Din ve Toplum Dersi 2. Ünite Özet
Din Ve Siyaset
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Dinlerin Siyasi Yorumu
Genel olarak bir ahlak öğretisi vazeden dinler, koşullara bağlı olarak siyasi yorumları ortaya çıkarmıştır. Bu durum Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç baskın din için de geçerlidir. Bu dinler zaman içerisinde dinî öğretilerinin yanında siyasi bir içerik kazanmıştır.
Hristiyanlıkta Tanrı Devleti Anlayışının Gelişimi
Yeni Ahit (İncil) dinle devlet işlerinin birbirine karıştırılmadığı bir yönetim anlayışı vazetmiş ve dünyevi otoriteye itaati sıkı bir şekilde tembih etmiştir. İncil’de geçen bir ayete göre yöneticiler Tanrı’nın yeryüzünde görevlendirdiği kişiler olduğundan yönetime karşı direnen Tanrı’ya karşı direnmiş olur.
İncil’deki bazı ayetlerin işaret ettiği gibi Hristiyanlıkta dinle devlet işleri birbirinden ayrılmış ve yönetime mutlak olarak itaat etmenin gerekliliği vurgulanmıştır. Fakat zaman içerisinde Hristiyanlığın siyasi bir yorumu gelişmiş ve Aziz Augustine, Aziz Ambrose ve Aziz Gregory gibi Kilise Babaları iki kılıç doktrinini geliştirerek kiliseye itaati, devlete itaatin üzerine çıkarmışlardır. Aziz Augustine İncil’de ifade edilen yönetime mutlak itaati tersine çevirmiş ve insanın aynı anda iki otoriteye – seküler devlet otoritesi ve Tanrı devleti otoritesi – bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Seküler devletin meşruiyetinin Tanrı devleti otoritesi yani kiliseye itaat etmesine bağlı olduğunu söyleyen bu düşünce Orta Çağ boyunca kilise – devlet ilişkisini belirleyen ana çerçeve olmuştur. Bu durum ulus devlet ve Protestanlığın ortaya çıktığı 15 ve 16. yüzyıllara kadar devam etmiştir.
İslam’da Yönetim ve Hilafet Sistemi
İslamiyet’in yönetimle ilgili yaşadığı deneyimler Hristiyanlığın yaşadığı deneyimden farklıdır.
Kur’an’da belirli bir yönetim şekli ifade edilmemiş, bunun yerine yönetime ilişkin bir takım prensipler ortaya konulmuştur. Bu prensipler
- adalet
- istişare
- liyakat
- hakkaniyet
gibi ilkeleri içermektedir.
İncil’de kim olursa olsun yöneticilere itaat edilmesi önerilirken Kur’an’da Müslümanlara kendilerinden olan yöneticilere itaat etmeleri önerilmiştir.
Kur’an’da belirli bir yönetim biçimi dayatılmadığı için yönetim biçimi dönemin koşullarına göre belirlenmiştir. Bu süreç Medine Vesikası olarak bilinen bir sözleşmeyle başlamıştır. Müslümanların ilk anayasası olarak kabul edilen bu sözleşme Hz. Muhammed’in Medine’ye göçünden sonra Medine’de yaşayan Müslümanlarla orada yaşayan Yahudiler arasında imzalanmıştır.
Hz. Muhammed’in vefatından sonra İslam tarihinde Dört Halife dönemi, bu dönemden sonra ise saltanat yönetimi başlamıştır.
Ulus Devlet Düşüncesi ve Din
Orta Çağ boyunca Avrupa’daki en büyük merkez olan Katolik Kilise Avrupa’daki devletlerin üzerindeydi. Feodalizm de kilisenin devletler üzerindeki otoritesini kolaylaştırmıştı. Dinî aristokrasi ve feodal sistemin toprak aristokrasisi Orta Çağ’da devletlerin gücünü sınırlandırmıştı.
Ulus devlet düşüncesi devletlerin güçlü bir siyasi otorite etrafında birleşmesi fikriyle 15. ve 16. yüzyıllarda ortaya çıkmıştır.
Bu yüzyıllarda ortaya çıkan Rönesans, Reform, aydınlanma hareketi ve yeni ticaret burjuvazisi güçlü merkezi bir yönetime ihtiyaç duymuştur. Dinde reform yanlıları da geçerli bir takım sebeplerden dolayı devlet otoritesine sığınmak zorunda kalmışlardı.
Katolik Kilise’sinin dinî reform düşüncesine karşı gösterdiği sert tepki sonucu yıllarca devam eden ve Protestanların katliamı ile sonuçlanan olaylar yaşanmıştır.
Protestanlık ve Ulus Devlet
Protestanlık 16. yüzyılda geniş bir servete sahip ve lüks içinde yaşayan Roma Katolik Kilise’ sine karşı başkaldıran dinde reform hareketidir. Başta Almanya, İngiltere, Fransa, İsviçre, Norveç ve Danimarka gibi ülkelerde Roma Katolik Kilise’ sinin lüks yaşamı ve Roma’ya vergi transferi Protestanlar tarafından sorgulanmaya başlanmış ve siyasi bir dinî anlayış geliştiren Protestanlık ortaya çıkmıştır.
Protestan hareketin öncüleri arasında Martin Luther ve Jean Calvin sayılabilir.
Protestanlık ulus devletin gelişmesini kolaylaştırarak Avrupa’ya önemli bir katkıda bulunmuştur. Protestanlar, Roma Katolik Kilisesi ile olan bağlarını kopararak her ulusun kendi ulusal kilisesini kurması gerektiğini savunmuş ve yöneticileri yücelterek ulusların nihai otoritesi haline gelmelerini sağlamışlardır.
İslam Dünyasında Din ve Ulus Devlet
16. yüzyılda Avrupa’da ulus devlet dönemi yaşanırken, bu dönemde İslam dünyasındaki tek güç merkezi millet sistemine dayalı Osmanlı İmparatorluğu idi.
Din temelinde örgütlenmiş çok milletli bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda Katolikler, Ortodokslar, Protestanlar, Yahudiler ve Müslümanlar gibi farklı dinî topluluklar vardı.
Osmanlı, dinî ve milli kimlikleri barış içinde bir arada yaşatan çok kültürlü, çok dinli, çok hukuklu ve çok dilli bir model geliştirmişti. Fakat Fransız Devrimi sonrasında Avrupa’da yayılan milliyetçilik fikri 19. yüzyılda Osmanlı’da da ortaya çıkmış ve İmparatorluğun parçalanmasına neden olmuştur.
Dünyada Din ve Devlet İlişkileri: Farklı Modeller
Ayrılık İlkesine Dayalı Laik Modeller
Amerika kilise ile devlet arasındaki ayrılık modelinin tipik bir örneğidir. Amerika’daki bu laik modele göre devlet kiliseye karşı bağımsızken kilise de devlete karşı bağımsızdır. Amerikan laikliği özgürlük, eşitlik ve çeşitlilik ilkelerine göre inşa edilmiştir.
Avrupa’da Amerika’daki laiklik modeline benzeyen örnekler bulunsa da büyük ölçüde farklı laiklik modelleri de oluşmuştur.
Radikal bir laiklik anlayışına sahip olan Fransa, Amerika ile tamamen zıt bir laiklik modeline sahiptir.
Almanya, Avusturya, Belçika, Hollanda, İspanya, İtalya, İsveç ve Polonya gibi bazı Avrupa ülkeleri ise Fransa’nın aksine daha ılımlı bir laiklik anlayışı geliştirerek hem dinle devlet arasındaki ilişkiyi ayrıklık modeline göre düzenlemiş hem de işbirliği anlayışını benimsemişlerdir.
Karma Modeller
İngiltere ve Yunanistan dinle devlet ilişkilerini karma modele dayandıran ülkelerdir. İngiltere’de yazılı bir anayasa olmamasına rağmen resmi bir din vardır ve ulusal kilise olan Anglikan Kilise’ sinin resmi ve hukuki bir statüsü vardır.
Yunanistan ne tam laik ne de tam teokratik bir ülkedir. Doğu Ortodoks Kilisesi Yunan resmi kilisesidir.
Bir Karma Model Olarak Türkiye’de Laik Sistem
Türk anayasasına göre sistem laiklik olarak tanımlanmasına rağmen devlet 1924 yılında kurulmuş olan ve Başbakanlığa bağlı olarak çalışan Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla dini kontrolü altına almış ve dinî hizmetleri üstlenmiştir.
Türkiye’de görev yapan müftüler, imamlar, vaizler ve Kur’an kursu öğretmenleri memur statüsünde devlet tarafından görevlendirilirler ve camiler Diyanet İşlerine bağlı olarak görev yaparlar. Bir başka deyişle, Türkiye kendine has bir karma laiklik modeli geliştirmiştir. Türkiye Fransa’dan sonra anayasasında kendini laik olarak tanımlayan ikinci Avrupa ülkesi olmasına rağmen din ve devlet arasına bir ayrıklık duvarı koymamıştır (Erdoğan, 2001).
Teokratik ve Yarı Teokratik Modeller
Günümüzde Vatikan ve İran tipik teokratik model ile yönetilen iki ülkedir. 1929 yılında İtalyan hükümeti ve Vatikan arasında yapılan Lateran Paktı, Vatikan’ı bağımsız bir kent devlet haline getirmiştir. Vatikan bir yandan bütün Katolikler adına Kutsal Papalığın ruhani merkeziyken aynı zamanda siyasi ve idari yapısı bulunan bir kent devlettir ve Papa, devletin yasama, yürütme ve yargı gücünün tümünü elinde tutar.
İran da ruhani liderlikle siyasal liderliği birleştiren teokratik yapıya sahip bir başka ülkedir. İran İslam Cumhuriyeti’nin yönetim yapısını İran’daki Devrim Anayasası belirlemiştir. Anayasaya göre İran’ın genel politikalarının tanımlanması ve denetiminden sorumlu olan dinî lider sistemin en tepe noktasındadır. Dinsel otoritenin altında seçimler yoluyla belirlenen ve Devlet Başkanı olarak adlandırılan yöneticiler bulunur. Devlet Başkanları genel oyla dört yıllığına halk tarafından seçilir.
İslam dünyasında teokratik model ile yönetilen tek ülke İran’dır. Şeriat hukukunun uygulandığı Suudi Arabistan, Yemen, Malezya ve Pakistan gibi ülkelerde yöneticilerin ruhani bir kimliği olmadığı için bu ülkeler yarı teokratik ülkeler olarak tanımlanır.
Küresel Dünyada Dinin Siyasal Boyutları
Dinde radikalizm (fundamentalizm) yani dinin aslına dönmeyi savunan yaklaşım önemli bir sorun olarak değişik toplumları ilgilendirmektedir.
Bir başka akım ise merkezi Amerika’da bulunan Yeniden Doğuşçulardır. Kıyamete doğru yaşanan ıstırapları çekmemeleri için Tanrı’nın kendilerini kendi katına çıkaracağına ve İsa yeryüzüne inip Tanrısal bir krallık kurduktan sonra tekrar yeryüzüne ineceklerine inananların oluşturduğu bir akımdır.
Yahudiler arasından çıkan Siyonist gruplar da Tevrat’ta Yahudilere vadedilen topraklarda bir Yahudi devleti kurmayı amaçlamaktadırlar.
Din Temelli Şiddet ve Terörizm Sorunu
Radikal dinî gruplar bazı ortak özelliklere sahiptir:
- Tüm radikal gruplar mutlak ve tek bir hakikate inanırlar.
- Tüm radikal gruplar kendi hakikatlerine karşı çıkan bir grubun olduğuna inanırlar.
- Tüm radikal gruplar kendi inançlarını değişik araçlar kullanarak yaymaya çalışırlar.
Bu radikal gruplar her türlü kültürel, ekonomik ve siyasal araçları amaçları için kullanırlar ve kimi zamanda şiddete başvurmaktan çekinmezler. Bunun en tipik örneklerinden biri El Kaide terör örgütüdür.
Sömürgecilik Karşıtı Dinî Direnişler
Sömürgecilik karşıtı dinî direnişlerin örneklerinden biri Senusi Hareketidir. Libya ve Sudan’da gelişen bu hareket Fransız ve İtalyanlara direniş göstermiştir. Bir başka örnek ise İngilizler ‘in Mısır’ı işgaline karşı çıkan Müslüman Kardeşler hareketidir.