. yüzyılın sonu
Muhammed b. Bltıvar ?
I. İbrahim b. Muhammed 1006-1025
Said b. Haydar 1025-1070
Barac XI. yüzyılın sonu
II. İbrahim XII. yüzyılın ortası-1164
Murad XII. yüzyılın sonu
Selim b. İbrahim XII. yüzyılın sonu-1221
İlham 1221-1230’lu yıllar
İkta nedir ve nasıl kullanılır?
Orta Çağ İslam devletlerinde yaygın olarak kullanılan bir arazi tasarruf şeklidir. Devlet ülke topraklarının genellikle vergi gelirlerini hizmet karşılığı olarak vermekte; eyaletlerden sefer zamanı asker de bu sistemle toplanmaktaydı.
İdil Bulgar devletinde matematik ve bilim alanlarında yapılan çalışmalar hakkında bilgi veriniz.
İdil Bulgarları arasında matematik, astronomi, coğrafya, kimya ve tıp gibi ilimlerin gelişmiş olduğu bilinmektedir. Bulgarların kullandıkları “çarme i bulhar” adlı merhem bütün Müslüman Doğusu’nda biliniyordu. Deri hastalıkları bilimi ile travmatoloji alanındaki çalışmalarıyla bütün İslam dünyasında ün kazanan Hoca el-Bulgarî (XII. yüzyılın ilk yarısı), “Basit İlaçlar” kitabını yazan Burhaneddin Yusuf el-Bulgarî, et-Tiryâkü’l-Kebîr’in müellifi Tâceddin b. Yunus Bulgarî tıp alanındaki önemli Bulgarlı ilim adamlarıydı. Yukarıda adı geçen eserlerin çoğu günümüze ulaşmamıştır. Onların varlığından ise Arap kaynaklarındaki bilgiler sayesinde haberdar oluyoruz.
İdil Bulgar devletinde tarih ve edebiyat alanında çalışmaların tarihsel süreci nasıldır açıklayınız.
İdil Bulgar Devleti’nde tarih ve edebiyat alanında da kitapların yazıldığı bilinmektedir. Tanınmış tarihçilerin başında aynı zamanda Bulgar şehrinin kadısı olan Yakub b. Nugman gelmektedir. Maalesef Ebû Hâmid el-Gırnâtî’nin kendi eserinde atıf yaptığı İbn Nugman’ın Tarih-i Bulgar adlı eseri günümüze kadar ulaşmamıştır. İdil Bulgar Devleti’ndeki ilim adamlarının eserlerinin ekseriyetini Arapça kaleme aldıkları anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Bulgarların dili hakkında en fazla malûmatı veren Kâşgarlı Mahmud, onların konuştukları Bulgarca’nın ve yine İdil Bulgar Devleti sınırları içeirisinde yer alan Suvar adlı boyun konuştuğu Suvarca’nın, kısaltılmış Türkçe olduğunu, kelimelerin sonlarının kesildiğini yazmaktadır. Günümüze ulaşan Bulgarlı şairin Kıssa-i Yusuf adlı manzumesi (1233) Bulgar-Kıpçak lehçesiyle kaleme alınmıştır. Yine Bulgarlardan günümüze ulaşan mezar kitabelerinin çoğu kûfi yazıyla İdil Bulgar Türkçesiyle yazılmıştır.