aofsoru.com

Sosyolojiye Giriş Dersi 3. Ünite Özet

Toplumsal Değişme Ve Küreselleşme

Toplumsal Değişme

Toplumsal değişme, toplumun yapısında ve işleyişinde meydana gelen büyük çaplı dönüşümlerdir. Toplumsal açıdan “gelişme” ya da “ilerleme” kavramı, toplumun şimdi olduğundan daha iyi bir noktaya, duruma ya da amaca doğru hareket ettiğini ifade eder. Tek başına toplumsal değişme kavramı değişmenin yönünü ya da hızını belirtmez, olumlu veya olumsuz bir değere sahip değildir, olgusaldır. Toplumsal değişmenin nedenleri maddi ve manevi kültürün değişmesi, doğal afetler, nüfusun büyüklüğünün ve kompozisyonunun değişmesi ve savaşlar, krizler ve çatışmalar olarak sıralanabilir.

Kültürel Nedenler: Kültürel değişme değerlerin, normların ve bütün olarak kültürün dönüşümünü ifade eder. Kültürün maddi ve manevi kültür olmak üzere iki boyutu vardır. Maddi kültür teknolojiden ve üretilen ürünlerden oluşurken manevi kültür inançlardan, değerlerden, normlardan ve sembollerden oluştur. Maddi kültür manevi kültürden daha hızlı değişir.

Kültürel değişme keşiflerle, icatlarla ya da kültürel yayılmayla gerçekleşebilir. Keşif ve icatlar maddi kültürün değişmesine neden olan etkenlerdir, bu nedenle “teknolojik nedenler” olarak da adlandırılırlar. Bir toplumdaki düşünce ve ürünlerin ticaret, göç ve kitle iletişimi gibi araçlarla diğer toplumlar yayılması kültürel yayılma olarak adlandırılır.

Doğal Nedenler: Fiziksel Çevredeki değişimler ilk insanlardan bu yana toplumsal değişmenin en önemli nedenlerinden biri olmuştur.

Demografik Nedenler: Toplumsal değişme, demografik nedenlerle de meydana gelir. Nüfusun büyüklüğünde ve kompozisyonunda meydana gelen değişmeler toplumsal değişmenin nedenleri arasındadır.

Sosyal Nedenler: Toplumsal değişmeye neden olan sosyal nedenler savaşlar, ideolojik nedenler, planlı politik değişmeler, ekonomik veya politik krizler vb. şeklinde sıralanabilir. Örneğin, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması büyük ölçekli toplumsal değişmelere neden olmuştur.

Toplumsal değişmenin bazı genel özellikleri şunlardır:

  • Evrensel bir olgudur ve kaçınılmazdır.
  • Süreklidir.
  • Çoğunlukla plansızdır.
  • Sonuçları önceden tahmin edilemez.
  • Genellikle muhalefet ve çatışma yaratır.
  • Zincirleme tepkimeler yaratabilir.

Sosyolojik Perspektiflerde Toplumsal Değişme Anlayışı

Toplumsal değişme konusunda sosyolojik yaklaşımlar toplumsal değişmenin evrimsel mi yoksa devrimsel mi olacağı, değişmenin nasıl gerçekleşeceği ve muhtemel sonuçlarının olumlu mu olumsuz mu değerlendirildiği gibi konularda, yani değişmenin yönü ve içeriği konusunda birbirinden farklı iddialara sahiptirler.

Evrimciler ve İşlevselciler: Spencer, Comte, Durkheim, Tönnies, Parsons, Modernleşme Okulu: Evrimci yaklaşıma göre toplumsal değişme evrensel, doğal, sürekli, doğrusal, aşamalı bir süreçtir.

Auguste Comte’a göre biyolojik organizmalar nasıl organlarına indirgenmiyorsa toplumun da kendisini oluşturan parçalara indirgenmeden bir bütün olarak ele alınmalıdır. Comte’a göre toplumsal evrimin her aşaması kendinden önceki aşamadan çıkar, teolojik dönemin son aşaması olan tektanrıcılık, evrimin bir sonraki aşaması olan metafizik aşamaya yol açmıştır.

Herbert Spencer, Comte gibi toplumu bir organizmaya benzetir ve bütün insanlığın evrimini açıklamaya çalışır. Biyolojik organizmalarla toplumsal organizmaların (toplumların) örgütlenme biçimleri aynıdır, sadece arasında bazı temel farklılıklar vardır.

Spencer’a göre toplumsal evrim süreci doğal haline bırakılırsa insanlık önceki nesillerden aldığı özellikleri geliştirecek ve fiziksel ve zihinsel mükemmelliğe ulaşacaktır. Doğal seleksiyon sürecinde nasıl güçlü olan organizmalar hayatta kalıyor ve evrimlerine devam ediyorlarsa Spencer’a göre toplumda da güçlü olanlar hayatta kalmalı, zayıf olanlar elenmelidir.

Emile Durkheim, toplumları karmaşıklık derecelerine göre sınıflandırmış, toplumların basitten karmaşığa doğru bir evrim içinde olduklarını, bu değişimin temelinde işbölümü olgusunun yer aldığını ve değişimin nedeninin de nüfus yoğunluğunun artması olduğunu savunmuştur. Durkheim’a göre toplumsal değişmenin iki aşaması vardır, bunlar mekanik dayanışmaya dayalı toplumlar ve organik dayanışmaya dayalı toplumlardır. Mekanik dayanışmanın olduğu toplumlar sanayi öncesi, homojen ve basit toplumlardır, bu toplumlarda herkes benzer işleri yapar, farklılaşma ve uzmanlaşma yoktur, herkes birbirini ikame edebilir.

Nüfusun artmasına bağlı olarak toplumsal işbölümü gelişip uzmanlaşma arttıkça bireyler arasındaki farklılıklar da artar, yeni meslekler ve uzmanlıklar ortaya çıkar. Artık insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için diğer insanlara ekonomik olarak bağımlı hale gelirler, birbirlerini ikame edemezler. Dolayısıyla organik dayanışmaya dayalı toplumlarda artık toplumsal dayanışmanın temeli benzerlikler değil, farklılıklardır.

Durkheim’a göre toplumsal değişme toplumsal evrimle gerçekleşir, toplumlar mekanik dayanışmaya dayalı toplumlardan organik dayanışmaya doğru toplumlara doğru evrilirler ve evrimin temelinde işbölümü olgusu yer alır.

Ferdinand Tönnies, toplumların birincil ilişkiler etrafında örgütlenen kırsal tarım toplumlarından ikincil ilişkiler ve ulus devletler etrafından örgütlenen endüstriyel kent toplumlarına doğru bir evrim geçirdiğini savunur. Tönnies endüstrileşme ve kentleşme sürecinde yaşanan toplumsal değişimi açıklamak için cemaat/cemiyet kavramlarını kullanır.

Tönnies’e göre cemaatlerin zayıflayıp yerini cemiyetlere bırakması olumsuz bir durumdur. Endüstrileşmenin cemaatleri ortadan kaldırarak uygarlığın asıl temelini yıktığını düşünen Tönnies, endüstri toplumundan sonraki aşamada cemaatlerin yeniden güçleneceğini savunur.

Talcott Parsons, toplumsal değişmeyi aktörlerin içselleştirdiği değerlerin değişmesi olarak görür. Değerler ve inançlar, kültürel faktörler nedeniyle sürekli bir rasyonelleşme ve gelenekselleşme döngüsü içine girer ve sosyal sistemi bu şekilde değiştirirler.

Toplumlar evrilirken önce toplumların alt sistemleri yeni ihtiyaçlara sistemler oluşturacak şekilde farklılaşır, ardından daha çok sayıda birey sisteme dahil olarak uyum sağlar. Farklılaşma ve uyum yeteneğinin artmasıyla birlikte yani sosyal yapılar ve işlevler değiştikçe toplumun değer sistemi de değişir, yeni değerler kapsanır ve genelleştirilir. Parsons toplumsal değişmedeki üç temel aşamayı ilkel, orta ve modern toplumlar olmak üzere ayırır.

Modernleşme Okulu, bir bütün olarak geleneksel toplumların modern toplumlar kadar gelişmediğini, bu azgelişmişliğin genellikle bu toplumların kültürü gibi içsel faktörlerden kaynaklandığını, bu azgelişmişlikten kurulmaları için gelişmiş Batı ülkeleriyle daha çok bağlantı kurmaları gerektiğini ve bu bağlantıların azgelişmiş ülkeler için yararlı olacağını savunan kuramlardan oluşur.

Modernleşme okulu içindeki kuramcılardan Walt W.Rostow’a göre ise gelişmiş ülkelerin tarihsel ekonomik performanslarını inceleyerek ekonomik büyümenin beş aşamasını tanımlamıştır:

  • Geleneksel toplum
  • Kalkış için ön koşullarının oluşması
  • Kalkış
  • Olgunluğa erişme
  • Kitlesel tüketim

Genel olarak Batı tarzı modernleşmeyi üstün gören bir bakış açısına dayanan bu model pek çok azgelişmiş ülke tarafından uygulanmıştır, ama hiçbir aşama tam olarak modeldeki gibi uygulanamamıştır. Az sayıdaki üçüncü dünya ülkesi sermayelerini hareketlendirmeyi başarabilmiş, çoğu ise uluslararası piyasalara ve uluslararası finans kuruluşlarına ağır şekilde borçlanmıştır.

Evrimci yaklaşıma yönelik eleştirileri beş temel noktada özetlemek mümkündür. İlki, yayılma veya politik değişme gibi dış etkenlerin rolünü görmezden gelmeleri ve toplumsal değişmeyi sadece toplumların kendi içinde meydana gelen evrimle açıklamalarıdır. İkinci eleştiri toplumsal denge ve uyum kavramını fazla merkeze almaları ve çatışmayı görmezden gelmelerine yöneliktir. Üçüncü olarak evrim sürecini ilerleme ve gelişmeyle eşanlamı kabul etmekle ve toplumsal değişmeyi tamamen olumlu bir süreç olarak değerlendirmekle eleştirilmişlerdir. Dördüncü eleştiri insanların toplumsal değişme sürecindeki etkilerini göz ardı ettikleri, bireyleri değişim yaratma kapasitesine sahip özneler olarak değil, pasif alıcılar olarak gördükleri yönündedir.

Çatışmacılar: Marx, Dahrendorf, Bağımlılık Okulu, Dünya Sistemi Teorisi: Çatışmacı yaklaşım kısmen Yapısal-İşlevselciliğe bir eleştiri olarak doğmuş olan, kısmen de Marx’ın, Weber’in ve Simmel’in düşüncelerine dayanan bir yaklaşımdır.

Karl Marx, toplumu tarihsel materyalist bir şekilde kavrar, bu da toplumda maddi yaşamın ve maddi varlığın bilinç tarafından belirlenmediği, aksine bilinci ve ideolojik yaşamı maddi yaşamın belirlediği görüşüdür. Üretim biçimi temel olarak iki ögeden oluşur. Bunlar üretim güçleri ve üretim ilişkileridir.

Üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin birliğinden oluşan ve ekonomik yapıyı belirleyen üretim biçimi bir temeldir, altyapıdır. Bu altyapının üzerinde hukuk, siyaset, din, aile, sanat, ahlak, bilim, felsefe, gelenek ve görenekler gibi üstyapı kurumları yer alır. Her üretim biçiminde üstyapı kurumları altyapının niteliğine göre şekillenirler, üstyapı kurumlarını altyapıdan bağımsız düşünmek ve analiz etmek mümkün değildir.

Marx toplumdaki değişmeyi açıklamak için diyalektik materyalizmi kullanır. Tarih belirli bir üretim biçiminin kapsadığı üretim güçlerindeki ve üretim ilişkilerindeki nicel ve nitel gelişmelerden oluşur. Doğadaki diyalektik değişime benzer şekilde belirli bir toplum içinde, özellikle bu toplumun sınıfları arasındaki çelişmeler, o toplumun evrimini oluşturur.

Kapitalist toplum da içinde barındırdığı zıtlık ve çelişkilerden ötürü değişecek ve yerini yeni bir toplumsal biçime, yeni bir senteze bırakacaktır. Marx için toplumların evrimi doğrusal değil, diyalektik niteliktedir ve insanların entelektüel değişimiyle değil, toplumdaki karşıt güçler arasındaki çatışma sonucunda meydana gelir.

Ralf Dahrendorf, çatışma ve uzlaşmanın birbirlerini tamamladığını, ikisi birden olmadan toplumun var olamayacağını savunmuştur. Toplumsal değişmeye neden olan çatışmayı otorite temelinde açıklayan Dahrendorf ’a göre otorite konumunda bulunanlar ile alt konumda bulunanlar özde ve yönelimde birbirine zıt çıkarlara sahiptir. Otorite hiyerarşisinde en tepede yer alan ve en altta yer alan gruplar kendi içlerinde ortak çıkarlara sahiptirler. Alt konumdakiler statükoyu değiştirmeye, egemen konumdakiler ise korumaya ve sürdürmeye çalışır.

Bağımlılık Okulu, Modernleşme Okulu’nun azgelişmiş toplumların gelişmiş toplumların izledikleri aşamaları izleyerek ekonomik büyüme ve kalkınma sağlayacakları yönündeki iddialarına karşı çıkmış ve azgelişmişliğin ve gelişmişliğin aynı nedenden, kapitalizmden kaynaklandığını ileri sürmüştür.

Bağımlılık Okulu’nun temel iddiaları şu şekilde özetlenebilir: Azgelişmişlik, gelişmemişlikten farklıdır, çünkü gelişmemişlik sadece kaynakların kullanılmamasıyla ilgilidir. Bugün azgelişmiş olan toplumlar ileride Modernleşme Okulu’nun ileri sürdüğü aşamalardan geçerek gelişmiş ülkeler haline gelemezler, çünkü gelişmiş ülkelerin gelişmiş olmalarını sağlayan azgelişmiş ülkelerden yapılan ekonomik artık transferidir. Her ülkenin ulusal bir ekonomik çıkarı vardır, bu çıkarlara şirketlerin veya devletlerin ihtiyaçlarının değil, toplumdaki yoksulların ihtiyaçları giderilerek ulaşılabilir.

Dünya Sistemi Teorisine, göre kapitalist dünya ekonomisinde ülkeler merkez, çevre ve yarı çevre ülkelerden oluşur. Merkez ülkeler yüksek vasıf ve sermaye gerektiren (sermaye yoğun) endüstrilerin yer aldığı, dünya ekonomisine yön veren zengin ve gelişmiş ülkelerdir. Çevre ülkeler vasıf ve sermaye gerektirmeyen (emek yoğun) endüstrilerin hakim olduğu azgelişmiş ülkelerdir ve hammaddeleri, doğal zenginlikleri ve insan kaynakları merkez ülkeler tarafından sömürüldüğü için gelişmelerini tamamlayamazlar. Yarı-çevre ülkeler ise merkez ülkelerin de çevre ülkelerin de bazı özelliklerini taşıyan, çevre ülkeler gibi hammadde veya merkez ülkeler gibi ileri teknoloji gerektiren ürünler değil, ara mamuller, düşük katma değer içeren basit ürünler üreten kısmen gelişmiş ülkelerdir.

Weber, bir toplumsal değişme modeli sunmaz, ancak geleneksel toplumun rasyonel modern topluma dönüşümünü açıklamaya çalışır. Bu açıdan Weber’in toplumsal değişme anlayışını rasyonelleşme ve bürokratikleşme süreci üzerinden anlamak mümkündür. Weber evrimcilik, ilerlemecilik ve belirlenimcilik karşıtı, çoğulcu bir yaklaşım benimsemiştir.

Weber için Batı’nın evrimleşmesindeki en anlamlı dönüşüm hukukun pozitif biçimlenmesi ve özerkleşmesidir. Weber hukuk ve ekonomi arasında diyalektik bir ilişki olduğunu ve toplumsal evrimde ikisinin birlikte etkili olduğunu düşünür.

Toplumsal Değişme Süreci ve Çağdaş Topluma Yönelik Farklı Kavramsallaştırmalar

Tarım toplumları şehir devletlerinden imparatorluklara kadar değişen çeşitli büyüklüklerde medeniyetler haline gelmiştir. Bu toplumlarda işbölümünde uzmanlaşma artmaya başlamış, yeni meslekler ortaya çıkmış, toplumsal kontrolü sağlayan din kurumu önem kazanmıştır. Modern endüstriyel toplumdan önceki toplumların bütünü genel olarak geleneksel toplum olarak adlandırılırlar. Bu toplumlarda toplumsal ilişkilerde akrabalık ve aile ön plandadır, üretim birimi genel olarak evdir.

Rönesans ve Reform hareketlerini takip eden Bilimsel Devrim, Fransız Devrimi ve ardından Endüstri Devrimi, modern toplum ya da endüstri toplumu olarak adlandırılan toplum tipinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bilimsel devrim, yaklaşık olarak 1500-1700 yılları arasında yaşanan, Antik Yunan’dan Ortaçağ’a kadar doğru kabul edilen doktrinlerin reddedildiği, fizik, kimya, biyoloji, astronomi ve anatomi gibi alanlarda önemli keşiflerin yapıldığı döneme ve bu keşiflerin bütününe verilen addır.

Endüstri Devrimi ise Bilimsel Devrim sürecinde ortaya konan keşiflerin gündelik hayatta kullanılacak icatlara yansımasıyla başlayan, toplumda üretim biçimini ve toplumsal örgütlenme biçimini değiştiren bir devrimdir. Endüstri devrimin ayırt edici nitelikleri üretimde ve ulaşımda cansız enerji kaynaklarının kullanılmaya başlanması, işbölümünde uzmanlaşmanın ve emek sürecinde kapitalist kontrolün artmasıdır.

Bilgisayar, iletişim ve ulaşım alanlarında 1960’lardan itibaren yaşanan gelişmelerle endüstride, üretimin örgütlenmesinde ve toplumsal sınıflarda meydana gelen değişimler bir bütün olarak İkinci Endüstriyel Bölünme veya Teknolojik Devrim olarak adlandırılmaktadır. Bu süreçte seri üretim teknolojisi (Fordizm) dünyanın her yerinde tamamen ortadan kalkmasa da gelişmiş ülkelerde yerini esnek üretime (postfordizm) bırakmıştır.

Bu dönüşümün önemli etkileri olmuştur. İlk olarak seri üretimde kitlesel üretim yapmak maliyetleri düşük tutmak için bir zorunlulukken esnek üretimde bilgisayar teknolojileri sayesinde bu zorunluluk ortadan kalkmış, ürün çeşitliliği artmış ve üretilen miktar azalmıştır. Kitlesel tüketicinin bir zorunluluk olmaktan çıkmıştır. Ücretler azalmıştır. İşsizlik oranları artmıştır. İmalat sektörü daralmış, eğitim, sağlık, finans, sigortacılık, ulaşım, lojistik gibi alanları içeren hizmet sektörü genişlemiş, ürünlerden çok bilgi ve teknoloji önem kazanmıştır.

Endüstri Devriminin 1800’lerde başlayan ilk evrelerini Birinci Endüstri Devrimi, 1900’lerin başında başlayan kitlesel üretim dönemini İkinci Endüstri Devrimi, 1960’lardan itibaren üretimde bilgisayarların kullanılmasını ve otomasyona geçişi Üçüncü Endüstri Devrimi, üretimde siber fiziksel sistemlerin, nesnelerin internetinin ve internet bulutlarının kullanılmaya başlandığı son döneme de Dördüncü Endüstri Devrimi denilebilir.

Modernizm ve Postmodernizm

Modernizm modern düşüncenin etkisiyle ortaya çıkmış olsa da modern olmayabilir, hatta sık sık moderniteye karşı bir itiraz içerir. Modernleşme kavramı ise geleneksel toplumların modern toplumlara dönüşmesi sürecini, bu süreçte yaşanan bilimsel, ekonomik, teknolojik, endüstriyel, demografik ve politik değişimleri ve/veya bu süreçte geçirilen aşamaları ifade eden bir kavramdır.

Anthony Giddens, modernliği dört temel kurum aracılığıyla tanımlar. Bu kurumlar kapitalizm, endüstrileşme, gözetim ve askeri güçtür. Ezici bir güce dönüşen modernlik denetimden çıkan bir dünyadır. Modernlik bu yüksek dinamizmini üç temel özellik üzerinden kazanır. Bunlar uzaklaşma, yerinden çıkarma ve düşünümselliktir.

Jürgen Habermas, moderniteyi Avrupa ve Amerikan tarihinde Rönesans’ın bitişiyle başlayan dönem olarak, modernizmi bu dönemi niteleyen kültür olarak, postmodernizmi ise modernizmden sonra gelen ve modernizmin temel varsayımlarına meydan okuyan bir kültürel dönem olarak tanımlar.

Zygmunt Bauman’a göre modernite olmasaydı kitlelerin bilim, teknoloji ve endüstriyel örgütlülük çerçevesinde bu şekilde kitlesel olarak yok edilmeleri mümkün olmazdı.

Postmodernite ya da postmodernlik, moderniteyi takip eden tarihsel bir dönemi, postmodernizm sanat, sinema, mimari ve edebiyatta modern kültürel ürünlerden farklı ürünleri üreten akımı ifade eder. Postmodern toplum kuramı ise modern toplumlardan farklı bir düşünme biçimini ifade eder.

Postmodernizmin bazı temel özellikleri şöyle özetlenebilir:

  • Postmodernizm, modernizmden bir kopuş, kırılıştır.
  • Postmodernizm tek, tutarlı, bütüncül, doğrusal ve ilerlemeci bir geçmiş anlayışına olan inancın kaybedilmesini içerir.
  • Postmodernizm için meşru bir ‘tarih’ yerine, önemli olaylar üzerinde daha az duran ve günlük yaşamın sıradan olayları üzerine daha çok odaklanan çok sayıda tarih vardır.
  • Meta-anlatılar artık ölmüştür ve artık parçalılık, süreksizlik ve farklılık vurgulanmaktadır.
  • Bilgi hiyerarşileri artık çökmüştür, bu da ‘uzman’ statüsünün içini boşaltır.

Lyotard, büyük anlatıları modern bilimle ilişkilendirir, bütün büyük anlatıları reddeder. Postmodernizmi büyük anlatılara yönelik bir kuşkuculuk ve bir bilgi türü olarak tanımlar.

Fredric Jameson, modernlik ve postmodernlik arasında önemli farklılıklar olduğunu kabul eder ama aralarında sürekliliklerin de olduğunu savunur.

Jean Baudrillard bir simülasyon çağında yaşadığımızı, simülasyon sürecinde nesnelerin veya olayların yeniden üretilmesi anlamına gelen similakr ların üretildiğini belirtir. Baudrillard bu dünyayı hipergerçeklik olarak adlandırır, çünkü örneğin medya artık gerçeklikten daha gerçek hale, hipergerçek haline gelmiştir, asıl, saf gerçeklik giderek ikincil hale gelir ve sonunda tamamen yok olur.

Küreselleşme

Küreselleşme ulaşım ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler sonucunda toplumsal ilişkilerin ve toplumsal yaşamın örgütlenme biçiminin ulusal ve bölgesel sınırları aşarak dünyaya yayılması ve dünyadaki toplumlarının birbirlerine eklemlenmeleri olarak tanımlanabilir.

Küreselleşmeyi ekonomik açıdan değerlendiren kuramcılar küreselleşmeyi genellikle Neoliberalizmin, kapitalizmin ve piyasa ekonomisinin dünya geneline yayılması olarak görürler ve ağırlıkla küreselleşmenin homojenleştirici etkisini vurgularlar. Küreselleşmenin politik yönlerine odaklanan kuramcılar da genellikle ulusdevlet şeklindeki politik örgütlenme modelinin bütün dünyaya yayılışını ve bütün ülkelerin politik sistemlerinin birbirine benzemesini vurgulayarak küreselleşmenin homojenleştirici bir etkiye sahip olduğunu belirtirler.

Anthony Giddens, modernliğin yapısal olarak küreselleştirici nitelikte olduğunu savunur. Giddens’a göre küreselleşmenin dört ana boyutu olan kapitalist dünya ekonomisi, ulus devlet sistemi, uluslararası işbölümü ve askeri dünya düzeni, modernitenin dört kurumunun, yani kapitalizm, gözetim, endüstrileşme ve askeri gücün dünya ölçeğine yayılmış biçimidir.

Roland Robertson’a göre küresel olanla yerel olan sürekli etkileşim halindedir ve bu etkileşim melez bir kültür oluşturmaktadır, Robertson bu melezlik halini küyerel kavramıyla ifade eder. Robertson tarihsel gelişim sürecinde küreselleşmenin beş aşaması; oluşum aşaması, başlangıç aşaması, kalkış aşaması, hakimiyet için mücadele aşaması, belirsizlik aşamasıdır.

Ulrich Beck de Giddens gibi yeni bir modernlik dönemi ya da biçimi içinde olduğumuzu ama hâlâ modern dünyada var olduğumuzu düşünür ve modernliğin bu aşamasını düşünümsel modernlik olarak adlandırır. Beck “küreselcilik” görüşüne, yani dünyanın ekonomi egemenliği, kapitalist piyasanın ve neoliberal ideolojinin hegemonyası altında olduğu görüşüne karşı çıkarak bunun tek yönlü ve tek nedenli bir görüş olduğunu, ekoloji, politika, kültür ve sivil toplum gibi çok boyutu olan bir olguyu sadece ekonomik boyuta indirgemek anlamına geldiğini savunur. Bunun yerine “küresellik” kavramını tercih eder.

George Ritzer, McDonaldlaşmanın küreselleşme içinde özellikle kültürel benzeşmeyi artıran bir güç olduğunu savunur. Ritzer’e göre McDonaldlaşma, fast-food ilkelerinin dünya çağında egemen olmaya başlaması sürecidir. Bu sürecin beş temel boyutu; verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik, insanların yerine teknolojiyi geçirme yoluyla denetim ve paradoksal olarak rasyonelliğin irrasyonelliğidir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email