Balkanlar´da Siyaset Dersi 8. Ünite Özet
Türkiye Ve Balkanlar
- Özet
Balkanlar’da Türk Kültürü Etkisi
Türklerin Balkanlar’la asıl ilişkileri ise Osmanlılar zamanında başlamış ve günümüze kadar da devam etmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmaya yüz tutma aşamasında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan beylikler Selçuklu topraklarına hakim olmaya çalışırken Osmanlı Beyliği farklı bir siyaset izleyerek enerjisini daha çok yeni topraklar elde etmeye yöneltmiştir. Böyle bir stratejinin doğal sonucu olarak da Balkanlar bu beyliğin ilgi alanı olmuştur. Bu doğru yaklaşım Osmanlı Devleti’ni kısa bir sürede Balkanlar’da etkin bir güç hâline getirmiştir.
Fetihlerle birlikte Balkanlar artık Osmanlı’nın iç memleketi hâline gelmiş, bu yörede üç yüz yıl “Pax Ottomana” adı verilen bir barış havası hâkim olmuştur. Türk hâkimiyetinin bu kadar kısa sürede kurulmasında ve ciddi bir direnişle karşılaşmadan yıllarca devam etmesinde siyasi, sosyal ve kültürel sebepler rol oynamıştır.
Osmanlı devleti Balkanlar’a adım attığı 14. yüzyıl ortalarında yeni kurulmakta olan bir devletin bütün canlılığını, idealizmini ve var olma gayretini taşıyordu. Balkanlar’da fethin ilk yıllarından itibaren sistemli bir iskân politikası yürütülmüştür.
Anadolu’nun değişik bölgelerinde aşiretlerin zorunlu iskâna tabi tutulmasıyla bölge kısa zamanda Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır. Türkler bölgedeki diğer dinlerin ve kültürlerin de serbestçe yaşamasına izin vermiş, hatta bu dinlerin ve kültürlerin gelişmesine imkân hazırlamışlardır. Osmanlı yönetimi yöreye yeni bir politik düzen getirdiği için yerli halktan destek görmüştür. Balkanlar’ın ihtiyacı olan istikrar sağlanınca tarım ve zanaat gelişmiştir. Bölgede yeni yerleşim merkezleri, yeni kentler kurulmuştur. Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri bakımından zengin olan Balkanlar, Osmanlı yönetimiyle gelen yeniliklere kültür alışverişiyle katılan sentez eklenince kısa sürede hızlı bir gelişim göstermiştir. Başlangıçta Avrupa devleti olarak ortaya çıkan Osmanlı yönetimi bölgeye daha fazla katkıda bulunmuş, bunun sonucunda Balkanlar, merkezin yüksek kültürüne en çok yaklaşan yöre olmuştur. Osmanlılar Balkanlar’da yoğun bir imar faaliyeti yürütmüşlerdir. Türk şehir dokusu anlayışı bölgeye hâkim kılınmıştır. Yerli halktan da kitleler halinde Müslümanlığı kabul edenler olmuş ve Osmanlı Devleti ve medeniyetinin vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuşlardır. Türklerin dışında bölgede Müslüman olan büyük kitlelerin başında Arnavutlar ve Boşnaklar gelmektedir. Bunun en önemli sonuçlarından birisi bölgedeki çok dilli yapı içinde Türkçenin ortak anlaşma dili olarak önem kazanmasıdır.
14. yüzyılda Bulgaristan’da kurulan Türk egemenliği 19. yüzyıl sonlarına kadar beş yüz yıl devam etmiştir. Bu uzun müddet zarfında bölge binlerce sosyal ve kültürel yapı ile donatılmış; ırk, dil ve din ayrımı yapılmaksızın insanların hayat şartları kolaylaştırılmıştır. Bugün Bulgaristan’daki kasaba ve şehirlerin birçoğunu Türkler kurmuşlardır.
Balkanlar’da yazılı metinler açısından bölgede yetişen sanatçıların ilk örnekleri II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemine rastlar. Durumun Anadolu’dan farkı, yazılı edebiyatın başlangıçta Balkan doğumlu şair ve yazarlarla değil, Anadolu’dan bu bölgeye fethi izleyen yıllarda müderris, kadı, naib, kâtip, asker, sancakbeyi gibi görevlerle gidenler tarafından başlatılmasıdır. Devşirme olarak alınan Balkan asıllı kişiler bir süre sonra Türk yazı dilini başarıyla kullanabilecek konuma gelmiştir.
16. yüzyıl başlarından itibaren başka alanlar gibi Osmanlı edebiyat kadrosunun önemli bir bölümü Balkanlar’dan yetişmeye başlamıştır. Nedeni, Osmanlı devlet sistemi içinde sanat, özel bir teşvik sistemi ile desteklenmesidir.
Saraybosna, Üsküp, Serez, Manastır, Filibe, Sofya, Belgrat, Şumnu ve Selanik gibi kültür merkezleri oluşturulmuş, buralarda Osmanlı edebiyatının ve yakın dönemin önemli isimleri yetişmiştir. Müslüman olduktan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun kültür çevresine giren Boşnaklar, bir süre sonra Türkçe eserler vermeye başlamışlar, hatta o devir kültür icaplarına göre Arapça ve Farsça kitaplar da meydana getirmişlerdir. Bosna’da yetişen Türk edebiyatı müntesipleri, eserlerini genelde Türkçe’nin aynı dönemde kullanılan vezin, şekil ve türleriyle vermişlerdir.
Türkçe, yemek adlarında hâlâ ağırlıklı bir yer tutmaktadır. Üsküp, Atina, Filibe, Saraybosna ya da benzeri başka kentlerde mutfak kültürünün Türk mutfağıyla ortaklık gösterdiği yemek adlarından kolayca tespit edilebilir.
Büyük tahribata rağmen bugün de Makedonya’nın Ohri, Arnavutluk’un Berat, Bulgaristan’ın Filibe, Bosna’nın Mostar, Poçitel ya da Saraybosna gibi şehirlerinde bu mimarinin güzel örnekleri hâlâ görülebilir.
Osmanlıya ait görüntü l683’ten sonra bozulmaya başlamıştır. Karlofça Antlaşması Türklerin bu topraklardan tasfiyesinin ilk aşamasıdır. l832’de bağımsız Yunan Krallığı’nın kurulmasıyla ilk Balkan devleti ortaya çıkmıştır. Türkler için asıl bozgun 93 Harbi olarak bilinen savaşın sonunda ortaya çıkan Berlin Antlaşması’dır. Bu antlaşmayla Romanya, Sırbistan ve Karadağ devlet hâline gelmiş, Bulgaristan’a özerklik verilmiş ve Bosna kaybedilmiştir. II. Balkan Savaşı ile sınırlar Adriyatik’ten Meriç’e kadar çekilmiştir. Böylece beş yüz elli yıllık Rumeli topraklarının büyük bir kısmı kaybedilmiş oldu.
Balkanlar’daki yeni yöneticiler Türk varlığını hatırlatan her şeye olumsuz yaklaştılar. 1990’lı yıllara kadar devam eden bu uygulamalar, Doğu Bloku ülkelerinde ortaya çıkan değişim rüzgârlarından etkilendi. Bunun en büyük yararı, yörede uzun süredir baskı altında tutulan kimliklerin ortaya çıkmasına imkân vermesi olmuştu. Yumuşayan komşuluk ilişkileri sonucu Türkiye ile bu ülkeler arasında iletişim de arttı. Siyasi antlaşmaları ticari ve kültürel ilişkiler izledi. Bugün ülkeden ülkeye değişmekle birlikte artık Balkanlar’da Demirperde görüntüleri yaşanmamaktadır.
Bugün Balkanlar’da Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Kosova, Karadağ, Makedonya, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Arnavutluk olmak üzere on devlet yaşamaktadır. Balkan ülkelerinden Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Makedonya ve Kosova’da günümüzde de belli yoğunlukta soydaş yaşamaktadır. Bunların büyük bir bölümü fethi izleyen yıllarda bölgeye Anadolu’dan iskân edilen Türklerdir. Bir kısmının da kuzeyden Osmanlı öncesi bölgeye gelip yerleşen ve daha sonra Müslüman olanlardan meydana geldiği biliniyor.
Bugün Balkan ülkeleri ve Türkiye arasındaki ilişkiler karşılıklı dostluk anlayışı ve ortak menfaatler çerçevesinde başarıyla sürdürülmektedir.
Türk Dış Politikasında Balkanlar (1923-1999)
Türkiye’nin Balkanlar politikası bu dönemde statükoculuk üzerine temellendirilmiştir. Ankara, kendi toprak bütünlüğünün korunmasına önem vermiş ve bölgedeki devletlerden bazılarının yayılmacı politikalarına karşı dikkatli olmuştur. Diğer komşu bölgelerde olduğu gibi Balkanlar’da da sınırların değişmesine karşı bir duruş sergilemiştir. Bu bağlamda, Balkan ülkeleriyle dostluk antlaşmaları imzalanmış ve bu sayede bölgedeki barış ve istikrar ortamına katkı sağlanmaya çalışılmıştır. Arnavutluk’la 1923’te Bulgaristan ve Yugoslavya’yla da 1925’te dostluk antlaşmaları imzalanmıştır.
İki dünya savaşı arası dönemde bölgede özellikle Bulgaristan ve İtalya’nın yayılmacı dış politikalarından endişe duyulmaktaydı.
Türkiye, bu dönemde algıladığı tehditlere karşı bölge içi işbirliklerinin gelişmesi konusunda inisiyatif kullanmıştır. Türkiye ve Yunanistan, kısa süre önce yaşanan savaşın anılarını bir kenara bırakarak yeni ikili ilişki sistematiği inşa etmeyi başarmışlardır. 1919-1922 arası ordularının başında birbirlerine karşı savaşan iki lider olan Mustafa Kemal ve Elefterios Venizelos’un, 1930’lu yıllarda iki ülke arasındaki yakınlaşma sürecine öncülük etmeleri tarihsel açıdan da anlamlıdır ve çıkarılması gereken derslerle doludur. 1930’da iki ülke Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşması’nı, 1933’te de Samimi Antlaşmayı imzalayarak ilişkilerini kurumsallaştırmıştır.
1930’larda Türkiye sadece Yunanistan’la değil, diğer bölge ülkeleriyle de ilişkilerini geliştirmiştir. 1930-1934 arası Ankara ve Atina’nın öncülüğünde dört Balkan Konferansı düzenlenmiş ve sonucunda 1934’te Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya’nın öncülüğünde Balkan Paktı imzalanmıştır.
Paktın kurulmasında herhangi bir dış gücün etkisi ya da zorlaması olmamıştır. Bu yakınlaşmanın ortaya çıkmasının temel nedeni Bulgaristan ve İtalya’nın genişlemeci dış politikalarıdır.
1937’de Pakt, iki temel nedenden dolayı önemini yitirmişti: 1- Paktın kurucu antlaşması, Balkanlar dışından tehdit gelmesi durumunda ne yapılacağını belirtmiyordu. Dolayısıyla, İtalya’nın olası bir saldırısı durumunda ne yapılacağı belirsizdi. 2- Ocak 1937’de Yugoslavya’yla Bulgaristan’ın Dostluk Antlaşması imzalaması, Balkan Paktının amacına zıt bir nitelik taşımaktaydı.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Balkanlar üç parçalı bir yapıya bürünmüştür: Türkiye ve Yunanistan NATO’ya üye olarak Batı Blok’una katılırken; Bulgaristan, Romanya ve Arnavutluk Doğu Blokunun parçası hâline gelmiş; Yugoslavya ise Bağlantısızlar Hareketi’nin öncü ülkelerinden biri olmuştur. Bu parçalı yapı, bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri de etkilemiştir.
ABD’nin teşvikiyle bölgedeki Batı Bloku üyesi ve bu Blok’a kısmen sempatiyle bakan ülkeler arasında işbirliği girişimi başlatılmıştır. Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında 28 Şubat 1953’te Dostluk ve İşbirliği Anlaşması imzalanmış, 9 Ağustos 1954’te Bled Antlaşması meydana getirilerek bir ittifaka dönüştürülmüştür. İmzacı ülkeler, barışçı dış politika izlemeyi taahhüt etmişler ve güç kullanımından uzak duracaklarına söz vermişlerdir. Üç ülkeyi bir araya getiren neden Sovyetler Birliği’nden tehdit algılamalarıydı. Bu kapsamlı taahhüt, Bled Antlaşması’nı 1934 tarihli Balkan Paktı’ndan farklılaştırmaktadır. Diğer fark da 1934 Balkan Paktı ülkelerin inisiyatifiyle oluşturulmuşken 1954 Bled ittifakının ABD teşvikiyle gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Sovyetler Birliği’nde Joseph Stalin’in ardından Nikita Kruşçev’in iktidara gelmesiyle Belgrad-Moskova ilişkileri yumuşamış, bu durum da Bled Antlaşması’nı etkisiz hâle getirmiştir. Ayrıca Kıbrıs meselesi yüzünden 1950’lerin ortalarından itibaren Türk-Yunan ilişkilerinin bozulmaya başlaması, Antlaşmaya ciddi zarar vermiştir.
1950’lerde Sofya’daki sosyalist rejim, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kısa bir dönem hariç Türk azınlığa baskıcı bir politika izlemiştir. 150.000 kadar Türk, Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçe zorlanmıştır.
1960’larda Batı ve Doğu Blokları arasında yumuşama döneminin başlaması, Türkiye’ye sosyalist Balkan ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmesi açısından bir fırsat sunmuştur. Ankara bu süreçte özellikle Kıbrıs meselesiyle ilgili olarak bölge ülkelerinin desteğini almaya çalışmıştır.
İdeolojik kutuplaşmanın sona ermesiyle ilişkiler ciddi bir ivme kat etmiştir. Türkiye’nin bölge politikası kalıcı barışın ve istikrarın sağlanması, güvenliğin tesis edilmesi, bölgedeki ülkelerin Avro-Atlantik kurumlarla bütünlük sağlanması üzerine kurulmuştur.
Bu dönemde Türkiye-Bulgaristan ilişkileri, Sofya’da rejimin değişmesiyle birlikte, Türklerin haklarının geri verilmesi, iki ülke arasında çok boyutlu işbirliğinin oluşmasına imkân sağlamıştır. 1992’de iki ülke Dostluk, İşbirliği ve Güvenlik Anlaşması’nı imzalamıştır.
Romanya’yla ilişkiler de bu dönemde gelişme gösterdi. Balkanlar’ın en kalabalık ülkelerinden olan Romanya, Türkiye’nin ekonomik alanda önemli bir ortağı hâline geldi. Ankara Bulgaristan ve Romanya’nın NATO’ya üyeliklerine destek verdi. 1990’ların ikinci yarısında Türkiye-Bulgaristan-Romanya arasında üçlü işbirliği zirveleri gerçekleştirildi. Bunların sonucu olarak üç ülke arasında 1998’de terörizmle ve örgütlü suçlarla mücadele konusunda işbirliği anlaşması imzalandı. Bulgaristan ve Romanya’yla 1990’larda ilişkileri gölgeleyen önemli bir konu PKK’nın bu ülkelerdeki faaliyetleri oldu.
Arnavutluk’la Soğuk Savaş dönemi gelen iyi ilişkiler, 1990’larda daha da geliştirildi. Arnavutluk nüfusunun yüzde 70’inin Müslüman olması Türkiye’yle ilişkilerinde etkili oldu. Türkiye’nin Kosova meselesindeki tutumu da genel olarak Ankara-Tirana ilişkilerinin ivme kazanmasına yol açtı. Bu ülkede 1997’de çıkan iç karışıklıkların ardından oluşturulan Çok Uluslu Barışı Koruma Gücü’ne Türkiye de asker göndererek katkıda bulundu.
Türkiye’nin 1990’larda en çok yakınlaştığı Balkan ülkelerinden biri de 1991’de Yugoslavya’dan bağımsızlığını ilan eden Makedonya oldu. Bu ülkenin Yunanistan’la yaşadığı anlaşmazlıklarda Türkiye, Üsküp yönetiminin yanında yer aldı ve bu ülkeyi “Makedonya Cumhuriyeti” olarak tanıdı. Yunanistan, kendi ülkesindeki bir bölgenin adıyla aynı olmasına itiraz ederek bu ülkeyi “Eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya” olarak tanıdı ve bunun için uluslararası topluma bastırdı. Türkiye, 1993’te Üsküp’te ilk büyükelçiliği açarak ve Makedonya’yı resmî adıyla tanıyarak bu ülkeye destek verdi. 1995’te Ankara ve Üsküp, Dostluk ve İşbirliği Anlaşması’nı imzaladı.
Türkiye ikili ilişkileri geliştirme ve işbirliği girişimlerinde karar almıştır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün 1992’de hayata geçirilmesi bir dönüm noktasıdır.
Nisan 1992’de Bosna Savaşı boyunca Türk dış politikasının en dikkat çekici yanı, bölgesel ve uluslararası kuruluşların dikkatini çekmeye ve onları çözüm için ikna etmeye çalışmasıydı. Ankara’nın tüm etkisini kullanarak harekete geçirmeye çalıştığı kurumlardan biri İslam Konferansı Örgütü’ydü. O dönemde başkanı olan Türkiye’nin kararıyla 17-18 Haziran 1992 tarihleri arasında dışişleri bakanları nezdinde düzenlenen İKÖ toplantısında Birleşmiş Milletlerden Sırp saldırılarının durdurulması için gerekli önlemleri alması istendi.
Türkiye’nin savaş sırasındaki önemli kararlarından birisi de Ağustos 1992’de oluşturduğu “Eylem Planı”dır.
AT’nin Bosna sorununun çözümüne yönelik düzenlediği Londra Konferansı’na Türkiye’yi davet etmesi Ankara’da anlamlı bir gelişme olarak değerlendirildi. 26-27 Ağustos 1992’de düzenlenen konferansa Ankara’nın da davet edilmesi, Türkiye’nin sergilediği aktif Bosna politikasının ve bölgedeki öneminin göstergesi olarak yorumlandı. Buna yol açan bir başka etken olarak da Türkiye’nin İKÖ’deki etkinliği görüldü. Türkiye Balkanlar’da etkin oldukça Avrupa nezdinde değeri artmaktaydı.
Türkiye’nin Bosna’yla ilgili bir başka inisiyatifi de Kasım 1992’de İstanbul’da düzenlenen Balkan Konferansı oldu. Türkiye böylece hem savaşın komşu ülkelere yayılması tehlikesini gündeme getirmek hem de askerî müdahale seçeneğini vurgulamak istedi.
Uluslararası toplumun sorunun çözümü için yeterince aktif bir tutum takınmadığını düşünen Türkiye, en azından Boşnaklar üzerindeki ambargonun kaldırılması için çağrıda bulunmaya başladı. Yugoslavya’ya uygulanan ambargodan Boşnakların zarar gördüğünü öne süren Türkiye, Boşnak halkına ambargonun kaldırılması için hem ABD’nin hem de İKÖ’nün desteğini almaya çalıştı.
1994’te Boşnak ve Hırvatlar arasında ateşkesin sağlanması ve Washington’un arabuluculuğunda Boşnak-Hırvat federasyonunun kurulmasında Ankara da etkili oldu. Federasyon anlaşmasının ABD’deki imza törenine Türkiye’nin de davet edilmesi önem taşımaktadır.
Türkiye, Bosna Savaşı’nın sona ermesinden üç sene sonra başlayan Kosova Savaşı’nda da yoğun bir diplomasi gündemi takip etmiştir. Sırp güvenlik güçleriyle Kosova Kurtuluş Ordusu milisleri arasındaki çatışmaların şiddetlendiği 1998 yılı Türkiye’nin Belgrad yönetimiyle ilişkilerini geliştirmeye çalıştığı döneme denk geldi. Türkiye’nin Kosova politikası, Bosna politikasından farklı oldu. Bunun nedenleri; öncelikle, Kosova ile Bosna’nın Yugoslavya Federasyonu içerisinde sahip oldukları yasal statü birbirinden farklıydı. 1974 Anayasasına göre BosnaHersek federe cumhuriyetken Kosova özerk bölge idi. Yasal açıdan Kosova’nın Yugoslavya’dan ayrılması mümkün değildi. İkinci önemli farklılık, Boşnakların Türkiye dışında başka bir anavatanlarının olmamasıydı. Üçüncü neden, Bosna’da Türk azınlık yokken Kosova’da Sırp ve Arnavut milliyetçilikleri arasında sıkışan ve sorunlar yaşayan bir Türk azınlığı vardı. Bu da azınlığın haklarını korumaya çalışan Türkiye’yle Kosovalı Arnavutlar arasında sorunlara yol açtı. Son olarak, Bosna’da bağımsızlık öncesi herhangi bir Boşnak yeraltı örgütü yokken Kosova’da UÇK’nın varlığı ve şiddete başvurması, terörle mücadele eden Türkiye açısından Kosova’nın durumunu daha da karmaşık hâle getirmişti.
Bu unsurların etkisiyle Türkiye, Kosova’da çatışmaların başlaması üzerine çatışan tarafları şiddeti durdurmaya ve siyasi diyalog başlatmaya çağırdı. Ayrıca çatışan taraflara karşı tarafsız bir tutum takınmaya özen gösterdi. Ankara’nın diplomatik girişimleri ise bir yandan Sırp ve Arnavut taraflar, öte yandan bölge ülkeleri ve uluslararası kurumlar üzerinde yoğunlaştı. Kosova’da ise Türkiye Arnavutları da ateşkese çağırmakta, hatta zaman zaman UÇK faaliyetleri “terör eylemi” ya da “terörist faaliyetler” olarak değerlendirilmekteydi.
Türkiye Kosova için bölgesel aktörlerle de ortak bir zemin bulmaya çalıştı ve görüşlerini Bulgaristan, Arnavutluk ve Makedonya’ya iletti ve Türkiye Kosova konusunun gündemde olduğu iki önemli Balkan ülkeleri toplantısına Haziran ve Ekim 1998 tarihlerinde ev sahipliği yaptı.
NATO’nun Mart 1999’dan itibaren Kosova’ya düzenlediği askerî müdahale, BM Güvenlik Konseyi’nden onay almamışsa da Türkiye, önceden söz verdiği şekilde müdahaleyi destekledi ve hatta aktif olarak da katıldı.
Bu politikayla Türkiye yaşanan trajediden Sırp yönetimini sorumlu tuttuğunu gösterdi. Aslında Türkiye’nin bu olayla Kosova’daki Sırp-Arnavut anlaşmazlığında temkinli davranmayı bırakarak 2008’deki tanımaya giden yolu başlattığı öne sürülebilir. NATO operasyonunun ardından Türkiye, uluslararası barış gücünün parçası oldu.
2000‘li Yıllarda Türkiye’nin Balkanlar Politikası
Türkiye 2000’li yıllarda da Balkanlarda çok yönlü, çok taraflı ve proaktif bir diplomasi takip etmektedir. Bölgede çatışma potansiyeli olan farklı ülke ve topluluklar arasında zaman zaman mekik diplomasisi yoluyla ayrıştırıcı değil birleştirici, imha edici değil AB başta olmak üzere bölgede rol oynan aktörlerin barışçıl politikalarını tamamlayıcı bir rol oynamaya çalışmaktadır. Üst düzeyli siyasi diyalog, herkes için güvenlik, azami ekonomik entegrasyon ve bölgedeki çok etnili, çok kültürlü, çok dinli toplumsal yapıların muhafazası Türkiye’nin Balkan politikasının dört ana eksenini oluşturmaktadır.
2011 yılında “Geleceğe Dönük Bir Balkan Vizyonu” başlıklı makalede Türkiye’nin Balkanlara dönük bu politikasının yöntem olarak üç, siyasal olarak da dört temel prensip üzerine oturması gerektiği ifade edilmiştir. Birinci prensip “kriz odaklı” olmak yerine “vizyon odaklı” olmak, ikinci prensibe göre bölge politikası “tarihi mağduriyet ve haksızlık” söylemine dayanan geçmişe değil, yeni ve pozitif bir gelecek anlayışı üzerine bina edilmektedir. Yöntemin üçüncü prensibi olarak da “ideolojik” değil “değer temelli” bir yaklaşıma sahip olmak önerilir. Bölgeye dönük önerilen politik ilkelerden ilk ikisi “bölgesel sahiplenme ve kapsayıcılık” ile “bölgesel yeniden bütünleşmedir. Üçüncü ilke ise bölgenin AB ile bütünleşmesi düşüncesine dayanmaktadır. Politikaya ilişkin dördüncü ve son ilke de “bölgesel ve küresel örgütlerde ortak tutum ve duruşun geliştirilmesi” olarak ifade edilir.
2000’li yıllarda Türkiye’nin Balkan politikasında, ilk olarak Balkanlar’da devlet yanında devlet dışı aktörlerin de aktif olarak katılımı ile temel hedef ve ilkeler doğrultusunda bölge politikası kesintisiz sürdürülmektedir. İkincisi, Türkiye güvenlik yanında bölgede kültürel ve insani ilişkilerde de aktif bir politika takip etmektedir. Üçüncü olarak Türkiye çatışan bölge ülkeleri veya toplulukları arasında ayrıştırıcı değil, uzlaştırıcı bir rol oynamaktadır. Dördüncü olarak Türkiye bölge ülkelerinin Batı ile entegrasyonunu desteklemektedir.
Türkiye 1996’da esnek daimi danışma mekanizması olarak kurulan Güneydoğu Avrupa Ülkeleri İşbirliği Süreci’nin kurucu üyesidir. Türkiye, Arnavutluk, BosnaHersek, Bulgaristan, Makedonya Cumhuriyeti, Romanya, Sırbistan, Yunanistan, Hırvatistan, Moldova ve Karadağ’ın tam üye olarak katıldığı GDAÜ İşbirliği Süreci 1930, 1950 ve 1980’li yıllardaki Balkan işbirliği modellerinin siyasi mirasçısı olarak bölgenin ortak iradesini ve özgün sesini yansıtan tek Balkan İşbirliği forumu olmasından oldukça önemlidir. 12 Şubat 2000’de Bükreş Zirvesi’nde imzalanan “Güneydoğu Avrupa’da İyi Komşuluk İlişkileri, İstikrar, Güvenlik ve İşbirliği Şartı” sürecin sağlam bir temelde gelişmesi için gerekli zemini oluşturmuştur.
Bölgede Türkiye’nin de içinde yer aldığı işbirliği girişimlerinden bir başkası da Bölgesel İşbirliği Konseyi’dir. Bölgede barışı ve demokrasiyi teşvik etmek amacıyla 1999’da uluslararası toplum tarafından hayata geçirilen Güneydoğu Avrupa için İstikrar Paktı’nın hedeflenen amaçlara ulaşmada yetersiz kalması üzerine, 27 Şubat 2008’de Sofya’da yapılan son İstikrar Paktı toplantısında faaliyete geçirilen BİK GDAÜ’nün üyeleri yanında BM Kosova Geçici Yönetim Misyonu, AB Troykası, donör ülkeler, uluslararası kuruluşlar ile uluslararası mali kurumları da içeren bir yapıdadır.
Türkiye ayrıca bölge ülkelerinden Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk, Sırbistan ve Yunanistan’ın da içinde yer aldığı Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü yoluyla bölgede ekonomik işbirliğine katkı sağlamaktadır. Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan ve Türkiye-Bosna Hersek-Hırvatistan arasında 2009’da üçlü bir mekanizma başlatmış ve sıkıntıları önemli ölçüde rahatlatmıştır.
Türkiye’nin Arnavutluk ile ilişkileri 2000’li yıllarda gelişerek devam etti. Ankara Tiran’ın AB ve NATO gibi Batılı örgütlerle bütünleşmesini teşvik etmektedir. Türkiye-Arnavutluk ilişkilerinin önemli bir boyutunu savunma alanındaki işbirliği oluşturmaktadır. İki ülke ilişkilerinin bir başka boyutunu ise eğitim ve kültür alanında işbirliği oluşturmaktadır. Bu kapsamda Türk öğrenciler Tiran Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde eğitim görmekte; buna mukabil Arnavut öğrenciler de Türkiye ve Anadolu Burs Programı dâhilinde burs almaktadır. Yunus Emre Enstitüsü’nün Tiran ve İşkodra şubelerinde Türkçe kurslar verilirken, 2015’te Ankara’da faaliyetlerine başlayan Arnavut Kültür Merkezi de Türkiye’de Arnavut kültürünün tanıtılması amacıyla çalışmalar yapmaktadır. Arnavutluk Türk vatandaşları için 2009 sonunda vizeyi kaldırmıştır. Türkiye de Arnavutluk vatandaşlarına 90 günlük vize istisnası uygulamaktadır.
Türkiye, Ekim 2009’da Bosna-Hersek ve Sırbistan ile dışişleri bakanları düzeyinde üçlü dayanışma mekanizması başlatmıştır. Bu girişim Balkanlar’da uzlaşma sağlanması adına oldukça önemli bir adım olmuş ve Belgrad’a BosnaHersek büyükelçisi atanması ile sonuçlanmıştır.
Ekonomik alanda karşılıklı organize edilen ticaret fuarları Türkiye ve Bosna Hersek arasındaki iktisadi ilişkileri canlı tutmaktadır. Aralarında 1 Temmuz 2003’te yürürlüğe giren Serbest Ticaret Antlaşması ile Türk malları Bosna Hersek pazarında gümrük vergisinden muaf tutulmuştur.
Bulgaristan’daki Türk azınlığın sorunlarının büyük ölçüde çözülmesi ile 1990’lardan itibaren mesafe kaydedilen iki ülke ilişkilerinde 2000’li yıllarda da genel anlamda istikrar korunmuş, ekonomi başta olmak üzere ilişkiler gelişmiştir.
Türkiye Bulgaristan’ın da Batılı örgütlerle bütünleşmesini desteklemiştir. 1990’da kurulan ve Bulgaristan’daki Türk azınlığın içinde yer aldığı Hak ve Özgürlükler Hareketi ülkenin üçüncü büyük partisi olarak tüm seçimlerde parlamentoya girmeyi ve iktidar ortağı olmayı da başarmıştır. Süreçte 2001’de yapılan anlaşma ile Türkiye’de yaşayan Bulgaristan vatandaşlarının seçimlerde oy kullanmalarının önemli rolü olmuştur.
Bulgaristan’daki Türk azınlığı ilgilendiren ve bu azınlığın etkili olduğu ikili ilişkilerde ise 20 Mart 2012 tarihinde Ankara'da gerçekleştirilen ve Ortak Bakanlar Kurulu niteliğindeki Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi toplantısı bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Toplantı öncesinde Sofya İstinaf Mahkemesi “Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Ulusal Konferansı” kararlarını tescil etmiştir. Böylece Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Baş müftülüğü bağımsız bir dinî teşkilat olarak yurt içinde ve yurt dışındaki Bulgaristan Müslümanlarının tek meşru temsilcisi tüzel kurum olarak tescil edilmiştir.
İkili ilişkilerde siyasal sorunlar devam ederken ekonomik ilişkilerin belirli bir seviyeye ulaşması dikkat çekicidir.
Hırvatistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden olan Türkiye ülkenin de Batı ile bütünleşmesini her zaman desteklemiştir. 2009 yılında imzalanan Strateji Belgesi ile ikili ilişkiler hızlanmış ve 2010 yılında kurulan TürkiyeHırvatistan-Bosna Hersek Üçlü İstişare Mekanizması ile Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci gibi mekanizmalar gelişen ilişkilerin kurumsal çerçevesini oluşturmuştur. İki ülkenin ortak tarihsel miraslarını araştırmaya ve korumaya yönelik çabalar tarafların kültürel ilişkiler alanında da aktif olduklarını göstermektedir. 2008 küresel finansal kriz ilişkileri duraklatsa da Türkiye ve Hırvatistan arasındaki ekonomik ilişkiler tedricen artan bir görünüme sahiptir. Hırvatistan’da enerji, turizm, bankacılık, inşaat ve tekstil alanında yatırımlarda bulunan Türk yatırımcılarının önemli bir rolü vardır. 2012 yılında Türk işadamları Hırvatistan’a yatırım yapan yabancı yatırımcılar arasında ilk üçe girmişlerdir. 2013 yılında Hırvatistan’ın AB’ye üye olması Türkiye tarafından olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmiştir. Bu tarih itibari ile de 2003 yılında yapılan ikili Serbest Ticaret Anlaşması feshedilmiş, 1 Temmuz 2013 tarihinde Hırvatistan AB-Türkiye Gümrük Birliği alanına 28. ülke olarak dâhil edilmiştir.
Makedonya’yı anayasal adıyla ve ulus olarak tanıyıp Üsküp’e büyükelçi gönderen ilk devlet olan Türkiye bu ülkenin de Batı ile iyi ilişkilere sahip olmasını ve Batılı örgütleler bütünleşmesini desteklemektedir. Ülkede 1945’ten 2001’e kadar azınlık ya da “milliyet” olarak tanınan Türk nüfus, Ohri Çerçeve Anlaşması uyarınca yapılan Anayasa değişiklikleri ile üçüncü büyük “halk” statüsü kazanmışlardır. 2000 yılında yürürlüğe giren Serbest Ticaret Antlaşması ile Türk mallarına uygulanan gümrük vergisi kaldırılmıştır. 2008 yılında imzalanan İkili İlişkilerin Güçlendirilmesine Yönelik Strateji Belgesi ile iki ülke arasındaki işbirliğinin alanı genişletilmiştir. 2010 yılında Üsküp’te açılan Yunus Emre Kültür Merkezi ve akabinde Türkiye’de açılan Makedonya menşeili Kültür Merkezi taraflar arasındaki mevcut ilişkileri geliştirmek için çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar kısmen meyvesini vermiş ve 2013’de Türkiye Makedonya’da en dost ülke olarak seçilmiştir.
Türk kökenli vatandaşların ikili ilişkilerde önemli unsur olduğu Türkiye-Romanya ilişkileri 2011 yılında imzalanan bir belgeyle stratejik ortaklık seviyesine yükseltilmiştir. Birbirlerinin Balkanlardaki en büyük ticaret ortakları olan Türkiye ve Romanya arasında 1997’de Serbest Ticaret Antlaşması, 2001’de Enerji ve Altyapı Alanlarında İşbirliği Anlaşması, 2002’de Turizm İşbirliği Antlaşması, 2006’da Ticari ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Romanya’nın AB’ye üye olması nedeniyle 1 Ocak 2007’den itibaren ikili ticaret antlaşması feshedilerek ilişkiler Gümrük Birliği kapsamına alınmıştır.
AB içerisinde Türkiye’nin üyeliğine en fazla destek veren ülkelerden olan Slovenya ile 2011 yılında Stratejik Ortaklık Belgesi imzalanmıştır. Slovenya’daki Türk yatırımcıların gıda, tekstil, hazır giyim, takı ve turizm alanlarında küçük ve orta büyüklükteki işletmeleri mevcuttur. 2010 yılı itibariyle Sloven vatandaşların Türkiye’ye ziyaretlerine vize muafiyetinin sağlanması ikili ilişkilerin canlanmasına ciddi katkılarda bulunmuştur.
2009’da Türkiye 23 yıl sonra ilk kez Sırbistan’a cumhurbaşkanlığı düzeyinde ziyaret gerçekleştirmiştir. Türkiye’nin Kosova’yı tanıması, Sırbistan’ın tepkisine yol açmış ve Türkiye’nin Belgrad büyükelçisinin güven mektubunun onaylanması neredeyse bir yıl sürmüştür. Kriz çok uzun sürmemiş ve ilişkiler çabuk düzelmiştir.
Sırbistan’ı Balkanların barışı ve istikrarı için bir anahtar olarak gören Türkiye, Sırbistan’ın Batılı örgütlerle bütünleşmesini teşvik etmektedir. 2010 yılında yürürlüğe giren Serbest Ticaret Antlaşması ile müteahhitlik ve yatırım alanlarında ciddi bir canlanma yaşanmıştır.
Kosova’nın statüsünü belirlemek için hazırlanan ve Türkiye’nin de desteklediği Ahtisaari Planı’nın Rusya’nın vetosu nedeniyle BM Güvenlik Konseyi’nden geçmemesi ile 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan eden Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden birisi Türkiye oldu. Ankara ayrıca, BM ve İKÖ içinde Kosova’nın tanınması için çaba harcadı. Priştine’de 1999’da faaliyete başlayan Eşgüdüm Bürosu Büyükelçilik düzeyine yükseltti. 2015 yılında Kosova’da Başkonsolosluk açan ilk ülke de Türkiye idi.
2009’da iki ülke arasında karşılıklı vizeler kaldırılmış, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kosova İslam Birliği arasında işbirliği başlatılmış, ekonomik ilişkilere başlangıç olarak Kosova-Türkiye Ticaret Odası kurulmuş ve karşılıklı ziyaretler artmıştır. Anayasal olarak diğer azınlıklar gibi Türkler de parlamentoda tahsis edilmiş daimi iki sandalyeye sahiptir. Türkçe Kosova Anayasası gereğince Türklerin yoğun yaşadığı belediyelerde resmi dil olarak kullanılabilmektedir. 1974 Anayasasında Türkçe üç resmi dilden biri iken, UNMİK kararlarında resmi dil olarak sadece Arnavutça ve Sırpça sayılmıştır. Bağımsızlık sonrası hazırlanan anayasada da bu kural değişmemiş, Türklerin yüzde 5’i geçtiği belediyeler dışında Türkçe anayasal statüsünü kaybetmiştir. 2013’te imzalanan Serbest Ticaret Antlaşması da Kosova’nın imzaladığı ilk serbest ticaret antlaşması olarak dikkate değerdir.
Türkiye, nüfusunun %19’u Boşnaklar, Karadağlı Müslümanlar ve Arnavutlardan oluşan Karadağ’a kültürel ve tarihi açıdan da büyük önem atfetmektedir. 2009’da iki ülke arasında imzalanan antlaşma ile iki ülkenin ticari faaliyetlerinin hukuki çerçevesi çizilmiştir. 2010’da yürürlüğe giren Serbest Ticaret Antlaşması ile Türk malları Karadağ’a gümrük vergisi ile karşılaşmadan girmektedir. İMKB, 2014 yılında Karadağ Borsası’na yaklaşık %25’lik hisseyle ortak olmuştur. 2007 yılında Karadağ’da faaliyete geçen TİKA ve 2014 yılında faaliyete başlayan Yunus Emre Türk Kültür Merkezi iki ülke arasındaki sosyo-kültürel ilişkileri geliştirmek için değişik faaliyetlerde bulunmaktadırlar.
1990’larda gergin seyreden Türkiye-Yunanistan ilişkileri 17 Ağustos 1999 depreminin ardından yumuşamış, işbirliği ve diyaloğa dayalı yeni bir döneme girmiştir. 2010’da Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi gibi mekanizmalar yoluyla iki ülke arasındaki sorunlar müzakere zemini bulmuş, bu süreçte karşılıklı üst düzey ziyaretlerin sayısı oldukça artmıştır.
Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’nde bir dizi sorun varlığını korumakla birlikte, bunlar ekonomik ilişkilerin önünde engel olarak algılanmamaktadır. Yunanistan’ın içinde bulunduğu ekonomik kriz ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle 2016’da ikili ticaret hacmi daralmıştır. İki ülke arasında kültürel işbirliğinin geliştirilmesi alanında da çalışmalar yapılmaktadır.
Balkanlar’da Türk Azınlıklar
En çok Türk’ün yaşadığı Balkan ülkesi Bulgaristan’dır.
1990 öncesinde Bulgaristan Türkleri sıkıntılar yaşamıştır. 1984-1989 arasında soya dönüş süreci olarak adlandırılan zorunlu asimilasyon uygulamalarına direnen Bulgaristanlı Türklerden yüzlercesi öldürülmüş, çalışma kamplarına gönderilmiştir. 1989 yılında 360 binin üzerinde Türk, Bulgaristan’dan Türkiye’ye zorla göç ettirilmiştir. 11 Ocak 2012’de Bulgaristan Meclisi, sosyalist rejimin Müslüman ve Türklere uyguladığı zorlu asimilasyon kampanyasını kınayan bir bildiri kabul etmiştir.
Bulgaristanlı Türkler 1990’lı yılların başlarına kadar siyasi hayatın tamamen dışında kalmıştı. Bugün üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi, Bulgaristan siyasetindeki kilit partilerden biri olma özelliğini taşımaktadır. 1992-1994 ile 2001-2009 arasında değişik hükûmetlerde yer alan HÖH, son yıllarda bazı Bulgar çevrelerce çok sorgulanmış ve kötülenmiş olmasına rağmen, milletvekili sayısını her seçimde daha yükseklere çıkarmayı başarmıştır.
Bulgaristan anayasasında etnik, dinî veya başka gruplara göre herhangi bir ayrım yapılmamakta, azınlık kavramı ise kullanılmamaktadır. Anayasada bütün vatandaşlar itibar ve haklar yönünden eşittir. Anayasa’nın 36. maddesinde ise Bulgarca dilini öğrenip kullanmanın bütün Bulgaristan vatandaşlarının hakkı ve yükümlülüğü olduğu, ana dili Bulgarca olmayanların, Bulgar dilinin zorunlu okunması yanında kendi dillerini okumaya ve kullanmaya haklarının olduğu da vurgulanmaktadır.
Anayasaya uygun olarak, Bulgaristan ulusal eğitim programında anadil olarak Türkçe dersi hem zorunlu seçmeli hem de serbest seçmeli ders grupları içinde 1.-8. sınıf öğrencinin tercihine sunulmaktadır. İstatistikler Bulgaristan’da Türkçe dersine olan talebin yıllar içinde ciddi bir şekilde azaldığına işaret etmektedir.
Bulgaristan’ın AB’ye üyelik sürecinde gerçekleştirdiği demokratikleşme hamlelerinin, Bulgaristan Türklerine de olumlu yansımaları olmasına rağmen, bazı sıkıntılar hâlâ varlığını sürdürmektedir.
Bulgaristan Anayasası’nın 13. maddesinde, ülkede herhangi bir dine yasak getirilemeyeceği ve dinî kurumların devletten ayrı olacağı güvencesi verilmiştir. 2010-2011 döneminde Bulgaristan’da bir baş müftülük krizinin yaratılmış olması dikkat çekmiştir.
2005’de yapılan kamuoyu yoklaması, Bulgar gençlerinin bir kısmının azınlıklara olumsuz duygular beslendiğini, ankete katılanların % 62’sinin Bulgaristanlı Türkleri “dinî fanatikler” olarak algıladığını ortaya çıkarmıştır.
2009 Bulgaristan meclis seçimleri kampanyalarında Ataka dışındaki bazı sağ partilerin de Türklere yönelik tutumlarını sertleştirdiği gözden kaçmamıştır. 2003 yılında bir raporda, her beş Bulgaristanlı Türk’ten ikisinin yoksulluk sınırı içinde yaşadığı belirtilmiştir.
Türklerin yoğun yaşadığı ikinci Balkan ülkesi Yunanistan’dır. Yunanistan’ın kuzey doğusunda Batı Trakya’da yaşayan Türklerin sayısının 120 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Yunanistan yetkilileri Batı Trakya Türklerini kültürel bir zenginlik olarak görmektense uzun süre potansiyel tehdit ve tehlike olarak değerlendirmiştir. 1990’ların ilk yarısına kadar, Yunanistan’ın Batı Trakya politikasında önemli bir değişim olmamıştır. Bu tarihten sonra ise Yunan yetkilileri Türklere yönelik baskıcı politikalarını hafifletmeye başlamıştır. 1970’li yılların ikinci yarısından sonra Atina yasak bölge uygulamasına aşama aşama son vermeye başlamıştı. Trakya bölgesindeki bu uygulama 1995 yılına kadar devam etmiştir. Yasak bölgenin kapsadığı yaklaşık 40 bin Türk çok zor sosyoekonomik koşullar altında yaşamlarını sürdürmüştür. Türkleri fakirleştirme amacı güden ekonomik baskıların hafifletilmesi ve Yunan üniversitelerinde azınlıklara sabit bir giriş kontenjanının sağlanmış olması da Batı Trakyalı Türkler açısından önemli gelişmeler olmuştur.
Günümüzde Batı Trakya’daki temel sorunlar, “Türk” adının kullanılamıyor olması sorunu, müftülük sorunu, eğitim sorunu, siyasal haklara ilişkin sorunlar, yurttaşlık ve adil yargılanma hakkına ilişkin sorunlar ve ekonomik alandaki sorunlar şeklinde sıralanabilir.
Yunanistan din ve vicdan özgürlüğü haklarının kullanımında da ciddi sorunlar çıkarmaktadır. Yunanlı yetkililer, Türklerin seçtiği dinî liderleri tanımamakta ve yerine kendi işine gelen bazı azınlık mensuplarını getirip Müslümanları kontrol altında tutmayı amaçlamaktadır. Yunanistan, uluslararası insan hakları belgelerindeki azınlık eğitim hakları ile ilgili düzenlemelere ilişkin yükümlülüklerini gerektiği ölçüde yerine getirmemektedir.
Batı Trakya’da Türklerin siyasal örgütlenme hakkı da değişik ihlallere uğramaktadır. Batı Trakya’daki düşük kalkınmışlık seviyesine rağmen, Türklerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerin AB fonlarından yararlanma düzeyi yetersiz seviyelerde kalmaktadır.
2002’de yapılan nüfus sayımına göre sayıları 78 bine yakın olan Makedonya Türklerinin, 1990 sonrası dönemde ulusal haklarını koruma, göç nedenlerini ortadan kaldırma ve Türkçe eğitim hakkını en iyi şekilde kullanma gibi alanlarda ciddi mücadele vermek zorunda kaldıkları söylenebilir.
Makedonya’daki Türklerin temel özelliklerinden birisi, ülke çapında dağınık bir şekilde yaşıyor olmalarıdır. Bundan kaynaklanan olumsuz sonuçlardan bir tanesi, seçimler esnasında Türk oylarının dağılmasıdır. Diğer olumsuz sonuç ise yaşadıkları bazı bölgelerde yeterli sayıyı tutturamadıkları için, kendi dillerinde eğitim hakkından yeterince istifade edememeleridir.
2001 yılında Makedonya’da yaşanan iç çatışmalar ve ardından imzalanan Ohri Barış Anlaşması da Türklerin sorunlarına yeni boyutlar getirmiştir.
Makedonya Meclisinde kabul edilen bayramlara ilişkin yasaya uygun olarak, TDP’nin teklifiyle 21 Aralık Makedonyalı Türklerin ulusal bayramı kabul edilmiştir. Bu tarih, Makedonya’da 1944 yılını da ilk kez Türkçe eğitimin başlatıldığı tarihtir. Makedonya Türkleri anayasal düzeyde eşit haklara sahip ayrı bir ulus olarak tanınmıştır.
Kosova ve Makedonya Türkleri 1990’ların başına kadar aynı ülke çatısı altında yaşamış ve ortak kaderi paylaşmışlardır. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nin dağılmasıyla Kosova ve Makedonya Türkleri birbirinden ayrı çizgiler üzerinde hareket etmeye başlasalar da kaderleri benzer kalmaya devam etmiştir. 1999 sonrası dönemde Kosova Türkleri üzerinde baskı uygulamaları artmıştır. Ancak, zamanla Kosova’daki Türkler daha rahat nefes almaya başlamıştır.
1974 Kosova Sosyalist Özerk Bölgesi Anayasası, Türklerin yaşadıkları yerlerde Arnavutça ve Sırpça dışında Türkçeye de resmî dil statüsü tanımıştı. Ama 1989 yılında Sırp lider Slobodan Miloşeviç tarafından tek taraflı olarak iptal edildi. Haziran 1999’da Kosova’da göreve başlayan BM Geçici Misyonu, iptal edilen 1974 anayasasını geri getirdi. Ancak, Türkçe dilinin statüsü üzerine hükümler uygulatılmadı.
Sadece Prizren belediyesinde Türkçe dili anayasal düzeyde resmî dil statüsüne sahiptir. Birçok Kosova belediyesi Türkçe’nin kullanımda resmî dil olmasıyla ilgili yasalar çıkarmıştır. Uygulamaya bakıldığı zaman, bugün Türkçe rahatlıkla Kosova çapında konuşulabilmektedir.
Bağımsız Kosova Anayasası sadece Türklerin değil, genel olarak Kosova azınlıklarının bazı haklarını güvence altına almıştır. Kosova Türkleri ilkokul ve ortaokulda tamamen Türkçe eğitim görebilmektedirler. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde ise Türkçe lisans eğitimine de devam edebilmektedirler.
Kosova Anayasası’nın 9 Nisan 2008’deki kabulünden sonra, Kosova’da yaşayan tüm toplumlar kendilerine bayram özelliğini taşıyacak günler tayin etmiştir. Türk temsilcilerinin talebi üzerine 23 Nisan günü, Kosova Türklerinin Ulusal Bayramı olarak yasallaşmıştır.
Romanya’da Türkler ağırlıklı olarak Dobruca bölgesinde yaşamaktadır.
Sosyalist dönemin başlamasına kadar Romanya Türkleri kültürel ve dinî kimliklerini yaşatma, siyasi ve sosyal haklarını muhafaza etme hususlarında önemli ölçüde başarılı olabilmiştir. 1944’te başlayan sosyalist yönetim altında, diğer azınlıklarla birlikte Romanya Türklerinin de hakları eğitim ve kültürden dinî yaşama kadar değişik ihlal ve kesintilere uğramıştır. 1990 başından itibaren ise Romanya’da Türkler dâhil, azınlıkların durumu düzeltilmiş ve kendilerine tüm haklar sağlanmıştır.
Romanya Anayasası 6. maddesinde azınlıklara kendi etnik, kültürel, dilsel ve dinî kimliklerini korumaları ve geliştirmeleri hak ve güvencesi tanınmıştır. 32. Maddede azınlıkların kendi dillerini öğrenebilecekleri ve kanunların öngördüğü çerçevede ana dilde eğitim görebilecekleri belirtilmiştir. 59. Maddesinde de mecliste temsil bulmayı hak edecek oy alamayan azınlıklara, Romanya meclisinde sabit birer sandalyenin tahsis edileceği belirtilmiştir.
Günümüzde Türk azınlığını Romanya resmî makamları karşısında temsil eden ve azınlığa tanınan yasal haklardan yararlanmaya çalışan dernekler, Romanya Türklerinin Demokrat Birliği ile Romanya Tatar-Türk Müslümanlarının Demokratik Birliği’dir.
Romanya Anayasası’nın 59. maddesine uygun olarak hem Oğuz hem de Tatar Türklerinin mecliste birer milletvekili bulunmaktadır. Milletvekili adayları ise belirtilen iki derneğin genel kurulunda oylanmaktadır.
Romanya’daki Türklerin, Romanya eğitim sistemi çerçevesindeki tüm dersleri Türkçe olan bir okulu yoktur. Diğer azınlıklar gibi Türkler de seçmeli ders olarak ana dili dersini görebilmekte, ayrıca Türklerin tarihi ve gelenekleriyle ilgili de Türkçe olarak ders görebilmektedir.