Kültür Sosyolojisi Dersi 7. Ünite Sorularla Öğrenelim
Kültürün Toplumsal Simge Üretme Özelliği: Kalıcı Ve Dönüştürücü Öğeler
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
İletişim nedir?
İletişim kavramı, yaşamın her alanında karşımıza çıkan, herkes tarafından bilinen ancak, çok az kaynağın doyurucu biçimde tanımlayabildiği bir insan etkinliğidir. Yüz yüze konuşma, televizyon, enformasyon yayma, saç biçimi, yazınsal eleştiri, film eleştirisi, retorik analiz, tüketim pratikleri olarak çok farklı biçimlerde, disiplinlerarası bir kavram olarak ele alınabilmektedir. Tüm bu iletişim biçimleri göstergeler ve kodlar içerir.
Göstergeler nedir?
Göstergeler, kendilerinden başka bir şeye gönderme yapan eylemler ya da yapılardır; bir başka deyişle anlamlandırma yapılarıdır.
Kodlar nedir?
Kodlar, içinde göstergelerin düzenlendiği ve göstergelerin birbirleriyle nasıl ilişkilendirilebileceğini belirleyen sistemlerdir.
İletişim araştırmalarındaki yönelimler nelerdir?
İletişim araştırmalarında iki temel yönelim göze çarpmaktadır:
- Birinci okul, iletişimi, iletilerin aktarılması süreci olarak görür. İletişimi, bir kişinin, diğer bir kişinin tutumu ya da davranışı üzerinde, bir etki yaratma süreci olarak görür; dolayısıyla süreç odaklıdır.
- İkinci okul, iletişimi anlamların üretimi ve değişimi (mübadelesi) olarak nitelendirir. Bu okul için iletişim araştırması, metin ve kültür araştırmasıdır. Bu süreçte temel araştırma yöntemiyse göstergebilimdir.
Göstergebilim nedir?
Göstergebilim, toplumsal etkileşimi, bireyi, belirli bir kültürün ya da toplumun bir üyesi olarak inşa eden etkileşim biçimi olarak tanımlar. Örneğin; belli bir tür rock müziğinden hoşlanan gençler, bir alt-kültürün üyeleri olarak, kendi kimliklerini ifade etmektedirler; dolaylı bir biçimde olsa kendi toplumlarının diğer üyeleriyle bir etkileşim içine girmektedirler.
Anlamlandırmanın düzeyleri nelerdir?
Roland Barthes, anlamlandırmanın iki düzeyi üzerinde durur:
- Anlamlandırmanın birinci düzeyi düzanlamdır. Göstergenin, ortak duyusal, aşikâr anlamına gönderme yapar. Bir sokak fotoğrafı, belirli bir sokağı gösterir; “sokak” sözcüğü binalar arasında uzanan bir şehir yolunu betimler. Yananlam, göstergenin, kullanıcıların, duygularıyla ya da heyecanlarıyla ve kültürel değerleriyle buluştuğunda meydana gelen etkileşimi betimlemektedir. Örnek; Düzanlam, fotoğraf makinesinin doğrultulduğu nesnenin, film üzerindeki, mekanik bir yeniden üretimidir.
- Yananlam ise bu sürecin insani boyutudur: Çerçeve içine neyin dâhil edileceğinin, odağın, ışığın, kamera açısının, filmin kalitesinin seçimidir. Bir başka deyişle düz anlam, neyin fotoğraflandığıdır; yananlam ise nasıl fotoğraflandığıdır.
Mit nedir?
Mit bir kültürün, gerçekliğin ya da doğanın bazı görünümlerini açıklamasını ya da anlamasını sağlayan bir öyküdür. İlkel mitler; yaşam ve ölüm, insan ve tanrılar, iyi ve kötü hakkındadır. Bizim çağdaş mitlerimiz erillik ve dişilik, aile, başarı, Kemalizm, bilim vb. ile ilintilidir.
Roland Barthes’e göre mit ve onun özellikleri nelerdir?
Barthes miti, birbirleriyle ilişkili kavramlar zinciri olarak düşünür. Dolayısıyla Kemalizm’e ilişkin geleneksel mit, batılı cumhuriyetçilik, milliyetçilik, laiklik, inkılâpçılık, üniter devlet ve millî egemenlik kavramlarını içermektedir. Barthes, mitlerin ana işlevinin, tarihi doğallaştırmak olduğunu ileri sürer. Bu işlev, mitlerin aslında belirli bir tarihsel dönemde egemen olmayı başarmış toplumsal sınıfın ürünü olduğu gerçeğine işaret etmektedir. Mitlerin yaydıkları anlamlar bu tarihi beraberinde taşırlar.
Simge nedir?
Bir nesne, toplumsal uzlaşım ve kullanım aracılığıyla başka bir şeyin yerine geçmesini olası kılan bir anlam kazandığında simge haline gelir. Örneğin Rolls-Royce, zenginliğin bir göstergesi ve sahibinin toplumsal konumunun bir simgesidir. Bir oyunda Rolls-Royce’unu satmak zorunda kalan bir adamı gösteren sahne, o kişinin işindeki başarısızlığını ve servetini yitirmesinin bir simgesi olabilir. Altın, zenginliğin bir belirtisel göstergesi ve gücün simgesidir.
Simge ve işaret arasındaki fark nedir?
İşaret, toplum içinde kullanılmakla beraber, anlamı nötr (değer yüksüz) olan bir soyutlaştırmadır. Asfalt yolun üzerinde otomobille giderken hayvanların, birden bire otomobilin önüne çıkma olasılığı karşısında, uyarı mahiyetinde yol kenarına çerçeve içine bir inek figürü konulması, bir “işaret”tir. Bu ineğin yerine geçen “inek”le eşanlamlı bir simgedir. Ancak kızıl bayrak bir “işaret” değil, bir “simge”dir. Bu bayrağın beraberinde getirdiği birçok karışık ve farklı yönlere uzanan çağrışımlar söz konusudur. Kimileri için bu bir sevinç ve heyecan vesilesidir; kimileri içinse hüznü çağrıştırır.
Mitlerin özellikleri nelerdir?
Mitlerin özellikleri şöyle sırlanabilir:
- Bir kültürdeki hiçbir mit tamamen evrensel değildir. Baskın mitler olduğu gibi, karşı-mitler de vardır.
- Mitler kendi kökenlerini, siyasal ya da toplumsal boyutlarını gizlerler.
- Mitlerdeki değişme devrimsel değil, evrimseldir.
- Mitler, hiç şüphesiz, eski mitleri tümüyle reddetmezler; ancak kavramlar zincirinden bazı halkaları çıkarıp yerine yenilerini koyarlar.
- Mitler belirli bir dinamizm içerisinde değişebilirler. Hatta bazıları, parçası oldukları kültürün farklılaşan gereksinimlerine, değerlerine uyum sağlayabilmek için, çok hızlı bir biçimde değişebilirler.
Stuart Hall popüler kültüre nasıl yaklaşmıştır?
Hall popüler kültüre yaklaşımını şu şekilde ortaya koyar: “Kültür, bir ittifak ve direniş arenasıdır. Kısmen de olsa, hegemonyanın ortaya çıktığı, güvence altına alındığı yerdir. Bununla birlikte kültür, sosyalizmin ve sosyalist kültürün, yalnızca basitçe ifade edilebileceği bir alan değil aynı zamanda üzerine tesis edileceği yerlerden biridir. Popüler kültürün önemi de bundan kaynaklanır.”
Marksizm kültürel çalışmaları nasıl ele almaktadır?
Marksizm, kültürel çalışmaları iki ana boyutta ele alır. Bu bakış açısına göre, bir kültürel konu (text) ve uygulamanın (practice) kavranabilmesi için bunların, toplumsal ve tarihsel üretim ve tüketim koşulları içerisinde analiz edilmesi gerekir. Fakat kültür, her ne kadar belirli bir tarihsel süzgecin ve toplumsal yapının üzerine kurulmuş olsa da bu yapı, tarihin basit bir yansıması olarak algılanamaz. Kültürel çalışmalar, kültürün, yapıyı oluşturan öğelerden biri olduğu, tarihi şekillendirdiği konusunda ısrarcı bir tavır sergilemektedir.
Marksizm’in üzerinde durduğu ikinci husussa kapitalist sanayi toplumunun etnik, cinsel ve sınıfsal açıdan eşitlikçi olmayan temeller üzerine inşa edilen bir toplum biçimi olarak algılanması gerektiğidir. Kültürel çalışmaların bakış açısından, bu eşitsizliğin yapılandırıldığı temel alanlardan biri de kültürdür. Bu açıdan kültür, yönetilen grupların, egemen grupların çıkarlarını yansıtan anlamların dayatılmasına karşı direndiği, “sürekli mücadele alanı” olarak karşımıza çıkar. Bu da kültürü ideolojik kılan şeyin ta kendisidir.
Eklemlenme olarak adlandırılan süreç nedir?
Stuart Hall’a göre kültürel konu ve uygulamalar, dil üretimindeki niyetin ne olduğu bağlamında bir sefere dair, bütün hepsi için, garanti edilen anlamla birlikte kayda geçirilmezler.
Anlam, her zaman eklemlenme eyleminin bir sonucudur.
Eklemlenmeyse dilin “kullanımı sırasındaki üretimin” etkin bir sürecidir. Bu sürecin eklemlenme olarak adlandırılmasının nedeni, anlamın ifade edilmesinin zorunluluğudur.
John Fiske’e göre kültürel ekonomide izleyicinin üretici olarak güçlü olmasının nedeni nedir?
John Fiske (1939-...), bu doğrultuda, kültürel ekonomide izleyicinin üretici olarak gücünün çok fazla olduğunu ileri sürer. Bunun nedeni, anlamların, finansal ekonomide, zenginliğin işlediği şekliyle kültürel ekonomide işlememesidir. Çünkü; kültürel ekonomideki ürünler, finans alanındakiler gibi üretimden tüketime doğru düz bir hat üzerinde ilerlememektedirler. Üstelik kültürel ekonomide, gerçek bir üretim tüketim ayrımı yoktur. Bununla birlikte, üreticinin ürettiği şeyin ne sonuç vereceğini kestirememesi de izleyicinin (tüketicinin) bir anlamda gücünü ortaya koymaktadır. Bu belirsizlikleri dengeleyebilmek için, kültür endüstrisi, ürünlerin repertuvarını yükseltip seyirci çekmeye çalışmaktadır. Buna karşın seyirci, Fiske’nin “semiyotik gerilla savaşı” (semiotic guerilla warfare) olarak adlandırdığı (terim Michel de Certeau’dan (1925-1986) alıntılanmıştır) taktiği uygulamaktadır. Bir başka deyişle kültür endüstrisi, izleyicileri tüketici olarak içine almaya çalışırken, izleyiciler de sık sık televizyon metnini (ürününü) kendi menfaatleri doğrultusunda ele almaktadır.
John Fiske’nin iki ekonomisi nasıl işlemektedir?
John Fiske’nin iki ekonomisi, bu mücadelede, iki karşıt kutbun çıkarı doğrultusunda işlemektedir. Finansal ekonomi homojenleştirme ve uzlaşma güçlerinin, kültürel ekonomiyse farklılık ve direniş güçlerinin yanında yer alır.
İkincil anlamların, baskın anlamlara karşı önem kazandığı “semiyotik direniş”, kapitalist sistemin ideolojik homojenliğini sağlama yönündeki çabalarını zayıflatan bir etkiye sahiptir.
Yirminci Yüzyıl’ın ikinci yarısının baskın popüler kültür biçimi neden televizyondur?
Konuları, davranışları, olayları, personeli, izleyicilerin imajını, gündemi belirlerler. Diğer kaynaklara dayanarak “durum değerlendirmeleri” yaparlar. Kendilerinin ayırt edici rol oynadıkları daha geniş sosyo-kültürel ve politik yapı içinde, diğer dağınık oluşumların altını çizerler. Böylelikle medya uzmanları, “işlenmemiş” toplumsal olayın iletişimde nasıl kodlanarak simgeselleştirileceğini belirlerler. Anlamlar görsel iletişim şeklini aldıkları zaman, dilin ve iletişimin resmi kuralları baskındır; bu anda ileti çokanlamlılığa (polysemy) açıktır.
Claude Lévi-Strauss’n mitler ile ilgili görüşü nedir?
Fransız antropolog Claude Lévi-Strauss (1908-2009), ilkel “mit” analizinde, mitlerin geniş heterojenliği altında homojen bir yapının var olduğunu iddia eder. Bir başka deyişle, mitler de diller gibi işlemektedirler. Lévi-Strauss’a göre bütün mitler, toplum içinde benzer sosyo-kültürel işlevlere sahiptirler. Amaçları, dünyayı açıklanabilir kılmak, onun sorun ve çelişkilerini, sihirli bir biçimde çözmektir.
Sinema araştırmalarına klasik yapısalcı bakış nasıl yaklaşmıştır?
Sinema araştırmalarına ilk yaklaşım, klasik yapısalcı bakış açısıyla şekillenmiştir. Ferdinand de Saussure’ün (1857-1913) kuramsal çalışmaları sonucu ortaya çıkmış bir yöntem olan yapısalcılık çerçevesinde anlam bütünleştirme ve seçme süreçleriyle üretilir. Dünyayı algılama ve kavramsallaştırma biçimimiz, konuştuğumuz dile ve edindiğimiz kültüre bağlıdır. Kültürel analizin bir biçimi olarak yapısalcılık, Saussure’den iki temel fikir almıştır:
- Birincisi kültürel metin ve pratikleri oluşturan temel ilişkiler (anlamı mümkün kılan dilbilgisi gibi);
- İkincisi, anlamın, daima temel yapı aracılığıyla uygulanan seçme ve bütünleştirme işlemi arasındaki etkileşimin sonucu oluştuğu düşüncesidir. Dolayısıyla, yapısalcılığın görevi, anlam üretimini (söz-parole) yönetecek belirgin kurallar ve düzenler (dil-langue) oluşturmaktır.
Yapısalcılık-sonrası görüş sinemayı nasıl ele almaktadır?
1990’lı yıllarla birlikte etkisini gösteren yapısalcılık-sonrası görüşse temel yapının, kültürel metnin anlamını belirleyeceği görüşünü reddeder. Bu görüş çerçevesinde, anlam daima süreç içerisinde ve olasılıkların akışı içinde anlık bir duruş eylemiyle üretilir.
Jacques Lacan’ın yapısalcılık-sonrası yaklaşımı ile ilgili görüşleri nelerdir?
Bir yapısalcılık sonrası düşünürü olarak Jacques Lacan’ın (1901-1981) bu konuya yaklaşımı, hem kültürel çalışmalar, hem film araştırmaları üzerinde etkili olmuştur. Lacan’a göre öznellik, kendi örnekleri ve ifade edilişi kapsamında yaratılan, yeniden yaratılan; mantıksal hesapların varsaydığı, önceden verilmeyen dil süreçlerinden üretilir. Hem benlik duygumuz hem başkalık duygumuz, kullandığımız dilin ve her gün karşılaştığımız pratiklerin etkisiyle oluşur. Lacan’ı yapısalcılıktan ayıran asıl nokta “arzu” kavramıdır. Arzu belirli ve sabit simgelenenin (öteki, gerçek olanın) arayışı sürecidir. Arzuda ben ile öteki arasındaki boşluğu doldurmak, eksikliğimizi gidermek olanaksızdır. Lacan, “L’objet petit a” (küçük a nesnesi) tâbiriyle zaman içindeki, hayalî bir âna işaret etmek suretiyle var olmayan varlığa kavuşmak için sonsuz arayışa işaret eder.
Theodor W. Adorno’nun pop müzik ile ilgili görüşü nedir?
Adorno’ya göre pop müzik standartlaştırılmıştır; mekaniktir. Müzik endüstrisi, bu standartlaştırma işlemini gizleyebilmek için, Adorno’nun “sahte-bireyselleştirme” olarak adlandırdığı sürece bağlanır. “Hit” şarkıların standartlaştırılmasının amacı, dinleyicilerin aynılaştırılmasıdır. Sahte-bireyselleştirme, dinleyiciye, şu anda dinledikleri şarkıların, onlar adına çoktan dinlenildiğini ya da önceden sindirildiğini unutturmak suretiyle onları, aynı çizgide tutar. Adorno’nun ikinci savı, popüler müziğin edilgen dinlemeyi yarattığıdır. Kapitalist düzen altında çalışmak sıkıcı olduğundan, işten kaçma gereksinimini yaratır; çok enerji gerektirmeyen bir sığınma alanı olarak pop müzik gibi oluşumların peşinden gidilir. Adorno’nun üçüncü savıysa popüler müziğin “toplumsal bir çimento” işlevi olduğudur.
Popüler müziğin özellikleri nelerdir?
Popüler müziğin özellikleri şöyle sıralanabilir:
- Pop müzik, “duygusal gerçekçiliği” sahiplenir: Genç kadın ve erkekler, bu kolektif ifadelerle kendilerini özdeşleştirip, bunları rehber edinirler.
- Müzik piyasası büyük bir endüstridir.
- Müzik endüstrisinin, ürettiği ürünlerin kullanım değerini belirlediği varsayılmaktadır.
- Bir şeyin nasıl üretildiği, onun tüketim biçimini de belirlemektedir. Müzik endüstrisi genel anlamıyla kapitalist bir etkinliktir.
- Müzik endüstrisi, edilgen bir hedef kitleye dayatmada bulunmaktan ziyade, dinleyicilerin müzik zevklerini kontrol etmekte zorlanmaktadır.
- Müzik endüstrisi, belki müziğin üretildiği repertuvarı belirleyip kontrol edebilir; ancak, asla müziğin nasıl kullanılacağını ve kullanacak olanların ona yükleyeceği anlamları, belirleyip kontrol edemez.
Tüketim kültürü nedir?
Tüketim kültürü, tarihsel, epistemolojik, teknolojik ve kültürel bağlantıların ötesinde, ürünlerin, nesnelerin toplumsal değer kazandığı, kültürel düzen olarak tanımlanabilir. Bu çerçeveden bakıldığında, tüketim kültürü başta ürün, hizmet ve enformasyon bolluğuyla ilgili bir süreçtir.
Jean Baudrillard, tüketim kültürünü nasıl açıklamaktadır?
Jean Baudrillard (1929-2007), tüketim toplumunun, var olmak için, nesnelere gereksinim duyduğunun altını çizmektedir. Ürün bolluğunun yoğunlaşması, yalnızca daha fazla ürünün tüketimi ya da sonsuz bir tüketim arzusuyla sonuçlanmaz; nesnelere duyulan şiddetli bir gereksinimi ve en önemlisi de ona bağlı değerler sistemini doğurur. Çünkü tüketim toplumunda nesneler, toplumdaki kişiler arası ilişkilerin yönünü, kendine doğru çevirirler.
Eylemlerin yönü, geleneksel toplumlarda egemen toplumsal değerlere, modern toplumlarda, önceden programlanmış hedeflere yönelikken, tüketim kültüründe, mal ve hizmetlerin tüketimine ve bunlardan kaynaklanan haz ve tatmin duygusuna yöneliktir.
Jacques Lacan’ın yapısalcılık-sonrası psikanalizi tüketim konusuna nasıl bir bakış açısı getirmiştir?
Jacques Lacan’ın yapısalcılık-sonrası psikanalizi de tüketim konusuna eleştirel bir bakışı içerir. Buna göre, tüketim ideolojisiyle romans ideolojisi aşağı yukarı aynı biçimde işler. Romans ideolojisi, bir arayışın etrafında oluşturulmuş öykülerdir. Bu öykülerde “aşk” her şeyin çözümü olarak sunulur. Aynı şekilde tüketim de bizlere bir şeylerin eksik olduğu duygusunu aşılar. Hayatımızın geri kalan bölümünü, hayalî alandaki bütünlüğü yeniden yakalama çabasıyla harcamaktayız. Anne bedenindeki bütünlük duygusuna geri dönmek için sonsuz bir arayış içindeyiz. Ancak yapabildiğimiz, başka objelerle, tecrübelerle bu duyguyu ikâme etmektir (Yer Değiştirme Stratejisi). Tüketim ideolojisi, bu alternatif yer değiştirme stratejilerinden biri olarak görülür. Bu ideolojinin yaptığı, tüketimin (tıpkı “aşk” gibi) tüm sorunları çözebileceğine, bizi yeniden “tamlık,” “bütünlük” durumuna ulaştıracağına dair söz vermektir.
Mal ve hizmetlerin simgesel anlamlarının önemi nedir ve bu simgesel anlamlar hangi amaca hizmet eder?
İnsanlar, yoksulluk durumlarında bile, ürünleri satın alırken onların yalnızca kullanım değerlerini değil, kendileri için ne anlama geldiğini, hangi mesajları taşıdıklarını göz önünde bulundururlar. Bir başka deyişle tüketim ürünleri, içerisinde bireylerin kendilerini ifade edebilecekleri, dış dünyaya mesaj iletebilecekleri bir anlamlar sistemini somutlaştırırlar. Böylelikle insanlar, yalnızca sözcüklerle değil, armağanlar, giyim eşyaları ve gündelik yaşam içerisinde kullandıkları, sergiledikleri, elden çıkardıkları sayısız tüketim malları aracılığıyla diğerlerine mesaj iletirler. Örneğin; bir kol saati, kişiye yalnızca zamanı takip etme gibi işlevsel bir yarar sağlamaz. Aynı zamanda kişinin beğenisini ve toplumdaki konumunu ortaya koymak, başkalarına toplumdaki varlığıyla ilgili bir mesaj göndermek gibi, simgesel bir amaca hizmet etmektedir.
Tüketimin kültürel boyutuna hizmet eden noktalar nelerdir?
Tüketimin kültürel boyutuna işaret eden iki farklı nokta karşımıza çıkmaktadır:
- Tüketim daima bir anlamlar sistemini kapsar. Anlamların, zorunlu olarak paylaşılan anlamlar olduğuna işaret eder. Max Weber’in (1864-1920), toplumsal tabakalaşmayla ilgili çözümlemesinde işaret etmiş olduğu gibi, her durumda bütün kültürler gerçekte farklı güç, zenginlik ve statü konumlarını barındırmaktadır.
- İnsanlar özgül yaşam şekilleriyle ilişkili olarak, tüketimin birbirleriyle eklemlenen belirli kültürel biçimleriyle kültürü, toplumsal ilişkileri ve etkileşimleri yeniden üretirler. Birey, kendi kültürüne ilişkin tüketim kodlarını bilerek, kullanarak, belirli bir toplumsal düzenin üyeliğini edinir ve kanıtlar; bu üyelikle ilgili olarak kendisinden beklenen davranışları sergiler.
Simgesel tüketim yaklaşımı ile ilgili çalışmalar yapan araştırmacılardan biri olan Mary Douglas, tüketimi nasıl ele almaktadır?
Mary Douglas (1921-2007), tüketim olgusuna ilişkin çalışmalarda temel bir önem teşkil eder. Douglas, tüketimi kültürel bir düzeyde ele almakta ve tüketicinin en genel amacının, seçtiği mal ve hizmetlerle anlaşılabilir bir evreni inşa etmeye çalışmak olduğunu ileri sürmektedir. Bu anlamda, mal ve hizmetler duygularımızı ifade etme sürecinde ya da birbirimizle etkileşime geçme aşamalarında, gösterge ya da işaretlerden, neredeyse daha zengin bir kaynak işlevine sahip görünmektedir. Simgesel olarak, kültürel ilişkileri ifade etmek için kullanılan mallar, kültürel davranışları yönlendiren soyut toplumsal kuralları somutlaştırmasına da hizmet edebilirler. Douglas, her toplumda nakit ve armağan vermenin, ne zaman kabul edilebilir olduğuna ilişkin bir ayrım yapıldığına dikkat çekmektedir.
“Bilgi Sistemi” olarak adlandırılan süreç nedir?
Malların anlamları, gelişigüzel ve özerk bir göstergeler sisteminden türetilmemiştir. Toplumsal ilişkileri oluşturmak ve sürdürmek için, gündelik pratiklerle beraber kullanılan bu anlamlar, sadece toplumsal düzenin kategorileri aracılığıyla belirli uygulamaları düzenlemekle kalmaz, aynı zamanda, bu uygulamalar aracılığıyla toplumsal düzeni de ahlâki bir düzen olarak yeniden üretir. Bu süreci, bir “bilgi sistemi” olarak nitelendirmek mümkündür. Bu sistem içerisinde nesnelerin, simgesel değerleri nesnelerin kendisi içinde saklı değildir; değer, insan yargıları tarafından yüklenmektedir. Bir nesnenin değerini anlamak için onu, bir bütün olarak sistemin içerisinde ele almak gerekir.
Tüketime dair bilgiden dışlanma, ne tür sonuçlar doğurur?
Tüketim malları, yalnızca mesajdan ibaret değildir; onlar, daha çok, esas bilgi sisteminin kendisini oluştururlar. Dolayısıyla bir bilgi akışı olarak tüketim, insanları anlaşılır toplumsal bir dünya ile bütünleştirir. Tüketime dair bilgiden dışlanma, maddi sonuçları beraberinde getirir.
Örneğin; iyi bir işe girme fırsatı, toplumsal olanakların ve ayrıcalıkların bilgi akışını içeren sosyal bağlantılara ya da Pierre Bourdieu’nün (1930-2002) deyimiyle “kültür sermayesi”ne (cultural capital) sahip olmayı zorunlu kılmaktadır. Bu tür bağlantılara erişim, malların kodlarını bilmeyi, onların törensel kullanımlarını “uygun” bir şekilde gerçekleştirmeyi gerektirir.
Simgesel tüketim yaklaşımında tüketim nasıl ele alınmaktadır?
Tüketim kalıpları, farklı sınıflandırmalar ve kategoriler tarafından yapılandırılan toplumsal düzenin bir haritasını oluştururlar. Bu düzen çerçevesinde mal ve hizmetler, toplumsal bağların ve ahlâki yapıların bir parçası olarak tüketilir ve mübadele edilir.
Üstlendikleri işlevler ya da taşıdıkları anlamlar açısından değerlendirilebilen mal ve hizmetler, kültür kategorilerini görünür ve tutarlı kılmak için gereklidir. Bu süreçte, tüketim malları, maddi gereklilikler ya da faydalı nesneler olmaktan çok toplumsal ilişkilerin, sınıflandırmaların ve konumların imleyicileri olarak işlev gören araçlardır. Bu yaklaşım;
- Thorstein Veblen (1857-1919),
- Georg Simmel (1858-1918) ve
- Mary Douglas’ın (1921-2007) tüketim olgusuna ilişkin çalışmalarında temel bir önem teşkil eder.
İletişim sürecinde gösterge ne anlama gelmektedir?
Göstergeler, kendilerinden başka bir şeye gönderme yapan eylemler ya da yapılardır; bir başka deyişle anlamlandırma yapılarıdır.
İletişimde kod ne anlama gelmektedir?
Kodlar; içinde göstergelerin düzenlendiği göstergelerin birbiriyle nasıl ilişkilendirilebileceğini belirleyen sistemlerdir.
İletişim araştırmalarında birinci okul ya da ana akım olarak bilinen okul iletişimi nasıl bir süreç olarak görmektedir?
Birinci okul, iletişimi iletilerin aktarılması süreci olarak görmektedir. İletiyi gönderen, alıcıların nasıl kodlama yaptığı, kod çözdüğü, aktarıcıların iletişim kanallarını ve araçlarını nasıl kullandığı üzerinde durmaktadır. İletişimi bir kişinin, diğer bir kişinin tutumu ya da davranışı üzerinde bir etki yaratma süreci olarak görmektedir, dolayısıyla süreç odaklıdır.
İletişim araştırmalarında eleştirel okul olarak da bilinen ikinci okul iletişim sürecini nasıl görmektedir?
İkinci okul, iletişimi anlamların üretimi ya da değişimi olarak nitelendirmektedir. Anlamların üretilmesinde, iletilerin ya da metinlerin, insanlarla nasıl etkileşime geçtiğiyle ilgilenmektedir. Bir başka deyişle metinlerin, kültürümüz içindeki rolü üzerinde durmaktadır. Bu okul için iletişim araştırması metin ve kültür araştırmasıdır.
Göstergebilimsel Serüven kitabının yazarı kimdir?
Dünyadaki her çeşit anlamlı bütünü, insanı kuşatan yoğun ve karmaşık anlatılar evrenini daha iyi anlamamızı sağlayacak bir bilim dalı olan göstergebilimin temel ilke ve kavramlarını, aşamalarını ve anlatı çözümleme yöntemini anlatan Göstergebilimsel Serüven kitabının yazarı Roland Barthes'tır.
Eklemlenme (articulation) kuramını geliştiren düşünür kimdir?
Stuart Hall, ideolojik mücadele sürecini açıklamak amacıyla Antonio Gramsci'nin ''hegemonya'' kavramı çerçevesinde eklemlenme kuramını geliştirmiştir.
Kültürel çalışmalar için kültür alanı nasıl bir alandır?
Kültürel çalışmalarda kültür kavramı kilit bir öneme sahiptir ve estetik anlamdan çok siyasal anlamda tanımlanmaktadır. Buna göre kültür gündelik yaşamdaki toplumsal ilişkilerin üretimi ve yeniden üretimi sürecinde anahtar rol oynamaktadır. Bu bağlamda Kültürel çalışmalarda kültür alanı hem ideolojik mücadelenin ortaya konulduğu birleşme ve direnişlerin olduğu hem de hegemonyanın kazanılıp kaybedildiği bir alandır.
Post-modernizm ve Popüler Kültür kitabının yazarı kimdir?
Gramsci'nin kültür analizinin postmodern düşünce ekseninde genişletilmiş şeklinin ele alındığı ve popüler kültür örneklerinin derinlemesine incelendiği Postmoderizm ve Popüler Kültür kitabının yazarı Angela McRobbie'dir.
Semiyotik gerilla savaşı (semiotix guerilla warfare) taktiği kim tarafından ortaya atılmıştır?
Semiyotik gerilla savaşı taktiği John Fiske tarafından ortaya atılmıştır. Buna göre kültür endüstrisi izleyicileri tüketici olarak içine almaya çalışırkeni izleyiciler de sık sık televizyon metnini (ürününü) kendi menfaatleri doğrultusunda ele almaktadır.
Yapısalcılık Saussure'ün hangi iki temel fikrini temel almıştır?
Kültürel analizin bir biçimi olarak yapısalcılık Saussure'ün iki temel fikrini almıştır. Birincisi kültürel metin ve pratikleri oluşturan temel ilişkiler (anlamı mümkün kılan dil bilgisi gibi), ikincisi anlamın daima temel yapı aracılığıyla uygulanan seçme ve bütünleştirme işlemi arasındaki etkileşimin sonucu oluştuğu düşüncesidir.
Jacques Lacan yapısalcılıktan hangi düşünce ile ayrılmaktadır?
Lacan'ı yapısalcılıktan ayıran temel nokta ''arzu'' kavramıdır. Arzu belirli ve sabit simgelenenin (öteki, gerçek olanın) arayışı sürecidir. Arzuda ben ve öteki arasındaki boşluğu doldurmak, eksikliğimizi gidermek olanaksızdır. Lacan ''küçük a nesnesi'' tabiriyle zaman içindeki, hayali bir ana işaret etmek suretiyle var olmayan varlığa kavuşmak için sonsuz arayışa işaret etmektedir.
Özellikle kitle kültürü ve müzik endüstrisi ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Frankfurt Okulu düşünürü kimdir?
Frankfurt Okulu öncülerinden olan Theodor W. Adorno'nun yaptığı çalışmalar, hem kitle kültürünün en sistemli analizlerinden birini teşkil etmekte, hem de müzik endüstrisinin seri üretim ürünlerini önemli ve gerekli olarak görenlere karşı etkili bir mücadele noktası niteliğindedir.
Popüler müzik kültürü ile ilgili kültürel çalışmalar tam anlamıyla kim tarafından başlatılmıştır?
Popüler müzik kültürü ile ilgili kültürel çalışmalar tam anlamıyla Stuart Hall ve Atholl Douglas (Paddy) Whannel'in çalışmalarıyla başlamıştır. Onlara göre pop müzik endüstrisinin, masum gençleri sömürdüğü görüşü fazlaca indirgemecidir.
Alt kültürel müzik gruplarının kültür endüstrisi tarafından yönlendirildiği düşüncesine Paul Willis nasıl karşı çıkmaktadır?
Kültür kuramcısı Paul Willis bu görüşe karşı, bu grupların kendi kültürlerinin oluşumunda etkin rolleri olduğunu iddia etmektedir. İnsanlar kültür endüstrisindeki metin ve pratiklerin dönüşümü aracılığıyla kültürü yaratmaktadırlar.
Tüketim kültürü nasıl tanımlanabilir?
Tüketim kültürü; tarihsel, epistemolojik, teknolojik ve kültürel bağlantıların ötesinde ürünlerin, nesnelerin toplumsal değer kazandığı kültürel düzen olarak tanımlanabilmektedir.
Guy Debord gösteri ya da tüketim düzenini nasıl tanımlamaktadır?
Guy Debord'a göre gösteri ya da tüketim düzeni ''metanın toplumsal yaşamı tümüyle işgal etmeyi başardığı andır''.
Lacan'ın yapısalcılık sonrası psikanalizi tüketim konusuna nasıl yaklaşmaktadır?
Lacan'ın psikanalizi tüketim konusuna eleştirel yaklaşmaktadır. Buna göre tüketim ideolojisiyle romans ideolojisi aşağı yukarı aynı biçimde işlemektedir. Romans ideolojisi, bir arayışın etrafında oluşturulmuş öykülerdir. Bu öykülerde aşk her şeyin çözümü olarak sunulmaktadır. Aynı şekilde tüketim de bizlere bir şeylerin eksik olduğu duygusunu aşılamaktadır. Böylelikle insanlar hayatının geri kalan bölümünü, hayali alandaki bütünlüğü yeniden yakalama çabasıyla harcamaktadır.
Göstergebilim toplumsal etkileşimi nasıl tanımlamaktadır?
Göstergebilime göre toplumsal etkileşim, bireyi belirli bir kültürün ya da toplumun bir üyesi olarak inşa eden etkileşim biçimidir.
Göstergebilim neden alıcı terimi yerine okur terimini kullanmaktadır?
Çünkü göstergebilime göre ''okur'' terimi daha önemli bir etkinliği ifade etmektedir. Ayrıca, okuma öğrenilen bir şeydir. Diğer bir deyişle, okuma okurun kültürel deneyimi tarafından belirlenmektedir. Okur, kendi deneyimlerini, tutumlarını ve duygularını metne taşıyarak, metnin anlamlandırılmasına doğrudan katkıda bulunmaktadır.
Roland Barthes'a göre anlamlandırma kaç düzeyde gerçekleşmektedir?
Barthes'a göre anlamlandırma düz ve yan anlam olmak üzere iki düzeyde gerçekleştirilmektedir. Anlamlandırmanın birinci düzeyi düz anlamdır. Göstergenin ortakduyusal, aşikar anlamına gönderme yapmaktadır. İkinci düzeyi ise yan anlamdır. Yan anlam, göstergenin, kullanıcıların duygularıyla ya da heyecanlarıyla ve kültürel değerleriyle buluştuğunda meydana gelen etkileşimi betimlemektedir.