Sosyal Sorunlar Dersi 8. Ünite Özet
Barınma Sorunu Ve Sosyal Konutlar
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Barınma Sorunu
18. yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de başlayıp etkisini giderek tüm dünyada hissettiren Sanayi Devrimi ile birlikte geçim kaynağı olarak tarım birincil derecedeki önemini yitirmiş, kitleler sanayi üretiminin artan talebi karsısında emeklerini sanayileşen kentlerde arz etmeye başlamıştır. Sanayi üretimi karsısında tarımın doğrudan daha az geçim kaynağı hâline gelmesi, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerdeki kır nüfusunun giderek azalmasına neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden hemen sonra yayınlanan Ihsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin barınma hakkına yer vermesi önemli bir gelişme olarak kabul edilmektedir. Raporda barınma sorunun uluslararası platformda farkına varıldığının altı çizilmiştir. Bu bildirgede herkesin barınma hakkının olduğuna vurgu yapmıştır. Her ne kadar bu bildirge barınma hakkını uluslararası düzeyde tartışılacak bir konuma getirmiş olsa da, yaptırım gücü olmaması nedeniyle devletler üzerinde fazla bir etki oluşturamamıştır. Diğer taraftan, 1966 tarihlinde yayınlanan Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 11. maddesi gereğince sözleşmeye taraf olan devletlerin insanların konut hakkını tanıdığını kabul edeceğini hüküm altına almıştır. Hızlı kentleşme süreçleriyle ilişkilendirilen barınma sorununun Türkiye’de özellikle II. Dünya Savası sonrasında ortaya çıkmaya başladığı söylenebilir. Nitekim Cumhuriyet’in ilanı ile yeni başkent Ankara ve İkinci Dünya Savası sonrası Marshall yardımlarının etkisiyle de basta İstanbul olmak üzere diğer sanayileşen büyük kentler; artan konut talebi nedeniyle barınma sorunları ile karşılaşmıştır.
Ülkemiz geç sanayileşen bir ülke olması nedeniyle sanayileşmenin sebep olduğu kentsel sorunlarla da ancak 1950’lerden sonra karşılaşabilmiştir. Sanayi Devrimi’nin sancılı süreçlerini geçirmeden sanayileşmiş batı toplumlarının zorlu mücadelelerle elde edilmiş oldukları kazanımları 1961 Anayasası ile hazır olarak bulan halkımız, bu anayasa ile sağlanan özgürlüklerin tam olarak farkına varamamış ve tanınan sosyoekonomik ve kültürel haklardan dönem içerisinde gerektiği gibi faydalanamamıştır. İster ulusal isterse uluslararası düzeyde yasansın barınma sorunu; düzensizlik, çarpık kentleşme, çevre sorunları, altyapı yetersizlikleri, düşük yasam kalitesi gibi olumsuzluklarla birlikte anılan istenmedik bir durumu ifade etmektedir. Ancak barınma sorunu kendiliğinden ortaya çıkmaz. Gelişmiş, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde farklı seviye ve görünümlerde olmak üzere barınma sorununun nedenlerini;
- doğal nüfus artışı,
- hızlı kentleşme ve kırdan kente akan göçler,
- konutların ekonomik ömrünü tamamlaması,
- mevcut gecekonduların yenilenmesi veya ortadan kaldırılması,
- doğal afetler,
- gelir dağılımı adaletsizlikleri
- yoksulluk
- işsizlik ve
- kentlerdeki rantabl alanların çoğalması
oluşturmaktadır.
Artan kentli nüfus ve azalan kentsel araziler düşünüldüğünde devletlerin barınma sorununa yönelik uyguladığı konut politikaları, kentsel sorunları çözmek bir yana; bu sorunları daha da içinden çıkılmaz hâle getirebilmektedir. Geleneksel konut edindirme politikaları ancak belli bir gelir seviyesine sahip, birikimi olan ya da uzun vadede alınan kredileri ödeyecek ekonomik imkânlar bulunan kişileri ev sahibi yapabildiğinden yoksulların barınma sorunları karsısında yetersiz kalmaktadır. Bu durumda düzensiz ve yetersiz geliri olan yoksul aileler için yasayabilecekleri derme çatma, korunaksız, yetersiz, sağlıksız ve illegal yasam alanları oluşturmaktan başka çare kalmamaktadır. Barınma sorunu sadece konut üretilerek asılacak bir sorun değildir. Üretilen konutların özellikle konut sorununun asıl mağduru olan sabit gelirli alt ve orta sınıf için erişilebilir olması da gerekmektedir (Karasu, 2005, 57).
Sosyal Konut
Sosyal konutlara ait tek bir tanım bulunmamaktadır. Ancak ülkelerin mevzuatlarına ve uygulamalarına bakılarak bir sınırlama ve tanımlama yapmak mümkün olabilir. Ne tür bir konutun sosyal konut olarak kabul edileceği mülkiyetle ilişkili olarak; yerel idareler, kârsız organizasyonlar ya da devlet mülkiyetinde bulunmasına göre belirlenebilir. Ayrıca, konutları kimin yaptığı, kiraların piyasa düzeylerinin altında olup olmadığı, kira yardımları, sübvansiyonlar ve merkezî/yerel yönetimlerin konut sağlama amacına bakılarak da tanımlama yoluna gidilebilir (Scanlon ve Whitehead, 2007, 8). Uygulanan yöntemlerin farklı olmasından dolayı üzerinde uzlaşılmış bir sosyal konut tanımı bulunmuyor olmasına rağmen sosyal konut; kamu fonlarının aktif olarak kullanıldığı; fiyatların ya da kiraların belirlenmesinde kar motifinin baskın olmadığı; miktarının kalitesinin ve sunum biçiminin belirlenmesinde siyasi karar mekanizmalarının önemli etkiye sahip olduğu konutlar (King, 2006, 31) olarak tanımlanabilir.
Sosyal konut alanında bilinen ilk büyük uygulama Londra’nın “Bethnal Green” bölgesinde yapılmıştır.
Bethnal Green sosyal konutları, yaklaşık 6000 kişinin kötü koşullar altında yasadığı barınakların yerine yapılmıştır (Greenhalgh ve Moss, 2009, 18). Bir kentsel dönüşüm yöntemi olarak da kabul edilen temizleme (clearance) yönteminin uygulandığı bu proje ile sadece yoksulların yasam alanları iyileştirilmemiş; aynı zamanda kentin hastalıklı olarak görülen bir parçası da sağlıklaştırılmıştır.
Sosyal konut alanında ilk yasal düzenleme ise 1889 yılında Belçika’da yapılmıştır. Daha sonra bunu İngiltere (1890) ve Fransa’daki (1894) düzenlemeler izlemiştir. Günümüzde sosyal konut alanında en fazla uygulama örneğinin bulunduğu Hollanda ise ilk kez 1901’de sosyal konut üretmeye başlamıştır (Reinprecht, 2007, 33-35). Görüldüğü üzere, sosyal konutlar ilk olarak sanayileşen ülkelerde ortaya çıkmıştır. Bu durum dünyanın farklı ülkelerinde de olsa sosyal konutların muhatabının genellikle yoksul sanayi isçileri olduğuna işaret etmektedir.
Gelişmiş ülkelerdeki sosyal konut uygulamalarında ortak yönler bulunmakla beraber, her bir ülkede aynı şekilde geçerli olan standart bir sosyal konut uygulaması ve politikası söz konusu değildir. Ayrıca, sosyal konutların hedef kitlesi de ülkeden ülkeye değişiklik gösterebilmektedir. Bazı ülkelerde toplumun yalnızca en yoksul kesimi bu konutlardan yararlanabilirken bazı ülkelerde düşük ücretli kesimler, bazı ülkelerde ise orta gelir düzeyine sahip kesimler sosyal konutlardan yararlanabilmektedir (Whitehead ve Scanlon, 2007, 5-6).
Barınma Sorununa Yönelik Olarak Türkiye’de Uygulanan Konut Politikaları
Kentleşme sorunlarının merkezînde, nüfus hareketlerinin yerleşim alanları üzerinde yarattığı stres unsuru yer almaktadır. Kentler, barındırma kapasitesini aştığı ve nüfusu sağlıklı bir şekilde bünyesine katamadığında sosyal, ekonomik, siyasi ve fiziksel birçok sorunun yaşandığı mekânlara dönüşebilmektedir. Nitekim günümüzde Türkiye’nin yasadığı kentleşmeye ilişkin sorunların kaynağını geçmişten gelen yanlış politika ve uygulamalar oluşturmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca büyüyen barınma ihtiyacına yönelik olarak merkezî ve yerel yönetimlerin yürüttükleri politikaların dönemselleştirilmesinde siyasi konjonktür ne kadar belirleyici gibi görülse de asıl belirleyici olan sosyoekonomik yapı ve kentleşmenin bizzat kendisidir. Bu bakımdan erişilebilir sosyal konutlara ilişkin olarak Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar yürütülen politikalar dört dönemde incelenebilir. Bunlar;
- 1923-1950 yılları arasındaki dönem: ulus devlet anlayışı ve memur merkezli konut politikaları,
- 950-1980 arası, savaş sonrası planlı dönem,
- 1980-2002 yılları arası liberal dönem ve
- 2002 sonrası dönemdir.
Toplu Konut İdaresinin (TOKİ) Sosyal Konut Uygulamaları
2002 yılı genel seçimlerinden günümüze kadar, karar alma mekanizmasının bütüncül yapısının avantajlarını konut politikalarında da kullanmak isteyen yönetimler; her seçim öncesi yayımladıkları eylem planlarında sosyal konutlara da ayrıca yer vermişlerdir. Bu eylem planlarında, gelir düzeyi düşük vatandaşlara erişilebilir fiyatlarla konutlar üretileceği ve yoksul insanların ev sahibi yapılacağı belirtilmiştir.
TOKİ sosyal konut uygulamalarını, dar ve alt gelir grubuna yönelik olarak üretilen konutlar, altyoksul gelir grubuna yönelik konutlar, kentsel dönüşüm konutları, afet konutları ve tarım köy konutları seklinde hayata geçirmektedir. Alt ve yoksul gelir grubuna yönelik olarak üretilen konutlara ihtiyaç sahibi kişilerin başvurabilmeleri birtakım ön şartlara tabi tutulmuştur. Gerçek anlamda ihtiyaç sahiplerinin TOKİ’nin ürettiği sosyal konutlardan yararlanabilmeleri için aranan şartlardan başlıcaları;
- Toplu Konut İdaresinden konut satın almamış olması ve Toplu Konut İdaresinden konut kredisi kullanmamış olması,
- Kendisine eşine ve/veya velayeti altındaki çocuklara ait tapuda kayıtlı kat irtifaklı/kat mülkiyetli bağımsız bir bölümünün veya müstakil bir konutunun olmaması,
- Azami aylık gelir sınırını aşmaması,
- Bir hane halkı adına yalnızca bir adet başvuru yapması gibi şartlardır.
Kiralık Sosyal Konut Uygulaması
Önümüzdeki dönemlerde ülkemizde hayata geçirilmesi planlanan kiralık sosyal konut uygulamaları barınma sorununun çözümü için mülk edindirmeye yönelik konut politikalarından vazgeçildiğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Nitekim ülkemizdeki barınma sorunu tüm gayretlere rağmen mülk edindirme politikaları ile istenilen düzeyde çözülmüş değildir. Günümüzde, Sanayi Devrimi’ni yaşamış Batılı ülkelerde, kentlerdeki yoksulların barınma ihtiyacı, devletin sübvanse ederek piyasadaki kira bedellerinin altında belirlediği sosyal konutlar aracılığı ile giderilmeye çalışılmaktadır.
Yani mülkiyeti devlete, belediyelere veya karsız organizasyonlara ait olan konutlar, uygun şartları taşıyan yoksul ve dar gelirli kişilerin istifadesine sunulmaktadır (Whitehead ve Scanlon, 2007, 8-12). Türkiye gibi geç sanayileşebilen ülkelerde ise sosyal konutlar, dar gelirli kişilerin düşük faizli ve uzun vadeli konut kredisi imkânları ile mülk edindirildiği konutlar seklinde algılanmaktadır. Avrupa’da sosyal konut kavramı, kiralık sosyal konutlarla es değer anlamlarda kullanılmaktadır.
Bu konutlar merkezî/yerel yönetimlerce ve kâr amacı güden/gütmeyen şirketler aracılığı ile üretilip hedef kitlelere sunulmaktadır (Stephens, Burns ve Mackay, 2002). Böylece devlet, sosyal konut piyasasında gerek üretici gerekse düzenleyici rolleri sayesinde aktif roller üstlenmektedir. Nitekim Hollanda, Avusturya ve İngiltere Avrupa’da toplam konut stoku içerisinde en fazla sosyal konuta sahip ülkelerdir (Priemus ve Maclennan, 1998).
Hollanda’da 1901 yılında yürürlüğe giren Konut Kanunu (Housing Act), sosyal konut politikalarının yasal temelini oluşturmaktadır. Bu Kanun’la, 19. yüzyılın sonlarına doğru ülkede oluşan kötü yasam koşullarını iyileştirmek üzere konut üreticilerinin görev, yetki ve sorumlulukları düzenlenmiştir.
Avusturya’da sosyal konutların inşası 20. yy’dan itibaren başlamıştır. I. Dünya Savası sonrasında seçimleri kazanan sosyal demokratlar yerel düzeyde refah devletleri oluşturma gayreti içerisine girmiştir. Sosyal demokratlar oluşturulacak refah devletleri için, isçi sınıfına öncelik vermişlerdir. İşçi sınıfının daha iyi konut, yasam, eğitim ve sağlık koşullarından faydalanmalarını sağlamak için imkânlar sunmaya çalışmışlardır.
İngiltere’de ise gelir dağılımı adaletsizliği diğer Avrupa ülkelerine göre daha yüksektir. Bu durum İngiltere’de orta alt ve alt gelir grubunun büyümesine sebep olmaktadır. Büyüyen orta alt ve alt gelir grubu İngiltere’de, sosyal güvenlik ve sosyal politika aracı olarak kullanılan sosyal konut sunumunun önemi daha da ön plana çıkmaktadır. Yerel otoriteler kiralık sosyal konutlar için yapılan başvurularda; engellilere, spesifik tıbbi gereksinimleri olanlara, yaslılara, yalnız yasayan ebeveynlere, sağlıksız konutlarda kalabalık şekilde yasayanlara, bakıma muhtaç çocukları olan ailelere, göçmenlere, mültecilere, sığınmacılara ve yasal olarak evsiz olarak sınırlandırılmış kişilere öncelik vermektedir.