Yaşlılarla Sosyal Hizmet Dersi 1. Ünite Özet
Yaşlılığa Genel Bakış: Kavramlar Ve Temel Yaklaşımlar
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Yaşlılık olgusu son 40-50 yıl içinde dünya kamuoyunun gündemine girmiş bir konudur. Özellikle gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızının düşmesi, ortalama ömür beklentisinin artması, yaşlı nüfusun oranındaki artış, çalışan nüfusun üzerine binen ekonomik yük ve buna bağlı olarak sosyal güvenlik harcamalarındaki artış vb. sebeplerle özellikle gelişmiş ülkelerde daha sonra da gelişmekte olan ülkelerde yaşlılık bir sorun hâline gelmiştir. Bu sorun 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren de sağlık sorunları, bakım sorunları vb. günlük hayatı etkileyen sorunlara dönüşmeye başlamıştır.
Yaşlılık Kavramının Kapsamı
Yaşlılık, yaşlanma hâlini ifade eden bir kavramdır. Yaşlanma ise kronolojik, biyolojik, ekonomik, patolojik, psikolojik ve sosyal boyutu olan süreçleri ifade eder. Kronolojik süreç: Herkes için geçerli olan ve doğumdan başlayarak içinde bulunan zaman kadar geçen yılların toplamını ifade eder. Biyolojik süreç: Zamana bağlı olarak bireyin anatomi ve fizyolojisindeki değişmeleri ifade eder. Ekonomik süreç: Parasal koşullardaki değişikliğin etkisi ile yaşlı kişinin yaşam tarzının değişmesini ifade eder. Patolojik süreç: Beslenme, sağlık vb. sebeplerle bir çeşit hastalık hâlini ifade eder. Psikolojik süreç: Yaşa bağlı olarak bireyin davranış ve uyum yeteneğindeki değişmeleri ifade eder. Sosyal süreç: Zamana ve yaşa bağlı olarak bireyin sosyal davranış ve sosyal konumunun ve de sosyal rollerinin değişmesi anlamına gelir. Dünya Sağlık Örgütü de yaşlanmayı kronolojik olarak ele almış ve 3 safhaya ayırmıştır. Orta yaşlılar (46-59 yaş), yaşlılar (60-74 yaş), ileri yaşlılar (75-89) ve (90 ve üstü) ihtiyarlıktır. Günümüzde de genel olarak 65 yaşın üstündeki herkes yaşlı kabul edilir (Pekcan, 2000:51 ve ASPB Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 2013, s.2). Gerontoloji; yaşlılık sorunları ile ilgili bilim dalı, gerontolog ise yaşlılık sorunları ile ilgilenen bilim insanıdır.
Yaşlılık Sorunu
Yaşlılık, engellilik vb. gibi bakıma muhtaçlarla ilgili literatüre baktığımızda, Batılı hayat anlayışının belirleyici olduğu üç temel yaklaşımdan söz edebiliriz. Birincisi ahlaki yaklaşım, ikincisi medikal yaklaşım üçüncü ise sosyal yaklaşımdır. Ahlaki yaklaşım, bakıma muhtaç kişinin (yaşlı, engelli vb.), ahlaki çöküntü içinde olduğu, içindeki ‹şeytanın› veya ‹ahlaksızlığın› dışa vurumu olduğu görüşüdür. Medikal yaklaşım ise bakıma muhtaçlığın bir hastalık (patoloji) olduğu gerekçesi ile bakıma muhtaç kişilerin hayatlarının doğal olarak kısıtlı olduğunun kabul edildiği yaklaşımdır. Sosyal yaklaşım ise bakıma muhtaç durumda olanların toplumdan soyutlanmadan, toplum tarafından bir engel konulmadan, toplum içinde bakılmasını esas alan bir yaklaşımdır. Sosyal Sorun: Herhangi bir sorun toplumun tümünü ilgilendirecek boyuta ulaşmışsa buna sosyal sorun denir. Bu sorun tüm insanlığı ilgilendirecek boyuta gelmişse buna da insanlık sorunu denir. Birinci ve ikinci yaklaşım sosyal dışlanmaya sebep olurken üçüncü yaklaşım ise sosyal bütünleşmeyi ve kaynaşmayı esas alır (Arıkan, 2002).
İnsanlığın/toplumların ortak sorunları vardır. Yaşlılık da insanlığın/toplumların ortak sorunlarından birisidir. Bugünkü hâliyle yaşlılık da çağımızın ortak sorunlarından birisidir. Erken dönemlere doğru gidildikçe ortalama insan ömrünün 25-30 yıl ile sınırlı olduğu düşünülecek olursa, yetmişli seksenli yaşlara çıkmanın bir istisna olarak kabul edilmesi gerekir. Geçmiş dönemlerde insan hayatını tehdit eden üç önemli unsur bulunuyordu. Açlık, savaş ve hastalıklar. Bunlardan biri ya da ikisi görüldüğünde ortalama yaşam süresi alabildiğine düşmekte idi. Bu üç unsurun söz konusu olmadığı, aksine ölümlerin azalıp doğumların çoğalması, özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında yüksek doğurganlık oranının devam etmesi, ortalama yaşam beklentisinin artması, buna paralel olarak da zamanla gelişmiş ülkelerde nüfus artış hızının azalma trendine girmesi ve yaşlı nüfusun oranında bir artış da kaçınılmaz olmuştur. Böylece toplumsal yaşlanma dediğimiz şey gerçekleşerek dünya nüfusu yaşlanma sürecine girmiştir. Gün geçtikçe çalışmayan yaşlıların oransal olarak çoğalması ise çalışan kesim aleyhine bir sonucun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu durum sosyal devlet anlayışının yeniden gözden geçirilmesini de gerekli kılmıştır. Ayrıca yaşlıların ekonomik sorunlarının yanında, sosyal, psikolojik, sağlık ve bakım sorunları da bir problem olarak gündeme gelmiştir. Rakamlar ve istatistikler açısından yaşlılık olayına bir de ülkemiz Türkiye açısında bakacak olursak; Türkiye gelişmiş ülkelere nispetle oldukça genç bir nüfusa sahiptir. Ülke nüfusunun %29’u 15 yaşından küçüktür. Doğurganlık oranındaki düşüş nedeniyle nüfus artış hızı yıllar itibarı ile azalmaktadır. Kadim Sorun; eski bir sorun yani başlangıcının hangi zamana dayandığı bilinmeyen sorun demektir.
Yaşlılık Algısının Sosyokültürel Temelleri
Yaşlılık konusunu gerek ilkel ve modern toplumlar açısından ele aldığımızda bunun bir insanlık sorunu olduğu açıktır. Ancak toplumların yaşlılık olgusuna ve yaşlıya yaklaşımlarına baktığımızda, toplumların sahip olduğu medeniyet tasavvuru ve medeniyet seviyesinin belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Batı toplumlarının bireyci, Doğu toplumlarının da kamucu olduğu genel kabul gören bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım daha çok batılı bakış açısını yansıttığından, çoğu bilim çevreleri İslam toplumlarını da bu kategoride görme alışkanlığına sahiptir. Ancak İslam altıncı yüz yıldan itibaren yeni bir medeniyet tasavvuru getirmiş ve safha safha bu yeni medeniyeti inşa etmiştir. Bu cümleden olarak sesinin ve soluğunun oluştuğu her toplumu dönüştürmüş, değiştirmiş ve yüceltmiştir. Böylece diğerkâm toplum dediğimiz yeni bir toplum anlayışı ve tipi oluşmuştur (Abay, 2004:277). Yaşlılık olgusuna da bu açıdan baktığımızda bireyci olan batı toplumları, yaşlıya büyük ölçüde üreten bireyin menfaatleri açısından bakmışlardır/bakmaktadırlar. İslam medeniyeti çerçevesine girmemiş olan kamucu doğu toplumları ise yaşlıya büyük ölçüde kamunun menfaatleri açısından bakmışlardır/bakmaktadırlar. Kamunun yararına iş göremez hâle gelmiş olan yaşlı, yine kamu yararı gözetilerek ya ihmal edilecektir ya da öldürülecektir. Görüldüğü gibi her iki anlayış da yaşlıyla üretim tüketim kalıpları açsından bakmaktadır. Bireyci toplumlar yaşlıyı sağlıklı ve de üreten bireyin ekmeğine ortak olarak görüp, yaşlıyı üreten bireye feda ederken, kamucu anlayış ise üretmeyen yaşlıyı toplumun sırtına bir yük olarak görüp, yaşlıyı topluma feda etmektedir. Her iki yaklaşımda da yaşlıların bir tüketim sınıfı oluşturduğu anlayışı hakimdir.
Diğerkâm toplumlar yaşlıya büyük ölçüde kamu ile bireyin dengesini esas alan bir anlayışla bakmaktadırlar. Bu medeniyet tasavvurunda yaşlının hiyerarşik statüsü bilge insandır. Onun otoritesine her zaman saygı duyulur ve tecrübesine güvenilir. Yine bu medeniyet tasavvurunda yaşlı, aceze durumuna düştüğünde öncelikle çocuğu/çocukları ona, onlar (anne-babası) kendisine/kendilerine çocukken nasıl baktıysa aynı şekilde ona (acezeye) şefkatle ve merhametle incitmeden, gücendirmeden bakmaları gerektiği esastır. Bu medeniyet tasavvurunda diğer bazı konularda olduğu gibi yaşlanma konusunda da bir denge anlayışı esastır. Yaşlılar bilirler ki yaşlanma bir kader ve aynı zamanda kendilerine verilmiş bir nimettir. Diğerkâm toplumlarda genel prensip ne birey topluma feda edilir ne de toplum bireye feda edilir, birey ile toplumun dayanışma içinde olması esas olup sınıflı bir yapı da söz konusu olmadığından yaşlılar herhangi bir sınıf olarak da görülmezler.
Değişen Toplumsal Yapılar ve Yaşlılar
İbn-i Haldun’un yaklaşımı ile toplumlar da bir canlı organizma gibidirler, gelişirler ve değişirler. Yaygın bir söyleyişle ifade edecek olursak, Sanayi Devrimi’nin olduğu yüzyıl en çok değişen ve kendisinden sonraki yüzyılları da en çok değiştiren yüzyıldır. Sanayi Devrimi’nden enformasyon çağı dediğimiz günümüze kadar gelen değişim dalgaları, en muhafazakâr toplumları bile derinden sarsmış ve değiştirmiştir. Muhafazakârlık; geleneği olmak, geleneğe sahip olmak, gelenekçi, geleneği devam ettirmek demektir. Muhafazakâr toplum ise geleneğin devamından yana olan toplum demektir. Küreselleşme kaçınılmaz bir dünya gerçeğidir. Bu bağlamda yaşlılık problemini de dünya ölçeğinde düşünmek durumundayız. Yukarıdaki verileri göz önünde bulundurduğumuzda dünyanın ya da insanlık aleminin de yaşlanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Toplumun çekirdeği olan ailedeki değişim üzerinden yaşlılık problemine bakacak olursak; değişim dalgalarının aile kurumu üzerindeki en önemli etkisi, ailenin büyük aileden küçük- çekirdek aileye doğru bir değişim geçirmekte olduğudur. Her ne kadar batı Avrupa toplumlarında küçük ailenin eski bir geleneğe dayandığı ve sanayi devriminden önceki dönemlerde de bugünkü aile yapısına benzer özellikler taşıyan ailelerin olduğu görülmekte ise de genellikle, hemen bütün toplumlarda sanayi devrimine kadar olan süreçte büyük aile tipinin esas olduğu bilinmektedir.
Büyük ailede ailenin en büyüğü aynı zaman-da ailenin reisidir. Dolayısıyla ailenin büyüğü olan yaşlı sevk ve idare gücünü yitirmedikçe iktidarına kimse ortak olamazdı. Ailenin yaşlısı bakıma muhtaç duruma düşünce de büyük aile içinde bakılır/bakılırdı. Sanayileşme ile birlikte, önce iç göç daha sonra da dış göç hareketlerinin başlaması hem göç edilen şehirlerde hem de terk edilen şehirlerde birçok yeni sosyal sorunların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu sorunların en önemlilerinden birisi de göç sebebi ile büyük ailenin parçalanması idi. Şehre gelen genç kuşaklar bıraktıkları yaşlı anne ve babalarını genellikle ya bir daha hiç göremiyorlar ya da uzun aralardan sonra ziyaret edebiliyorlardı/ edebiliyorlar. Geride kalan yaşlılar ise terk edilmişlik duygusu içinde hayatlarının geriye kalan kısmını kırsalda geçirmek zorunda kalıyorlardı. Gelişmiş Batılı ülkeler aşırı bireyciliğin zararlarını görüp toplumun çözülme sürecine girdiğini ve toplumu çözülmeden kurtarmanın yolunun da aile kurumundan geçtiğini anladılar. Diğerkâm bir toplum olan Türk (Türkiye) toplumu açısından yaşlılık olgusuna bakacak olursak; rahatlıkla söyleyebiliriz ki Türkler gerek aile yapısı itibarıyla ve gerekse toplum yapısı itibarıyla, göç ve şehirleşmenin etkisinin olduğu son elli atmış yılı dışarıda bırakacak olursak yaşlılarını hiçbir dönemde toplumsal bir sorun olarak görmemişlerdir. Ancak Sanayi Devrimi sonrası esen değişim rüzgarları geçte olsa Türk (Türkiye) toplumunu ve Türk aile yapısını da etkilemiştir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ortalama ömrün uzaması ile yaşlı nüfusta belirgin bir artış görülmektedir. Ayrıca, sanayileşme ve şehirleşmeye bağlı olarak geniş aileden çekirdek aileye dönüşme sürecine girilmesi, kırsal bölgelerden kentsel bölgelere göç, kadının çalışma hayatına girmesi, geleneksel kültür ve değerlerdeki değişmeler yaşlının aile içindeki eski rolünü yitirmesine sebep olmakta ve yaşlı olmak prestij sağlayan bir öge olmaktan çıkmaktadır. Böylece günümüz Türkiye’sin-de de yaşlılık olgusu bir problem olarak görülmeye başlanmıştır. Bu problem daha çok yaşlıların bakım sigortası olarak görülen genç kuşakların şehre göç etmesi ile kırda kalan yaşlıların yalnızlık duygusuna kapılmaları, ekonomik zorluk içinde kalmaları, bakıma muhtaç duruma düşmeleri ve sağlık şartlarının yetersizliği biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Yaşlılık Sorunu ve Çözümü
Nasıl ki yaşlılık algısını ve sorununu ortaya koyarken toplumların sosyokültürel arka planına atıfta bulunmuşsak, yaşlılık sorununun çözümünü ararken de sosyokültürel arka plana bakmamız gerekir. Yukarıda da ifade edildiği gibi bireyci ve kamucu medeniyet tasavvuruna göre yaşlılar, üretmedikleri ve de tüketime ortak oldukları için yaşadıkları topluma birer yük olarak görülebilirler. Ancak bu anlayışa sahip olan toplumlar, bu anlayışlarını açık açık ifade etmek yerine dolaylı yoldan dillendirmektedirler. Bu bağlamda Avrupa komisyonu tarafından yapılan bir değerlendirmeye göre, yaşlı nüfusun çalışan nüfusa bağımlılık oranının giderek arttığı, 1995-2055 yılları arasında, İrlanda, Norveç, Belçika, Danimarka, Hollanda, Fransa, İtalya, Almanya, İspanya, İngiltere, Avusturya, İsveç ve Finlandiya’dan oluşan on üç Avrupa ülkesinde, 1995 yılında yaşlı nüfusun ortalama %20 olan çalışan nüfusa bağımlılık oranının 2055 yılında %59’a ulaşacağı ön görülmektedir. Yaşlıların değişik giderlerinin sosyal güvenlik sisteminde büyük açıklar oluşturacağı, ayrıca aktif çalışma dönemi olarak adlandırılan 15-64 yaş arasındaki nüfus grubunun nüfus piramidindeki yerinin daralması nedeniyle Avrupa ekonomisinin eksik istihdam sorunu ile de karşı karşıya kalacağı da öngörülmektedir (Danış, 2005:18). Ancak bütün bu duruma rağmen özellikle bazı batı Avrupa ülkelerinde sosyal güvenlik anlayışları gereği yaşlıların bakımına çok büyük harcamalar da yapmaktadırlar. Bu durum (sorun) karşısında çağdaş toplumlar ciddi endişe duymaktadırlar. Artık onlar için yaşlılar sorunu bir aile sorunu olmaktan çıkmış tamamen kronik bir toplumsal ve devlet sorunu hâlini almıştır. Diğerkâm yapıya sahip olan Türkiye ve Türkiye’ye benzeyen toplumlara gelince, yukarıda da değinildiği gibi bizim kültürümüzde yaşlılar çok saygın bir konuma sahiptirler. Asla bir yük olarak kabul edilmezler. Bizim kültürümüzde onlara “öf ” bile denilmemesi gerekir. Ancak yaşlılık da bir gerçekliktir. Bu açıdan bakıldığında yaşlılık konusu bizde hâlâ bir aile sorunu olarak görülür. Ancak görülmektedir ki yaşlılık diye ciddi bir sorun kapımızı çalmaktadır. Gelişmiş bazı ülkelerin, sanayileşmenin olumsuz etkileri ile yaşadıkları sıkıntıları henüz tamamen yaşamadan tedbirlerimizi almalıyız. Bugün itibarıyla Türk (Türkiye) toplumu siyasal yapısı ile genç bir cumhuriyete-devlete sahip olmasına rağmen, toplumsal ve kültürel yapısı itibarıyla tarihî derinlikleri olan bir toplumdur. Yaşlılık probleminin üstesinden gelebilecek bilgi birikimi ve dinamikleri mevcuttur. Yaşlılık sorunu biz de henüz bir aile sorunu olarak görüldüğüne ve diğerkâm medeniyet anlayışımızın izleri de henüz silinmediğine göre geleneksel dayanışmacı aile ve toplum yapımıza uygun yaşlılık sorununu aile içinde çözecek projeksiyonlar geliştirmeliyiz.
Yaşlılık ve Sosyal Hizmet İlişkisi
Yaşlılığın sosyal hizmet açısından iki boyutu vardır. Birincisi; yaşlılık konusu bir akademik disiplin olarak sosyal hizmetin önemli konularından birisidir. İkincisi ise yaşlılık konusu bir mesleki çalışma alanı olarak sosyal hizmetin doğal çalışma alanıdır. Ancak diğer bazı konularda olduğu gibi yaşlılık konusunda da bazı disiplinler ve meslekler arasında ve özellikle de mesleki uygulamalarda bazı sorunların varlığından söz edebiliriz. Bu sorunlara taraf olan meslek elemanlarından birisi de sosyal hizmet (sosyal çalışma) mesleğidir. Sosyal hizmet, diğer sosyal bilimler gibi konusu insan ve toplum olan bir disiplin ve bir meslektir. Akademik bir disiplin olarak pek çok bilim dalı ile ilişkilendirilebilir. Sosyal hizmet, bireyin ruh dünyası ve davranışlarını konu alması dolayısıyla psikolojinin, birey-birey ve birey-grup ilişkisini konu alması dolayısıyla sosyal psikolojinin ve grup, örgüt, toplumsal sorunlar ve toplumsal kurumları konu alması dolayısıyla da sosyolojinin kesişiminden oluşan disiplinler arası bir bilim dalı ve bir meslektir. Sosyal hizmet, sadece adı geçen bilimlerle alakalı olmayıp sağlık bilimleri, eğitim bilimleri, yönetim bilimleri, antropololji, ekonomi ve diğer bazı bilim dalları ile de yakından ilişkilidir. Sosyal hizmetin konusu insan ve toplum olduğuna göre, genel olarak insana ve topluma yönelik her faaliyet sosyal hizmet sayılabilir. Bu bağlamda sosyal hizmeti geniş anlamda sosyal hizmet ve dar anlamda sosyal hizmet diye ikiye ayırabiliriz. Geniş anlamda sosyal hizmet dediğimizde, insana ve topluma yönelik her faaliyet bir sosyal hizmettir. Örneğin adres soran herhangi bir insana yol göstermekten tutunda, zengin fakir herkese verilen vakıf hizmetlerine kadar uzatılabilir. Dar anlamda sosyal hizmet ise daha çok dezavantajlı kişi ve gruplara verilen hizmetler olarak ifade edilebilir. Örneğin engellilere, yaşlılara, yetimlere ve yoksullara verilen hizmetler gibi. Sosyal hizmeti ister dar anlamda, isterse geniş anlamda ele alalım, ele aldığı konular ve ilgilendiği sorunlar itibarıyla yaşlılık konusundan ayrı düşünülemez. Bu bakımdan hiçbir endişeye mahal vermeyecek şekilde yaşlılık olgusu söz konusu olunca hem akademik disiplin olarak hem de meslek olarak sosyal hizmet konunun içinde ve merkezindedir.