Türkiye´de Sosyoloji Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
1980-2000 Döneminde Türkiye’De Sosyoloji
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
1980 sonrasında Türkiye’ye dayatılan politikaların özünde hangi gerçek yatmaktadır?
1980 sonrasında Türkiye’ye dayatılan politikaların özünde liberalleştirme, özelleştirme, para ve maliye politikalarında kontrol gücünün bazı uluslar-üstü kurumlara devredilmesi, yani ulus-devletin düzenleyici ve kalkınmacı misyonunun tasfiye edilmesi gerçeği yatmaktadır.
Türkiye’de 1980’lerde sistemli bir şekilde uygulanmaya başlanılan neo-liberal politikaların başlangıç noktası nedir?
24 Ocak Kararları’nı ve 12 Eylül darbesini, Türkiye’de 1980’lerde sistemli bir şekilde uygulanmaya başlanılan neo-liberal politikaların başlangıç noktası sayabiliriz.
1980 askerî darbesi sonrası sosyal bir teori olarak Marksizmin akıbeti nasıl olmuştur?
1960 askerî darbesi nasıl Türkiye’de sosyolojinin ve sosyal bilimlerin gelişim seyrinde gözle görülür bir farklılaşmaya yol açmışsa, 1980 askerî darbesi de benzer bir farklılaşmaya, kopukluk ve kesintiye yol açmıştır. Bu iki dış müdahalenin sosyolojik/toplumsal teori açısından doğurduğu sonuçlar arasındaki önemli farklardan biri, ilkinde Marksizmin sosyolojiye duhul etmesi, ikincisinde ise ihraç edilmesidir.
Türkiye’de egemen sosyoloji anlayışı Cumhuriyetin ilanından itibaren ulus-devlet, ulusallık ve yurttaşlık ekseninde gelişme gösterirken, 1990 sonrasında bunun yerine ne tür yaklaşımlar öne çıkmaya başlamıştır?
Türkiye’de egemen sosyoloji anlayışı Cumhuriyetin ilanından itibaren ulus-devlet, ulusallık ve (etnisiteyi/dinsel zümreleşmeleri dışlayan) yurttaşlık ekseninde gelişme gösterirken, özellikle 1990’lardan itibaren sosyolojide söz konusu ekseni parçalayıp altını oymaya çalışan, asimetrik toplumsal ilişkileri empoze eden, çokkültürcülüğe dayalı, ulus bütünlüğünü, Cumhuriyetin siyasal, düşünsel ve kültürel mirasını reddeden yaklaşımlar revaç bulmaya başlamıştır. Toplumsal dayanışma, birlik, bütünleşme ve gelişme perspektiflerinin yerini amorf ve parçalı toplum tasavvurları, bütüncü kavrayıştan yoksun tekil, kısmi, mikro perspektifler almıştır.
Türkiye’de 1960’lı ve 1970’li yıllar boyunca sosyolojide iktisadi kalkınma sorunları gündemin başlıca konuları arasında yer alırken, 1980’lerden itibaren ana eğilim hangi sorunlara kaymıştır?
Türkiye’de 1960’lı ve 1970’li yıllar boyunca sosyolojide iktisadi kalkınma sorunları gündemin başlıca konuları arasında yer alırken, 1980’lerden itibaren ana eğilimin siyasal-kültürel sorunlara (özellikle de laiklik, İslami yaşayış, örtünme, demokratikleşme, devlet-toplum ve din-devlet ilişkileri konularına) kaydığı görülmektedir.
1980'lerden itibaren sosyolojik araştırmalarda endüstri toplumuna özgü “üretim” ve “emek” olgularının yerine hangi olgular önem kazanmıştır?
1980'lerden itibaren sosyolojik araştırmalarda endüstri toplumuna özgü “üretim” ve “emek” olgularının yerine post-endüstriyel topluma özgü “bilişim”, “tüketim” ve “boş zaman” olguları önem kazanmıştır.
1980’lerden sonra sosyologların odaklandığı başlıca sorunlar nelerdir?
1980’lerden sonra sosyologların odaklandığı başlıca sorunlar “demokrasi”, “özgürleşme”, “sivilleşme”, “çokkültürlülük”, “küreselleşme”, “yerelleşme” vb. olmuştur.
12 Eylül askerî darbesi sonrasında solun geri çekilişinin yol açtığı boşluk ortamında öne çıkan araştırma konuları nelerdir?
12 Eylül askerî darbesi sonrasında solun geri çekilişinin yol açtığı boşluk ortamında İslam gündelik tartışmalarda ve toplumsal pratiklerde gittikçe daha fazla göz doldurmaya başlamıştır. İslam, sivil toplum, demokratikleşme ve laiklik konulu araştırmalar revaçtadır.
1980 sonrası Şerif Mardin ve Nilüfer Göle’nin hangi konulu çalışmaları entelektüel çevrelerle sınırlı kalmayarak çeşitli toplum kesitleri üzerinde de kayda değer yankılar uyandırmıştır.
Şerif Mardin ve Nilüfer Göle’nin din ile modernleşme ilişkisini sorgulayan çalışmaları entelektüel çevrelerle sınırlı kalmayarak çeşitli toplum kesitleri üzerinde de kayda değer yankılar uyandırmıştır.
1990’lı ve 2000’li yıllarda postmodern teorinin hangi yönü etnik-merkezci araştırmaları kışkırtmakta ve bu araştırmalara yön vermektedir?
Postmodern teorinin kültürel farkçı, rölativist ve çoğulcu yaklaşımı etnik-merkezci araştırmaları kışkırtmakta, bu araştırmalara yön vermektedir.
1990’lardan itibaren liberal söylem, güncel siyasete ve akademik çalışmaya nasıl damgasını vurmuştur?
Reel sosyalizmin çöküntüsü üzerine kendi meşruiyetini kuran liberal söylem, küreselleşme teorisi ve postmodernizm aracılığıyla, sadece güncel siyasete değil, akademik çalışmaya da damgasını vurmuştur.
Türk toplum düşüncesine damgasını vuran 1970’lerin toplumcu, kurtuluşçu, kitlelere seslenen, eşitlikçi ve dayanışmacı yaklaşımların yerine, 1990'lardan itibaren hangi perspektifler öne çıkmaktadır?
Türk toplum düşüncesine damgasını vuran 1970’lerin toplumcu, kurtuluşçu, kitlelere seslenen, eşitlikçi ve dayanışmacı yaklaşımları geride kalmıştır. Perspektifler giderek bireyci, tikelci, farkçı ve rekabetçi özellikler sergilemektedir.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle ideolojik kutuplaşmalar konusunda belirginleşmeye başlayan görüş nedir?
Soğuk Savaşın sona ermesiyle ideolojik kutuplaşmaların da miadını doldurduğu görüşü belirginleşmeye başlamıştır. Daha önce kıyasıya çatışan farklı cephelerden aydınlar ortak zeminlerde buluşmaktadırlar. Müslüman ve Marksist, liberal ve milliyetçi-muhafazakâr aydınlar arasındaki ayrımlar silinmeye yüz tutmuştur; aynı zeminlerde bir araya gelmekteler ve resmi otoritenin hegemonyasının kırılması noktasında uzlaşma sergilemektedirler.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle ideolojik kutuplaşmaların ortadan kalkmaya başladığı zeminde melezleşmenin asli öğeleri haline gelen değerler nelerdir?
Bu zemin üzerinde “demokrasi”, “çoğulculuk” ve “sivil toplumun yüceltilmesi” gibi “yükselen değerler” melezleşmenin asli öğeleri haline gelmiştir.
"Melezleşme" konusunda 2000'li yıllarda ortaya çıkan tablo nedir?
2000’li yıllar, küreselleşmenin vaatlerinin umulan doğrultuda gerçekleşmediğini, toplumsal ve toplumlar arası düzeyde farklı çıkarların ortaklaşıp melezleşmediğini, aksine farklılaşma ve eşitsizliklerin görülmemiş biçimde serpilip güçlendiğini ortaya koymuştur. Bu durumda küreselleşmenin melezlik söylemi de inandırıcılık gücünü yitirecektir.
Sosyolojideki modernleşme literatürünün bakış açısını tersine çeviren, modernleşmenin tek tip olmadığını, çoğul görüntülerle yaşantılandığı öne süren kavram nedir?
1990’larda tartışmaya sokulan güncel kavramlarından biri de “Batı-dışı modernlik” kavramıdır. Bu kavramla sosyolojideki modernleşme literatürünün bakış açısı tersine çevrilmiştir. Modernleşmenin tek tip olmadığı, çoğul görüntülerle yaşantılandığı öne sürülmektedir. Bu, modernleşmeyi daima Batı’nın tekelinde gören ve Batı’yı merkeze alan tek-tip, klasik modernleşme kuramlarına aykırı bir yaklaşımdır.
İlk basımlarının üzerinden yıllar geçmesine rağmen bazı yönlerden hala güncel ve yararlı kabul edilen “Sosyoloji ve Tarih”, “Yöntemi Bulmak”, “Türk Bireyi Kuramına Giriş” kitaplarının yazarı olan, sosyolojide tarihsel bakış açısını önemseyen, sosyoloji ile tarih arasındaki kopmaz ilişkinin ayırdında olan ve tarihsel diyalektiği metodoloji anlayışının merkezine yerleştiren sosyolog kimdir?
Doğan Ergun, hiç kuşkusuz, son dönemde Türkiye’de hâkim sosyolojik metin üretme tarzına karşı sağlam dayanakları olan bir eleştirellik barındıran tavrıyla dikkat çeken bir sosyologumuzdur. Sosyolojide tarihsel bakış açısını önemseyen, sosyoloji ile tarih arasındaki kopmaz ilişkinin ayırdında olan, tarihsel diyalektiği metodoloji anlayışının merkezine yerleştiren az sayıda sosyologdan biridir. İlk basımlarının üzerinden yıllar geçmesine rağmen “Sosyoloji ve Tarih”, “Yöntemi Bulmak”, “Türk Bireyi Kuramına Giriş” kitapları bazı yönlerden hala güncel ve yararlıdır.
İsmi 1960’ların sonlarında göze çarpmaya başlayan Baykan Sezer’in çalışmalarının en belirgin özelliği nedir?
Türk sosyoloji literatüründe Baykan Sezer’in ismi 1960’ların sonlarında göze çarpmaya başlar. Çalışmalarının en belirgin özelliği, 1950’lerin hâkim uyumcu dünya görüşlerine, Türkiye’de toplumsal düşünceye yön veren modernleşme teorilerine karşıt bir biçimde eleştirelliği ön plana çıkarmasıdır. Görüşleri büyük ölçüde 1960’ların sert ideolojik kutuplaşma ortamında biçimlenen Sezer’in yaklaşım tarzı bu dönemin sorunlarıyla yakından ilişkilidir.
Bugüne kadar Türkiye gibi Batı-dışı ülkelerde sosyologların sergiledikleri başlıca çelişki ve açmazı açıklayınız.
Bugüne kadar Türkiye gibi Batı-dışı ülkelerde sosyologların sergiledikleri başlıca çelişki ve açmaz, kendi toplumlarının Batı’dan kökten farklılığını reddederek tekçi, özcü ve evrenselci bir yaklaşımla türlü iyimser reçetelerin savunuculuğunu üstlenmiş olmalarıydı. Kendi toplumlarının Batı’dan kökten farklı olduğunu kabul eden sosyologlar ise, örtük bir aşağılık kompleksiyle kendi toplum gerçeklerine bakarken, gördükleri her şeyin iğreti ve ıslaha mecbur olduğunu düşündüler. Bu durumun nihai görüntüsü, Batı-dışı sosyologların özgün, farklı çözüm önerileri getirmekten aciz olmalarıydı. Bu nedenle uyumcu, kolaycı, “uygulamacı” ve bağımlı bir tavrın ötesine geçemeyip aralarından dünya çapında sözü dinlenir kişiler çıkaramadılar. “III. Dünya”nın, sözlerinin bir ağırlığı, değeri olmayan üçüncü sınıf sosyologları olarak kaldılar.
Batı’da sosyal teori alanında yaşanan bunalıma ve “sosyolojinin sonu” tartışmalarına karşılık Baykan Sezer’in verdiği cevap neyi ifade etmektedir?
Baykan Sezer’in Batı’da sosyal teori alanında yaşanan bunalıma ve “sosyolojinin sonu” tartışmalarına karşılık verdiği cevap yeterince uyarıcıdır: Bizim bu bunalımla, ne kaynağı ne de tezahürleri itibariyle herhangi bir ilgimizin bulunmadığını belirtmektedir. Bu cevap, kendi dünya görüşünü ve kendi toplum sorunlarını merkeze alan yerli bir sosyolojiye yönelişe ihtiyaç olduğu yönünde anlamlı bir çağrıdır.