Güzel Sanatlar Dersi 7. Ünite Özet
Mimarlık
- Özet
Giriş
İnsan çevreyi yüzyıllarca yaptığı müdahale ile biçimlendirip kendi yaşamına uygun hâle getirirken bugün kendisini çevreden ayrı düşünemeyeceğini, geleneksel davranışların sağlıklı bir çevre yaratmak için yeterli olmadığının farkına varmıştır. Doğal ya da yapılaşmış çevre ile insan yaşamı arasındaki organik bağ fark edilince, insan kendisini daha büyük bir organizmanın parçası olarak görmüştür. Yerleşmiş herhangi bir toplumda yapılaşmış çevreyi geçmişten bu güne insanın müdahalesi ya da insan yapıcılığının en büyük anlatımı olan mimarlık ürünleri oluşturmaktadır. Çevreyle düşünüldüğünde herhangi bir yapı, tek başına olduğundan daha büyük bir önem kazanmakta ve bir büyük bütünün parçası hâline gelmektedir.
Mimarlık
Mimarlığa yönelik yazılı tanımların ya da açıklamaların ortaya çıkışı, insanın çevresini biçimlendirmeye başladığı yani mimarlığın var olduğu sürece karşı oldukça geç döneme tarihlenir. Mimarlığa yönelik ilk tanımlamalar daha çok mimarın ve mimarlık eyleminin nasıl olması gerektiğine vurgu yapsa da mimarlık, ünlü Romalı mimar ve mimarlık kuramcısı Vitruvius (M.Ö. 1. yüzyıl) tarafından yazılan ve Antik Çağ’dan günümüze ulaşan tek mimarlık metni olan De Architectura’dan itibaren tartışılagelmektedir. Tartışılmaktadır çünkü odağında zaman, mekân, sanat, estetik, bağlam, kültür gibi kavramların yer alması geçmişten günümüze farklı ilişkiler çerçevesi içinde mimarlığın somut olarak tanımlanmasını güçleştirmektedir. Mimarlık, dar anlamda “yapı tasarımı sanatı ve bilimi” ya da “yapıları ve fiziki çevreyi tasarlama sanatı ve bilimi” olarak tanımlanmaktadır. 2000 yıl öncesi mimarlığına ışık tutan De Architectura’da Marcus Vitruvius Pollio, bir tanım yapmak yerine mimarlığın taşıması gereken özelliklerini açıklamıştır. Vitruvius, başarılı bir mimarlık için kullanışlılık (utilitas), sağlamlık (firmitas) ve güzellik (venüstas) kavramlarını sıralamış, bir başka ifadeyle binaların kullanıma uygun olması, sağlam bir strüktürü olması ve güzel, estetik olması gerektiğine vurgu yapmıştır. Mimarlığın bu özellikleri Rönesans mimarlığında benzer bir şekilde kullanışlılık (comodita), süreklilik-kalıcılık (perpetuita) ve güzellik (bellezza) olarak benimsenmiştir. İngiliz yazar ve eleştirmen Sir Henry Wotton da “The Elements of Architecture” (1624) kitabında mimarlığı; Tüm diğer işlemsel sanatlarda olduğu gibi mimarlıkta da, amaç işlemi yönlendirmelidir. Amaç iyi yapı yapmaktır. iyi yapı yapmanın üç koşulu vardır: kullanışlılık, sağlamlık ve güzellik olarak yorumlamaktadır. Gotik mimarlığın öteki üsluplara karşı üstünlüğünü savunan ve bu üslubun canlanmasına öncülük eden 19. yüzyıl İngiliz eleştirmen ve denemeci John Ruskin, mimari bir yapının heykel tasarımından farklı, belli bir yer için tasarlanıp yapı prensipleri dikkate alınarak inşa edilmesi gerektiğini öne sürer. Amerikalı ünlü mimar, yazar ve eğitimci Frank Lloyd Wright’a (1867-1959) göre mimarlık, biçim hâline gelmiş yaşamdır. Mimarlık, ünlü Alman mimar Ludwing Mies van der Rohe (1886-1969) tarafından da ruhun gerçek savaş alanı olarak ve içinde bulunulan zamanın beklentilerinin, mekânsal olarak ortaya çıkışı olarak tanımlanmıştır. İsviçre asıllı Fransız mimar Le Corbusier (1887-1965) ise mimarın, yapının ayakta kalmasının sağlanması ve konfor koşulları gibi temel gereklilikleri yaratırken, kişiye mutluluk veren onu yönlendiren şiirsel gücü gösterdiğini söylemektedir. Amerikalı mimar Louis Kahn (1901-1974) mimarlığın değil, bir mimarlık ürününün var olabileceğini, mimarlık ürünü yaratan kişinin bunu hiçbir stil, teknik metot tanımayan mimarlık ruhuna atfedebileceğini söylerken mimarlığı ölçülemezin yakalanması olarak tanımlamaktadır. Günümüz mimarlığının önemli isimlerinden Steven Holl, mimarlıkta deneyselliğe dikkat çekerek, Mies’in tanımladığı gibi, mimarlığın yeni düşünce ve hayallere açık olması gerektiğini söylemektedir. Mimarlık; resim, heykel, edebiyat ve tiyatro gibi sanatlarla birlikte yüzyıllar boyunca güzel sanatlar içinde anılmasına karşın, bir sanat dalı olup olmadığına yönelik tartışmalar mimarlığın geçmişten beri güzel sanatlar içinde gösterilmesine koşut olarak sürmüştür. Sanatın sınıflandırılmasına yönelik görüşlerden bazıları mimarlığı sanat olarak benimsemelerine rağmen bazıları ise mimarlığın çok küçük bir bölümünün sanatla bir bağlantısı olabileceğine dikkat çekmiştir. Mimarlık, yalnızca bir ifade sanatı değil, aynı zamanda simgesel anlamı içeren, karşı görüşlere yol açan bir düşünme sanatıdır. Sınıflamada üzerinde en çok hemfikir olunan görüşlerden biri Mimarlık, Resim, Heykel, Müzik, Dans, Tiyatro ve Edebiyatı güzel sanatlar başlığında birleştiren yaklaşımdır. Bu sanat dallarına günümüzde Sinema ve Fotoğraf gibi yeni sanatların eklenmesiyle Güzel Sanatlar, insanın estetik beğenisi ve yaratıcı gücüyle ortaya koyduğu, bilim ve teknoloji ile zenginleştirdiği sanat ürünleri olan resim, heykel, mimari roman, tiyatro, sinema sesin, ışığın, rengin, oyun gücünün birleştiği büyük sahne olayları ve türlü tasarımlarla kendini yeniden var etmeye devam etmiştir. Mimarlığın sanatla olan ilişkisi yanında özel bir yapı eylemi olduğu açıktır. Tartışılageldiği dönemden beri mimarlık, insanın etkileşim içinde olduğu çevreye müdahalesiyle kendini var etmiştir. Mimarlık ürünleri de içinde ya da çevresinde yaşanılan, farklı gereksinimler çerçevesinde insanların eylemlerine ev sahipliği yapan yapı ve yapı gruplarından oluşur. Bir başka ifadeyle mimarlık, insanın çevreyle etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir dizi koşula yanıt olarak var olur, tasarlanır ve inşa edilir. Mimarlığın bir yapı eylemi olarak hayata geçirilişinde mimar bu görevi tüm yükümlülükleri ve sorumlulukları ile birlikte üstlenmesine karşın yalnızca mimarın yeteneği, çabası, emeği ve gücü ile bir mimarlık yapıtının gerçekleştirilmesi olanaksızdır. Mimarlık temelli bilgi alanı ve literatürü özellikle yüzyılın ikinci yarısından sonra dikkat çekici bir şekilde genişlemiştir. Birçok alanın üretimlerinin mimarlıkta kullanılma imkanları sorgulanmış, farklı tasarım alanlarından mühendislik bilimlerine, ekonomiden sosyokültürel çalışmalara kadar bütün bilgi alanlarının kapıları özellikle son yıllarda olabildiğince açılmıştır. Mimarlık tarihinde ise tarih, sanat tarihi, dil, edebiyat, antropoloji, psikoloji, sosyoloji ve coğrafya arasındaki yakın dönemli yakın ilişki gözlemlenebilir.
Mimarlık ve Mekân
Varoluşundan itibaren mimarlık ve onun konusu olan mekân, toplumsal gelişmelerden ve sosyoekonomik koşullardan en çabuk etkilenen kavram olmuştur. Hemen her dönemde yaşanan değişiklikler ve günlük yaşamın farklı boyutlar kazanması insanları farklı işlevlere sahip mekânlar yaratmaya zorlamıştır. Bu yüzden mekânların işlevleri zaman içinde değişse de toplumsal, kültürel ve teknolojik gelişmelere rağmen mekânı algılatma yöntemleri değişmeyen bir mekân dili olmuştur. Tarih boyunca özellikle felsefe, doğa bilimleri ve sosyal bilimler içinde tartışılagelen mekân , sanat ve mimarlığı tanımlayıcı temel kavramlardan biridir. Aralarında bazı ince ayrım farkları bulunmakla birlikte mekân kavramı bazı tanımlarda uzay, uzam ve yer sözcükleriyle de ifade edilmektedir. İnsan gereksinimleri kavramlarına temellenen çevresel tasarım teorilerinde gereksinim; insanların fizyolojik, toplumsal ve psikolojik açılardan rahatsızlık duymadan yaşamlarını sürdürebilmelerine yardımcı olan tüm çevresel ve sosyal koşullar olarak ifade edilmektedir. Mekânsal açıdan ise gereksinim, kullanıcıların eylem(ler)ini yerine getirebilmeleri için çevrenin sahip olması gerekli koşullarıdır. Mimarlıkta kullanıcı gereksinimleri yaygın olarak fiziksel ve psikolojiksosyal gereksinimler olarak iki ana başlıkta ifade edilmektedir. Fiziksel kullanıcı gereksinimlerinin başında mekân içinde kullanıcı, kullanıcı eylemleri ve eylemlerin yapılış biçimleri ile mekânsal büyüklüklerin belirlenmesine yönelik olan mekânsal gereksinimler gelmektedir. Kullanıcı gereksinimlerinden psikolojik ve sosyal kullanıcı gereksinimleri ise; mahremiyet gereksinimi, davranışsal gereksinimler, estetik gereksinimler ve sosyal gereksinimler olarak ayrışmaktadır. Mekânın işitsel, görsel, kişisel ve toplumsal gizliliğe uygun olması ile mekânsal ilişki düzeyinin mekândaki kullanıcılara yönelik düzenlenmesi mahremiyet gereksinimi, mekânı kullanan kişilerin eylemleri sırasında gereksinim duydukları ve genellikle sınırlarını kendilerinin belirledikleri, fiziksel ve bilişsel olarak hakim oldukları mesafeler ve alanlar davranışsal gereksinimler içinde ele alınmaktadır. Mimarlıkta bir yapının, yerçekimi, rüzgâr basıncı, toprak ve suyun itici gücü, deprem dalgaları vb. çeşitli konulara bağlı olarak meydana gelen sabit (statik) ve hareketli (dinamik) yüklere, değişik yönlerdeki kuvvetlere karşı şekil ve denge bozukluğuna uğramadan, yer değiştirmeden, sabit ve dengede kalarak karşı koyması için bir sisteme sahip olması gerekir. Bunu sağlayan yapının strüktürüdür. Yaygın olarak yapının taşıyıcı sistemini yani yük taşıyıcı bölümlerini ifade eden strüktür, yapının bütünün ve yapıyı oluşturan ögelerin her birinin sabitliğini gerçekleştirecek bir koşullar birliğidir. Bir mekânı, onu sınırlandıran elemanları üzerinden okumak mekânın çok boyutluluğunu anlamayı kolaylaştırır. Mekân, zemin ve tavan döşeme elemanları, kiriş gibi yatay elemanlar, duvarlar, kolon ve ayaklar gibi düşey elemanlarla tanımlanabilir. Şüphesiz bu elemanlar aynı zamanda taşıyıcı sistemi de oluşturduğu için yapının strüktürel elemanlarıdır.
Mimarlık ve Estetik
Mimarlıkta estetik ya da güzelliğin tanımlanması, insanlık tarihinin tüm evrelerinde önemli bir uğraş olarak dikkat çekmektedir. Antik Dönem’den bu yana felsefenin bir dalı olarak bilinen “Estetik” veya “Güzellik” bilimi, sanat felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisinin bir araştırma alanı olmasından dolayı mimarlıkla olan ilişkisi açısından günümüzde de üzerinde tartışılan ve doğası gereği güncelliğini koruyan bir alandır. İlk kez Alexander Baumgarten tarafından “duyusal bilginin bilimi” olarak tanımlanmış ve felsefe bilimi çerçevesinde incelenmiştir. Baumgarten, düşünsel bilginin doğruluğunun Mantık bilimi çerçevesinde araştırılmasına karşın; duyusal bilginin doğruluğunun da Estetik bilimi bağlamında araştırılabileceğini vurgulamıştır. Bu anlamda estetik, “güzel üzerine düşünme sanatı” olarak değerlendirilmiştir. Mimarlıkta estetikle ilişkili olarak bahsedilen uyumlu bütünlük genellikle oran ve ölçek ile birlikte anılır. Oran, bir yapının çeşitli parçalarının birbirleri ve yapının bütünü ile meydana getirdikleri uyumlu ölçü ilişkileri olarak ifade edilebilir. Bu nedenle bir oran sistemi, bir kompozisyonun parçaları arasında birbirine uygun ilişkiler seti kurarak; bir parçadan diğerine ya da bir bütünden parçalara geçişe izin veren, bütünlük, süreklilik, akıcılık etkisini güçlendiren, sabitleştirilmiş bir ilişkiyi açıklamaktadır. Algılanan tüm nesneler bir biçime sahiptir ve biçim, nesnelere ayırt edici özelliklerini veren maddi ögelerin kurgusudur. Biçim kavramı, bir kompozisyonda elemanların organizasyonu ve düzenlenmesi olarak da tanımlanabilir. Estetik görüntü ögelerinden biri olan doku, (tekstür), nesne ve varlıkların dış yapı özellikleri ve bunların objektif etkileridir. Yaygın bir tanımlamayla bir yüzeyde dokunma duyusuna hitap eden nitelikler ya da yüzeylerin dokunsal değerleri olarak da ifade edilir. Mimaride ise; mekânı, hacmi, biçimi, yüzeyleri örgütleyen malzemenin plastik görünüşüdür. İç’i sınırlayan dış yüzey örgüsüdür. Bu yüzden mimaride her malzeme yüzeylerde doku ile kendini görünür kılar. Doku her ne kadar mimarinin insan eliyle fiziksel olarak hissedilebilen ögelerini ifade etse de büyük ölçüde göz yoluyla doku etkisi yaratan optik dokular da vardır. Renk, bireyin göz ve beyin aracılığı ile kimliğine bağlı öznel değişkenlikte algıladığı ve yarattığı ışıksal duygudur. The Forms of Color isimli kitabında Karl Gerstner, biçim rengin bedeni, renk biçimin tinsel değeridir, vurgulamasıyla renkbiçim ilişkisinin çarpıcılığına dikkat çekmektedir. Mimarlıkta renk kullanımının geçmişi mağara resimlerinin yapıldığı Paleotik devirlere kadar gitmektedir. Doğru kullanıldığında renk, bir binanın karakterini ve gözlemcide uyandırması istenen duyguları ifade edebilir. Tek bir renk ya da belirli bir renk düzenini kullanarak bir yapının ana işlevi de yansıtılabilir. Buna karşın aynı yapının içinde binanın biçimini, bölümlerini ve diğer mimari ögelerini vurgulamakta daha geniş bir renk yelpazesinden yararlanılabilir. Bazı renkler bir nesneyi olduğundan daha hafif, diğerleri de olduğundan daha ağır gösterebilir. Kullanılan renge göre nesneler büyük ya da ufak, yakın ya da uzak, soğuk ya da sıcak da görünebilir. Bütün bu özellikler nedeniyle tasarımcılar son yıllarda izleyenlerin gözlerini uyarma ve ayartma çabalarında renk, süs ve dokunun zengin bileşimine yansıyan mimari ürünler vermişlerdir.