aofsoru.com

Sosyolojiye Giriş Dersi 4. Ünite Özet

Siyaset Ve Toplum

Giriş

Siyaset toplumun varoluşu için en önemli kurumlardan biridir. Siyasal yapı, aileden ekonomiye, eğitimden medyaya toplumsal hayatın bir çok boyutunu etkilemektedir. Aynı zamanda birey özel ve kamusal hayatı da siyasetle iç içedir. Aristo insanı siyasal bir hayvan olarak tarif ederken buna işaret etmiştir. Dolayısıyla siyaset ve toplum birbirinden ayrı düşünülemez. Günümüzde siyasetin siyasal partiler ve örgütler daha geniş bir anlamı vardır. Çağdaş demokratik kültürde sivil toplum örgütleri de siyaset temel unsurlarından biri haline gelmiştir. Siyasal alan artık geniş toplum kesimlerinin hak mücadelesi verdiği bir yer olarak anlaşılmalıdır.

Siyaset Sosyolojisine İlişkin Temel Kavramlar

Siyasetle ilgili farklı görüşler vardır:

  • Hükümet etme sanatı olarak siyaset,
  • Kamusal hayat olarak siyaset,
  • Uzlaşma ve uyum (ya da çatışma) olarak siyaset,
  • Gücün ve kaynakların dağıtımı olarak siyaset.

Siyaset sosyolojisi ise siyasal olguların sosyolojik analizi ve daha çok siyaset, toplumsal yapılar, ideolojiler ve kültür arasındaki karşılıklı ilişkilerle ilgilenmektedir. “İktidar”, “otorite” ve “meşruiyet” gibi sosyolojik kavramlar bazen karıştırılmaktadır.

İktidar, Max Weber’in tanımlamasına göre bir kişinin ya da bir grubun toplumsal eylemlerinde kendi arzularını eyleme katılan başkalarının karşı koymaları durumunda bile gerçekleştirme durumudur.

Otorite, siyasal anlamda hükümetin meşru güç kullanımıdır.

Meşruiyet ise “bir hükümetin otoritesine boyun eğenlerin buna rıza göstermeleri”dir.

Otorite Tipleri

Weber 3 otorite tipinden bahseder:

  1. Geleneksel otorite: Klan ve kabile toplumlarında görülebilen bir otorite tipidir, toplumsal düzenin zor ya da ağır değiştiği toplumlarda görülmektedir.
  2. Karizmatik otorite: Güç-otorite ilişkisi çerçevesinde liderin olağanüstü olduğuna inanılan niteliklerinden kaynaklanan otorite tipidir. Karizmatik otoriteye sahip liderler kitleleri etki altına alabilme ve peşinden sürükleme yeteneğine sahiptirler.
  3. Yasal-akılcı otorite: Bu otorite tipi “kuralların yasallığına ve bu kurallara göre yönetimi elinde tutanların emir verme hakkına inanmaya” dayanmaktadır, emir komuta zincirinde yer alan kişiler belirli usullere uygun olarak seçilmişlerdir; emir verme yetkilerini düzenleyen genel usul ve kurallarla bağlıdırlar.

Devlet evrimci bir bakış açısı içinde avcı-toplayıcı toplumdan tarım toplumuna geçişle birlikte kan bağına dayanan akrabalık ilişkilerinin ortaya çıkması ve kabile hayatının yaygınlık kazanması ile zaman içinde karmaşıklaşan toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi ihtiyacından doğmuştur.

Otoriter devlet güçlü bir kişi ya da grubun yönetimi olarak tanımlanabilir. Genellikle toplumsal meşruiyetten yoksun diktatörlükler/oligarşiler şeklinde ortaya çıkmaktadır. Çoğunlukla baskı aracılığı ile toplumsal düzen sağlanmaya çalışılır. Otoriter devlet tipinde her türlü muhalefet yasaklanmış ve bastırılmıştır. Modernleşme yolunda geri kalmış ülkelerde askeri diktatörlükler şeklinde görülmektedir.

Totaliter devlet toplumdaki tüm kurumları denetim altına alarak kendini var eden bir devlet tipidir. Toplumsal meşruiyetten yoksundur. Toplumsal düzeni sağlayabilmek için her türlü şiddet ve korku unsuru kullanılabilir. Yönetilenler üzerinde tam bir denetim kurulmuştur. Kamusal ve özel alan ayrımı ortadan kaldırılmıştır. Toplumsal alandaki her şey kontrol altında tutulmaktadır. En belirgin örneği Nazi Almanyası’dır.

Demokrasinin iki farklı uygulamasından söz edebiliriz;

  1. Katılımcı demokrasi: İlkesel olarak nüfusun daha az görüldüğü, her yurttaşın karar süreçlerinde aktif olarak yer alabildiği yönetim biçimidir. Antik Yunan’daki nüfusun göreli olarak daha az bir bölümünün yurttaş olarak kabul edildiği dönemlerde katılımcı demokrasinin ilk örneğini görmekteyiz. Ancak günümüzde katılımcı demokrasinin anlamı değişmiştir. Günümüz toplumlarında nüfusun yoğun olduğu düşünüldüğünde katılımcı demokrasinin imkânsızlığı anlaşılacaktır. Kimi zaman hükümetlerin diğer siyasal organlar ile ya da toplumun genelinde yaşanabilecek bir rahatsızlık veya anlaşmazlık durumunda bazen doğrudan halkoyuna başvurduğu referandumlar aracılığı ile görüş aldığı durumlarda katılımcı demokrasiden bahsedebiliriz. Ancak burada, yurttaş ihtilaflı durumdaki konuya ilişkin görüşünü genellikle “evet” ya da “hayır” seçeneğinin ötesinde belirtemez. Bu bakımdan ideal anlamda bir katılımcı demokrasi örneği olduğunu söylemek güçtür. Oysa günümüzde çağdaş demokratik kültüre sahip olan toplumlarda, katılımcı demokrasi anlayışı belirli aralıklarla yapılan seçimlerde, bireylerin salt oy davranışı ile benimsenen karar alma süreçleriyle sınırlı değildir. Bireyler bundan daha fazlasının farkındadır. Yani toplum sivil toplum kuruluşları, siyasal ve toplumsal baskı grupları (sendikalar, meslek odaları/birlikleri, medya vb.) gibi siyasal sürece doğrudan etki edebilecek bir güçtür.
  2. Temsili demokrasi ya da liberal demokrasi: Temsili demokraside “bir topluluğu etkileyen kararların, topluluğun üyelerinin bütünü tarafından değil ama bu amaç için onların seçtiği insanlar tarafından alındığı bir politik” yapının var olduğunu söylemek mümkündür. Demokrasinin yerleşmesi, kişi hak ve özgürlüklerinin, bireylerin örgütlenme, seçme ve seçilme haklarının güvence altına alınmasını sağlayan anayasal hukuk devletinin varlığı ile mümkün olmuştur. Siyasal sistemin taşıyıcısı ise belirli bir kişi ya da grup değil, genellikle anayasal sistemin izin verdiği siyasal partiler aracılığı ile iktidarın belli bir süre ile belli kurallara bağlı olarak kullanım hakkının devredilmesidir. Bu çerçevede Giddens’a göre “seçmenlerin iki ya da daha fazla sayıdaki partiler arasından seçim yapabildikleri ve yetişkin nüfusun tamamının seçme hakkının olduğu ülkeler” liberal demokrasiler olarak tanımlanabilmektedir. Temsili demokrasilerde seçimler, özgür bir kamuoyunun varlığı, yasama, yürütme ve yargı erklerinin paylaşımı ilkesel olarak bulunmak durumundadır. Temsili demokrasi her ne kadar üzerinde tartışmalar olsa da artık günümüzde siyasetin vazgeçilmez bir unsuru hâline gelmiştir. Katılımcı demokrasi ile temsili demokrasi arasındaki en temel farklar nelerdir? Demokrasi bugün için çoğunluk konumunda bulunanların yarın azınlık olabileceğini, sadece çoğunluğun çıkarlarının temsil edilmediği, aynı zamanda azınlık haklarının da yasalarca güvence altına alındığı ve temsil edildiği bir yönetim biçimidir.

İdeoloji

İdeoloji en genel tanımı ile bir dünya görüşüdür. İdeoloji, toplumsal dünyayı anlamamıza yarayan farklı açıklama tarzlarının, toplumsal gerçeklikleri değişik dünya görüşlerine göre anlamlandırma çabalarıdır. İdeoloji, sosyal bilimlerde sık kullanılan kavramlardan biridir. Ancak bu sık kullanımına karşılık, tanım ve anlam çeşitliliği de bir o kadar fazladır. Dolayısıyla farklı açıklama ve anlama çabaları da eklendiğinde, sosyoloji için başka, siyaset bilimi için baka ya da diğer bir sosyal bilim alanı için başka göndermeleri olabilen bir kavramdır. İdeoloji kavramı sosyoloji disiplini içinde kullanıldığında genellikle bu kavramın “atıf yaptığı toplumsal fikirler alanı ile siyaset, kültür ve iktisat alanları arasındaki ilişkilerle birlikte, başka sosyolojik geleneklerle” ele almak gerekmektedir. Terry Eagleton’a göre ideoloji çok yönlü bir düşünce sistemi olması nedeniyle üzerinde tek bir tanım ile uzlaşılabilecek bir kavram değildir. İdeolojinin var olan bazı tanımlarını şu şekilde sıralamıştır:

  • Toplumsal yaşamda anlam, gösterge ve değerlerin üretim süreci;
  • Belirli bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikirler kümesi;
  • Bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya yarayan fikirler;
  • Toplumsal çıkarlar tarafından güdülenen düşünme biçimleri;
  • Bilinçli toplumsal aktörlerin kendi dünyalarına anlam verdikleri ortam [medium];
  • Toplumsal yaşamın doğal gerçekliğe dönüştürüldüğü süreç”.

Liberalizm: Günümüzde liberalizmden anlaşılan “devletten bağımsız bir özel alanın tanımlanması ve dolayısıyla devletin kendisinin de yeniden tanımlanması çabası; başka bir deyişle, sivil toplumu (kişisel, aile ve iş yaşamı) siyasal müdahalelerden kurtarma ve aynı anda da devletin otoritesini sınırlandırma çabası”dır.

Muhafazakârlık: Muhafazakârlık ideolojisi, diğer modern ideolojiler gibi 18. yüzyıl Aydınlanma düşüncesinin, siyasal, toplumsal ve kültürel ortamının bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’de muhafazakârlık bir ideoloji olmaktan çok genellikle topluma içkin bir kültürel durum olarak var olagelmiştir. Cumhuriyet tarihinde muhafazakârlık siyasal alanda da etkileri çokça görülen bir ideolojik pozisyon olarak kendisini göstermiştir. Özellikle son dönemde muhafazakârlığın siyasal alanda belirginleştiğini söylemek mümkündür. Türkiye’de muhafazakârlık olgusunu değerlendirirken din, devlet, laiklik, milliyetçilik ve siyaset eksenlerini bir arada düşünmek gereklidir. Din Türkiye’de salt muhafazakâr siyasetin merkezinde yer alan bir olgu değil, genel olarak siyasetin tüm alanına, siyasetteki tüm tartışmalara egemen olan bir durumdur. Dolayısıyla Türkiye’de siyaseti düşünürken din eksenini her zaman için göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Sosyalizm: Sosyalizm 19. yüzyılda sanayileşmenin geniş toplumsal kesimleri hızla yoksullaştırması sonucu, işçi sınıfının ideolojik bir yapılanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bir ideoloji olarak sosyalizmin düşünce, değer açısından önemli noktaları şu şekilde sıralanabilir: toplum, işbirliği, eşitlik, sosyal sınıf ve ortak mülkiyet. Sosyalizm toplumsal eşitsizliğin kaynağı olarak özel mülkiyeti görmektedir. Bu yüzden de mülkiyetin adaletsiz dağılımı toplumdaki eşitsizliklerin temel kaynağıdır.

Faşizm: Faşizm siyaset sosyolojisi açısından devlet aygıtının tipik biçimde terör içeren egemenliğini, dolayısıyla güçler ayrımının ya da hukukun egemenliğinin olmadığı, sıklıkla ırkçı, ama milliyetçi bir küçük burjuva ideolojisini içeren siyasal partiyi, devleti ya da ideolojiyi tanımlamak için kullanılmaktadır.

Neoliberalizm: Neoliberalizm 1980’lerde etkinlik kazanan, klasik liberalizm anlayışının yeniden değerlendirilmesini ve yorumlanmasını içeren bir düşünce bütünü olarak tanımlanabilir. Neoliberalizm piyasanın son derece önem verildiği bir ideolojidir. Piyasa bu anlamda siyasal denetimden neredeyse soyutlanmıştır. Türköne’ye göre “neoliberalizmin temel ögeleri birey ve pazardır. Neoliberalizmin temel amacı piyasa üzerindeki devlet müdahalesini kaldırmaktır. Neoliberallere göre tam anlamıyla serbestçe işleyen bir pazar sistemi etkililik, büyüme ve verimlilik sağlayacaktır. Devletin müdahalesi olmaksızın işleyen bir toplumsal sistemde bireyler de daha özgür olacaktır.

Sosyal demokrasi: Sosyal demokrasi, sosyalist ideallerden esinlenen fakat ağırlıklı olarak içinde var olduğu politik ortamdan ve bu ortama özgü liberal değerler tarafından belirlenen melez bir politik gelenek olarak tanımlanmaktadır. Heywood sosyal demokrasinin özelliklerini şu şekilde sıralamıştır:

  • Sosyal demokrasi, liberal-demokratik ilkeleri onaylar ve siyasal değişimin barışçıl bir biçimde ve anayasa çerçevesinde olabileceğini ve olması gerektiğini kabul eder.
  • Kapitalizm, zenginlik yaratmanın tek güvenilir yolu olarak kabul edilir; bu yüzden sosyalizm, nitelik bakımından kapitalizmden farklı değildir.
  • Kapitalizm, yine de özellikle bir zenginlik dağıtım aracı olarak ahlaki açıdan kusurlu görülür; kapitalizm yapısal eşitsizlik ve yoksullukla ilişkilidir.
  • Kapitalist sistemin kusurları bir iktisadi ve sosyal mühendislik süreciyle devlet müdahalesi sayesinde giderilebilir; devlet kamusal veya müşterek yararın koruyucusudur.
  • Ulus-devlet, devletlerin kendi sınırları içinde iktisadi ve sosyal hayatı düzenlemede önemli bir güce sahip olmaları anlamında, siyasi yönetim için anlamlı bir birimdir.

Siyasete İlişkin Temel Sosyolojik Yaklaşımlar

Siyasete ve devlet kurumuna ilişkin 4 temel yaklaşım bulunmaktadır.

İşlevselci yaklaşım:

Düzeni sağlamak: Devletin herhangi verili bir toplumda en önemli fonksiyonu toplumdaki düzeni sağlamaktır. Devlet düzenin sağlanması ve korunması için gerektiğinde meşru bir otorite olarak güç kullanabilme yetisine sahiptir.

Diğer devletlerle ilişki: Modern ve özellikle de küreselleşen dünyada bir devletin diğer devletlerle ilişkisi son derece önemlidir. Ekonomik ilişkiler beraberinde siyasal ilişkileri de zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla ekonomik anlaşmalar, askeri anlaşmalar, diplomatik ilişkiler ve hatta zorunlu hallerde savaşın kendisi bile diğer devletlerle ilişkinin bir sonucudur.

Sistemi yönlendirmek: Toplum karmaşık sosyal, ekonomik ve siyasal bir sistemdir. Dolayısıyla devlet bu karmaşık sistemi yönlendirmekle yükümlüdür. Devletin işlevlerinden birisi de bu karmaşık yapıda ortaya çıkan sorunları çözmektir.

Çoğulcu yaklaşım: Batılı demokratik toplumlarda iktidarın dağılımını ve gücünü açıklamaya çalışır. Klasik çoğulculuk ve elitist çoğulculuk olmak üzere iki yaklaşım bulunmaktadır. Klasik çoğulcu yaklaşımın temel olarak Talcott Parsons’un işlevselci yaklaşımı ile önemli benzerlikleri vardır. Parsons’un iktidarın toplumun bütününden kaynaklandığını savunan klasik çoğulculuk yaklaşımının temel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:

  1. Batılı demokrasilerde hükümet, toplum üyelerinin istekleri ve toplum çıkarları doğrultusunda hareket eder.
  2. A.B.D, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerdeki siyasal sistemlerin en gelişkin sistemler olduklarını düşünürler ve bu nedenle bu sistemlerin iktidarı en etkin uygulama ve yönetme yolu olduğunu düşünmektedirler.
  3. Gücün devlet aracılığıyla uygulanmasında baskıcı olmasındansa meşru olması tercih edilir; çünkü meşru iktidarda toplumun o iktidarı kabullenmesi ve işbirliği söz konusudur.

Çoğulcular demokratik toplumlarda siyasi partilerin temsili olmasının nedenlerini şu şekilde açıklar:

  1. Halk parti siyasetini doğrudan etkiler, çünkü partiler iktidara gelebilmek ve yönetme hakkı elde edebilmek için parti programlarında seçmenlerin isteklerini ve çıkarlarını yansıtmak zorundadır,
  2. Mevcut partiler toplum kesimlerini yeterince temsil edemiyorsa, genellikle yeni bir parti ortaya çıkar,
  3. Partiler seçmenlerine karşı sorumludurlar, çünkü halkın isteklerini ve çıkarlarını ihmal ettiğinde iktidarı yeniden kazanamazlar,
  4. Partiler toplumda yalnızca bir kesime ait çıkarları temsil edemezler, iktidar olarak seçilebilmek için farklı toplumsal kesimlerin desteğine ihtiyaç duyarlar.

Baskı grupları, “ortak menfaatler etrafında birleşen ve bunları gerçekleştirmek için siyasal otoriteler üzerinde etki yapmaya çalışan örgütlenmiş gruplar” olarak tanımlanabilir.

Elit teorisi: Elit teorisi en genel ifadeyle küçük ve elit bir seçkinler grubunun toplumu yönettiği düşüncesine dayanmaktadır. Mills üç ayrı seçkin belirler: siyasal elitler, askeri elitler ve büyük şirket yöneticileri olan elitler. Bu üç elit grubu homojen bir elit grubu oluştururken aynı zamanda iktidarı da paylaşmaktadırlar. İktidar elitlerinin yöneticileri arasında sıkı bir bağ, dayanışma ve çıkar birliği bulunmaktadır ve dolayısıyla üçü bir arada iktidar üçgenini meydana getirmektedir.

Marksist-çatışmacı yaklaşım: Karl Marx toplumdaki temel çatışmanın sınıfsal bir çatışma olduğunu düşünmektedir. Marx’a göre iktidar toplumda ekonomik kontrolü elinde bulunduranlarda yoğunlaşmıştır. İktidarın kaynağı ekonomik altyapıda bulunmaktadır:

  1. Bütün sınıflı toplumlarda üretim araçları yönetici sınıf tarafından sahiplenilmiştir ve kontrol edilmektedir. Üretim araçlarının sahipliği egemenliğin temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle iktidarın insanlara yeniden dönüşünün tek yolu üretim araçlarının kolektif olarak sahiplenilmesidir.
  2. Komünist bir toplumda üretim araçları bireysel olarak değil de kolektif olarak sahiplenileceği için güç tüm halk arasında daha eşit bir şekilde dağıtılacaktır.

Küreselleşme, Ulus-Devlet ve Avrupa Birliği

Küreselleşme toplumların ekonomik, kültürel boyutlarını etkilediği kadar siyaset alanını da etkilemektedir. Küreselleşen ekonomi ulusal çerçevede işleyen piyasaların sınırlarını aşarak, ulus ötesi yeni biçimler kazanmıştır. Dünyanın herhangi bir yerinde başlayan ekonomik kriz tüm dünyayı etkileyebilmekte, herhangi bir kültürel öğe hızla yaygınlaşabilmekte, bir terör saldırısı tüm dünyada sınırları değiştirebilecek kadar önemli siyasal ve toplumsal sonuçlara neden olabilmektedir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email