aofsoru.com

Sosyoloji 1 Dersi 8. Ünite Özet

Aile Ve Toplumsal İlişkiler

Giriş

Aile; evlilik veya kan bağı ile bir araya gelen ve mahrem ilişkiler yürüten bireylerin kurduğu toplumsal ve ekonomik bir birliktir. Aile kurumu, toplumsal örgütlenmenin temel birimidir. Bireylerin yaşadıkları toplumun kültürünü öğrenme ve içselleştirmesi olarak tanımlanan toplumsallaşma sürecinde etkin rol oynar. Esnek bir toplumsal kurum olarak aile, içinde yaşanan çağa ve topluma göre farklılık gösterse de öteden beri varlığını sürdürmektedir. Başka bir deyişle aile kurumunun nitelikleri arasında süreklilik kadar çeşitlilik de yer almaktadır. Farklı etnik ve dinsel grupların inançları ve değerleri hem çocuk yetiştirme tarzını hem de diğer toplumsal kurumlarla olan ilişkileri etkiler ve çeşitlendirir.

Klasik Aile Sosyolojisi

Antropolog George Peter Murdock, 1949 yılında yayımladığı Toplumsal Yapı adlı çalışmasında, çe- şitli toplumlarda aile kurumunu incelemiştir. Avcı ve toplayıcı toplumlardan endüstriyel toplumlara kadar geniş bir ölçekte 250 toplumdan örneklerle çalışmıştır. Murdock bu çalışmanın sonucunda, aile kurumunun bütün toplumlarda görüldüğünü ve ailenin evrensel olduğunu öne sürmüştür.

En küçük birim olan çekirdek aile, anne, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Çekirdek ailenin akraba, evlilik ve evlat edinme yoluyla büyümesi geniş aile olarak tanımlanmaktadır. Geniş aile, büyük anne ve babaları, erkek kardeşleri ve onların eşlerini, kız kardeşleri ve onların eşlerini, halaları ve yeğenleri içine alabilir.

Klasik aile sosyolojisinde, ortak yaşayan anne-baba ve çocuklardan oluşan çekirdek ailedir ve bu ailenin üyeleri arasında toplumsal ve duygusal karşılıklı bağımlılık ilişkisi vardır.

Murdock'un çalışmasına dayalı olarak gelişen çekirdek ailenin evrenselliği çok uzun süre sorgulanmamıştır. 1960’lı yılların sonlarından itibaren, ailenin evrensel olup olmadı- ğı ve toplumlar arası nasıl farklılaştığı yönünde çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalardan biri Amerika’nın Batı Hint adalarında ve Güney Amerika’daki Guyana’da bulunan siyah aileleri içermektedir. Buradaki ailelerde bir kadın ve onun çocukları, bazen de kadının annesinin bulunduğu görülmüştür. Dolayısıyla, Murdock’ın tanımladığının aksine bu ailelerde yetişkin bir erkek bulunmamaktadır. Bu aile biçimi, daha çok düşük gelirli siyahların oluşturduğu topluluklarda görülmektedir. Ailenin geçimini ekonomik olarak sağlayamayan erkeğin aileyi terk ettiği durumlarda bu ailelerin yoksulluk koşullarına uyum sağlamak için örgütlendiği dikkati çekmektedir. 1985 yılında siyah ailelerin %51’inin anne ve çocuklardan oluştuğu belirtilmiştir. Bu aile tipinin siyah aileler arasında oldukça yaygın olması, bunun sadece yoksulluk nedeniyle değil aynı zamanda bir kültür olarak da kabul edildiğini göstermektedir. Bu aile biçimi, tanımladığı evrensel aile biçimine uymamaktadır. Bu durum, klasik aile sosyolojisinde Murdock’ın tanımlarına dayanan ailenin evrensel olmadığını göstermektedir.

İşlevselci bakış açısı, toplumun varlığının korunması ve sürekliliğinin sağlanması için karşılanması gereken temel ihtiyaçlarının bulunduğunu ileri sürmektedir. Aile, bu işlevlerin yerine getirilmesini sağlayan en önemli kurumlardan biridir. Ailenin bu işlevleri şunlardır:

  1. Çocukların birincil toplumsallaşması: Ailenin bu işlevi iki temel süreçle gerçekleşmektedir. Bunlardan birincisi toplumun kültürünün içselleştirilmesi, diğeri ise kişiliğin yapılanmasıdır. Parsons’a göre, çocukların birincil toplumsallaşmasının sağlanması için karşılıklı destek, sıcaklık ve güvenin sağlandığı bir ortam gerekmektedir ve böyle bir ortamı sağlayabilecek aileden başka bir kurum yoktur.
  2. Yetişkin kişiliklerin istikrarının sağlanması: Evlilik ilişkisi ve ailede çiftlerin birbirlerine sağladıkları duygusal destek ve güven, gündelik hayatın yarattığı baskı ve gerilimi dengelemektedir. Böylece ailede yetişkinlerin kişiliklerinin istikrarının sağlanması gerçekleşmektedir. Bu işlev, özellikle endüstriyel Batı toplumlarında akrabalık ilişkileri zayıflamış aileler için önemli olmaktadır.

Parsons’a göre ailenin iki ana ve indirgenemez işlevi; çocukların birincil toplumsallaşması ve yetişkin kişiliklerin istikrarının sağlanmasıdır.

Parsons’a göre, yalıtılmış çekirdek aile, modern sanayi toplumunun tipik aile biçimidir. Bu aile bi- çimi yapısal olarak yalıtılmıştır çünkü artık geniş akrabalık ilişkilerinin bir parçası değildir. Akrabalarla kurulan ilişki, zorunluluk değil gönüllülük temelinde gelişmektedir.

  1. Michael Young ve Peter Willmott, Parsons’ın aile ve sanayileşme ilişkisine yönelik yaklaşımını eleştiren sosyal bilimcilerdendir. Young ve Willmott’a göre, geniş aileden çekirdek aile yapı- sına dönüşüm, dört aşamalı bir süreç sonrasında gerçekleşmiştir. Bu dört aşama şöyle açıklanır: 1. Sanayi öncesi aşamada ağırlıklı olarak tarımsal üretim yapan toplumlarda aile bir üretim birimidir ve aile üyeleri birlikte çalışmaktadır.
  2. Sanayi Devrimi’yle başlayan ve 20. yüzyıla kadar süren ikinci aşamada sanayileşmeyle birlikte malların üretiminin fabrikalara aktarılması ile ekonomik kurumlar aileden ayrılmış, aile üretim birimi olmaktan çıkmış ve işçi ailesi niteliği kazanmıştır. Bu dönemde yoksulluğun ortaya çıkardığı sorunlarla baş edebilmek için aileler akrabalık ilişkilerini sürdürmektedirler.
  3. 20. yüzyılın ortalarından itibaren ailelerin akrabalık ilişkileri zayıflamaya, eşler arasındaki bağlar ise güçlenmeye başlamıştır. İstihdam imkânlarında ve ücretlerdeki artışlar; ailelerin yaşam düzeylerinin yükselmesi, kadınların iş gücü piyasasına katılması, ailelerin akrabalara olan ihtiyaçlarının azalmasına yol açmıştır. Aile ve çalışma yaşamında, kadın işi ve erkek işi ayrımı görülmektedir.
  4. Bu aşamada, gelecekte yaygın olarak görülecek aile tipine yer verilmiştir. Bu aile tipinde kadınlar daha çok annelik ve ev kadınlığı rol ve sorumluluklarıyla ev merkezli bir konumda tanımlanırken erkekler iş merkezli olarak tanımlanan konumlarını sürdürmektedirler.

Aileye Yönelik Eleştirel Kuramlar

Pek çok sosyolog, ‘aile’ kavramından az çok evrensel bir aile modeli varmış gibi söz edilemeyeceğini savunur. Farklı aile biçimleri arasında iki ana babalı aileler, üvey aileler, tek ana babalı aileler sayılabilir. ‘Aile’ kavramının kapsadığı geniş çeşitlilik dikkate alınmalıdır.

Son yıllarda çağdaş aileye yöneltilen eleştiriler, üç grupta toplanabilir. Bunlardan birincisi, aileyi kapitalist toplumun bir payandası veya temel dayanağı olarak görür. İkinci görüş, karı-koca ailesinin bireyselliği ezerek yok ettiğini savunur. Üçüncü eleştirel bakış açısı ise çağdaş ailedeki cinsiyet rolü ayrımlarının doğasına ve sonuçlarına odaklanmaya eğilimli yazarlardan, aileye kadınları ezen bir kurum gözüyle bakan yazarlara kadar çeşitli feminist kuramcıların çalışmalarında ortaya çıkar.

Friedrich Engels’in 1884 yılında yayımlanan Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı kitabı, Marksist bakış açısı ile aile üzerine yapılmış en erken çalışma olarak kabul edilmektedir. Bu çalışmasında Engels, ailenin kökeni ve zaman içindeki evrimini araştırmıştır. Engels, tek eşli çekirdek ailenin, özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte geliştiğini ileri sürmektedir. Tek eşli çekirdek aile, özellikle üretim araçlarının özel mülkiyeti ve devletin ortaya çıkmasıyla birlikte gelişmiştir. Devlet, özel mülkiyetin korunması için yasaları kurumsallaştırmış ve tek eşli evlilik kurallarını yürürlüğe koymuştur. Bu evlilik biçimi ve aile, erkeklerin sahip olduğu özel mülkiyetin, varislerine miras yoluyla geçmesi ve bu mirasçıların meşruiyetinin kesinliğinin sağlanması için geliştirilmiştir.

Aile üyeleri arasında uyum ve denge her zaman söz konusu değildir, tersine çatışma ve huzursuzluklar olağan ve yaygındır. Feminist kuramcılara göre aile içindeki güç ilişkileri, aile bireylerinin çıkarlarının çoğu zaman ortak olmaması anlamına gelmektedir. Bu nedenle ailenin homojen bir çalışma birimi olarak ele alınması kadınların ve çocukların, erkeklerin çıkarlarıyla çatışan durumlarını yok sayarak erkeğin çıkarlarını bütün ailenin çıkarları gibi göstermektedir. Son yıllarda feminist kuramlar, toplumun anlaşılması ve açıklanması için ailenin çalışılmasında diğer yaklaşımlardan daha etkili olmuştur. Diğer yaklaşımlardan farklı olarak feminist kuramlar, aile yaşamının kadın üzerindeki olumsuz etkilerini değerlendirmiştir. Aile çalışmalarında ev işleri, aile-içi şiddet gibi konuları sosyolojinin gündemine getirmiştir.

Ailede erkek egemenliğini, üstünlüğünü ve sözde eşitlikçi aile hayatını sorgulamışlardır. Ailede kadının ev-içi emeğinin topluma ekonomik katkısını gündeme getirmişlerdir.

Ataerkillik; iktisadi, siyasi, dinî, toplumsal ve kültürel kurumların erkeklerin denetiminde olduğu bir sistemdir. Erkeğin kadın üzerindeki egemenliği ile belirlenen güç ilişkilerini içerir.

Feminist kuramlar ailenin güç ilişkileri içeren bir kurum olarak görülmesini sağ- lamış ve aile yaşamının kadın üzerindeki olumsuz etkilerini değerlendirmiştir.

Aile İdeolojisi

‘İdeal aile’ olarak tanımlanan aile, cinsiyete dayalı iş bölümü temelinde belirlenen kadın ve erkek rollerini içermektedir. Kadın ev merkezli, ‘anne’ ve ‘eş’ rolleriyle, ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu ev kadını olarak tanımlanmaktadır. Erkek ise ev dışında ücretli çalışmasıyla evi geçindiren aile reisi konumunda kabul edilmektedir. Buna bağlı olarak aile içinde kız ve erkek çocuklarına karşı cinsiyete dayalı farklı tutum ve davranışlar sergilenmektedir. Böylece ataerkil toplumsallaşma sürecinde öğrenilen cinsiyet rol ve davranışları, çocukların yetişkin olduklarında da sürdürmesi beklenmektedir. Aile ideolojisi, “tek ve bir örnek bir aile” modeli ve aile yaşamı sunmakta, bu modele uymayan aileler dışlanmakta ve böylece aile ideolojisi devlet ve din gibi diğer kurumların desteği ile bireyler üzerindeki toplumsal kontrolü sağlamaktadır.

Ücretsiz ev-içi emeği, aile içinde genellikle kadınların yapması beklenen temizlik, yemek, bula- şık, çamaşır, ütü gibi işler ile yaşlı, engelli ve çocuk bakımını içerir. Piyasada yapıldığında karşılığında belirli bir ücret ödenen bu hizmetler kadın tarafından aile bireylerine sunulduğunda aile ideolojisi gereği ‘doğal’ bulunarak karşılıksız bırakılır.

Kapitalist sistemdeki ev-içi emeği, iş gücünü yeniden üretmeye yarar ve Benston’un belirttiği gibi “çocuk bakımı da dâhil olmak üzere toplumsal olarak gerekli üretimin büyük bir bölümünü oluşturur”. Oysa evdeki iş karşılıksızdır ve kamusal alanda yapılıp ücret getiren işlerin itibarı ve statüsü yükseldikçe de değersizleşmektedir.

Çifte yük, ücret karşılığında ev dışında çalı- şan kadınların ev işlerinden birincil derecede sorumlu olmaya devam etmesini anlatan kavramdır. Hem evde hem işte çalışan kadınların çifte mesai yapmalarına atıfta bulunur.

Modern anneliğin getirdiği toplumsal ilişkiler bağlamında anne ile çocuk arasındaki karşılıklı bağımlılığın aşırı bir düzeyde olması, annenin çocuğunu tam bir insan olarak algılamasını imkânsız kılmaktadır. Bireyselliğe verilen önemin daha zayıf, ‘terbiye etme’ tutumunun ise daha güçlü olduğu Batı dışı toplumlarda, anne ve çocuğun karşılıklı bağımlılık ilişkisinden hayat boyu kurtulamayacakları öngörülebilir. Anneliğin taşıdığı potansiyel ise kadınların birbiriyle çocuk yetiştirmeye dair deneyimlerini paylaştıkları ve dayanışma içine girdikleri özel bir alan yaratmasında yatmaktadır. Bu anlamda annelik deneyiminin kadınları güçlendirici bir boyutu olduğu görülmektedir.

Aile-İçi Şiddet

Aile-içi şiddet, aynı çatı altında yaşayan aile bireylerinden birine karşı diğer aile bireylerinden birinin şiddet uygulaması olarak tanımlanmaktadır. Ekşioğlu, aile içinde uygulanan şiddet türlerini şu şekilde açıklamaktadır:

Fiziksel şiddet; Tokat atmak, dövmek, vurmak, itmek, ısırmak, kemiklerini kırmak, saç çekmek, tekmelemek, bıçak çekmek, yaralamak, özel eşyalara zarar vermek, ev/iş eşyalarına zarar vermek ve benzeri.

Sözel şiddet; Aşağılayıcı sözler söylemek, zaafları ile alay etmek, aşırı genellemeler yapmak, suçlamak, küfür etmek, küçük düşürmek, hakaret etmek, yüksek sesle bağırmak, eşi (kadını) çelişki içinde bırakmak, eşin (kadının) öz güvenini yitirmesine neden olmak.

Ekonomik şiddet; Evin masraflarını karşılamamak; aile bireylerine gerekli olan harçlığı vermemek; eşin (özellikle) kadının çalışmasına izin vermemek; çalışan eşin (kadının) elinden parasını almak; paranın ve mal/mülkün kontrolünü elinde bulundurmak; paranın nereye harcandığını kontrol etmek ve benzeri.

Cinsel şiddet; Eşin (özellikle kadının) istemediği cinsel ilişkiye zorlamak; tecavüz etmek; eşin kabul edemeyeceği şekilde, cinsel içerikli imalar yapmak; çimdiklemek ve benzeri.

Psikolojik şiddet; Eş ile (kadınla) doğrudan iletişimi reddetmek, surat asmak; eşin (kadının) görüş ve düşüncelerini açıklamasını engellemek; zaafları ile alay etmek; duygusal sömürü yapmak; eşin (kadının) kendisine olan güvenini, saygısını yitirmesine yol açmak; eşin (kadının) hareket özgürlüğünü kısıtlamak; ailesiyle veya arkadaşları ile görüşmesine izin vermemek ve benzeri.

Sosyal şiddet; Eşi (kadını) başkaları önünde sürekli küçük düşürmek, zaafları ile alay etmek, eşin (kadının) davranışlarını kontrol etmek; başkalarının önünde devamlı eleştirmek; evden çıkmasına izin vermemek; sosyal ilişkilerini kısıtlayarak yalnız/desteksiz bırakmak; aşırı kontrol etmek; katı kurallar ve sınırlar koyarak baskı kurmak ve benzeri.

Uluslararası Af Örgütü (2004) “Türkiye, Aile içi Şiddete Karşı Mücadelede Kadınlar” başlıklı raporunda Türkiye’deki kadınların en az üçte biri ile yarısı kadarının, aile-içi fiziksel şiddete maruz kaldığını; dövüldüğünü, tecavüze uğradığını, öldürüldüğünü veya intihara zorlandığını belirtmektedir.

Ecevit, aile-içi şiddet üzerine yapılmış çalışmaların birleştiği ortak görüşleri şu şekilde sıralamaktadır:

  1. Aile-içi şiddetin nedeni bireysel değil, toplumsaldır; şiddet ailenin yapısı ve işlevlerinden, aynı zamanda bu aileyi içinde barındıran toplumun yapısından kaynaklanır
  2. Özel alanda ortaya çıkan şiddet, erkek egemenliğinin meşrulaştırılmasından, erkeğin daha değerli görülmesinden ve kamusal alandaki ataerkil siyasi ve ekonomik kurumların egemenliğinden bağımsız düşünülemez.
  3. Şiddete maruz kalan veya kalabileceklerini düşünen kadınlar, toplumsal kontrole daha çok boyun eğmekle kalmaz, kendi üzerlerindeki kontrolü kendileri artırırlar.
  4. Erkeklerce kadınlara uygulanan şiddet, ancak kadınların kendilerinin ekonomik ve siyasal gücü olduğunda ve kamusal alanda durumlarını düzeltme araçlarına sahip olduklarında azalacak veya sona erecektir.

Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email