Orta Asya ve Kafkaslarda Siyaset Dersi 3. Ünite Özet
Rusya’Nın Orta Asya Ve Bdt Politikaları Kapsamında Bölgesel Güç Dengelerinin Değişimi
- Özet
Giriş
Rusya’nın Orta Asya ve BDT (Bağımsız Devletler Topluluğu) politikalarının incelenmesi ve bölgesel güç dengelerinin analizi, Moskova’nın dış politika stratejilerindeki tarihsel değişimin nedenlerini incelemeyi gerekli kılmaktadır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yeni güç dengelerine bağlı olarak XXI. yüzyıldaki siyasal ve ekonomik gelişmeler, yeniden yapılanmaktadır. II. Dünya Savaşı sonrasında Batı ve Doğu kampları arasındaki 45 yıllık Soğuk Savaş süreci, bir nükleer sıcak savaş olmaksızın bitmiştir.
Yeni Rus siyasal kimliği Slav etnik yapı ve Ortodoks Hristiyanlık temellerini odak noktasında toplayan ve kültürel, tarihi, sosyolojik olarak toplumsal bütünleştirmeyi amaç edinen; Rus milliyetçiliği öğelerinin hâkim unsur olarak ön planda tutulduğu neo-realist bir kurgu esas alınmıştır.
Hukuken SSCB’nin ardıl devleti konumundaki Rusya Federasyonu’nun Orta Asya ve BDT politikalarının bölgesel güç dengelerindeki değişim süreci uluslararası ilişkiler disiplini açısından analiz edilince geçiş dönemindeki sarsıntılı ve kaotik dönemin ardından Rusya’nın eski coğrafyasındaki nüfuz alanlarını terk etmemiştir.
Rusya’nın Orta Asya Dış Politikasındaki Değişimin Teorik Arka Planı
SSCB, II. Dünya Savaşı sonrasındaki uluslararası sisteme yön veren Süper Güç olarak Doğu Avrupa-Orta Asya eksenine hâkim mutlak egemen aktör olmuştur. Ancak, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile ortaya çıkan anayasal sistemde başkanlık rejimi ve çok partili demokratik siyasal sisteme geçişteki zorluklar, dış politikanın temel önceliklerini değiştirmiştir.
Rusya topraklarının daha fazla parçalanma riskinin önlenmesi, acil ihtiyaç olarak ön plana çıkmıştır.
Gorbaçov’un başlattığı “Glasnost ve Perestroyka-Yeniden Yapılanma ve Açıklık’’ politikasındaki demokratikleşme sürecinde acı reçeteyi uygulayarak merkezî ekonomik modelden, liberal sisteme geçişte hiper enflasyonun neden olduğu bir sancılı geçişi yaşamak zorunda kalmıştır.
Boris Yeltsin, söz konusu siyasal ve ekonomik sarsıntıyı dış borçlanma ile atlatırken, Vladimir Putin yönetimi ülkesini, dünya enerji fiyatlarındaki artış trendini iyi takip ederek kurtarmayı başarmıştır. Bu kaos dönemi içinde Rusya, 1991 tarihinde BDT Örgütünü kurmuştur.
Başkan Putin ve Başkan Medvedev, Rusya’nın Doğu Avrupa ve Orta Asya’daki çıkarlarından vazgeçmeyeceğini izledikleri yeni dış politika tercihleri ile ortaya koymuşlardır.
Rus siyasal eliti geçen yirmi yıl zarfında ekonomik zorluklarını doğru enerji politikaları ile aşıp tekrar dünya politikalarına yön veren konumunu muhafaza etmiştir.
Vladimir Putin tarafından başlatılan çok yönlü dış politika hamlesi, yansımalarını başta Orta Asya bölgesi olmak üzere yakın çevrede hissettirmeye başlamıştır.
Kısa süre içerisinde Rusya Federasyonu BDT’nin ve bölgenin en etkili aktörü konumuna gelmiştir.
Rusya söz konusu dış politik etkinliğini bölge ülkeleri üzerinde tekrar güçlendirmek amacıyla, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun ekonomik ve siyasal kurumlarına vermiş olduğu önemi artırmaktadır.
Rusya, BDT’yi neden kurmuştur, sorusuna şu cevaplar verilebilir;
- Batı’da modern ve kendisinden daha gelişmiş bir Avrupa, Pasifik ekseninde Çin, Japonya, Kore ve Avrasya da yeni Cumhuriyetlerin merkezkaç kuvvetten kopma eğilimleri ile karşı karşıya kalmıştır. Avrupa sınırlarında küçülen Rusya, buna karşılık olarak gereğinde BDT bölgesinde ortaya çıkabilecek bir güç zaafiyetine karşı, nükleer gücün kullanılması seçeneğini masada tutmuştur.
- Rusya, bu bölgenin enerji kaynaklarındaki hâkimiyetini sürdürmedeki kararlılığını ortaya koymaktadır.
- Tacikistan’ın, Çeçenistan ve Afganistan’da ortaya çıkan radikal İslami hareketlerin, Dışişleri Bakanı Primakovun deyimi ile, domino etkisi yapmasını önleyerek, ekonomik ve coğrafi etkinliğin devamı olarak öngörülmesidir.
- Avrupa’da Alman-Fransız ittifakının Ukrayna, Belarus ve Baltık ekseninde ilerleyerek Rusya’nın Slav dünyasını etkisi altına almasını önlemektir.
- BDT Avrupa Atlantik ittifakının devamı olarak yorumlanan NATO’nun genişlemesine ve Rusya ana vatanını tehdit etmesine karşı bir kalkan olarak kurgulanmıştır.
Rusya için SSCB’nin dağılmasını takiben geçen beş yıllık süre zarfında meydana gelen yapısal değişimler, ABD liderliğini kabul etmek ve NATO genişlemesiyle karşı karşıya kalmak gibi kabul edilmesi zor bir durum olarak ifade edilmektedir.
Bu doğrultuda Rusya, neorealist bir paradigmaya atıfta bulunarak Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkisinde de tarihsel süreçte yaşadığı hâkimiyet teorisinden öte bir tutum benimseme durumunda kalmaktadır. Klasik realist paradigmadan bakıldığında Rusya’da ortaya çıkan sorunların, devletin doğrudan yapmış olduğu hamleler ile bağlantılı olduğu görülürken yeni realistler söz konusu aksaklıkların devletle birlikte uluslararası sistemin yapısal unsurlarından kaynaklandığını iddia etmektedirler.
Uluslararası düzeni sarsan tehditlere karşı neorealistler tarafından da çeşitli çıkarımlarda bulunulmaktadır. Bunlar sırasıyla, uluslararası politikanın anarşi durumundan kaynaklandığı, devletlerin uluslararası politikada temel aktör olduğu, güvenlik ihtiyacı olduğunda devletin bunu gerçekleştirmek için tüm gücünü maksimize edeceği ve son olarak devletlerin güvenlik riski hissettikleri durumlarda güçlerini yükseltmeleri gerektiğidir.
Bu açıdan bakıldığında Rusya’nın Orta Asya ülkeleri politikasının temel değişim sürecinde, uluslararası politikada yaşanan güç dengesinin önemli bir rolü olduğu değerlendirilmektedir.
Bu coğrafyada Rusya, başta Çin olmak üzere bölgede etkin olan devletler ile bölgesel güç dengesi sorununu yaşamaya başlamıştır. Rus dış politikası realist paradigma açısından incelendiğinde, son zamanlarda yaşanan gerileme görülmektedir. Bu doğrultuda Rus dış politikasının BDT bölgesine odaklanması ve tekrar nükleer süper güç konumunu sürdürmesi gerektiği öne sürülmektedir.
Rusya’nın Orta Asya ile ilişkisi enerji ve güvenlik üzerine odaklanmaktadır. Özellikle bu bağlamda, bölgedeki ABD varlığı Rusya’yı rahatsız eden durumların başında gelmektedir.
Rusya, ABD ile kısıtlı konularda bölgesel işbirliğine de gitmektedir. İş birliği yapılan konuların başında ise terörizmle mücadele gelmektedir. Diğer taraftan Rusya, Yeni Avrasyacılık akımı ile birlikte Orta Asya üzerinde tekrar nüfuz sahası kurmaya çalışmaktadır.
Rusya Dış Politikasında Atlantikçi Okul
SSCB’nin dağılması ile kurulan Rusya Federasyonu, Yeltsin ile yoluna devam etmiştir. Rusya yeni dış politika yönelimi olarak, Batı demokratik modelleri ve liberal ekonomik esaslarına dayanan ülkeler ile Soğuk Savaş sürecindeki rekabetçi çatışma ortamı yerine, NATO ve AB gibi kurumlar ile işbirliğini prensip edinen Atlantik Okulu’nun çözüm olabileceğini öngörmüştür. Atlantikçiler, NATO ile ilişkilerin geliştirilmesi, terörizme karşı ortak mücadele gibi yapıcı liberal kuram çerçevesinde Batı ile ilişkilerin geliştirilmesini, temel amaç olarak değerlendirmektedir.
Atlantikçi görüş, Avrasyacıların sıklıkla atıf yaptığı “uluslararası ilişkilerin jeopolitik ve stratejik boyutlarını” gözden kaçırması yönüyle eleştirilmektedir. Rusya’nın güvenlik eksenli dış politikasından farklı bir yöne ağırlık verilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Atlantikçi Okul’un temel dış politika eğilimi, Rusya’nın Batı ile geleneksel ayrılıklarını ortadan kaldırmak, siyasal ve ekonomik entegrasyonu desteklemek olmuştur. Yeltsin dönemi Rus dış siyasetinde Atlantikçi görüş hâkim unsur olmuştur. Dönemin bu politikayı destekleyen önemli aktörleri; Başkan Yeltsin, Başbakan İgor Gaydar ve Dışişleri Bakanı Andrei Kozirev’dir.
Yeltsin, Soğuk Savaş’ın sona erdiğini ve Rusya’nın artık ABD’yi düşman olarak görmediğini öngören 1992 tarihli Camp David Protokolü’nü imzaladığı gibi, iki ülke arasındaki stratejik öneme sahip START-II Stratejik Nükleer Silahların Azaltılması Antlaşması’nı da 1993 tarihinde imzalamıştır.
Atlantik Okulu, Rusya’nın tehdit algılamasının Soğuk Savaş sürecinde düşman olarak tanımladığı NATO ve Batı’dan değil, Çin ve Orta Asya’da radikal İslam’ın yayılmacı kimliğinden kaynaklandığı hipotezini benimsemiştir. Bu yaklaşımda, Samuel Huntington’ın ortaya attığı ‘’medeniyetler çatışması” hipotezinin teorik dayanağını teşkil eden iki kutuplu güçler dengesindeki komünist tehdit algılaması yerine radikal İslam merkezli güç dengesi arayışının ve Batı medeniyet anlayışına karşı bir yeni bir bloğun yükseliş içinde olduğu ana fikri ön plana çıkmıştır.
ABD başlangıçta “Russia first” (önce Rusya) politikası bağlamında, Rusya’da siyasal ve ekonomik istikrarın ABD için yaşamsal değer taşıdığı fikrini savunmuş ancak daha sonra 1996 tarihinde bu yaklaşımda değişikliğe giderek, Kafkasya ve Orta Asya’yı yeni yaşam alanı olarak tanımlamıştır.
Atlantikçi Okul, ABD’nin yeterli ekonomik desteğini ve güvenini sağlamayı başaramamıştır. Moskova yönetiminde söz sahibi olan romantik Atlantik Okulu, milliyetçi Rus siyasal elit tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Moskova’nın ulusal güvenliğini NATO eksenli planlama politikaları, kamuoyunda Atlantik Okulu’nun siyasal desteğinin azalmasına yol açmıştır.
Pasifik bölgesinde II. Dünya Savaşı’ndan kalan Japonya ile anlaşmazlıklar yeniden gündeme gelmiştir. Nitekim, 1990’ların ortalarından başlayarak Ryutaro Haşimoto yönetimindeki Japonya, Kuril Adaları’nın statüsünün yeniden düzenlenmesi gereğini diplomasi masasına getirmiştir. Bütün bu gelişmeler, Atlantik Okulu karşısında yer alan Avrasyacı Okul’un Dışişleri Bakanı Primakov’un liderliğinde güçlenmesine ve hızla güçlenen Çin’in ABD’ye karşı dengeleyici güç olarak kurgulanmasına yol açmıştır.
Rusya’nın gelecekteki hayati çıkarlarının Orta Asya ve BDT ülkelerinde olduğu, yer altı madenleri ve zengin enerji kaynakları ile entegre olabilen dış politika önceliklerinin hayata geçirilmesi gerektiği savunulmaya başlanmıştır. Böylece, Putin yönetiminde, her iki görüşü sentez edebilen karma ölçekli bir dış siyaset yaklaşımında, BDT ile ilişkiler yeniden hızlandırılmıştır.
Rusya Dış Politikasında Avrasyacılık Kavramı
Rusya’nın dış politikasında, liberal demokratikleşme ve Batı ile ortaklık çizgisinden, Avrasya’ya dönüşü içeren realist paradigma değişikliğinin, 1996 yılında Dışişleri Bakanı olan Andrei Kozirev’in yerine iyi bir Asya ve Orta Doğu uzmanı olan Evgenii Primakov’un geçişi ile olduğu söylenebilir.
Konstantin Eggerton’a göre, Rusya bu noktadan sonra uluslararası sistemdeki yeni rolü ve dünya politikasındaki siyasal, ideolojik, psikolojik vizyon ve sorumluklarını yeniden sorgulamıştır.
Rus siyasal eliti, SSCB’nin dağılmasının ardından, yeni Rus kimliğinin, “ Kafkasya-Asya-Doğu Asya” olarak üç ayrı eksende yeniden tanımlanması gereği üzerinde durmuştur. Bu yaklaşım, Rus diplomasisinin ABD ve Batı karşısındaki yeni denge anlayışını ifade etmektedir.
Rusya’nın dış politika anlayışı içerisinde jeopolitik önemi olan Avrasya bölgesi, Rusya açısından kültürel bir motif olarak da değerlendirilmektedir. Yeni Avrasyacılığın Batılı liberaller ve Atlantikçilerle olan ilişkilerden kaçınmasına rağmen, zaman zaman Rusya’nın jeopolitik egemenliğini gerçekleştirme adına, sadece Avrasya ve Yakın Çevre’de değil, söz konusu kesimler ile de işbirliği yapıldığı görülmektedir. Yeni Avrasyacılık akımı öte yandan Rusya’da ‘yeni sağ’ olarak da nitelendirilmektedir.
Avrasyacılık, Orta Asya’da Rusya’nın önemini ve bölgedeki en etkili aktörlerden birisi olma konumunu devam ettirmek istemektedir. Bu bakımdan bu doktrinde, Rusya’nın hâkimiyet teorisinde yaşadığı gerilemeye karşı tepki ve ezeli rakip ABD karşıtlığı yükselmektedir. Avrasyacılık, Rusya’da özellikle 1980’lerde ve 1991 yılında tekrar gündeme gelmiştir.
Avrasyacılık akımının öncüsü olan Dugin’e göre, bugün Rus dış politikasının önünde iki seçenek vardır. Bunlar, tamamen Batı’ya eklemlenme amacını güden neo-liberal yaklaşım ve Sovyet zamanına dönülmesini isteyen muhalif yaklaşımdır. Ancak ona göre, her iki yaklaşım da Rusya için geçerli bir çözüm reçetesi değildir. Rusya için kurtuluş Avrasya’dadır.
Dugin’e göre Rusya’nın geleceği ‘hâkimiyet teorisi’ yaklaşımındadır. Rusya tekrar imparatorluk görünümüne kavuşmalıdır. Bu imparatorluk Avrasya’da kurulmalıdır ve ne bölgesel devlet ne de ulus devlet aşamalarını kapsamalıdır.
BDT’nin Kuruluşu, Kurumsal ve İşlevsel Yapısı
Rusya Federasyonu-Ukrayna-Beyaz Rusya (Belarus), 8 Aralık Minsk Antlaşması çerçevesinde SSCB yönetimi ile ilişkilerin sona erdiğini açıklamıştır. Bu yeni statü, BDT’nin kurulmasını ve hukuken 15 bağımsız devletin egemenliğini kazanmasını gündeme getirmiştir. SSCB’nin dağılmasının ardından kurulan Rusya Federasyonu, yaklaşık 30.000 nükleer silah ve 54 atom santralini devralmıştır. Rusya, eski SSCB topraklarının %76’sına, toplam nüfusun ise %60’ına sahip olmuştur. “ Karaganov Doktrini ” adıyla bilinen belgeyle RF’nin nükleer silahlara ilk başvuran ülke olmayacağı ilkesi reddedilirken RF ve BDT ülkelerinin güvenliğini sağlamak üzere gerektiğinde RF askerlerinin ülke dışında da konuşlanabileceği ilkesi kabul edilmiştir.
Rusya; Avrupa, Kafkasya, Orta Asya coğrafyasındaki topraklarının ve bu ülkelerdeki endüstriyel ve askeri altyapısının yanı sıra, sınırları dışında yaşayan 26 milyon Rus vatandaşının, yönetim hakkını da siyasal ve hukuki anlamda terk etmiştir.
85 yıllık Sovyet yönetiminden ayrılan yeni cumhuriyetler, iç içe geçmiş Moskova’nın entegre ekonomik üretim, pazarlama, ulaştırma ve idari yönetim zincirinden kopamamıştır. Rusya’nın, Ukrayna ve Beyaz Rusya ile yeniden kurmayı amaç edindiği “Slav Birliği” ve BDT’nin örgütsel ortak paydası etrafında yeniden bütünleşme fikri, diğer cumhuriyetlerin tepkisi ile karşılaşmıştır. Ancak, bu yeni ve radikal oluşumdaki ekonomik, askerî ve siyasal tercihlerini AB ve NATO istikametinde kullanan üç Baltık ülkesi Letonya, Litvanya ve Estonya başından itibaren BDT’ye katılmamıştır.
Örgüte 11 Cumhuriyetin katılması ile, 21 Aralık 1991 Almaata Deklarasyonu’yla hukuki olarak genişleyen katılım sürecine, 1993’te Gürcistan da iştirak etmiştir.
Antlaşmaya göre, Topluluğa üye devletler birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklardır. Nükleer silahların azaltılması ve merkezden kontrol faaliyetlerine katılacaklardır. Dış politikada, ekonomide, uluslararası göç ve örgütlü suçlarla mücadelede ortak hareket edeceklerdir. Bu ilkeleri kabul eden eski SSCB cumhuriyetleri de yeni birliğe katılabileceklerdir.Gürcistan Rusya’nın askerî harekâtından sonra, 12 Ağustos 2008’de bu ittifaktan ayrıldığını bildirmiştir.
1992 yılında Moskova Uluslararası İlişkiler Devlet Enstitüsü tarafından yapılan bir çalışmada, Bağımsız Devletler Topluluğu’nun temel dinamikleri şu şekilde sıralanmıştır: Çok taraflı antlaşmaların koordinasyonu, ekonomik işlemler ve ortak pazarın kurulmasına yönelik kurumsal yapıların inşası. BDT üyeleri arasında ekonomik farklılığın kaldırılması ve iki taraflı işbirliklerinin geliştirilmesi, üzerinde durulan bir diğer konudur.
Belarus ve Kazakistan’ın Rusya ile ekonomik ilişkilerinin geliştiği gözlenirken diğer ülkelerin Avrupa ve ABD yanlısı bir ekonomik yol izledikleri görülmektedir.
BDT’nin Kurucu Antlaşmaları
BDT’nin kurucu antlaşması, 8 Aralık 1991 tarihinde Belarus’un Minsk kentinde; Ukrayna, Rusya Federasyonu ve Belarus Devlet Başkanları tarafından imzalanmıştır.
BDT örgütünün kurumsal yapısı iki asli organ üzerine kurulmuştur. Buna göre, birinci karar alma mekanizması Devlet Başkanları Konseyi, ikinci tüzel kişilik ise Hükümet Başkanları Konseyidir. Topluluk, 1993’te bünyesine Dışişleri Bakanları Konseyi, Savunma Bakanları Konseyi, Parlamentolararası Meclis ve İktisat Mahkemesini dâhil etmiştir.
Rusya’nın BDT Coğrafyasında İzlediği Politikaların Stratejik Önemi
XIX. yüzyılda Çarlık Rusya’sı ve İngiltere Krallığı arasındaki güç mücadelesi, 1870’te Rusya’nın Avrasya’yı kontrolü ile sonuçlanmıştır. 1991 tarihinde SSCB’nin çökmesi ise Avrasya’da istikrar ve güç mücadelesini yeniden gündeme getirmiştir.
Rusya, Doğu Slavları (Rus-Ukraynalı-Belarus) ırkından gelen bir ulus olarak Dinyeper Nehri ve Baltık kıyılarında VIII. yüzyıldan itibaren yerleşmişlerdir. Türklerin ana vatanı anlamına gelen Türkistan Bölgesi, SSCB’nin dağılmasının ardından jeopolitik anlamda yeniden tanımlanmıştır.
BDT’nin kurulmasını, ABD ve NATO ülkeleri kadar, bağımsızlığını yeni kazanan devletler de “Moskova’nın Geri Dönüşü” olarak şüphe ile karşılamışlardır.
BDT politikasına kuşku ile yaklaşan Batılı analistler, Kremlin’in üye ülkeler üzerinde kuracağı baskılar sonucunda, tarihsel Rus emperyalizminin Avrasya jeopolitiğinde yeniden baskın rol oynayabileceği ve bu ülkelerin egemenliklerine gölge düşebileceği endişelerini gizlememişlerdir.
Güçlü “ Merkez-Çevre” ilişkisinde bağımsızlığa hazırlıksız yakalanan genç cumhuriyetler, ekonomik işbirliğinin Rusya’ya olan tek yönlü bağımlılığını, iç içe geçmişlik zincirinin zayıflatılması için kurumsal ve örgütsel bir çatı olarak yorumlamışlardır.
Rusya, “Baltık-Ukrayna-Kafkaslar-Orta Asya” eksenindeki sınır değişiklikleri ile bağımsızlığını kazanan devletlerin üzerinde yeniden egemenlik ve nüfuz alanını güçlendirmek maksadı ile “Yakın Çevre ” doktrini, ulusal güvenlik ve 1992 dış politika doktrini esaslarında, söz konusu ülkeleri belirli stratejik hedeflerine dâhil kılmıştır.
BDT ülkeleri ile siyasal-askerî-ekonomik işbirliği farklı coğrafi/demografik yapılanmalar ile dengelenmiştir. Rusya, bu suretle merkezî ekonomi döneminde kendi Batı toprakları içinde kurduğu fabrika, otoyol-demir yolu ulaşım ağları ile bu ülkelerde terk ettiği ekonomi üretim çarklarını kademeli olarak harekete geçirmeyi planlamıştır.
Rusya-Orta Asya Petrol ve Gaz
Bağımsız Devletler Topluluğu’nun 8 Aralık 1991’de kuruluşu, bu yeni bağımsız ülkeleri ‘ petrol’e endeksli Sovyet modeline’ entegre etmek amacıyla gerçekleşmiştir. Buna benzer bir şekilde Rusya, Kolektif Güvenlik Antlaşması çerçevesinde Mayıs 1992’de atılan imzalarla birlikte, bölge ülkelerini güvenlik eksenli bir halkada bir arada tutmak istemektedir.
Orta Asya ülkeleri ile geliştirmekte olduğu petrol ve gaz endeksli enerji ilişkileri temelini, Rusya’nın tarihsel dış politika açılımı olan hâkimiyet teorisinde bulmaktadır.
Bölgede Yabancı Sermaye Yatırımları
Gelişmekte olan ülkelerde doğrudan yabancı sermaye yatırımları tarihsel süreçte 1980’li yıllarda düşüş yaşamasına rağmen, 2003 yılı ile birlikte gelişmiş ülkelerde azalan yatırımlarla birlikte, tekrar yükselişe geçmiştir. Bu atılım, Orta Asya ülkelerinde % 33 oranında gerçekleşmiştir. Bölgede gerçekleşen doğrudan yabancı yatırımlar, maden sahaları ve enerji kaynakları üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Orta Asya ülkelerinin hemen hepsinde tüketim mallarına yönelik büyük bir üretim talebi bulunmaktadır. Söz konusu ülkeler, bu talebi karşılayacak nitelikteki yatırımlara öncelik tanımakta, ülkelerinde üretimi ve istihdamı sağlayacak fabrikaların kurulmasına önem vermektedir.
BDT Örgütünün Kolektif Savunma ve Güvenlik Boyutu
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) alanında dış tehditlere karşı güvenliği sağlamak amacıyla, 15 Mayıs 1992’de Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya Federasyonu, Tacikistan ve Özbekistan arasında Kolektif Güvenlik Anlaşması (KGA) imzalanmıştır. 1993 yılı içerisinde Gürcistan, Azerbaycan ve Beyaz Rusya da bu anlaşmaya katılmıştır. KGA, bir üye devletin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine karşı bir tehdit oluştuğu zaman, KGA çerçevesinde acil görüşmeler mekanizmasının çalıştırılmasını, bir üye devlete karşı saldırı gerçekleştiği zaman ise askeri yardım dâhil gerekli desteğin sağlanmasını öngörmektedir.
Rusya, KGAÖ’nün NATO’ya denk bir bölgesel güvenlik örgütü olarak tanınmasını istemektedir.
Rusya, BDT içinde, Batı’da NATO ve ABD askerî güç yapısına karşı bir ileri savunma hattı elde etmek imkânına sahip olmuştur.
BDT ülkeleri, Rus silah sanayinin birinci derecede önemli pazarı olmak durumunu korumaktadır. Rusya, hem kendi silah sanayinin devamını sağlamakta hem de NATOABD-Çin’in bu ülkelere silah satışı ile nüfuz alanı elde etmelerini önlemektedir.
Rusya, BDT içindeki askerî varlığını, Tacikistan topraklarında konuşlu bulunan 10 önemli askerî üs ile takviye etmiştir. Afganistan sınırındaki Rus Motorize Birlikleri bölgeden terörist sızmaların önlenmesi amacı ile özel askerî birlikler ile donatılmıştır. Rusya Tacikistan’da Nurek askerî üssünün yanı sıra, elektronik harp, uzay uydu izleme istasyonları, yüksek irtifa arama-tarama radarları, elektrooptik keşif istihbarat, lojistik destek taburları ile stratejik bir avantaj elde etmiştir.
1993 yılında BDT’nin dış hudutlarının korunması amacı ile Orta Asya Cumhuriyetleri, Rusya ile ortaklık antlaşması imzalamıştır.
Avrasya Ekonomik Topluluğu (AET) Ortak Enerji Politikaları
BDT Topluluğu, üye ülkelerin yaklaşık 240 milyon nüfus potansiyeli dikkate alındığında, uluslararası ticaret ve ekonomi alanındaki en büyük pazarlardan birisini teşkil etmektedir. Avrasya Ekonomik Topluluğu (AET), Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya, Tacikistan’ın gümrük birliğinin oluşmasının tamamlanması ve daha sonra da ortak ekonomik alanın kurulmasını hedefleyen bir kurum olarak planlanmıştır.
Katılımcı ülkelerin finansal katkılarıyla orantılı bir şekilde yönetim organlarında ölçülü oylamayı öngören, katılımcı ülkelerin ekonomik ağırlığına göre işletilen bir sistem uygulanmaktadır. AET uluslararası bir örgüt statüsüne sahip bulunmakta, Entegrasyon Komitesi hem Moskova’da hem de Almaatı’da faaliyet göstermektedir.
Yeni Rus Siyasal Kimliği
Orta Asya bölgesinde egemenliklerini kazanan yeni cumhuriyetler Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Azerbaycan’ın Türkçe dilini kullanmaları ve Müslüman kimlikleri, Sovyet mirasını reddeden siyasal duruşları, demokratikleşme ve liberal ekonomi arayışlarını da harekete geçirmiştir.
Rusya Avrasya’daki İslami hareketlerin öngördüğü siyasal düzen değişikliği ile bölgesel ölçekte İslam Devleti modeli kurulmasını tehdit olarak algılayarak gelişmeleri dikkatle takip etmektedir. Ortodoks Kilisesinin kuruluşunun bininci yılı olan 1988’de kiliseler açılmış, İncil serbest bırakılmıştır. Putin’le birlikte RF İslam dünyasıyla da ilişkilerini geliştirmiştir. 2005’te İslam Konferansı Örgütüne (İKÖ) gözlemci sıfatıyla katılmış, ülke içindeki Müslümanları benimseyerek Batı’nın aksine İslam dünyasını “tehdit” olarak algılamaktan kaçınmıştır.
XIX. yüzyılda kullanılan Avrasya Medeniyeti fikri yeniden gündeme getirilmiştir.
Bu bağlamda, Slav, Türk, Kafkasyalı, Finli, Moğol ve diğer Rus halklarının Avrasya ortak paydası altında birleşmeleri gerektiği fikri ön plana çıkmıştır. Rusya’nın, bölgede büyük güç olarak yeni misyonunun aynı zamanda ahlaki ve siyasal sorumluluk alanı olarak Avrasya’nın bölgesel polisi misyonu ile donatıldığı iddia edilmiştir. Bu maksada uygun olarak da Near Abroad-Yakın Çevre doktrininin aynı zamanda Rusya’nın bir Avrasya Gücü olarak yeni emperyal konumlamasının işlevselliğini temsil ettiği belirtilmiştir.
Rusya ve BDT Ülkelerinde İslam ve Terör Algısı
Modern Rus kimliğinin en önemli bileşeni Ortodoks Hıristiyanlıktır.
SSCB’nin dağılmasının ardından Avrasya coğrafyasında egemenliklerini kazanan Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan, Belarus, Moldova, Litvanya, Letonya, Estonya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’da etnik milliyetçilik yükselen siyasal çatışma unsuru hâline gelmiştir.
Rusya’nın Avrasya coğrafyasında yeni bir İslami terör dalgası ile çevrelendiği varsayımını ön plana çıkarmıştır. Ancak Rusya çok geçmeden Kazakistan, Tacikistan, Özbekistan ve Ermenistan ile Ortak Güvenlik Antlaşması imzalamıştır.
Çeçenistan, Afganistan ve Tacikistan’daki silahlı çatışmalar ile eski Sovyet peyklerinde oluşan Müslüman hareketleri, pek çok Rus tarafından Rusya’nın istikrarına ve özellikle egemen bir Hıristiyan devlet olarak varlığına karşı büyük birer tehdit olarak görülmektedir.
Orta Asya’da Değişen Güç Dengeleri ve Bölgesel Aktörler
Uluslararası ilişkilerde SSCB’nin dağılması sonrasında, iki kutuplu sistemden çıkarak ABD’nin tek hegemonik güç olarak dünya politikasına yön veren aktör olduğu hipotezine karşılık, çok kutupluluk yaklaşımındaki RusÇin ittifakının geçerli olup olmayacağı tartışması gündeme gelmiştir. Bu noktada ana argüman olan komünizm tehdidi yerine radikal İslam’ın dünya barışını tehdit edeceği ve hatta bu örgütlerin ulus devletleri yıkmak için harekete geçeceği hipotezi ön plana çıkarılmıştır.
11 Eylül sonrasında ABD’ye destek veren Rusya, kapitalist ekonomiye geçişini G8 örgütü ve NATO gözlemci üyeliği ile desteklemiştir. Putin yönetimi, ABD’nin Afganistan savaşında doğrudan yer almamakla birlikte Pentagona, istihbarat ve lojistik destek sağlamıştır.
Siyasal tarihte iki önemli gelişme olan 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması ve 1991’de SSCB’nin fiilen dağılması, dünya siyasal coğrafyasını Avrupa ve Orta Asya düzleminde yeniden organize etmiştir. 11 Eylül sonrasında ise ABD ve NATO’nun Afganistan ve Orta Asya’da El Kaide ve Taliban gibi örgütlerin kullandıkları şiddet ve radikal terörle mücadele maksadı ile bölgede askerî güç konuşlandırması, uluslararası ilişkilerde jeopolitik açılımları yeniden tartışmaya açmıştır. Bu radikal değişim süreci içinde BDT coğrafyası da dünyanın ilgi merkezî hâline gelmiştir.
Avrupa Birliği’nin Orta Asya politikaları uzun yıllar boyunca, coğrafi uzaklığın getirdiği birtakım zorluklardan dolayı reaktif konumda seyretmiştir. Ancak özellikle enerji alanında AB’nin Rusya’ya olan bağımlılık durumu, Birliği Orta Asya ülkeleri ile olan ilişkilerde proaktif bir politika izlemeye sevk etmiştir.
ABD’nin Hegemonik Oyuncu Olarak Rusya’ya Meydan Okuması
Soğuk Savaş süresince ABD ve SSCB arasında devam eden iki kutuplu denge sona ermiştir. Amerikan dış politika kuramcıları Rusya’nın yeniden eski gücünü elde edip Orta Asya ve eski Slav coğrafyasını oluşturan Doğu Avrupa’da nüfuz elde etmesini önlemek amacıyla, Baltık Cumhuriyetleri, Ukrayna ve Belarus’un, Kremlin’in çekim gücünden önce izole edilip müteakiben koparılması amaç edinilmiştir. ABD benzeri yaklaşımını, KaradenizKafkaslar bölgesine de taşımak için, bu ülkelere ekonomik yardımın yanı sıra demokratikleşme hareketlerinde de destek verirken güvenlik boyutunda NATO örgütsel temel çatı olarak kullanılmıştır.
1995 yılları arasında Rusya’nın Orta Asya’da etkisini artırma girişimlerine ses çıkarmayan Amerikan yönetimi, 1995 yılından sonra, bölgede faaliyet gösteren Amerikan petrol şirketlerinin ticari faaliyetlerinin Rusya tarafından engellenmesi üzerine, 1997 yılında bölge politikasını radikal bir şekilde değiştirmiştir. Bu bağlamda, İran üzerinden geçecek boru hatlarının inşasına engel olan ABD yönetimi, çok yönlü boru hatları politikasına uygun olarak Bakü-Ceyhan Petrol, Hazar Geçişli Doğal Gaz, Hazar Boru Hattı Konsorsiyumu ve Kafkas Geçişli Boru Hatları projelerine, hem stratejik hem de siyasi anlamda ciddi destek vermiştir. ABD, Avrupa ekseninde NATO’nun genişlemesine bağlı olarak Yugoslavya krizinde temel aktör olmuştur. Ayrıca buna ek olarak Baltık Denizi-Doğu Avrupa-Balkanlar ve Karadeniz’de nüfuz alanı etkisini NATO bayrağı altında genişletip Füze Kalkanı projesini hayata geçirmiştir. ABD, BDT içinde Ukrayna ve Gürcistan’da demokratik seçimleri destekleyerek, bu ülkelerdeki Kadife Devrimlere destek vermiştir.
Rusya’nın Orta Asya Politikalarında Ortak ve Rakibi: Çin
Soğuk Savaş döneminde çalkantılı bir seyir izleyen SSCB ve Çin ilişkileri, her iki ülkenin kendilerini “sonsuza dek iki kardeş ülke” ilan etmeleriyle eş düzeyde gelişmiştir.
Yeltsin ve Jiang Zemin, 1994 tarihinde yapısal işbirliği adımlarını atarken 1996’da iki ülke ilişkileri üst seviyeye taşınmıştır. İki aktörün çok taraflılık söylemleri, Tiamenan Meydanı olaylarından sonra, Başkan Clinton’un insan hakları ihlalleri nedeni ile Çin’i izole etme girişimleri, bu yakınlaşmayı hızlandırıcı etki yapmıştır.
Taraflar, ilişkilerini 16 Haziran 2001 tarihli “İyi Komşuluk ve Dostane Komşuluk Antlaşması” ile derinleştirmişlerdir. ABD’nin Avrasya ve Pasifik eksenli füze savunmasını amaçlayan Füze Kalkanı Projesi, NATO’nun genişlemesi, Kosova harekâtı ve Renkli Devrimler, sonuç olarak ABD karşısında bu defa iki ülkenin askerî yakınlaşmasını beraberinde getirmiş ve Avrasya’da karşı bir cephenin varlığını ortaya koyan yeni bir üçgenin doğmasına yol açmıştır.
Çin ve Rusya’nın diplomatik olarak yakınlaşması, uluslararası sorunlarda birbirlerine destek vermeleri ve ABD’ye karşı bu konuda işbirliğine gitmeleri açısından önemlidir.
Türkiye-Rusya İlişkileri
SSCB’nin yıkılması ve Rusya’nın liberal demokratik siyasal modele geçişinde dahi, Rusya tarafı; Orta Asya bölgesinde Türkiye’nin Pan-Türkist yaklaşımlar ile bölgede nüfuz arayışı içerisinde olduğunu düşünmektedir. Türkiye’nin enerji projeleri ile Moskova’ya meydan okuyan bir aktör olduğu varsayımı, Kremlin’de hâkim düşünce olmuştur.
Rusya ve Türkiye arasında Başkan Putin sonrası radikal bir değişim ile kurulan yeni ilişkiler, Avrasya’nın iki stratejik aktörü arasındaki mevcut buzların kırılıp siyasal yakınlaşmanın giderek güvensizlik ortamı yerine karşılıklı güven ortamına dönüşmesine yol açmıştır.
Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkinin temelinde önde gelen kalemler olarak enerji ve ham madde ticareti denklemi oluşturmaktadır. Bu tespite göre, Türkiye-Rusya enerji ilişkileri,
- Mavi Akım Projesi,
- Güney Akım Projesi,
- Samsun-Adana Boru Hattı Projesi,
- Mersin Akkuyu Nükleer Santral inşası,
olarak dört ayrı sektörde faaliyet göstermektedir.
Soğuk Savaş döneminde Süper Güç konumundaki Rusya, ticari ortak olarak Türkiye ile işbirliği yolunu seçmiştir. Günümüzde ise Rusya ile Türkiye, Avrasya bölgesinde güçlü bir ekonomik birlik oluşturmaktadır.
16 Nisan 2011’de Türkiye ile Rusya arasındaki Vize Muafiyeti ve Geri Kabul Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle, Rusya ile süreli ziyaretlerde vizeler karşılıklı olarak kaldırılmıştır. Vizelerin kalkmasıyla özellikle iki ülke arasındaki en önemli ticari ilişkilerden biri olan turizm alanının daha fazla hareketlenmesi sağlanmıştır. Anlaşma yürürlüğe girdikten sonra Rusya’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında %10’luk bir artış kaydedilmiştir.