Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset Dersi 7. Ünite Özet
Güney Asya: Hindistan Örneği
- Özet
Giriş
Hindistan zıtlıkların ülkesidir. Bu zıtlıklar Hindistan’ı karşılaştırmalı siyaset çalışmaları açısından benzersiz kılmaktadır. Yoksulluğa rağmen canlı bir demokrasiyi kurumsallaştırıp sürdürebilmesi, etnik ve dinsel gerilimlere rağmen görece istikrarını koruyabilmesi, çok kültürlülük ile demokrasiyi sürdürebilme yeteneği dikkat çekici özelliklerinin başında gelmektedir. Hindistan bir yerde ekonomik gelişmişlikten, uluslaşmaktan demokrasiye bakmak yerine, demokratikleşmenin ekonomik gelişme ve toplumsal istikrarın sağlanmasına katkılarının belirlenmesinde dikkat çekici bir örneği oluşturmaktadır.
Siyasal Sistemin Şekillenmesine Etki Eden Dinamikler
Çok Kültürlü Bir Medeniyet Mirası
Hint medeniyeti üç bin yıllık köklü bir tarihi geçmişe sahiptir. MÖ 2000’li yıllarda Kafkasya kökenli Arya kabileleri bölgeye gelerek, yarımadanın güneyinde yaşayan Dravit halkları ile kaynaştılar. Öncelikle bu iki topluluğun kaynaşması bölgede çok etkili bir inanç sistemi olan Hinduizm’in oluşumuna kaynaklık etmiştir. Aryalar aynı zamanda Hindu inançları ile desteklenen hiyerarşik ve katı bir toplumsal sınıf düzeni olan kast sistemini de bölgede yerleştirdiler (McCormick, 2010: 374). Hindistan’ın çok kültürlü arka planının şekillenmesinde etkili olan diğer bir gelişme MÖ beşinci yüzyılda doğup gelişen Budizm’dir. Buda olarak bilinen Siddharta Gautama’nın (MÖ 563-483) öğretilerine dayanan bu inanç sistemi Hinduizm’in hiyerarşik sistemini reddederek, birliğe ulaşmayı eşitlikçi temelde yeniden yorumlayan bir anlayışla birçok farklı ekollere ayrılarak geniş bir bölgeye yayılmıştır (Joshi, 2006: 3-25).
Hindistan’ın kuzeyi MÖ 326 yılında Büyük İskender’in kontrolüne girdi. Ancak onun güçlerini yenen Maurya hanedanı, özellikle Kral Aşuka döneminde bölgede ilk kez yerel bir siyasal birlik sağlamış oldu. MS 4. ve 6. yüzyıllar arasında bu kez Gupta hanedanlığı bölgeye hakim olarak uzun süreli merkezi bir imparatorluk yönetimi kurmayı başardı (Chakrabarti, 1996: 188-210).
MS 715 yılında Muhammed b. Kasım komutasındaki İslam ordularının bölgeye ulaşmaları, Hindistan açısından yeni bir dönemin habercisi oldu. İslam’ın bölgede dini ve yönetsel yayılımı 1000’li yıllarda ağırlığını hissettirmiştir. Müslümanlık kast sistemini temelden reddeden inanç sistemine sahip olması ve farklı ibadet ve eğitim sistemi nedeniyle Hindu ve Budist mezhepler üzerinde kültürel bir baskı oluşturdu. Bu durum Hindu ve Budist ekoller arasında bir yakınlaşma doğururken, kast sistemi Müslüman liderlere karşı kültürel direnişin sosyal temelini oluşturdu.
Sömürge Dönemi (İngiliz Yönetimi)
18. yüzyılın başları, Babür Devleti’nin iç karışıklıklar nedeniyle çözülme sürecine paralel olarak sömürgeci Avrupa ülkelerinin Hindistan’a ilgilerini artırdığı ve birbirleri ile rekabet hâlinde bölgeye nüfuz ettikleri bir dönemin başlangıcını oluşturdu. İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkeler bu dönemde yerel emirliklerle ilişkiler geliştirmeye başladılar. İngilizlerin bölgede nüfuz kurması 1600 yılında kurulan Doğu Hint Şirketi aracılığı ile olmuştur. 2 Ağustos 1858 tarihinde Hindistan Yönetimi Kanunu çıkartılarak bir Hindistan Bakanlığı kuruldu ve bölge yönetimi doğrudan İngiltere Krallığına bağlandı (Konukçu, 520).
İngiltere’nin büyük toprak sahipleri ile geliştirdikleri ilişkilerin yoksul halk üzerindeki olumsuz etkilerine tepki duyan ve ülkede bazı değişikliklerin yapılmasını talep eden kentsel, eğitimli mesleklerden gelen yeni bir grubun Hindistan’ın siyasal geleceğinde daha çok öne çıkmaya başladığı görülmektedir. Bu çevreler 1885 yılında kurulan Hindistan Kongre Partisi aracılığıyla taleplerini dile getirmeye başladılar. Mohandans Karamçand (Mahatma) Gandhi Kongre Partisinin bir seçkinler örgütü olmaktan çıkartılıp kitlesel bir harekete dönüştürülmesinin karizmatik lideri olarak öne çıktı. 1921 yılında Kongre lideri olduktan sonra Gandhi köylüleri hareketin aktif sosyal gücü olarak mobilize etmeyi başardı ve Hintli orta sınıf ile kaynaşmasını sağladı (Kohli and Basu, 2010: 271). Yaklaşan İkinci Dünya Savaşı İngiltere’nin yükselen hareketi bastırmak yerine iş birliğine yönelmek zorunda bıraktı. 1935 yılında özerkliği güçlendiren yasal düzenlemeler gerçekleştirildi ve 1937 yılında seçimler yapıldı. Bu şekilde Kongre Partisinin İkinci Dünya Savaşı’nda aktif desteğini alan İngiltere, savaştan sonra Ağustos 1947’de Hindistan’ın bağımsızlığını kabul etti.
Bağımsızlık/Bölünme Süreci: Yeni Hindistan’ın Kuruluşu
Kongre Partisinde bağımsızlık sürecinde yaşanan değişim, örgütü birçok farklı grup ve çıkarın içinde yer aldığı büyük bir koalisyona dönüştürmüştür. Dolayısıyla örgüt uzun süre toplumsal çatışmaların hakemi ve tek siyasal temsilcisi olarak varlığını sürdürdü. Buna karşılık aynı değişim süreci içinde Kongre Partisi daha çok bir Hindu partisine dönüştü. Kongre liderlerinin isteklerine rağmen Müslümanlar, Kongrenin bu baskın konumunu kabul etmediler. İngiltere bu ortamda bağımsızlıkla birlikte eski Hindistan topraklarında iki ayrı devletin kurulmasını da kabul etmiştir. Ağustos 1947 bu anlamda yalnızca Hindistan’ın değil, Pakistan’ın da bağımsızlığını ilan ettiği tarih olmuştur. Bölünme yeni iki ülke arasındaki sorunlara son vermediği gibi, kalıcı bazı uluslararası sorunların oluşmasına da kaynaklık etmiştir.
Sosyoekonomik Yapı
Hindistan kalabalık ve heterojen nüfus yapısına sahip bir ülkedir. Dünyanın Çin’den sonra en kalabalık ikinci ülkesidir. Hindistan’da nüfus istatistiklerinde 114 farklı dil ve 210 farklı lehçe yer almaktadır. Nüfusun yaklaşık %80’i Hindu dinindendir. Müslümanlar %13,4 ile ikinci büyük grubu oluşturmaktadırlar. Ayrıca nüfusun %2,3’ü Hristiyan, %1,9’u Sih ve %0,8’i Budist’tir.
Hindistan kırsal bir nüfus yapısına sahiptir. 1900’lerin başından bu yana gelişme seyrine bakıldığında, kırsal kesimde yüksek bir nüfus artışı gözlenmektedir ve kırdan kente göç yoğun biçimde sürmektedir İç göçle birlikte Hindistan’ın yakın gelecekte bir kentsel nüfus patlamasına sahne olabileceği görülmektedir.
Hindistan’ın toplumsal özellikleri açısından üzerinde durulması gereken diğer ayırt edici bir husus ülkede hüküm süren kast sistemidir. Kast terimi iki anlama karşılık gelmektedir. Bunlardan ilki, hiyerarşik olarak biçimlendirilmiş, akrabalık çevresinde oluşmuş meslek alanlarında (terziler, tacirler, işçiler gibi) yoğunlaşan sosyal gruplardır (Jatiler). İkinci anlamda kast daha çok sınıf benzeri büyük toplumsal grupları nitelemekte kullanılır (Varna). Bu anlamda kastlar dört temel grup ve ilave olarak “dokunulmazlar” olarak ifade edilen ötekileştirilmiş insanlardan oluşan karmaşık bir hiyerarşik yapıyı ifade etmektedir (Taeube, 2002: 3). Sırasıyla Brahminler (rahipler ve bilginler), Kshatriyalar (askerler ve yöneticiler), Vaişyalar (tacirler, toprak sahipleri ve çiftçiler) ve Şudralar (işçiler, kirli işleri yapanlar) hiyerarşik kast gruplarını oluşturur. “Dokunulmazlar”ın ise hiçbir hakları yoktur. 1950 yılında kast düzeni hukuken yasaklanmıştır. Ancak kırsal kesimde sosyal ilişkileri belirleyen normları hâlâ şekillendirmektedir.
Uluslararası Sistem ve Hindistan
Hindistan’ın dış politikası bağımsızlıktan sonra ülke yönetiminin izlemek istediği idealist perspektif ile ülkenin karşı karşıya kaldığı bölgesel sorunlar ve küresel zorunluluklar arasındaki gerilimin bir türevi olarak şekillenmiştir. 1947 yılında İngilizler eski sömürge topraklarında Hindistan ve Pakistan olmak üzere iki farklı ülkenin bağımsızlığını tanımışlar, bazı prensliklerin hangi ülkeye bağlanacaklarına ise kendilerinin karar vermesi yönünde bir karara varmışlardı. Bu durum yönetimin farklı, yaşayan halkın çoğunluğunun farklı dine mensup olduğu prensliklerde sorun doğurmuştur.
Hindistan’ın bağımsızlığı, alansal olarak üç yeni ülkenin doğması ile sonuçlanmıştır. Pakistan ile Keşmir sorunu konusunda yaşanan anlaşmazlıklar, Doğu Pakistan’ın ayrılma sürecine verilen destek bölgede kalıcı bir çatışma zeminin oluşmasına neden olmuştur. Bu duruma Kuzey Keşmir’in Çin tarafından işgal edilmesi de eklenince, Hindistan bağlantısızlık politikasını revize etmek zorunda kalmıştır. Çin tehdidi ve ABD-Pakistan yakınlaşması ülkeyi Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya, bölgesel konularda bu ülkenin desteğini almaya yönlendirmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve özellikle 11 Eylül saldırıları sonrasında Hindistan uluslararası ortamda yaşanan değişime uyum sağlamak zorunluluğunu hissetmiş, Afganistan operasyonuna yakın destek vererek ABD ile yakınlaşmış, Keşmir sorunu konusunda Pakistan üzerinde baskı kurulmasını sağlayabilmiştir. Çin ve Rusya’nın benzer bölgesel kaygılarını da kullanan Hindistan güncel olarak kendine dış politikada geniş bir hareket alanı sağlamış bulunmaktadır.
Siyasal Kurumlar
Hindistan federal parlamenter rejim ile yönetilen bir demokrasidir. Hindistan’da 28 federe devlet (Eyalet) ve 7 bölge yönetimi bulunmaktadır. Ülke bağımsızlığından bugüne rekabetçi çok partili bir sistemi, karşılaştığı birçok zorluğa rağmen kesintisiz olarak işletebilmiştir.
1950 yılında yürürlüğe giren Hindistan Anayasası dünyanın en kazuistik anayasalarından biridir. Anayasa 395 madde, 12 çizelge ve 4 ekten oluşmaktadır. Bugüne kadar Anayasa’da 97 değişiklik yapılmıştır. Ayrıntılara inen bir anayasa olması nedeniyle de gelecekte de çok sayıda değişikliğe gereksinim gösterecek bir kurumsal yapı oluşturmaktadır. Anayasa’nın yaklaşık 250 maddesi sömürge yönetimi tarafından kabul edilen 1935 tarihli Hindistan Yönetimi Yasası’ndan alıntılanmıştır. Bu özellik sistemin işleyişindeki İngiliz etkisinin somut bir göstergesidir. Anayasa kapsayıcı bir içeriğe sahip olmasının ötesinde devlet politikalarını ayrıntısı ile yönlendirmeyi amaçlayan bir program anayasa özelliği göstermektedir. Buna paralel olarak anayasal çerçevede oluşturulan federal yapı, yetkilerin federal hükûmet ve federe devletler arasında paylaştırılmasından çok, merkezi önceleyen hiyerarşik bir sistem getirmektedir.
Siyasal Partiler ve Siyasal Hayatın Gelişimi
Hindistan’da bağımsızlıktan bugüne oturmuş bir parti sisteminin bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Ülke uzun yıllar, 1947-1967 yılları arasında, Kongre Partisi’nin güdümünde dominant bir parti sistemine sahip olmuştur. 1967’den itibaren Hindistan, önce yine Kongre Partisinin merkezinde yer aldığı hakim parti sistemine, daha sonra da 1990’lı yıllardan itibaren, çok parti sistemine doğru bir değişim seyri izlemiştir. Bu değişken süreçte ülkede ulusal düzeyde üç temel siyasal eğilimin öne çıktığı söylenebilir: Merkez, sağ ve sosyalist parti veya eğilimler. Güncel olarak Hindistan’da bu eğilimler dört siyasal parti tarafından temsil edilmektedir. Kongre Partisi ve Janata Parti merkez siyasetin temsilcileridir. Bharatiya Janata Parti (BJP) dinî-milliyetçi sağı, Hindistan Komünist Partisi ise sosyalist eğilimi temsil etmektedir (Kohli and Basu, 296).