Din ve Toplum Dersi 6. Ünite Özet
Toplumsal Yapı, Değişim Ve Tabakalaşma Bağlamında Din
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Toplumsal Tabakalaşmaya Genel Bakış
Toplumsal Yapı, Toplumsal Değişim ve Toplumsal Tabakalaşma
Toplumsal yapı, toplumun temeli kabul edilen bireyin toplumsal faaliyetlerine şekil veren veya birey tarafından şekillenmesini sağlayan toplumsal düzenlemelerdir. Toplumsal yapıya şekil veren birçok unsur vardır; Örgütlü oluşumlar veya normatif bileşenler, statüler, toplumsal sınıflar, roller, kültür ve ahlak gibi. Toplumsal farklılıklar bireyin doğumu ile başlar bir anlamda bireyin devir aldığı bir miras gibidir. Birey içerisinde bulunduğu toplumsal sınıf ya da statüye göre, içinde bulunduğu ahlaki ve kültürel değerler ile şekillenir ve kendisine toplumsal bir kimlik ve rol edinir. Yani toplumsal yapı, toplumda geçerli olan ekonomik, hukuki, siyasi ve kültürel sistemlerden, aile ve dinî gruplar gibi birçok birleşenin yer aldığı toplumsal şekillenmeye verilen addır.
Toplumsal değişim ise toplumsal yapının zaman içerisindeki değişimini ifade eder. Toplumsal değişimi anlamak ve kavrayabilmek için kullanılan teoriler ise sosyal bilimcinin bakış açısına veya kullandığı yönteme göre değişebilmektedir. Bazı sosyal bilimciler toplumsal değişimleri ilerleme olarak algılarken kimi de toplumsal yapı içindeki özellikle çatışmacı unsurların birbirleriyle etkileşimlerinden doğan diyalektik bir yöntemle toplumsal değişme ve dönüşümü izah etmeye çalışmaktadır. Toplumda yaşanan değişimleri paradigmatik bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışan sosyal bilimcilerde vardır. Paradigma , bir örüntü ya da model anlamına gelir. Asıl anlamına bilim tarihçisi Thomas S. Kuhn’un çalışmalarında kavuşmuştur. Buna göre bir paradigma, uzun dönemli bir modeldir. Bir bakış açısını, bir kavrayış ve anlayış biçimini içerir. Bir modelde anlaşılmaz ya da kavranılmaz unsurlar çoğaldıkça o model etkisini yitirir ve yerine uzun dönemli tecrübe ve anlayışları kapsayan yeni bir model olarak yeni bir paradigma alır.
Toplumsal tabakalaşma, toplumdaki değişik katmanlar arasındaki ilişkilerin tasnif edilmesini içerir. Toplumsal yapı olmadan, toplumsal tabakalaşmadan söz etmek mümkün değildir. Toplumsal tabakalaşma, toplumsal yapı içerisindeki eşitsiz ilişkileri inceler.
Klasik Tabakalaşma Teorileri
Sosyoloji geleneğinde, toplumsal tabakalaşma ve farklılaşmayı inceleyen iki önemli sosyal bilimci Karl Marx ile Max Weber olmuştur. Tezleri birbirleriyle çakışsa da bütün toplumlarda var olduğuna inanılan toplumsal tabakalaşmaların incelenmesi için bir başlangıç olmuştur. Marx toplumsal yapıyı üretim ve mübadele ilişkileri olarak çözümler. Bir toplumsa üretim ilişkilerinin niteliği o toplumun yapısını belirlediği gibi, toplumsal tabakalaşmayı oluşturan yapısal farklılaşmaları da belirler. Örneğin, feodalizm de toplumsal tabakalaşma köylüler ve imtiyazlı kesimler arasındaki çatışmacı niteliklerden oluşurken kapitalizm de ise emek gücünü kullanan işçiler ile üretim araçlarına sahip olan burjuva arasında bir toplumsal tabakalaşma gerçekleşir. Marx’a göre sadece üretim ilişkileri değil toplumsal yapının bütünü, sınıf temelli toplumsal tabakalaşmanın doğurduğu ilişkiler temelinde bir sınıfın aleyhine, sömürülmesi ve diğer sınıfın lehine sömürmesi şeklinde gerçekleşir. Marx’ın bu toplumsal yapıda sadece iki sınıf olmadığını bu iki sınıf içerisinden bulunsa da onlardan farklı özellikler sergileyen farklı sınıf davranışlarından da bahsetmek mümkündür. Marx’ın toplumsal tabakalaşma teorisinin en önemli ayaklarından birisini, toplumsal yapıdaki sınıfsal temelli farklılaşmasının toplumun iç çelişkilerini arttıracağı ve dolayısı ile bu çelişkiler ile eşitsiz bir toplumsan eşitlikçi bir topluma doğru bir geçişin yaşanacağı düşüncesi oluşturur. Marx’tan birçok açıdan etkilenen Weber teorilerini tamamıyla ondan farklı şekilde oluşturmuştur. Weber, toplumsal yapıdaki ekonomik ilişkilerin önemini reddetmemekle birlikte, toplumsal tabakalaşmayı oluşturan unsurların ekonomik ilişkiler dışındaki ilişkilerle de biçimlendiğini öne sürer. Weber’in Marxist anlayıştan ayrıştığı en önemli nokta sadece sınıfı farklı ve çatışmacı olmayan bir şekilde tanımlaması değil, bu tanımlamayı genişletirken toplumsal tabakalaşmanın alanını da yaymasıdır. Weber bunun dışında iki iktidar tarzı daha tanımlar. Bunlardan birincisi toplumsal iktidar yani sosyal statünün veya saygının beraberinde getirdiği bir ilişkidir. İkincisi siyasal hâkimiyet yani, siyasal iktidarı elinde bulunduranların veya onları etkileme gücü nüfuzu bulunanların oluşturduğu hâkimiyettir. Klasik toplumsal tabakalaşma içerisinde değerlendirilmese de Emile Durkheim’in toplumsal iş bölümü yaklaşımından söz etmek gerekir. Emile Durkheim, klasik sosyolojinin Marx ve Weber ile birlikte üçüncü büyük ismi olmasına ve toplumsal yapı konusunda belirli bir görüş ortaya koymasına rağmen, toplumsal değişme ve en önemlisi de toplumsal tabakalaşma konusuyla doğrudan ilgili bir tez ortaya koymamıştır. Durkheim’in toplumsal yapısı Marx ve Weber gibi değil, belirli normlar ve ahlaki manzumeler etrafında şekillenen toplum fikri, bunların hepsini de aşar. Durkheim’e göre din toplumu kavramanın en önemli aracıdır. Ekonomik çıkarlara dönük eğilimler de dayanışma duygusunun olmadığı, toplumu anarşiye ya da anomiye sürükler . Yani, temelde bireyin arzu ve çıkarları ile bunları gerçekleştirmek mekanizmalarının tıkandığı durumlarda bireyde yaşanan düzensizliği ifade etse de toplumun problemlerini aşamadığı ve bunları düzenleyerek, bireyler bu düzen içinde tutamadığı durumlara sürükleyebilecek bir ortamın bulunduğu durumlarda Durkheim, bunun ahlaki normlar ya da siyasi kararlarla oluşturulması gerektiği fikrindedir. Özellikle dinî ritüeller de bulduğu kutsallık halesini bütün bir topluma şamil kılmasının nedeni budur. Dinî törenlerde sınıf, ayrım, çıkar olmadan aynı yöneldiğimiz gibi bunun toplum içerisinde de yapılabileceğini savunmuştur. Durkheim’da da bir toplumsal farklılaşma anlayışı bulunmaktadır. Bu anlamda Durkheim toplumsal eşitsizleri ve tabakalaşmayı bir anlamda kabul eder. Ancak toplumsal yapının değişiminde veya dönüşümünde, bunların önemini kabul etmez. Yani Durkheim’e göre toplumsal yapının değişmesi, ahlaki, normatif veya siyasal reformlarla mümkündür.
Dinin Toplumsal Tabakalaşmaya Etkileri
Toplumda dinden kaynaklanan farklılaşmaları ve tabakalaşmaları din ekseninde açıklamak sosyal bilimler mantığı çerçevesinde mümkün değildir. Bu eşitsizliklerin adaletsizliklerin kaynağı toplumsal, kültürel veya ekonomik ise onları bu çerçeveler içinde çözümlemek anlamlıdır. Dinin toplumdaki mevcut eşitsizlikleri ve farklılaşmaları meşrulaştırma tarzlarına dair gösterilen en yetkin örnek, kast sistemidir.
Kast Sistemi ve İnanç
Daha çok Hindistan bölgesinde yer alan bir sistemdir. Hindistan’da yaşanan biçimi ile kast sistemi bir inanç sitemidir. Farklı kastlarda yaşayan kişilerin sadece hiyerarşik düzendeki yerleri değil, bütün bir hayat tarzları ve inançları önceden belirlenmiştir. Kastlar arasında inançlar arasında değişiklik yaşanabilirken, toplumsal olarak bu mümkün değildir. Kast sistemine anlam veren Hinduizm’dir. Hinduizm , Hint alt kıtasında değişik geleneklerin ortak adı olarak oluşturulan ve İslam ile Hıristiyanlıktan sonra dünya üzerinde birçok takipçisi olan bir dindir. Tek bir formu veya kurucusu yoktur. Milattan önce var olan değişik geleneklerin dönüşmesiyle oluştuğu sanılır. Günümüzde de çeşitli formlarıyla devam eden bu geleneklerin hepsine birden Hinduizm adı verilmesi 19. Yüzyılda gerçekleşmiştir. Janizm, Budizm ve Sihizm bu geleneklerin en bilinenlerindendir. Bu sistemi ifade etmek için Varna ve jati en çok kullanılan kelimelerdir. Varna, sınıf, tabaka anlamında, jati her bir tabakadaki alt katmanları ifade etmede kullanılır. Brabmanlar, kişatriyala, vaişyalar, sudralar sınıfı olarak dörde ayrılır. Brahmanlar kutsal metinleri öğrenmek ile yükümlü iken kişatriyalar toplumun politik katmanını oluştururlar. Vaişyalar ise sadece toplumdaki üretim mekanizmalarını yürütmekle yükümlüdürler bunun yanında Hint kültürünün yayılmasında büyük payları vardır. Sudralar ise toplumda hiçbir yeri olmayan, mesleksiz kişilerdir. Bu dört Varna dışında bir de dokunulmaz denilen paryalar vardır. Toplumun bütün pis ve kötü işlerini yapmakla yükümlüdürler aslında bir Varna oluşturmamaktadırlar. Yani kast sistemi toplumu çeşitli katmanlara ayıran bir sistemdir. Hangi katmanda yer alacağın doğuştan bellidir. Kast sisteminin kabul görmesi kutsal denilen kaynaklardan geliyor olması ve ruh göçü adı verilen reenkarnasyona olan inançtan gelmektedir. Kişi üzerine düşen görevleri yapmaz ve jatisine uygun davranmazsa bir sonraki yaşamında cezalandırılarak daha alt bir kastta doğacağına inanılır. Varnalar ve jatiler arasındaki ilişkiyi düzenleyen en uygun iki araç kirlilik ve mesafe kavramlarıdır. Kirlilik, konusunda çalışmalar yapan en yetkin antropologlardan Mary Dougles ‘saflık ve tehlike’ adlı kitabında kirlilik kavramının bir yandan sembolik anlamlarıyla ve diğer yandan da statü iddialarıyla birlikte işlendiğini yetkin bir biçimde gösterir. Ona göre kirlilik toplumsal hayatta doğrudan alakalı olan ritüel anlamı haiz bir uygulama olduğunu belirtir. Dougles’ın çalışmasının en dikkat çekici yönü ise batılı ve özellikle Protestan anlayışların, kendi toplumlarını akılcı ve başka toplumlarını da tuhaf ritüeller ve inançlardan oluşan bir toplum olarak göstermesinin tamamıyla ırkçı bir yaklaşım olduğunu savunmasıdır. Ona göre kirlilik ilkel ve modern toplumlarda aynı işlevlere sahip olan temizlik ve arınma işlemlerinin sembolik göstergesidir. Örneğin, bir brahman kendinden alt bir kişinin yaptığı yemeği yerse bu temizlenme ritüelini gerçekleştirmek zorundadır. Kirlilik sadece yeme içme konusunda değildir. Kişinin mesleki olarak yapması gereken işler de girer. Evlilik ilişkileri de bu kural çerçevesindedir. Alt jatiden biri üst jatiden birisi ile evlenemez. Kastların amacı kuralların ihlal edilmemesini ve edilirse verilen cezaları kapsar. Mesafe kavramı ise hayatın kirlilik ve onun doğurduğu sistemin bir neticesidir. Varnalar ve jatiler arasındaki hayat tarzı olarak uzaklığı ifade eder. Aynı jatide bulunanlar aynı sokakta hatta aynı mahallede yaşarlar bu yüzden katmanlar arasında sadece hiyerarşik değil fiziki bir mesafede oluşur. Kast sistemi modern ortama kendisini uyarlasa da özellikle modern şartlarla uyuşmayan bazı kurallarda iyileştirmelere gidildiği de görülmektedir.
Dinî Grupların Seküler Tabakalaşması
Dinin toplumsal tabakalaşma üzerinde etkisi vardır. Batı’da seküler toplumlarda bile dinin tabakalaşmaya etkilerini gözlemleyebiliriz. Bir yandan da aynı toplumsal mekânda, dinî gruplarda toplumsal tabakalaşmaya katkı sunabilmektedir. Dinin meşru hale getirildiği kast sisteminin bir benzeri Hollanda’da sütunlaşma olarak görülmektedir. Farklı hayat tarzlarının kabulüne dayalı geniş bir uzlaşma olarak tanımlanır. Bu konuda birçok sosyal bilimci çalışma yapmış ve başlangıcının 19. Yüzyılın sonlarına kadar uzandığı saptanmıştır. Aslında Hollanda’nın bölünmüşlüğüne karşı bir önlem olarak geliştirdiği bir fikirdir. Sütunlaşmanın şekillenmesinde, özellikle sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni toplum katmanlarının da devreye girmesi rol oynamıştır. Amaç sanayileşen toplum katmanları arasındaki esnafı korumaktır. Hollanda’da dört sütun bulunur ve hepsinin ayrı kurumları ve hakları bulunmaktadır. Bunlar; Katolikler, Protestanlar, liberaller, sosyalistler ve sosyal demokratlardır. Her bir sürunuh kurum ve kuruluşların ayrı ayrı olması birbirlerini rahatsız etmeden ülkede yaşayabilmelerini mümkün kılmaktadır. Göçmenlerle birlikte toplumsal yapıda değişmeler olmuştur. Müslümanların bir sütun oluşturması fikri karşısında oluşan tepkiler falaydı. Bu yüzden Müslümanlar dışındaki diğer sütunlar tek bir sütun olarak görülüyordu. Fakat Müslümanların kendi sütunlarını kurmalarına izin verilmemesi onlar üzerindeki siyasi kontrolünde sağlanmasının güçleşeceği de başka bir gerçekti. Fakat Müslümanların kendi sütunlarını oluşturabilmeleri için bir sütun açılmadı. Bunun sebeplerinden bir tanesi Batı’da gelişen islamofobi, yani İslam korkusu. Müslümanlar karşısında toplum kendisini bütüncül bir kimlik arayışına sokmakta ve seküler bir toplumda din î kimlikler ve değerler ağırlık kazanmaya başlamaktadır. Dinin seküler bir toplumda bile toplumsal tabakalaşmaya olan etkileri yadsınamaz durumdadır. Çünkü dinin toplumsal tabakalaşma üzerindeki etkisi seküler bir ortamda dahi yapıcı bir etki oluşturabileceğini göstermektedir.
Tabakalaşma ve Din İçi Hiyerarşiler
Sosyolojinin genel toplum çözümlerinde genellikle tali bir yer verilen dinin, aslında toplumdaki etkinliğine değinilecek.
Din Sosyolojisi Açısından Tabakalaşma
Dinin başlangıçta içinde doğduğu toplumsal çevrenin kültürel etkisini taşıdığı iddiaları mevcuttur. Din zaten bir anlamda tabakalaşma içeren bir toplumsal yapı içinde doğmuş olarak kabul edilir. Din toplumsal yapıda muhtevasını ve mesajını bir şekilde sunabilecek mekanizmalar bulabilmekte ve bunu toplumsal katmanlara ulaştırabilmektedir. Özellikle Batı’da post-seküler denilen günümüz dünyasında din, bütün bir toplumu ya kurumsal veya simgesel olarak alakadar etmeyi sürdürmektedir. Dinin alakasında ise toplumsal tabakalaşmanın belirli unsurları değil, bütün bir toplum dikkate alınmaktadır. Dinin bu özelliğini sosyolojik olarak fark eden klasik sosyologlardan birisi Max Weber’dir. Weber’e göre, bir toplumdaki ekonomik veya siyasal etkiler dinî muhtevadan; o dinin kaynaklarından amaç ve vaatlerinden ayrı olarak çözümlemek olası değildir. Toplumsal tabakalaşma ile din arasındaki ilişkiyi incelerken özellikle mesajı evrensel olan dinlerin sınıfsal veya statüye bağlı; farklı toplumsal ekonomik veya kültürel gruplar arasında farklılık gözeten bir uygulamaya girmediklerini; ‘evrensel’ olma özelliklerini koruyarak bütün toplum kesimlerine hitap etme kapasitesine sahip olduklarını tespit etmek gerek. Din sosyolojisi açısından toplumsal tabakalaşma iki şekilde kavranmaktadır. Birincisi, dinin kendisinden bizzat kaynaklanmayan, toplumda zaten var olan tabakalaşma tarzlarıdır. İkincisi, bizatihi dinin kendisini yapılandırmasından kaynaklanan ve toplumsal alanda da belirli bir anlamı ve değeri olan tabakalaşmadır.
Her dinin bir mesajı vardır ve grupları bu grupların da muhatapları bulunur, mesajları bu gruplara iletmek için bir mekanizma gerekir. Bu mekanizmaların bir kısmı, dinin ortaya çıkışı esnasında teşekkül eder. Bir kısmı ise ihtiyaca binaen sonradan oluşur. Dinin doğal muhatabı olan kitlelerin genişliği ve büyüklüğü göz önüne alındığında dinin ibadetlerini, ayinlerini ve ritüellerin nasıl uygulanacağı sorusu ortaya çıkmıştır. Bu durum din içerisinde farklı bir gruplaşmayı ortaya çıkartmıştır. Örneğin Hıristiyanlıkta ruhban sınıfı , yani din adamlığını meslek edinen, dinî örgütlenmenin hiyerarşisinde yer alan kişilerin oluşturduğu gruptur. Kelimeni aslı Arapça ve rakiplerin çoğuludur. Rahipliğin bulunduğu Budizm gibi dinler için de kullanılsa da asıl anlamını Hıristiyan kiliselerinin hiyerarşik örgütlenmesinde yer alan rahiplik mesleğinden alır. Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfı, roformist bazı kiliseler hariç, erkeklere özgü olan, belirli kıyafetler giyip kendilerini toplumdan ayrıştıran, dinî törenleri yönetme ve dinî metinleri yorumlama hakkı bulunan hayatı boyunca da bu meslekten ayrılmayan kişiler tarafından oluşturulan bir gruptur. Vaaz ve öğütlerde dinin vaadinin topluma ulaştırılma ihtiyacı ile ortaya çıkmıştır bunun yanında tarikatlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Özellikle İslam toplumlarının tabakalaşmasında tarikatlar önemli rol oynamıştır. Bunun dışında, toplumsal değişimle birlikte dinî uygulamalarda düzenleme yapılma ihtiyacı duyulmuştur. Bu değişim her dinde farklı olsa da din içi gruplarda dinî yorumlama ve yenileme meselesi gündeme gelmiştir. Kısacası dinlerin toplumsal değişime olan etkileri olduğu açıkça ortadadır. Din toplumsal yapının bir parçasıdır.
Din İçi Farklılaşmalar ve Hiyerarşik Yapılar
Her din kendi içerisinde bir toplumsal tabakalaşma barındırır. İslamiyet’te mümin, kafir, müşrik, Emeviler’de mevali, memluki gibi ifadeler tabakalaşmayı göstermektedir. Yahudilik’te inananlar ve inanmayanlar ayrımı baştan vardır. İnanmayanlara gentile, goy ve nokhri denilmiştir. Daha önceki dönemlerde ger toshav denilmekteymiş. Hıristiyanlıkta ise inanmayanlar için pagan ifadesi kullanılmıştır. Din içerisindeki bu tür ayrımlar modern önceki zamanlarda toplumsal tabakalaşma için önem taşısa de sekülerleşmiş dünyada da kimi zaman farklı boyutlarda karşımıza çıkmaktadır.
Din içi tabakalaşma ve faklılıklarda bulunmaktadır. Örneğin, yüzyıllarca diaspora da yaşamak zorunda kalan Yahudilikte özellikle Orta Avrupa ve etrafında yaşayan Yahudilere veya bunların soyundan gelenlere eşkenazi denilirdi. Bunların kendilerine özgü inançları vardır. Hatta İbraniceyi bile kendilerine göre şekillendirdikleri bir dil ile konuşurlardı buna yediş denilirdi. Yahudilik içerisinde farklı sebeplerden dolayı oluşan farklı mezheplerde bulunmaktadır. Laikler, Ortodokslar ve Hasidikler gibi. Laikler, Yahudi soyundan oldukları için Yahudi sayılan fakat dinî kurallara pek itibar etmeyen kimselerdir. Ortodokslar kendi aralarında da belli bölümlere ayrılmışlardır, modern Ortodoks ve harediler gibi. Modern Ortodokslar normal Ortodokslar kadar dinin sıkı takip edilmesi gerektiğine inanıp daha modern ve laik durumlarda da taviz verilebileceğine inanmaktadırlar Hasidikler yani ultra Ortodokslar Yahudiliği uç seviyede yaşayanlardır. Yahudilikteki mistik inançların hulasasını teşkil eden Kabala öğretilerini izleyenlerdir. Kabala , Yahudilikte ezoterik bir düşünce ve disiplin yöntemidir. Mistik hallerle uğraşır ve bunları belirli bir yöntem dâhilinde uygulanmasından oluşur. Tevrat’ın ve Yahudilikteki diğer dinî kaynakların batini anlamları yanında Yahudilikteki öğretilerin anlamlarını ezoterik olarak açıklar. Günümüzde Yahudilik harici bazı nevzuhur mezhepler tarafından da kullanılmaktadır. İster modern öncesi isterse de modern dönem dinî ya da laik Yahudi filozofları da bir hayli etkileyen bir durumdur.
Kilise din içi hiyerarşinin ve mezheplerin odak noktasıdır. Hıristiyanlık içindeki mezhepler kilise bölünmelerinden doğan farklılıklardan dolayı ortaya çıkmıştır. Hıristiyanlar içerisindeki en büyük kiliseyi Katolik kilisesi oluşturur. İsa’nın havarilerinden biri olan Petrus tarafından kurulmuştur. İsa’yı hem insan hem de Tanrı tabiatlı kabul ederler. Kilise başında yanılmaz olarak kabul edilen papa bulunur. Ortodoks Kilisenin merkezi İstanbul’daki Fener-r Patrikhanesidir. Ortodoks kilisesinin başında başpiskopos bulunur. Devlete bağlı bir kilisedir. Protestan Kilisesi ise reform bir kilisedir. Herhangi ruhani bir özelliği yoktur. Kilisede herhangi bir hiyerarşi yoktur. Dinî hayatlarını bireysel düzeyde yaşayabileceklerine inanmaktadırlar. Kendi aralarında Lutherci ve Kalvinist Protestan kilisesi sayılmasalar da onlarla bezerlik taşımaları nedeni ile Anglikan Kilisesi biçiminde bir farklılaşmaya gidilmiştir. Kalvinistler tamamen kitabidirler putlara karşı olduklarından kilisede herhangi bir görsel resme ya da şekle yer vermezler. Luthercilik ise kendisini seküler krallıklara bağlamış ve birçok kuzey Avrupa ülkesinde devlet kilisesi olarak işlev göstermeye başlamıştır. Papazların evlenmelerine müsaade edilir ve kadınların da papaz olabileceğini onaylarlar. İslam’da böyle bir oluşum yoktur. İslam’da üç farklı mezhep ortaya çıkmıştır. Bu mezheplerin ortaya çıkmasını ilk nedeni siyasi ve temeldeki liderlik konusundaki farklılıklardan doğmuştur. İslam’da tarih boyunca Murcie, Mutezile, Cebriye, Kaderiye gibi farklı mezhepler ortaya çıkmıştır. Mezheplerin ortaya çıkmasındaki diğer neden ise ibadete dayalı farklılaşmalardan doğan fıhki mezheplerdir. Ehli Sünnet kategorisinde yer alan Hanefilik, Şafilik, Malikilik ve Hanbelîlik ile Cefarilik ve benzeri mezheplerdir. Bu mezheplerde ibadetin farklılıkları ön plandadır.
İslam gibi diğer dinlerde de ortaya çıkan tarikatlar özellikle modern öncesi dönemde, de toplumda önemli dinî tabakalaşma örnekleri sergilemişlerdir. Toplumsal tabakalaşmaya etkileri daha çok toplumsal nedenlerden ötürüdür. Tarikatların toplum üzerindeki etkisinden dolayı sosyolojik bir oluşum olarak ta görülürler. Yahudilikte ve İslam’da kimi dönemlerde Mesihçi ya da Mehdici oluşumlar ortaya çıkmıştır. Bu oluşumlar mevcut nizamdan hoşnutsuz olan, nu nizamın yeni ve adil bir nizamla değiştirilmesini ön gören topluluklardır. Geçmişte hayli etkili olan bu hareketlerin nüfuz sahası modern dönemde giderek azalmakla birlikte kimi devrimci beklentilerde ve seküler ideolojilerde varlığını sürdürmektedir. Dinlerde yaşanan reform ya da tecdit hareketleri, bu dönüşümü sağlamanın vasıtaları olarak telakki edilmelidir. Bu hareketler kimi zaman başarısız kalsa da din sadece kendi içindeki hiyerarşik unsurlar açısından değil toplumsal hayat için kurumsal ve ya sembolik etkisi ile hala etkili ve dönüştürücü bir güçtür.