Sosyal Sorunlar Dersi 1. Ünite Özet
Sanayi Devrimi Ve Sosyal Sorunlar
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Dönüşüm toplumun ya da sistemin felsefe, ideoloji ve kuralları ile önemli bir değişime uğraması hâlidir. Bütün dünyayı dönüştüren ve hâlâ dönüştürmeye devam eden Sanayi Devrimi insanlık tarihindeki en büyük dönüşüm olarak kabul edilebilir.
Sanayi Devrimi ve Sosyal Sorunun Ortaya Çıkışı
Sanayi Devrimi sadece ekonomik yaşamı değil aynı zamanda toplumsal yapıyı da daha önce hiç görülmemiş düzeyde değiştirmiş, emek ve sermaye çatışmasından doğan sosyal sorun Sanayi Devrimi’nin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
18. yüzyıl özellikle de son dönemi itibariyle insanlık tarihinde “en çok değişen” ve “en çok şeyi değiştiren” yüzyıl olarak kabul edilmektedir.
Özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda, deniz ticaretinin gelişmesi, yeni kıtaların keşfi ve sömürgecilik faaliyetleri özellikle Batı Avrupa ülkelerinde ticaretin gelişmesi ve örgütlenmesine yol açmıştır.
Sanayi Devrimi, tarım ekonomisi ve onun üretim ilişkileri yerine arka planında sermaye ve makinelerin yer aldığı yeni bir düzene geçilmesini sağlamıştır.
Önce buhar daha sonra da elektrik ve gaz gibi yeni enerji güçlerinin bulunması, bu enerji güçlerinin makinalara uyarlanmasını getirmiştir.
İngiltere’de Sanayi Devrimi’ni başlatan ilk dalga dokuma endüstrisi alanındaki icatlarla başlamıştır. Dokuma kesimindeki makineleşmenin hemen ardından da bir dizi önemli teknolojik gelişmenin yaşandığı demir ve çelik sanayiinde hızlı bir teknolojik gelişme başlar.
George Stephenson’un lokomotif üzerindeki çalışmaları sonucu, 1830’dan itibaren ilk trenler işlemeye başlamıştır. Böylece demir yolları, köprüler, tüneller, gemiler, limanlar inşa edilmiştir. Ulaşımın hızlanıp kolaylaşması ile de hammadde sağlama ve üretime pazar bulabilme alanında karşı karşıya bulunan sınırlılıklar büyük ölçüde aşılıyor, hammaddeler dünyanın her köşesinden gelişmiş sanayi merkezlerine taşınıyor ve yapılan üretim dünyanın her yöresindeki pazarlara kolayca ulaştırılabiliyordu.
Sanayi Devrimi’nin hemen öncesinde çalışma ilişkileri lonca sistemine dayalıdır. Ancak Sanayi Devrimi, sınırlı iş yeri ve sınırlı iş gücüne dayalı bu lonca sistemini işlevsiz bırakmış, fabrikasyon üretimle rekabet edemeyen usta ve kalfalar ise kendi tezgâhlarını bırakarak fabrikalarda nitelikli işçiler olarak çalışmak zorunda kalmışlardır.
İşçi sınıfının doğumuna yol açan sanayileşmenin ilk yılları ise sanayileşmenin yaşandığı tüm toplumlarda, uzun çalışma saatleri, çok yetersiz ücretler, sağlık ve iş güvenliğine aykırı çalışma koşulları gibi son derece olumsuz bir çalışma yaşamı ve iş ilişkileri sistemini doğurmuştur.
Sanayi Devrimi, insan yaşamını muazzam düzeyde kolaylaştıran ve insanın gelişmesini de sağlayan bir dönüşümdür. Bu dönemde, daha önce hayal bile edilemeyecek düzeyde insan ömrü uzamış, ulaşım-iletişim uzak mesafeleri küçültmüş, salgın hastalıklar önlenmiş, kaliteli ve sağlıklı bir yaşam mümkün hâle gelmiştir.
Ücretlerin yetersizliği ise sayıları gün geçtikçe artan işçi ailelerini büyük ekonomik sıkıntılara sokmuş, aile reisi olan babanın çalışması karşılığı elde ettiği gelir tüm ailenin geçimine yetmediğinde öncelikle kadınlar, ardından da daha büyük yaşta olandan başlayarak tüm çocuklar çalışma yaşamının ağır ve yıpratıcı koşulları içinde çalışmak ve gelir sağlamak zorunda bırakılmıştır.
Sanayi Devrimi ve yeni ekonomik atılımlar liberal bir düşünce ortamı içinde doğmuştur. Liberal düşünceye göre bireyler, kendi çıkarları peşinde koşarken ve bunu en iyi gerçekleştirmenin yollarını ararken toplumun da yararına hizmet etmiş olurlar. Ayrıca, üretime katılan faktörlerin üretimden alacakları pay bölüşüm sorunu ekonomik düzenin temel kurumları olan piyasa mekanizması ve fiyatlar sistemi ile kendiliğinden çözülecektir.
Sanayi Devrimi’nin yaşanıldığı dönemde, işçiler ile fabrika sahipleri arasındaki iş ilişkisi, Roma Hukuku’ndaki hizmet kirası gibi özel hukuk kapsamında ele alınmıştır.
Sosyal sorun; toplumsal sınıfların gerek birbirleriyle, gerekse tüm toplumla ilişkilerinde ortaya çıkan ya da toplumdaki değişmelerden ileri gelen uyuşmazlık, gerginlik ve çatışmalardır.
Bir dönem sosyal sorun olarak algılanmayan bazı sorunlar başka bir zaman aralığında sosyal sorun olarak kabul edilebilmektedir. Her çağda ve toplumda eşitsizlikler ve sosyal sorunlar büyük halk yığınları için hep var olmuştur. Sosyal sorunlara ilişkin sosyolojik yaklaşımlar arasında da bir uzlaşıdan söz edilemez.
Sosyal sorunlar konusunda makro ve mikro ayırımı yapan yaklaşımlar da bulunmaktadır; Makrososyal sorunlar, toplumun geniş kitlelerini ilgilendiren yapısal sorunlar olarak ele alınırken, mikrososyal sorunlar daha çok bireylerin davranışlarından kaynaklandığı düşünülen sosyal sorunlara işaret etmektedir.
Sosyal sorun olarak tanımlanan sorunların, esas itibariyle sanayi toplumu ve bu toplumun ortaya koyduğu koşullarının bir sonucu olarak ortaya çıktığı ifade edilebilir.
Çalışma koşullarına devletin müdahalesinin söz konusu olmadığı bu dönemde ağır çalışma koşulları ortaya çıkmış ve bu durum kaçınılmaz olarak işçi sınıfının olduğu kadar toplumun da tepkisini çekmiştir. Bu tepkiler işçi örgütlenmelerine, yeni düşünce akımlarına ve siyasal örgütlenmelere yol açmış, sanayileşen toplumlarda sosyal değişim yönünde bir dinamizm doğurarak ve bugüne kadar devam eden gelişmeleri uyarmıştır.
Arz ve talep kurallarına uyarak ücretlerin düşmesi yanında fabrika sahiplerinin sistemin temel mantığına uygun diğer tutum ve davranışları da işçi ücretlerinin sefalet ücreti denilecek bir seviyeye düşmesine sebep olmuştur. Kadın emeğinin yetişkin erkek iş gücüne göre daha ucuz olması da zamanla işverenlerin maliyeti düşürmek için kadın iş gücünü daha yoğun kullanmasına yol açmış, kadınlar son derece düşük ücretlerle fabrikalarda erkeklerin yanında çalışma hayatına atılmıştır.
Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı önemli sosyal sorunlardan biri de çalışma sürelerinin çok uzun olmasıdır. Tam bir ekonomik özgürlük içinde büyük sanayi yaşamının geliştiği ve devletin, liberalizmin ilkelerini benimseyerek işçi ve işveren ilişkilerine karışmamayı en uygun yöntem kabul ettiği bu dönemde erkek, kadın ve her yaştaki çocuklar için çalışma süreleri 14-16 saatten aşağıya düşmemiştir.
Sanayi Devrimi ile birlikte, fabrika sanayisinin zanaatın yerini alması sonunda bu kesimde çalışan çırak, kalfa ve hatta ustalar hızla gelişmekte olan sanayi kesiminde iş aramak zorunda kalmış, her türlü servetten ve sosyal korumadan yoksun ve yaşayabilmek için çalışmak durumunda olan işçi sınıfının içinde yer almasına neden olmuştur.
Sosyal Sorunun Çözümüne Yönelen Gelişmeler
Sosyal sorunu çözmeye yönelik hareketler amaç ve yöntem bakımından birbirinden oldukça farklı özelliklere sahip olsa da hepsinin temelinde toplumu dönüştürme ve herkesin ahenk, güven, sevgi içinde yaşayacağı, bu anlamda “ideal” bir toplum ortaya çıkarma düşüncesi bulunmaktadır.
Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkardığı sefalet ve şiddet olaylarıyla bu kötü durumun nedeni durumundaki fabrika kapitalizmini önlemek imkânının bulunmayışı bazı kimseleri o güne kadar düşünülmesi bile mümkün olmayan bir şekilde mevcut sistemi eleştirmeye yöneltmiştir.
Klasik liberal düşünceye göre, ekonomik ve toplumsal yaşantıyı yöneten doğal bir düzen ve bu düzenin yasaları bulunmaktadır. Devlet ise bu düzene karışmaktan kesin olarak kaçınmalıdır. Liberal düşüncelerin hâkim olduğu dönemde emeğin diğer üretim faktörlerinden farklı olmayan bir biçimde değerlendirilmesi ve devleti yönetenlerin artan sosyal sorunlara karşı duyarsız kalması emek-sermaye çatışmasını şiddetlendirirken, ortaya çıkan sosyal ve ekonomik koşullara tepki olarak Sosyalizm yükselmiştir.
İlk düşünce akımı, emekle sermayenin ortak bir üretimde yeniden bütünleştirilerek, ekonomik bir birlik oluşturmalarını öngören ve sanayi öncesi topluluklara nostaljik bir yaklaşım içeren Birlikçi ya da Kooperatifçi Sosyalistlerin meydana getirdikleri akımdır.
İkinci akım 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan ve sosyal sorunun çözümünde, kapitalist toplum yapısının tümüyle ve devrimci yöntemlerle değiştirilerek, sosyalist toplum yapısına geçmeyi öneren Bilimsel Sosyalizm akımıdır.
Üçüncü akım da devrimci değil, evrimci yöntemlerle ve demokratik süreçlere dayalı olarak sosyalizme geçişi öngören ve 20. yüzyılda ortaya çıkan Reformcu ya da Demokratik Sosyalizm akımıdır.
Sosyal politika akımı da, sosyalist politika akımı gibi, liberalizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımı savunanlar, yerleşik düzenin (kapitalizm) korunması ilke ve amacını benimsediklerinden, yeni bir ekonomik ve sosyal düzene geçilmesini hedef alan devrimci sosyalist görüşlerden kesin bir şekilde ayrılmaktadırlar. Buna karşılık, yerleşik düzende sosyal reformlar yapılarak, sanayi toplumunu daha eşitlikçi bir refah toplumuna dönüştürme hedefi yönünden demokratik sosyalistlere yaklaşmaktadırlar.
Bu akım, temel kişisel özgürlükleri ve çalışmayı özendiren güdüleri koruyarak, sosyal eşitsizlikleri azaltmayı ve üretim süreçlerinde tekelleşmeyi önlemeyi hedef almakta daha adil bir gelir bölüşümünü sağlamayı ve herkesin toplumun olanaklarıyla uyumlu, adil bir yaşam düzeyine kavuşturulmasını amaçlamaktadır.
Düşünce alanında liberal düşünceye ilk tepki Sosyal Politikanın kurucularından sayılan Simonde de Sismondi’den gelmiştir. Sismondi, ekonomi biliminin içeriği yönünden liberal düşünceyi yetersiz bulmaktadır. Sismondi’ye göre sermaye tabiatı gereği üretiminin devamlı olarak artırılmasına çalışır. Doktrinler içinde emeğin sosyal politikalarla korunmasına yönelik önlemler öngören bir düşünce de Dayanışmacılıktır. Bu doktrin, özellikle Fransa’da gelişmiş sosyal ve siyasal sorunların pratik çözüm yolları üzerinde durmuştur.
Bourgeois’ın öncülük ettiği bu akıma göre devlet; sosyal sigortalar kurmalı, karşılıklı yardım kuruluşlarını desteklemeli, çalışma koşullarını denetlemeli, çalışma sürelerini kısaltmalı, kadın ve çocuk işçileri korumalıdır. İlk işçi sınıfı tepkileri nitelikli iş gücünü oluşturan sanayi öncesi bir zanaat veya mesleği bulunan iş gücü arasında oluşmuş ve belirli meslek sahipleri birbiriyle rekabet etmek yerine birlikte hareket etmek düşüncesine ulaşmışlardır. İlk örgütlenme hareketleri de bu düşünce yörüngesinde İngiltere’de görülmüştür. Zaten işçiler arasında sınıf bilinci doğduktan ve sınıflar tamimiyle birbirinden ayrıldıktan sonra örgütlenmeksizin de bir savaşım başlamış ve birçok durumlarda bu savaşım şiddet ve ayaklanma hareketlerine kadar giderek toplumsal barışı köklerinden sarsmıştır.
Çalışma koşullarına bir tepki olarak işçiler arasında başlayan hareket, toplumdaki siyasal oluşumlarla da birleşerek Batı Avrupa toplumlarının siyasal ve toplumsal örgütlenmesinde de büyük rol oynamıştır. Bu hareketlerin, mesleki, ekonomik ve siyasal olmak üzere üç ana doğrultusu bulunmaktadır. Bunlardan mesleki hareketler genel olarak sendikacılık biçiminde ortaya çıkarken, ekonomik hareketlerde kooperatifçilik şeklinde belirmiştir.
Siyasal hareketler ise siyasal partiler şeklinde gelişmiştir. Sanayi Devrimi’yle doğan sosyal soruna çözüm getirmeye yönelen, sosyal politikanın ortaya çıkışında, düşünsel düzeydeki gelişmelerin ve işçi sınıfının kolektif hareketlerinin yanı sıra, devlet anlayışında görülen değişikliklerin de önemli rolü olmuştur. Ekonomik ve sosyal sorunlar devletin müdahalesini gerekli kılarken, 1. ve 2. Dünya Savaşları devletin etkinliğini ve rolünü daha da genişletmiş, bu rol, ekonomik yapıyı planlama düşüncesiyle, fiyat ve gelirler, para ve kredi politikalarıyla biçimlenmiştir.
Kapitalist ekonomilerde sanayileşme ile ortaya çıkan sorunlar ve artan eşitsizlik karşısında siyasal hakların da gelişmesiyle devletin sosyal sorunlara seyirci kalamayacağı düşüncesi sosyal devlet anlayışını doğurmuştur. Sanayi Devrimi’nin yaşanıldığı dönemlerde, işçi statüsü altında çalışanların, iş ilişkileri ve yaşamında korunmalarına yönelik ilk girişimlere, fabrika sahipleri işgücü maliyetlerinin yükseleceği kaygısı ile karşı çıkmışlardı.
Uluslararası düzlemde sosyal politika oluşturma düşünü ilk ortaya atan Robert Owen’dır. Sanayileşmiş ülkelerin aralarındaki ekonomik rekabet nedeniyle etkin bir toplumsal politikanın ancak uluslararası bir temel üzerine kurulabileceğini anlayan Owen, 1818’de Fransa’da toplanan Kutsal Bağlaşma toplantısına iki yazı gönderdi. Bu yazıda devletlerden, bütün ülkelerde işçileri cehalete, uğradıkları sömürüye karşı koruyacak önlemler alınmasını ve bu amacı sağlamak üzere bir çalışma mevzuatının kurulmasını istedi. Fakat Kutsal Bağlaşmayı kuran devlet adamları henüz uluslararası bir sosyal politika ölçütünün gereğine ve yararına inanmaktan uzaktılar. Owen’a göre toplumsal sorunları çözmek, fabrikalar ile ilgili bir toplumsal mevzuatın kabulü, özgür sendikacılık hareketi, kooperatifçilik ve uluslararası ölçütlerin oluşturulması ile mümkündür. Fakat Owen’ın çalışmaları gerek hükûmetten gerekse işverenler tarafından umulan ilgiyi toplamamıştır.
İşçilerin uluslararası alanda korunması ile ilgili ilk resmî girişim ise İsviçre hükûmeti tarafından başlatılmıştır. Devletin Federal yapısı, Emil Frey’in çabaları ve sendikal hareketin baskısı üzerine 1880 yılında İsviçre Parlamentosu uluslararası bir fabrika yasası çıkarılmasını öngören bir teklifi görüşmüş, 1881 yılında teklif uygulamaya konulmuştur.