Davranış Bilimlerine Giriş Dersi 6. Ünite Özet
Duyum Ve Algı
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Duyum
İnsanoğlu doğduğu andan itibaren sürekli değişen farklı enerjiler ile dolu ortamlarda yaşamaktadır. İnsanlar bu ortamlara uyum sağlamak için harekete geçer ve değişen çevreye ayak uydurarak yaşamlarını sürdürürler. Bu uyum sağlama sürecinde insanlar işe ilk olarak çevreleri ile ilgili bilgi toplamak ile başlarlar. Bilgi toplama göz, kulak, deri, burun ve dil gibi duyu organları ile gerçekleşmektedir. Duyu organları ile toplanan bilgiler denge ve hareket uyumları ile beraber insana değişen çevre koşullarına uyum sağlamasını ve kontrol etme yetkisini vermektedir. Duyu organları çevreden aldıkları uyaranları beyine iletir. Beyin ihtiyaç duyduğu elektriksel akımı duyu organlarında sağlar ve elektriksel sinir akımına dönüştürür.
Duyum süreci , her duyu organı farklı enerji türüne duyarlılık göstermektedir. Duyu organları sadece duyarlı oldukları enerji türü değil; yapısal, işleyiş ve görünüş bakımından farklılık gösterir. Bu farklılıklara rağmen duyusal süreçte tüm duyu organları aynı süreci izlemektedirler. İlk aşamada duyu organları bir uyarıcı tarafından uyarılır ve uyarıcı tarafından uyarılan duyu organlardaki alıcı özel hücreler uyarıcıdan gelen enerjiyi işleyerek beyne ileterek sinir enerjisine dönüştürür. Duyum duyu organlarında verilerin işlenmesiyle başlasa da duyum beyinde gerçekleşir ve tamamlanır. Burada önemli bir diğer nokta şudur ki; her duyu organının beyinde farklı bölgeleri uyarmasıdır.
Mutlak eşiği, fark eşiği ve psikofizik yöntem, duyum sürecinde bir uyarıcı tarafından uyarılan duyu organının uyarıcıyı fark etmesi için belli bir düzeyde olması gerekmektedir. Duyu organını uyarabilen en düşük uyarıcı düzeyine eşik denir. Mesela, insan gözü 400-700 nm belli elektromanyetik dalgalara duyarlı iken bazı kuşlar ve arılar insan gözünün fark edemediği ışık dalga boylarını fark edebilmektedirler.
Psikofizik yöntem ile duyusal süreçte duyu organları uyaran fiziksel enerji türleri ve eşik değeri üzerinde durulmuştur. Başlangıçta Gustav Fechner bilim insanı eşik değerinin değişmediğini varsayarak gerekli en düşük enerjiye mutlak eşik ifadesini kullanmıştır. Daha sonra yaptığı çalışma sonucun da eşik değerinin deneklere ve ortamın özelliğine göre değiştiğinin farkına varmıştır. Eşik değeri kişiden kişiye, bireyin motivasyonu, fiziksel duruma göre hatta aynı bireyde zaman içinde değişkenlik göstermektedir. Bu nedenle mutlak eşik değeri, verilen uyarıcı düzeyleri arasında % 50 oranında fark edilen en düşük düzeydeki uyarıcı olarak tanımlanır. İki uyarıcı arasında fark edilebilen en küçük, en düşük değişiklik değeri fark eşiği olarak tanımlanır.
Görme duyusu , insanların en gelişmiş ve hassas duyu organıdır. Görme duyusu ile çevre ile ilgili daha fazla ve ayrıntılı bilgi elde edilmesi beyinde görme ile ilgili bölgelerin beyinin dörtte birini oluşturmasından kaynaklanır. Çok uzaklıkta bulunan uyarıcıları fark edebilmesi 400-700 nm dalga boyunda elektromanyetik enerji dağılımı arasında uyarılmalıdır. Yalnız insan gözü çok kısa olduğu için gama, x ve ultraviyole ışınlarını çok uzun olduğu için radyo ve televizyon dalgalarını göremezler.
Gözün anatomisi ve fizyolojisi; 400 ile 700 nanometre arasında enerji yayan nesneler gözdeki alıcı hücreleri uyarmaktadır. Çok geniş bir alana yayılan bu ışığın görülebilmesi için gözünüz tarafından daraltılması, odaklanılacak hale getirilmesi kornea ve mercek adı verilen iki yapı tarafından gerçekleştirilir. Gözün ön kısmını kaplayan yuvarlak ve saydam yapı olan kornea eğilip bükülerek göze dağınık gelen ışıkları daraltıp toplamaktadır. Sonra ışık içi boş bir daire olan göz bebeğinden geçer ve göz bebeği kendisine ulaşan ışığın düzeyini ayarlamak için büyüyüp küçülmektedir. Bunu sağlayan yapı ise göz bebeğini çevreleyen gözün renkli kısımlarını oluşturan kaslı iris tabakasıdır. Göz bebeğine çok ışık geldiğinde kaslar kasılarak göz bebeğinin küçülmesini, az ışık geldiğinde de gevşeyerek göz bebeğinin büyümesini sağlamaktadır. Göz bebeğinden geçen ışığın ulaştığı sonraki nokta ise saydam ve kavisli olan, gözü nesnelere odaklanmasını sağlayan mercektir. Bir sonraki tabaka ışığa duyarlı ince bir film tabaksı olan retinada, koni ve çubuk adı verilen alıcı hücreler ile ışık soğurulur ve elektrik enerjisine çevrilir. Koni hücreleri ışığa karşı duyarlıdır ve renkleri görmemizi sağlar. Çubuk hücreleri alacakaranlıkta görmeyi sağlayan alıcı hücrelerdir. Bu hücreler fiziksel enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürerek beyinde görme ile ilgili merkezlere ulaştırır.
Karanlığa ve aydınlığa uyum ; aydınlık bir ortamdan karanlık bir ortama girildiğinde retinanın ışığa duyarlılığın artmasına karanlığa uyum, karanlıktan aydınlığa çıkıldığında retinanın ışığa olan duyarlılığının azalmasına ise aydınlığa uyum adı verilmektedir. Aydınlığa uyum karanlığa uyumdan biraz daha kısa sürmektedir. Bu uyumlar retinadaki koni ve çubuk hücreleri, göz bebeği ve iris gibi yapılar tarafından sağlanmaktadır.
Renkleri nasıl görüyoruz? Göz öncelikli olarak elektromanyetik dalgalar ile uyarılmalıdır. Uyarıcılar çevrelerine yaydıkları bu farklı dalga boyları nedeniyle farklı renklerde görünmektedirler. Dolayısıyla uyarıcıların renkli görünmelerini sağlayan ışığın dalga boyu özelliğidir. Bu konuda iki kuram vardır:
Üç renk kuramı , renklerin görülmesini sağlayan kırmızı, mavi, yeşil olmak üzere 3 tür konik hücrelerdir. Diğer renkler bu üç ana rengin karıştırılmasıyla oluşur. Gördüğümüz tüm renkler bu üç farklı tipteki konik hücrelerin pigmentlerinin verdiği göreli tepkileri sonucu ortaya çıkmaktadır.
Karşıt renk işleme kuramı , ışığa duyarlı olan hücrelerin her biri iki renge duyarlıdır. Görme sistemi renge ilişkin bilgiyi kırmızı-yeşil, mavi-sarı ve siyah-beyaz olmak üzere üç tamamlayıcı çiftle elde etmektedir. Bu kurama göre bu üç hücrenin her biri aynı anda sadece tek bir rengi fark edebilmekte, iki rengi de duyumsayamamaktadır.
Görme bozuklukları , korneanın eğikliğini kaybetmesi ile göze gelen ışığın tek bir noktada toplanamaması astigmat , merceğin gevşeme büzülme yeteneğinin kaybettiğinde nesnelerin görüntüsü retinanın önüne düşer ve uzağı görememe miyop, görüntü retinanın arkasına düştüğünde yakını görememe hipermetrop gibi görme bozuklukları gözlük, lens ya da lazer ameliyat ile tedavi edilmektedir. Renk körlüğü bireylerin renk spektrumunda yer alan iki ya da daha fazla renk tonunu ayırt edememesidir.
İşitme Duyusu , çevreden bilgi toplamasının yanı sıra insanların iletişim ve etkileşim kurmasını sağlamaktadır. Bir nevi insanların iletişim becerilerini geliştirmesine katkıda bulunur. İşitmenin gerçekleşmesi için gerekli olan ses uyarıcı mekanik enerjidir. Ses dalgaları hava ile taşınsa da katı ve sıvı ortamlarda da işitme sistemine taşınmaktadır.
İşitme eşiği ve ses dalgaların özellikleri, titreşimlerin molekülleri sıkıştırıp gevşetmesi sonucunda ortamdaki basınç düzeyinde artış ve azalış meydana gelmektedir. Bir ses dalgası basınçla artmaya başlar tepe noktasına ulaşır ve tepe noktasına ulaştığında moleküllerin hareketi azalacağından basınçla birlikte azalma meydana gelir. Bir saniyede gerçekleşen bu döngü sayısı ses dalgası sıklığı ile ilgili bilgi verir ve ses perdesi olarak tanımlanır. Ses dalgası bir saniyede ne kadar çok titreşim oluşturursa bu ses o kadar yüksek perdeye sahiptir ve ses perdesi yükseldikçe de ses daha tiz, ince olarak algılanmaktadır. Tam tersine, bir saniyede gerçekleşen titreşim sıklığı azaldıkça tezin perdesi düşmekte ses de daha pes, kalın olarak algılanmaktadır.
Ses dalgalarının şiddeti ses dalgasının yüksekliği ile ölçülmekte ve desibel (dB) olarak ifade edilmektedir. Ses şiddeti bir ses dalgasının ortaya çıkardığı enerji miktarı olarak da tanımlanabilmektedir. Ses şiddeti ne kadar çok ise oluşturduğu dalga boyu o kadar yüksektir. İnsan işitme sistemi 0-140 dB aralığındaki seslere duyarlıdır. 140 desibel kulaklar için oldukça kritik bir ses şiddetidir ve kalıcı işitme kaybına neden olabilmektedir.
İşitmenin anatomisi ve fizyolojisi, kulak kepçesi işitme sisteminin en dıştaki yapısını oluşturur. Dış kulağın yanı sıra iç kulak ve orta kulak işitmenin diğer yapılarını oluşturur. Dış kulak; kulak kepçesi, kulak yolu ve kulak zarını bünyesinde barındırmaktadır. Orta kulak ise vücuttaki en küçük kemikler olan çekiç, örs ve üzengiden oluşmaktadır. İç kulak ise bir başka zar olan oval pencere, kulak salyangozu (koklea) ve korti organından meydana gelmektedir.
Dış kulak , çevreden gelen ses dalgalarını toplayarak orta kulak ve iç kulağa iletmektedir. Dış kulağın son noktasında çok ince bir kulak zarı mevcuttur.
Orta kulak, çekiç, örs, üzengi kemiklerine kulak zarından gelen titreşim bu kemiklerden geçerek oval pencereden iç kulağa geçer.
İç kulak, gelen titreşimi beynin işleyeceği elektrik enerjisine dönüştürüp beynin ilgili bölümlerine iletir.
İşitme kayıpları, iki temel başlık altında incelenmektedir. İletimsel işitme kayıpları, dış ya da orta kulakta meydana gelen herhangi bir bozuklukta titreşimlerin iç kulağa iletilememesidir. İşitme cihazı ya da ameliyat ile tedavi etmek mümkündür. Sinirsel işitme kayıpları, iç kulakta bulunan kulak salyangozu ve alıcı hücrelerin hasarlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu kayıplara uzun süre yüksek sese maruz kalma ya da kalıtsal etkenler sebep olabilir. Ameliyat ile tedavi oldukça güçtür ancak kulak salyangozuna yapay elektrotlar konarak daha net duyma sağlanabilmektedir.
Sesin yerinin belirlenmesi , kulağa gelen ses ya da titreşim şiddetindeki farklılık ses kaynağının yönünü ve yerini belirlemede ipucu olmaktadır. Ses dalgaları bir engelle karşılaştığında dağılır şiddeti düşer. İşte bu yüzden kulak arası mesafe ve kafatası engelleri sesin dağılmasıyla şiddetin düşmesi ile gelen sesin yönü belirleyebilmektedir. Ses kaynağının yönünü belirlemede zaman bilgisi düşük frekanslarda, şiddet, yoğunluk bilgisi ise yüksek frekanslarda daha sık kullanılmaktadır.
Koku Alma Duyusu , insanın yaşamında yaşamsal faaliyetlerini yerine getirebilmesi için diğer duyu organları kadar önemlidir. Mesela çevreden gelen koku tehlikeye ilişkin bir alarm olmakta, gaz kaçaklıkların belirlenmesinde, bozulmuş yiyeceklerin anlaşılmasında, yiyeceklerin lezzetini algılamada katkı sağlamaktadır. Buruna ulaşan uyarıcılar kimyasal maddelerdir. Buruna ulaşan molekül, burun boşluğun yukarısında alıcı hücrelerin olduğu küçük bir bölgeye ulaşır. Havada çözünen bu moleküller bu koku alma dokusundaki alıcı hücreler tarafından elektrik enerjisine ve sinir akımına dönüşmektedirler. Bu akım beyin alın lobundaki koku alam ile ilgili soğancığa oradan da beynin ilgili bölgesine aktarılır. Çok hassas olan koku alma duyusu insan burnunda bulunan 1000 çeşit alıcı hücre sayesinde 5000.000 farklı kokuyu ayırt edebilmekte 10000 kokuyu da adlandırmaktadır.
Tat Alma Duyusu , Tükürükte eriyen ve çözülen kimyasal uyarıcılara duyarlıdır. Tat alma dilde başlar. Çözülen kimyasal maddeler dildeki oyuklara girerek alıcı hücreleri uyarır. Aynı tatların bir araya gelerek oluşturduğu bu yapıya tomurcuk ya da tat alma cisimcikleri denir. Bu cisimcikler kimyasalları elektrik akıma dönüştürerek beyindeki ilgili bölge uyarılarak tat alam gerçekleşir. Dilin ön tarafı tatlı, yanları ekşi arka tarafı ise acıya duyarlıdır. Dilin orta kısmı ise tat almaz.
Tat alma hücreleri ve özellikleri , tat alma hücreleri çoğunlukla dilde olmak üzere ağızda ve boğazda bulunmaktadır. Sayıları bireyden bireye değişmektedir. Bu hücrelerin yenilenme hızı oranı yaşla birlikte düşmektedir.
Temelde tadı aynı olan yiyecekleri ayırt etmek yiyeceklerin lezzetinden kaynaklanmaktadır. Lezzette koku, sıcaklık ve kıvam önemli faktördür. Lezzet algısı bireyden bireye kültürden kültüre değişmektedir. Tat alma duyusu yeme davranışlarımızı yönlendirdiği için sağlığımızı olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir.
Deri ve Dokunma Duyusu , basınç, ağrı ve ısı üç alt birimden oluşur. Deride gerçekleşen basınç, ısı ve ağrıya ilişkin duyumlar vücuda yönelik tehlikelerin fark edilmesini sağladığı için insanların hayatta kalma mücadelesinde birinci derecede öneme sahiptir.
Derinin anatomisi ve fizyolojisi, deriye ulaşan uyarılar epidermis ya da dermis tabakalarında bulunan alıcı hücreler ile alınır. Dermis tabakası ise alıcı hücrelerin çoğunu (basınç, ısı, ağrı) barındırmaktadır. Basınca duyarlı alıcı hücrelerin vücuttaki dağılımı eşit değildir. Alıcı hücrelerin yoğun olmasından dolayı uyarıcılara olan duyarlılığın daha fazla olduğu bölgeler dil, dudak, yüz, eller ve genital bölgedir. Bu bölgelerin tersine ayak başparmağı ve sırt bölgesi ise en az duyarlılığa sahip bölgedir. Isıyla ilgili alıcı hücreler sıcağa ve soğuğa duyarlı olmak üzere iki çeşittir. Ağrı ile ilgili duyum diğer iki dokunma duyusundan (basınç, ısı) farklıdır, öznel bir algı sonucu oluşan ağrı bireylerin psikolojik, sosyal ve kültürel yaşantıları sonucunda ortaya çıkmaktadır
Hareket Ve Denge Duyuları , hareket duyusu vücudun koordineli bir şekilde hareket etmesini denge duyusu ise vücudun dengede kalmasını sağlamaktadır. Baş, kol ve bacakların gövdeye ve birbirlerine göre pozisyonu ve hareketi konusunda bilgi veren duyu sistemidir. Denge duyusu yer çekimine ve harekete bağlı olarak vücudun, özellikle de başın pozisyonuna ilişkin bilgi sağlayan duyu sistemi olarak tanımlanmaktadır. Denge duyusu vestibüler kese, yarım daire kanalları ve yarım daire kanalları içinde bulunan otolit taşlarından oluşmaktadır.
Algı
Algılama süreci duyumla toplanan verilerin anlamlandırılması olarak tanımlanır. Algının temelini oluşturan iki temel unsur; fark etmek ya da ipuçlarını yakalamak ve yakalanan ipuçlarının anlamlandırılmasıdır.
Algısal Süreçte İşlemleme , algılama sürecinde ilk aşama duyu organlarından gelen nesnel bilgiler dikkate alınmasıyla aşağıdan yukarıya doğru işlemleme olarak adlandırılmaktadır. İkinci aşama nesneye ilişkin tanımlanan tüm bu özellikler hafızada bulunan diğer nesnelerin özellikleri ile karşılaştırılmakta ve bu karşılaştırmaya dayalı olarak da bu nesnenin ne olduğuna ilişkin çıkarımda bulunularak, karar verilme yukarıdan aşağıya doğru işleme adını almaktadır ve bu süreç olarak iki yönlüdür.
Algılamada Gestalt İlkeler , Yapısalcılık yaklaşımı, çok sayıdaki temel duyusal bilginin birbirine eklenmesi ile algılama sürecini açıklamaktadır. Ancak algılama o kadar basit bir süreç değildir. Bu süreçte aynı zamanda bireylerin daha üst seviyedeki bilgi işleme süreçleri olan önceki öğrenme yaşantıları, ihtiyaçları, duruma ilişkin beklentileri ve duyguları da işin içine girmektedir. Gestalt yaklaşımı “Bütün, parçaların toplamından fazladır” sloganı ile özetlenmektedir. Temel duyusal birimler belli bir kurala göre bir araya getirilir. Algılama, şekil-zemin ilişkisi ve gruplandırma ilkeleri ile şekillendirilmektedir. Şekil zemin ilişkisinde çevrede bulunan birçok uyarıcıdan sadece birinin seçilmesi ve öne çıkarılması, dikkatin sadece bu nesneye odaklanmaktadır. Dikkat edilen şekil diğer tüm şeyler zemin olarak ifade edilir. Ancak psikoloji kitaplarında verilen bazı şekiller ve figürlerde şekil ve zemin yer değiştirebilmektedir. Aynı uyarıcılar farklı bireyler tarafından farklı şekillerde algılanır.
Seçici Dikkat Ve Uyum Sağlama , algılamanın gerçekleşmesi için dikkat ön koşuldur. Çevrede o kadar çok uyarıcı vardır ki bazılarına öncelik verilirken bazıları geri plana atılmaktadır. Bu işlem seçici dikkat olarak tanımlanır. Duyuları algıya dönüştürme sırasında çok fazla duyusal veri olduğundan beyne giden yol daralmakta ve bazı uyarıların iletilmesi engellenmektedir. Böylece sadece belli uyarıcıların diğer uyarıcıların arasından ayrılması ve algılanması söz konusu olmaktadır. Uyum sağlama süreci belli ve değişmeyen bir uyarana duyusal sistem tarafından az tepki vermesidir. Örneğin, sigara içen insanlar kendi üstlerine sinen sigara kokusunu fark edemezler ya da yoğun ve kesif bir yemek kokusu olan odada bulunanlar bu kokuyu fark edemezken, odaya yeni giren biri bu kokuyu hemen fark edebilmektedir. Duyu organlarının uyum sağlama süreci de birbirinden farklıdır. En çabuk uyum sağlayan duyu sistemleri burun ve deridir.
Algıyı Dikkati Etkileyen Faktörler , Dikkati etkileyen ve algıyı şekillendiren faktörler bireye özgü faktörler, uyarıcıya özgü faktörler olmak üzere iki başlık altında ele alınabilir. Seçici dikkati yönlendiren bireye özgü faktörler, bireyin ilgi, istek, ihtiyaç, beklenti, motivasyon ve duygu durumu gibi özelliklerini içermektedir. Bunların yanında uyarıcıya özgü bazı özellikler tekrarlayan yüksek şiddette olan ve beklenmedik şeyler dikkati ve algılama sürecini etkiler.
Algılamada gruplama ilkeleri ; bu süreçte benzerlik, yakınlık, devamlılık, tamamlama ve basitlik gibi gruplama kuralları uygulanır. Benzerlik, benzer uyarıcılar gruplandırılarak bir bütün olarak algılanmaktadır. Yakınlıkta, fiziksel olarak birbirine yakın olan uyarıcılar gruplandırılarak bir bütün olarak algılanır. Devamlılık, algısal süreçte gruplandırma yapılırken akıcı, düzenli ve kesintisiz şekiller, örüntüler tercih edilir. Tamamlama, herhangi bir nesnedeki eksiklikler tamamlanarak, boşluklar doldurularak bir bütün olarak algılanır. Basitlik, algılama sürecinde uyarıcılar gruplandırılırken basitlik karmaşıklıktan tercih edilir.
Algısal Değişmezlikler , Algısal değişmezlik olgusu, duyu organlarına ulaşan bilgiler şekil ve durum açısından farklılık gösterse de bu uyarıcı ve nesnenin değişmez, kararlı olarak algılanmasını sağlar. Algısal değişmezlikler bize tutarlılık ve tahmin edilebilirlik sağlamaktadırlar.
Büyüklük değişmezliği, nesneden ya da sizden kaynaklanan hareketlilik sonucunda retinaya düşen görüntünün boyut ve şeklinde farklılıklar olur. Ancak siz büyüklük değişmezliği ile görüntü farklılaşsa da nesneyi aynı şekilde algılarsınız.
Şekil değişmezliği, bir uyarıcıyı farklı açılardan gördüğümüzde retinaya düşen şekiller de değişmektedir. Renk ve parlaklık değişmezliği, aydınlatma ve ışık miktarının değişmesine rağmen uyarıcıların parlaklık ve renklerinin eskisi gibi algılanmasıdır.
Üç Boyutlu Algılama , Uyarıcıların bize olan uzaklıklarını algılayabilmek için beynimizin retinaya düşen iki boyutlu görüntüleri üç boyutlu görüntüye dönüştürmesi gerekmektedir. Üç boyutlu görebilme derinlik algısı olarak adlandırılmaktadır. Duyum süreci sonucunda retinaya düşen görüntü yükseklik ve genişlik bilgisine sahiptir. Buna algılama süreciyle uzaklık bilgisi de eklenmekte, böylece derinlik algısı oluşturulmaktadır.
Binoküler ipuçları, iki gözden gelen hareket bilgileri sonucunda, monoküler ipuçları ise tek bir gözden gelen bilgiler sonucunda oluşmaktadır. İki gözümüz arasındaki mesafe nedeniyle retinaya düşen görüntü farklılaşmaktadır. Beyin iki gözden gelen bilgiyi birleştirdiğinde retinal farklılıkla ilgili bilgiyi kullanmakta, böylece uzaklığa ilişkin karar vermektedir. Yani bir nesnenin retinal farklılığı diğerine göre daha büyükse bu nesne daha yakın olarak algılanmaktadır. Binoküler ipuçlarının diğeri de yakınsama’dır. Nesne gözlere yaklaştıkça, gözlerdeki kaslar hareketi ile beyin uzaklık bilgisini elde etmek için kullanır.
Monoküler ipuçları , genellikle çevredeki nesnelerin birbirlerine göre durumları ve pozisyonlarına göre ortaya çıkmaktadır. Bir kâğıt üzerindeki görüntülerin, uyarıcıların uzaklıkları birbirinden farklı değildir. Bu nedenle görüntüler arasında retinal farklılık bulunmamakta, ancak resimde ya da fotoğrafta nesnelerin birbirine göre büyüklük farkları, birbirinin görüntülerini engelleme gibi pek çok monoküler ipuçları bulunmaktadır.
Göreli büyüklük (Nesne büyüklüğü): Her şeyin eşit olduğu koşullarda büyüklüğü aynı olan iki uyarandan uzakta olanın görüntüsü küçük yakında olanın ise büyüktür. Biri diğerine göre küçük olan daha uzakta olduğu belirlenir.
Binişim (kaplama): Burada yakın olan nesneler uzak olan nesnelerin önüne geçmiştir bu nedenle arkadaki nesne görülmemektedir. Yani önde olan nesne arkadakinin bir kısmını kaplamaktadır.
Doğrusal perspektif: Birbirine paralel olan iki çizginin uzaklaştıkça birbirine yakınlaştığı ve ufukta birleşmesi olarak açıklanır. Yani uzaktaki nesneler yakındakilere göre birbirine daha yakındır.
Doku değişimi : Yakında iken daha iri taneli, ayrıntılı olarak gördüğümüz dokunun uzakta iken daha küçük, sık ve daha az ayrıntılı olarak algılanır.
Görüş alanındaki yükseklik : İki nesneden daha yukarda olan daha uzakta algılanmaktadır.
Işık ve gölge : Yakın nesneler daha parlak ve gölge düşen yerler düşmeyenlere göre uzakta algılanmaktadır.
Göreli hareket : Nesnenin pozisyonu vücudun başka bir nesneye göre hareket etmesi sonucunda değişmekte, hareket ettiğimizde durağan olan nesneler bile hareket ediyormuş gibi algılanabilmektedir.
Algı Yanılsamaları , Uyarıcıların yanlış, olduğundan farklı algılanması veya yorumlanması söz konusu olduğunda algı yanılsaması ya da illüzyon olarak adlandırılmaktadır. Yanılsamalar algısal değişmezlikler ya da algısal ilkelerin uygulanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Algı yanılsamaları işitme gibi duyu sistemlerinde ortaya çıksa da görme ile ilgili yanılsamalar en fazla araştırılan yanılsamalar olmuştur. Algı yanılsamaları genellikle derinlik algısına ilişkin ipuçlarının algısal değişmezlik ilkeleri nedeniyle yanlış yorumlanması sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Ay yanılsaması , Ay yanılsaması ayın gökyüzünde bulunduğu yere göre daha büyük ya da daha küçük algılanması olarak açıklanabilir. Ay karayla gökyüzünün kesiştiği ufuk çizgisine yaklaştıkça daha büyük, tam zirvede yani gökyüzündeyken daha küçük görünmektedir. Ay yanılsamasının derinlik algılamasına yol açan binişme ile büyüklük değişmezliğinin yanlış olarak uygulanması sonucu ortaya çıktığını belirtmektedir.
Ponzo yanılsaması, bu yanılsamanın yaşanması da yine görüş alanındaki yükseklik, doğrusal perspektif ve büyüklük değişmezliği ile açıklanmaktadır.
Müller-Lyer Yanılsaması, Müller-Lyer yanılsamasının sadece dik açılardan oluşan köşegen binalar olan toplumlarda, kültürlerde gözlendiğini ortaya koymuştur. Konunun ilgili bölümündeki örnekler incelenebilir.