Eğitim Sosyolojisi Dersi 1. Ünite Özet
Eğitim Sosyolojisinin Tanımı, Özellikleri Ve Gelişimi
- Özet
Giriş
Eğitim, birey ile toplum etkileşiminin ürünüdür. Bir bakıma bireysiz toplum; toplumsuz eğitim olamayacağı bir gerçekliktir. Eğitim her şeyden önce bireyin gelişimini amaç edinir ve belirli bir çevrede gerçekleşir. Bu çevre yakından uzağa; aile, okul, ülke, tüm evren biçiminde geniş ve çok boyutludur. Eğitimin çok boyutluluk ve karmaşıklık göstermesinin özünde; eğitimin hem davranış değiştirme süreci hem de toplumsal açık bir sistem olması biçiminde iki temel neden vardır. Eğitimin toplumsal açık bir sistem yaklaşımına göre işlemesi; eğitimin kapsam açısından bireysel, yerel, ulusal ve uluslararası boyutlarının olması ile eğitimin siyasal, ekonomik, toplumsal, hukuksal ve psikolojik boyutlar içermesi gibi niteliklerinden kaynaklanmaktadır.
Eğitim ve Toplum İle İlgili Temel Kavramlar
Eğitim, genel bir kavrayışla planlı, istendik ve kasıtlı davranış oluşturulması etkinliklerini içerir. Ancak öğrenme, salt okul denen formel kurumlarda oluşan etkinliklerle sınırlı değildir. Eğitim, toplumun içinde yaşam boyu süren toplumsal bir süreçtir.
Toplum, üyeleri ortak amaçlar için bir araya gelmiş, doğal bir çevrede etkileşim içinde bulunan insan birlikteliği biçiminde tanımlanabilir. Bu tanımdaki temel ögelerden; doğal çevre, sınırları belirlenmiş bir mekân; örgütlenmiş ilişkiler, toplumun üyeleri arasında ilişkileri belirleyen ilkeler ve kurallara bağlı iletişim, etkileşim ve işleyiş biçimlerinin tümü; kültür ise, üyeler arasında oluşan gelenek, görenek, ideal, sembol, vb. ögelerden oluşan yaşam biçimi şeklinde açıklanabilir.
Eğitim çevreden soyutlanamayan; toplumsal kontrol, sosyalleştirme, toplumsal değişme, hareketlilik ve bütünleşme gibi çok boyutlu toplumsal işlevleri bulunan toplumsal bir kurumdur.
Genel olarak toplumsal kurumların şu temel özellikleri bulunduğu söylenebilir:
-
Toplumsal kurumların amaçları vardır. Örneğin; ekonomi kurumunun üretim, tüketim ve bölüşümü sağlamaya dönük bir işlevinin olması gibi...
-
Varlıklarını göreli bir biçimde kısa bir süre ya da sürekli bir biçimde sürdürebilirler. Örneğin “başlık parasının” bir toplumsal kurum olarak evliliklerde ortadan kalkması bu kurumun göreceli olarak kısa bir süre varlığını devam ettirdiğine, oysa ibadetin aynı kurallarla değişmeden sürdürülmesi ise bu kurumun süreklilik gösterdiğine ilişkin örneklerdir.
-
Ögeleri arasında örgütlenmiş ve eşgüdümlü yapılar içerirler. Aile içinde anne, baba, çocuk ve kardeşler arasında görülen ilişkiler gibi...
-
Kurumlar değerlerle yüklüdür ve rol dağıtırlar. Örneğin, ailede anne ve babanın ebeveynlik; çocukların ise evlatlık rolleri vardır. Bireyler farklı toplumsal kurumlara girince (örneğin; öğretmen baba, okula gidince öğretmenlik rolünü kuşanır) farklı roller edinir.
Eğitim açık sistem anlayışına göre çalışır. Sistem ortak amaçları gerçekleştirmek için karşılıklı etkileşim içinde bulunan bir bütündür. Eğitimin açık sistem yaklaşımına göre çalışan bir toplumsal kurum olması, eğitimin sosyolojik olarak irdelenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu açıdan sosyoloji, alan yazında güncel karşılığı ile toplumbilim, insan topluluklarının güncel yaşamlarını ve ilişkilerini inceleyen, araştıran bir bilim alanıdır. Eğitim sosyolojisi ise, sosyoloji biliminin bir uzmanlık alanı olarak eğitim ile ekonomi, siyaset, din ve aile gibi toplumun diğer kurumsal yapıları arasındaki işlevsel ilişkileri inceler. Bu bağlamda, toplumsallaşma süreci, eğitimin toplumsal işlevleri, eğitimde fırsat eşitliği, toplumsal tabakalaşma ve eğitim ilişkisi, toplumsal hareketlilik ve eğitim ilişkisi, toplumsal değişme ve eğitim ilişkisi, toplumsal bir sistem olarak okul ve sınıf, öğretmenlik mesleğinin toplumsal statüsü ve rolleri eğitim sosyolojisinin temel konu alanlarıdır.
Bir Toplumsal Kurum Olarak Eğitimin Kendine Özgü Yönleri
Eğitim hem davranış oluşturma süreci hem de kurumsal işleyişi açısından evrensel nitelikler taşır. Davranış oluşturma sürecine ilişkin evrensel nitelikler, eğitim psikolojisi, eğitimde program geliştirme, ölçme ve değerlendirme gibi disiplinlerin çalışma alanıdır. Buna karşın bir toplumsal kurum olarak eğitimin kendine özgü yönleri, eğitim sosyolojisi disiplini içinde irdelenir. Eğitimin kendine özgü yönlerinden bazıları söyle sıralanabilir:
-
Eğitim kurumlarının amaç ve hedef kitle farklılığı,
-
Eğitim kurumlarının çevre ile ilişki ve çevre katılım farklılığı,
-
İşgörenlerin benzeşikliği,
-
Eğitimin tüm toplumsal kurumlar adına işlev görme farklılığı,
-
Başarının değerlendirilmesi güçlüğü,
-
Eğitimin üst yapı kurumu olma özelliği,
-
Eğitimin yerellik ya da ulusallık özelliği,
-
Eğitimin yarı kamusal niteliği.
Eğitim girdisi süreçleri ve çıktısı insan olan bir kurumdur. Hedef kitlesi insan ve insan davranışları olan bir kurum olarak eğitim diğer kurumlardan farklı niteliklere sahiptir. Diğer yandan eğitim kurumları, toplumun genel amaçlarına bağlı olarak ortaya konulan özel amaçları gerçekleştirmeye yönelir. Bu iki temel ayırt edici özellik, eğitim kurumlarının girdilerinin işlenmesi ve çıktıların değerlendirilmesi boyutlarında farklılaşmasına neden olmaktadır.
Eğitim kurumları çevre ile dinamik bir ilişki içindedir. Eğitim kurumlarının girdilerinin, örneğin öğrencilerin, yakın çevreden gelmesi ve çevrenin gereksinme duyduğu iş gücünün yetiştirilmesi eğitimi toplumsal bir kurum olarak, çevresiyle dinamik bir ilişki içinde tutar.
Eğitim kurumlarının insan kaynakları genelde idari personel ve hizmetli ile genellikle benzeşik mesleki eğitimden (lisans eğitimi) geçmiş öğretmenlerden oluşur. Bu durumun iki işlevsel sonucu vardır: Birincisi, benzeşik mesleki eğitim, mesleki dayanışmayı ve iş birliğini güçlendirebilir ve mesleğe olumlu katkı yapabilir. İkincisi kurumda kimi zaman örgütsel çatışmaya kaynaklık edebilir ve yöneticinin etkisini sınırlayabilir.
Eğitim, tüm toplumsal kurumların gereksinme duyduğu iş gücünü ya da genel ifade ile “vatandaş”ı yetiştirir. Bu bir bakıma tüm kurumlar adına iş görmesi anlamı taşır. Genelde sivil, politik ve apolitik tüm kişi ve kuruluşların eğitimi önemsemesi, eğitimin geleceği belirlemede etkili bir araç olmasında aranabilir.
Eğitim kurumlarının başarısının bir başka ifade ile eğitim kurumlarının çıktılarının somut ve nesnel bir biçimde değerlendirilmesi oldukça güçtür. Örneğin; Bir buzdolabı fabrikasının etkililik ve verimliliği; fabrikanın, yılda kaç buzdolabı ürettiği, dolapların teknik niteliği ve talep edilme durumu gibi değişkenler açısından kolaylıkla değerlendirilebilir. Ancak, bir okulun öğrencilerinin kazandığı davranışların değerlendirilmesi söz konusu olduğunda, kazanılan davranışın niteliği ve kalıcı izli olup olmadığını belirlemek oldukça güçtür.
Eğitim kurumları üst yapı kurumu olarak değerlendirilir. Bu yaklaşıma göre, üretim ilişkilerinin oluşturduğu ekonomik yapı dışındaki tüm kurum ve işleyişler üst yapı kurumu olarak tanımlanır. Eğitim bu bağlamda, egemen sosyo-ekonomik katmanların yeniden üretim ve iş gücü sağlama aygıtıdır.
Küreselleşmeye karşın eğitimin yerellik ve ulusallık özelliği varlığını sürdürmektedir. Tüm küresel etkiye karşılık eğitimin, ulusallık ve yerellik özelliğine sahip olmasının temel nedeni şu biçimde açıklanabilir: Öncelikle eğitim yakın çevrenin yani yerelin ve ulusalın değerlerini taşımak zorunluluğu gösterir. Çünkü eğitim, bir boyutuyla var olanı aktarma ve koruma işlevi yüklenir. Hatta böylesi bir amaçla ve toplumsal kontrol aracılığıyla ulusal bütünlüğü koruma görevi görür.
Eğitim; sosyal, ekonomik ve politik açıdan tartışmalı bir konudur. Bununla birlikte, eğitimin yarı-kamusal mal olarak nitelenmesi olanaklıdır. Bu durum iki temel gerekçeye dayandırılabilir: Öncelikle, eğitim alan birey eğitimden bireysel yarar sağlamaktadır. Bundan ötürü eğitim özel mal niteliği taşır (tıpkı satın alınmış bir gömlek gibi). Buna karşılık eğitilenin yakın ve uzak çevresine yararlarından ötürü kamusal nitelik taşır.
Eğitim Sosyolojinin Tarihsel Gelişimi
Bir uzmanlık alanı olan eğitim sosyolojisi, sosyoloji ile eğitim alanının iş birliği sonucunda ortaya çıkmıştır. Eğitim sosyolojisinin çalışma konuları; birey, toplum, kültür etkileşimi ve okul, toplumda yer alan kültürel dinamiklerin eğitim öğretim sürecine etkileri, eğitimin toplumsal gücü ve değişim, toplumsal kurumlar ve eğitim ilişkisi, toplum dinamikleri ve toplumsal tabakalaşma, ırk, din, cinsiyet etmenleri ve eğitime etkileri, eğitim süreçlerinde çoğulcu demokratik kültürün kazandırılması biçiminde sıralanabilir.
Genel olarak eğitim ve toplum ilişkisi eğitim sosyolojisi ve eğitsel sosyoloji alanlarında çalışılır. Uluslararası boyutta, eğitim sosyolojisi, toplumsal yapıyı bir bütün kabul ederek eğitimi, toplumsal kurum bağlamında inceler. Eğitsel sosyoloji ise odak noktası olarak eğitimi almakla birlikte öğretmen-öğrenci ilişkileri, sınıfların durumu, ders programları, eğitimde uygulanan yöntemleri inceler.
Eğitim sosyolojisi, bu bağlamda, toplumsal kurum ve güçlerle eğitim girdi, süreç ve çıktılarının karşılıklı nasıl etkileştikleri üzerine çalışır. Eğitimin toplumsal yönünü daha çok öğretim süreçleri, öğretmen ve öğrenci gibi daha dar kapsamda çalışmayı amaçlayan disiplin ise mikro eğitim sosyolojisi olarak bilinir. . Okul, bireyin felsefe ve psikolojisinden oluşan kişiliğini fiziksel ve insani çevresine bağlayan araçtır. Eğitim sosyolojisi, bireyin çevre ile eğitim kurumunda oluşturulan toplumsallaşmasını inceleyen bir bilim alanıdır.
Küreselleşmenin yaşandığı dünyada bugün eğitim; ulusal ve uluslararası nitelikleriyle ekonomik, hukuksal, toplumsal, dinsel ve kültürel boyutlar taşımaktadır. Bu çok boyutluluk sorunlara disiplinler arası bir bakış gerektirmektedir. Bu bakış açısı sosyal bilimler için hem mikro hem de makro bakış açısı bulunan eğitim sosyolojisi ile olanaklıdır. Toplum ve eğitim kurumları arasındaki ilişkiler eğitim alanının önemli çalışma konusu ve sorun alanıdır. Bu bağlamda eğitimde sosyolojik bir bakış açısına gereksinme bulunmaktadır. Sosyolog olmak, olay ve olgulara daha geniş açıdan bakmak için bağımsız ve özgür davranmak gerekir.
Ziya Gökalp’in (1876-1924), Türk Eğitim Sosyolojisi tarihinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Ziya Gökalp öncelikle, Türkiye’de sosyoloji dersini ilk kez öğretim programlarına koydurup okutmuştur. Farklı eğitim, kültür ve politika dergilerinde ve kitaplarında eğitim ve toplum ilişkilerini inceleyen eserler vermiştir. Öğretmen örgütlenmesi isteği çalışmaları çok az bilinmekle birlikte, çalışmaları kültür odaklıdır. Ziya Gökalp’in düşünceleri şu üç başlık altında toplanabilir: Türkleşmek, İslamlaşmak ve muasırlaşmak yani, uygarlaşmaktır. Ziya Gökalp’in eğitimle ilgili görüşleri, genelde eğitimin ulusal olması ülküsünde odaklanır. Eğitimin ulusal kültüre dayandırılmadığı biçimindeki eleştirisini sürekli dile getirmiştir. Kadının erkekle toplumun her kesiminde yer alması gerektiğine değinmiş ve kadının her kademede eğitilmesini savunmuştur.
Prens Sabahattin (1877-1948), liberal görüşleriyle dikkat çekmiş; Türkiye’de Ziya Gökalp’in Durkheim’dan etkilenerek öne sürdüğü toplumcu görüşe karşı, Le Play ekolünün yani bireyci sosyolojinin kurucusudur. Prens Sabahattin, eğitim sistemine yönelik şu eleştirilerde bulunmuştur: Eğitim sistemi kişiliğin gelişmesine katkıda bulunmamaktadır. Girişken birey yetiştirilmemekte, özgür davranışa önem verilmemektedir. İsmail Hakkı Baltacıoğlu (1889-1978), ulusal, çağdaş, toplumcu ve uygulamalı eğitim istekleriyle dikkat çekmiş; değişik alanlarda öğretmen yetiştiren kurumlarda çalışmıştır. Çağdaşlaşmanın ulusal kaynaklardan kopmadan gerçekleştirilebileceğini savunuştur. Baltacıoğlu “kendi kendine öğrenim” ve “açık hava okulu” benzeri, daha çok, uygulamaya yönelik görüşlerini Rüyamdaki Okullar (1944) gibi yapıtlarında ortaya koymuştur. Baltacıoğlu’nun eğitimle ilgili başlıca görüşlerini şu biçimde özetlemek olasıdır: Eğitim sistemi yenileşmelidir. Eğitim ulusal ve işe, üretime dönük olmalıdır. Eğitim sistemi “köyü değiştirmeye değil; okulu değiştiren köy” anlayışına dönüştürülmelidir. Güzel sanatlar eğitimi önemsenmelidir.
Eğitim Sosyolojisinde Kuramsal Yaklaşımlar
Eğitim sosyolojisi alanında kuramsal yaklaşımlara ilişkin kimi ufak sınıflama farklılıklara karşın belirgin bir birliktelik bulunmaktadır. Nitekim eğitim sosyolojisinde kuramsal yaklaşımları; işlevselci yaklaşımlar, çatışmacı yaklaşımlar ve etkileşimsel yaklaşımlar biçiminde üç grupta toplamak olanaklıdır.
İşlevselci yaklaşım, toplumun alt sistem biçiminde tanımlanan parçalardan oluştuğunu öne sürer. Toplumların; üyelerinin ancak ortak algı ve değerleri paylaştıkça birlik ve bütünlük oluşturabileceğini savunur. İşlevselci yaklaşımda toplumun farklı yapı ve işlevlere sahip ögelerden oluştuğu ve her bir parçanın topluma ve diğer yapılara işlevler ürettiği kabul edilir. Örneğin, eğitim kurumlarının topluma sunduğu işlevler; öğretmenlerin oluşturduğu bir yapının ürettiği hizmetler; yönetici, memur hizmetlilerin oluşturduğu yapının ürettiği hizmetler ve mali yapının ürettiği hizmetlerin işlevsel olarak bir bütünlük ve uyum içinde çalışmasıyla gerçekleşir.
Bütünleşme anlayışı ile toplumun çeşitli parçalarla bütünleşmiş olduğu kabul edilir. Parçalar arasında çatışma olması birliğin ve bütünlüğün bozulmasına neden olur. Toplumsal yaşam birlik ve iş birliğine dayanır. Tüm parçaların ortak amacı toplumsal sistemin bütünlüğünün sağlanması ve korunmasıdır. İstikrar ve denge anlayışı ile toplumsal işleyişin durgun olmadığı ancak dengelere göre değişimi anlaşılır. Toplumda ani değişim ya da çatışmaya dayalı gelişim eğilimi, yıkıma neden olabilir ve istendik değildir. Konsensüs (Uzlaşma) anlayışı ile toplumu oluşturan değerler, algılar, inançlar, sayıltılar üzerinde bir uzlaşmanın olması gerektiği vurgulanır. Ortak amaçlar, değerler, inançlar ve toplumsal varsayımlar üzerinde bir uzlaşmanın olmaması, sistemin işleyişini ve işlevlerini olumsuz etkiler. Yüksek düzeyde uzlaşma, toplumsal bütünleşme ve istikrar sağlar.
İşlevselci yaklaşımların eğitimin işlevlerine ilişkin görüşleri genelde iki grupta toplanmaktadır: Birinci grup, açık işlevler; ikinci grup ise kapalı (gizil) işlevlerdir. İşlevselci yaklaşımlara göre eğitimim açık işlevleri; bilginin aktarılması ve statü dağıtılması, iş ve meslek edindirme (iş kapısı açma) biçiminde özetlenebilir. Eğitimin kapalı işlevleri ise kültür aktarımı, toplumsal ve politik bütünleşmenin düzenlenmesi, toplumsal kontrolün sağlanması, farklılıkların kaynaştırılması ve düzenli kontrollü bir değişimin oluşturulmasıdır.
Çatışmacı yaklaşımlar, “toplumlar; ekonomik güç, meslek ve görev gibi değişkenlerin tanımladığı toplumsal sınıflardan oluşur” sayıltısına dayanır. Bu yaklaşımlar, toplumsal değişimin kaçınılmaz olduğu ve toplumsal sınıflar içinde sürekli bir çatışmanın bulunduğu savındadır. Çatışmacı yaklaşımlar, alan yazında Marksçı yaklaşımlar olarak da bilinir. Ancak Toplumbiliminin tarihsel gelişimine bakıldığında, çatışmacı yaklaşımlarda Marksçı yaklaşım dışında farklı anlayışlar bulunmaktadır.
Marksçı çatışmacı yaklaşım toplumun, üretim araçlarının sahipliğine göre toplumsal sınıflardan oluştuğu savına dayanır. Kapitalist toplumda burjuvazi (kentsoylu) ve proletarya (işçi sınıfı) biçiminde iki temel sınıf bulunmaktadır. Üretim araçlarına sahip egemen sınıf ya da sınıflar toplumda sosyo-ekonomik ve politik yönetsel güce sahiptir.
Marksçı yaklaşım, tarihsel gelişim sürecinde sınıflar arasındaki mücadele sonucuna bağlı olarak, zamanla sosyalist devletin daha sonra da sınıfsız toplumun kurulabileceğini ileri sürer.
Marksçı yaklaşımın temel sayıltıları şu biçimde sıralanabilir:
-
Toplumlar, değişik çıkar gruplarının çatışma alanıdır.
-
Toplumsal yaşamda çatışma kaçınılmazdır.
-
Değişim çatışmanın ürünüdür ve bir zorunluluktur.
-
Üretim süreci ve ilişkileri toplumsal alt yapıyı oluştur. Ayrıca politika, din, eğitim ve aile gibi toplumsal üst yapı kurumlarının işleyişini de belirler.
Bu yaklaşıma göre eğitimin başlıca amaçları, üretken iş gücü, verimli ve etkili sermaye yaratılması ve sosyo-politik kontrolün sağlanmasıdır.
Etkileşimsel Yaklaşımlar
Genelde bireyin davranış kalıplarının çevresiyle etkileşiminin ürünü olduğu savına dayanır. Semboller ve sembollere verilen anlamlar insan yaşamında önemlidir. İnsanlar çevrelerindeki nesnelere verdikleri anlama göre davranışta bulunur. Herhangi bir durumda duruma anlam vermek için “insanlar kendi içinde konuşur” ve ona göre nasıl hareket edeceğine karar verir. Eğitim alanında sembolik etkileşimsel yaklaşım adıyla bilinen yaklaşımın temel sayıltıları şu biçimde sıralanabilir:
-
Nesneye verdiğimiz anlam, toplumsal etkileşimin ürünüdür.
-
Toplumsal yapı, toplumsal etkileşimin ürünüdür.
-
Toplumsal yaşam, aktörlerin rollerini nasıl yorumladıklarına bağlıdır.
-
Değişim, bireylerin toplumsal gidişe uyum sağlamaya yönelik ve doğaçlama davranışlarıyla gelişir.
-
Bir kültürü paylaşan bireyler, benzer durumlarda genellikle benzer beklentilere, benzer toplumsallaşma deneyimlerine sahiptir.
Etkileşimsel yaklaşımın eğitimin işlevlerine ilişkin görüşleri şu biçimde sıralanabilir:
-
Eğitimin örtük (saklı-gizil) bir programı vardır.
-
Okullarda, öğretim programının temel akademik amaçları dışında değer, norm, inanç ve tutumlar öğretilir.
-
Öğretmenler beklentilerini öğrencilere sezdirerek, öğrencilerini kendi beklentilerine göre toplumsallaştırır.