Akdeniz Uygarlıkları Sanatı Dersi 8. Ünite Özet
Akdeniz Dünyası Ve Modernizm
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
On yedinci yüzyılda okyanus ötesi denizciliğin gelişmesi ile önemini göreceli olarak kaybeden Akdeniz havzası, on dokuzuncu yüzyılda dünyadaki geçerli yeni durumlara göre tekrar Avrupa ve Amerika devletleri için güncellik kazanan yeni bir art alan oluşturmuştur. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Akdeniz bölgesi sanayileşmenin öncü olduğu Fransa ve İngiltere arasında açık pazar haline getirilmeğe çalışılırken, Osmanlı devletinin tarihi coğrafyası kapsamında Kuzey Afrika, Balkanlar ve Orta Doğu’daki kimi ülkeler bir yandan bu hâkim güçlerin siyasi etkisi altına girerken kimi ülkeler de İmparatorluktan koparak bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.
Ekonomi ve teknolojiye bağlı değişen yeni dünya düzeni deneyselliği ön plana çıkarıp geçmişi reddetmesiyle şimdi anlamına gelen modern sözcüğü ile tanımlanmaya başlamıştır. Modernleşmeyle beraber sadece deneysel düşünce, akılcılık, deneycilik, geleceğin programlanması ortaya çıkmamış, Avrupa sömürgeciliğin yayılmasıyla tüm dünyada modernleşme kavramı batılılaşma kavramıyla örtüşmüştür.
Modernleşmenin genel olarak on dokuzuncu yüzyıl ortasında başlayıp, dünya düzeninin yeniden değiştiği II. Dünya Savaş’ına kadar (1945) devam ettiği varsayılır. Sanayileşmenin akılcı ve ölçünlü mantığı, fabrika hayatının getirdiği sıkı ve tek düze sıradanlık insanları duygulara, coşkuya ve hayal gücünün fantezilerine itmiştir. Avrupalı edebiyatçılar, sanatçılar, mimarlar içinde yaşadıkları bu durumdan kaçmak için Kuzey ve Doğu Akdeniz’deki Osmanlı tarihi coğrafyasına sığınmışlardır.
Kökten değişikliklerin görüldüğü modern dönemde ise kentleşme olgusu, kentlerde gelişen yeni orta sınıf kent soylu ve bu sınıfın değişen günlük yaşam biçimi, on dokuzuncu yüzyıl ortasından sonra kendini sanatsal olarak ifade edebilme olanağı bulmuştur. Bu dönem içerisinde zengin bir kültürel ortamın ve sanatsal etkinliklerin gerçekleştiği ve sadece Akdeniz bölgesinin değil tüm dünya sanat tarihini etkileyecek yer, Fransa’nın başkenti Paris olmuştur.
Fransız sanatçılar kadar, Avrupa’dan, Rusya’dan, Amerika’dan ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen düşünürler, sanatçılar, edebiyatçılar ve müzisyenler Paris’te buluşmuşlar; yeni sanatsal akımların ortaya çıkmasında etkin bir rol oynamışlar veya bu akımların kendi ülkelerinde yaygınlaşmasında aracı olmuşlardır.
Akdeniz Dünyasının Yeniden Düzenlenmesi
Rönesans döneminden sonra Aydınlanma düşüncesi ile gelişerek on dokuzuncu yüzyılda düşünce ve zihniyet dünyasına hâkim olan yenicilik ( modernite ) anlayışı sadece sanatta ve edebiyatta değil, ekonomi ve siyasetin yanı sıra bilim dünyasında, sosyal yaşamda ve güncel değerlerde de yenilikler getirmişti. Yeniden keşfedilen olgular ise sanata yansıdı. Akdeniz’e geri dönüşün ise çeşitli nedenleri vardı.
Siyaset ve sömürgecilik: Napolyon, 1789-1801 yılları arasında, Akdeniz bölgesinde Fransız askeri ve siyasi gücünü hâkim kılmak istedi. Fransa 1830’lardan sonra Kuzey Afrika’da yani Akdeniz’in güney kıyılarında Cezayir, Tunus ve Fas bölgesinde sömürgelerini oluşturdu. Diğer Akdeniz ülkeleri arasında yayılmacı anlayışı ile İspanya ve Portekiz de okyanus ötesi sömürgeleri ile meşguldü. İtalya’da ise Napolyon’un seferlerinden sonra Venedik gibi Akdeniz ticaretine yüzyıllardır hâkim olan birçok şehir devletin varlığı sona ermiş ve İtalya 1861 yılında ilk kez birleşik bir devlet haline gelmişti. Böylece uzun zamandır Osmanlı etki alanında bulunan Akdeniz dünyasında, başka bir Akdeniz ülkesi yani Fransa, siyasi ekonomik ve kültürel ağırlığını koymaya başlamıştı.
Ekonomi ve ticaret: Bu siyasi ve askeri hareketler Akdeniz dünyasında değişik siyasi dengelerin ortaya çıkmasına ve denizden ulaşım yollarının canlanmasına neden oldu. Deniz yollarındaki canlanma sömürgeciliğe bağlı olarak ekonomi ve ticaret yollarının da güvencesini oluşturdu; deniz yolları yetmedi demir yolları kuruldu ve ticaretteki bu hareketlilik Akdeniz dünyasının yeniden dünya ekonomisine eklenmesine olanak sağladı. Avrupa’da başlayan modernleşme özelliklerini Osmanlı coğrafyasına taşıyan Levantenler, kentlerdeki modern yaşamın da öncüsü oldu. Fransa ve Paris kenti ise sosyal ve kültürel öncülüğü ile bu kozmopolit yaşam biçiminin kaynağını oluşturdu. Ülkelerine döndükten sonra yaptıkları resimler, inşa ettikleri binalar, gezip gördükleri Osmanlı tarihi coğrafyasını yansıtmaktaydı.
Oryantalizm: Teknolojisi gelişmiş ve toplumsal hakları demokratik yöntemlerle ön plana çıkmış bir Batı uygarlığının karşısında yüzyıllardır hiç değişmemiş gibi anlatılan bu Doğu dünyasını betimlemek Avrupalı’ya kendisinin ne kadar farklı ve gelişmiş olduğunu vurgulamaktaydı. Oryantalist resim geleneğinde Doğu olarak tanımlanan bölgeler Kuzey Afrika, Orta-Doğu ve İstanbul’du. Bu bölgedeki yaşama biçimi, özellikle toplumda görüntülemesi zor olan kadınların yaşamı, giyimi çok ilgi çekmekteydi. Yağlıboya tablolarda, desenlerde, gravürlerde, sulu boya resimlerde erkeklerin mutluluğu için var olan bu kadınları uzanıp dinlenirken, hamamda veya dans ederken görmekteyiz.
Uzak ve bilinmeyen bir coğrafi bölge olarak ele alınan Doğuda özellikle çöl manzaraları, bedeviler, bedevilerle yapılan savaşlar ise farklı bir konuyu oluşturmaktaydı. Daha sonraları sosyal yaşam içinde at yarışlarının önem kazanması birçok Avrupalı zengini at yetiştirmeğe yönlendirdi. Dolayısıyla oryantalist resmin diğer yaygın konusunu ise Arap atları oluşturdu.
Mimari: Oryantalizm, mimari yapıtlarda da kullanılan bir özellik oluşturmaktadır. Arap ülkelerinde görülen çift renkli taş işçiliğinin kullanımı, at nalı kemerler, yüzeyde boş yer bırakmadan kullanılan bezemeler, İslâm sanatında çok görülen geometrik kompozisyonlar ve şematize edilmiş bitkisel motifler Avrupa ve Amerika’da birçok yapıda görülür. İngiliz mimar ve tasarımcı Owen Jones’un (1809-1874) araştırmaları ve yayınları mimaride oryantalist üslûbu başlatmıştır. Mimarlığı yanı sıra tasarımcı da olan Owen Jones, on dokuzuncu yüzyılda görülen bezeme özelliklerinden herkesin yararlanabilmesi için Süslemenin Grameri isimli bir kitap yayınlamıştır.
Oryantalist mimari üslûbun Avrupa’da yayılmasının bir diğer nedeni ise Dünya Sanayi Fuar ’ları olmuştur. Londra, Paris, Torino gibi kentlerde 18.yüzyıl ortasında itibaren düzenlenmeğe başlayan bu fuarlar, ülkelerin kültürleri ve ürettikleri sanayi ürünlerini tanıttıkları yerler olmuştur. Oryantalist mimari özellikler yeni bir üslûp olarak Sultan Abdülaziz döneminde İstanbul’a da gelmiş ve ilk örneklerini Beylerbeyi Sarayı’nda vermiştir.
Bilimsel araştırmalar: Akdeniz bölgesinin yeniden keşfinde insan olgusu kadar modern bilimin yöntemleri de kullanılıyordu. Bunun en kapsamlı örneği Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgali sırasında yanında götürdüğü bilim insanlarının çalışmalarından oluşmaktaydı.
Arkeoloji-Sanat Tarihi-Müzecilik : Kültürel kökenlerini antik Yunan ve Roma uygarlığında aramaya başlayan Avrupa, arkeolojik kalıntıları incelemeye ve buralardan önemli parçaları ülkelerindeki müzelerine taşımaya başladı. Siyasi ve ekonomik alanlarda olduğu gibi Fransa ve İngiltere bu alanda da rekabet halindeydi. Londra’da British Museum ve Paris’teki Louvre Müzesi antik dönem eserlerini getirtebilmek için her türlü yolu kullanıyordu. Böylece Yunanistan, Mısır, Suriye ve Anadolu’dan götürülen Mısır, Yunan ve Roma dönemi eserleri bu müzelerde dünyadaki en büyük koleksiyonları oluşturmaya başladı. Eski eserlere verilen önem ve eski eserlerin toplanması müzelerin ve müzecilik çalışmalarının zenginleşmesini sağladı. Eserlerin incelenmesi, tarihlendirilmesi, sanatsal değerinin belirlenmesi ise Avrupa’da Sanat Tarihi alanının gelişmesine neden oldu. Osmanlı İmparatorluğu tarihi coğrafyasında bulunan bölgeler Avrupa müzelerine en çok malzeme sağlayan bölgelerdi. Bu nedenle 1873 yılında çıkarılan Asar-ı Atika Nizamnamesi ile eski eserlerin serbestçe yurt dışına çıkarılması engellendi.
Kentleşme ve kent planlaması: Modernite anlayışının getirdiği bir diğer değişiklik ise kentlerin sağlıklaştırılması ve yeniden inşa edilmeleri olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu da 1848 yılında Ebniye Nizamnamesi (yapı tüzüğü), 1864 yılında Turuk ve Ebniye Nizamnamesi (yol ve bina tüzüğü), 1882 yılında Ebniye Kanunu (yapı kanunu) çıkarmış ve İmparatorluğun büyük kentlerinde bu yasalar uygulanmıştır. Ayrıca modernleşmenin Osmanlı’daki yansıması olan Tanzimat Dönemi’yle de kentlerde yeni ve modern idari merkezler oluşmuş, büyük bulvarlar açılmış, park ve bahçe düzenlemelerine önem verilmiş, kentlerin gelişmesini engelleyici gören kimi Tanzimat Paşaları da kentlerin etrafındaki eski surları yıktırmışlardır. Sanayileşme kentlerdeki nüfusun artmasına neden olmuştu. Yeni ortaya çıkan modernleşme de kentlerde yeni tür bir kent soylunun (burjuva ) ortaya çıkmasına neden oldu. Bu yeni sınıfın yaşam biçimi de kentlerin yeniden biçimlenmesine, sanat ve kültürün bu yeni sınıfın istekleri doğrultusunda gelişmesini sağladı.
Modern Sanat ve Modernizm
Modern sanatın başlangıcını izlenimci ressamlar oluşturur. Fransa’da o döneme kadar hâkim olan sanat anlayışı 1816 tarihinde yeniden kurulmuş olan ve sanatsal etkinlikleri yönlendiren Akademi nin tekelindeydi. Ressam Jacques - Louis David akademik resmin en önemli temsilcisiydi. Akademik resim anlayışını kabul etmeyen başka ressamlar da bulunmaktaydı. Bu ressamlar geçmişi değil içinde yaşadıkları olayları anlatan, günlük yaşamdan görüntüler veren, her gün sokakta karşılaştıkları insanları betimleyen tablolar yapmaktaydı. Akademik resim geleneğini ve geçmiş üslûpları reddeden bu ressamlar içinde yaşadıkları dönemi gösterdikleri, tablolarında yeni konulara ve görsel ifade biçimlerine başvurdukları için yaptıkları resim türüne modern resim ve modern sanat denildi.
İzlenimcilik : İzlenimcilik adı dönemin resim eleştirmenlerinden Louis Leroy’un, Claude Monet'in İzlenim, Şafak isimli tablosunu gördükten sonra bunun bitmemiş bir tablo gibi göründüğünü söylemesi üzerine ortaya çıkmıştır. Akademik resim geleneğinden çok farklı olarak bu resimlerde betimlenen sahneler modeller üzerinden değil fakat gerçek gözlemler üzerinden kurgulanmaktaydı. Gerçek ise şartlara ve bireyin algısına göre değişebilmektedir. Resimlerin konuları ise eskiye oranla çok çeşitlenmiştir. En çok görülen yeni oluşan orta sınıf kentsoylunun Paris ve çevresindeki yeni yaşama biçimini gösteren tablolardır. Modern sanatının yeni estetik anlayışı ise Fransız şair Charles Baudelaire tarafından tanımlanır. Resim sergilerini ve Salon’ları gezerek eleştiriler yazan Baudlaire modern yaşamın ressamı olarak Constantin Guys’i gösterir. Diğer bir konu ise gelişen teknolojilerin kent yaşamındaki yerini gösteren tren garları ve buharlı lokomotiflerdir.
İzlenimci resim tekniklerini etkileyen diğer bir yenilik ise fotoğraf makinesinin sağladığı olanaklardı. Paris'te Louis Daguerre'in 1839 yılında ürettiği fotoğraf makinası ve Daguerreotype fotoğraf çekme yöntemi hızla bir modaya dönüştü. Fotoğraf tekniğinin sağladığı kimi yeni görme biçimleri İzlenimci resim üslûbunu da etkilemiştir.
Modern Sanatının Akdeniz Çevresine Yayılması
Modern sanatın merkezi olan Paris diğer ülkelerden sanatçıların da gelip yerleştiği bir çekim merkeziydi. Académie Julian 1868 yılında kurulmuş bu tür bir okuldu. Güzel Sanatlar Akademisi’nden bir diğer farkı da kız öğrencilerin bu okula devam edebilmesiydi. Osmanlı Modernleşme veya Yenilenme Dönemi olarak da tanımlanan bu dönem Sarayın önderliğinde yürütülürken, Kahire’de Mehmet Ali Paşa ile başlayan Hıdivlik dönemi de Avrupa ile ilişkilerde bölgesel olarak öncülük taşımaktaydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda resim sanatına 19. yüzyıl ortalarından sonra önem vermeğe başlanır. O zamana kadar Osmanlı dünyasında minyatür tarzı resim geleneği hâkimdi. Kitapta anlatılan olayları, hikâyeleri resmeden minyatür türü küçük resimler, kitap sayfalarında farklı boyutlarda yer alırdı. On sekizinci yüzyıl sonuna doğru konutlarda ve saraylarda büyük boyutlu duvar resimleri yapılmağa başlandı. Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz’in batı tarzı resim sanatına gösterdikleri ilgi, Sultan Abdülaziz’in kendisinin de ressam olması, Osmanlı sarayına birçok yabancı ressamın gelip çalışmasında etkin olmuştu. Sultanların Avrupa tarzı sanat anlayışına resim gibi müzik de dâhildi. Klasik batı müziği formlarına göre örneğin vals veya rondo gibi beste yapmışlardır.
İstanbul’da ve Beyrut’ta açılan Askeri Mühendislik okullarında resim dalında yetenekli olan kimi öğrenciler Paris’e eğitim için gönderildiler. Paris’e başka alanlarda da eğitim için gönderilen öğrencilerin toplu olarak eğitim almaları için Mekteb-i Osmanî isimli bir okul kuruldu. Ayrıca Osman Hamdi Bey öncülüğünde 1883 yılında İstanbul’da Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şâhâne (Güzel Sanatlar Akademisi) kurulmuştu.
Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile 1914 yılında geri dönen bu ressamlara 1914 Kuşağı Sanatçıları da denmektedir. Eğitim aldıkları Paris’te artık izlenimcilik üslûbunun yerine konstruktif kübizm gibi çok farklı üslûpta eserler verilse de 1914 Kuşağı Paris’ten İstanbul’a bu üslûbu taşımış ve kendine göre bu üslûbu akademik bir yaklaşımla uygulamışlardır.
Görme Biçimlerinin Değişmesi
Modern anlayışla beraber geçmiş değerlerin yenidünya düzeni içinde geçerliliklerini yitirmesi, modern düşüncenin önderliğinde insanın geleceğine hâkim olabileceği inancı, toplumların geleceklerini programlayabilmesi gibi özellikler ve güncel olanın üstünlüğü, gerçeklik kavramının önceki dönemlere göre farklı algılanmasına neden oldu.
İzlenimcilik sonrası : İzlenimci ressamlar arasında Paul Cezanne’ın resimlerinde ise görsel dilin farklılaşmağa başladığı görülür. İzlenimci ressamların küçük fırça darbeleri Cezanne’da parçalı yüzeylere dönüşür. Bu nedenle Gaugin ve Van Gogh’la beraber İzlenimci sonrası ressamlar arasında yer alır. Böylece on dördüncü yüzyılda İtalyan ressam Giotto’nun duvar resimlerinde başlayan iki boyutlu kütlesel görünümlerin kırılarak üç boyutlu hacimsel görünümlere dönüşmesi nasıl resim sanatını etkileyip Rönesans Dönemi resim üslûbunu oluşturacaksa, Cezanne’nın yaptıkları da bu üç boyutluluğu tekrar iki boyutluluğa çevirecektir.
Akdeniz coğrafyası ve bu coğrafyadaki uygarlıkların yarattığı efsanevi imgelem dünyası her dönemde olduğu gibi modern sanatçıya da esin kaynağı olmaya devam etmiştir. Bu sanatçılardan biri de Katalan doğumlu mimar ve tasarımcı Antoni Gaudi’dir. Cezanne’dan çok etkilenmiş olan bir diğer ressam Henri Matisse, Fransa’nın İspanya sınırına yakın Collioure köyünde yaz aylarını geçirirken, Akdeniz güneşinin renkleri yakıcı bir parlaklıkla göstermesi ressamı çok etkilemiştir. Matisse ayrıca Cezanne’da görülmeye başlayan resimdeki iki boyutlu anlatımı da geliştirdi. Matisse’in bu anlayışında yine Akdeniz dünyası görülebilir.
Kubizm : Cezanne’ın nesnelerin kütlelerini kırmaya başlaması yirminci yüzyıl başında İspanyol asıllı Pablo Picasso ve Fransız George Braque’ı da etkilemiştir. Yirminci yüzyıl başında Rönesans resim geleneğini kökünden değiştiren akım ise Kübizm olmuştur. Kübizm görecelik kavramını ve daha önceki dönemlerde ortaya çıkan görme biçimlerindeki farklılaşmaları yeni bir aşamaya getirir. Bir nesneye insanlar farklı zamanlarda ve farklı açılardan bakabilir: önden, yandan, arkadan, üsten vb... bu farklı bakış açıları nesnenin ana varlığını değiştirmez, ancak tüm bu farklılıkları benliğinde toplar. Görme biçimini kökünden değiştiren bir akım olduğu için alışılması ve yaygınlaşması zaman alan Kübizm kendi içinde Analitik Kübizm (1910–1912) ve Sentetik Kübizm olmak üzere iki döneme ayrılır. Kübizm 1920’lerden sonra gelişecek olan Dadaizm, Gerçeküstücülük, Soyutlama, Fütürizm gibi diğer sanat akımlarının da öncüsü oldu.
Fütürizm (Gelecekçilik): İtalyan şair ve editör Filippo Tommaso Marinetti’nin Paris’te yayınlanan Le Figaro gazetesinde 20 Şubat 1909 günü yayınladığı bir manifesto ile başladı. Böylece ilk kez bir sanat eleştirmeninin tanımlaması ile değil ama edebiyat ve güzel sanatlar alanında bir grubun sanatsal etkinlikleri ile yapmak istediklerini herkese ilan etmesiyle bir akım tanımlanmış oldu. Fütürist Manifestonun maddeleri oldukça iddialı söylemlerle doluydu. Fütürizmle başlayan akımlar sanatla yaşam arasında bir bağlantı kurmaya çalışmakta aynı zamanda da sanatın kuramsallaşmasına karşı çıkmaktaydı. Bu sanatsal grubun yeni bir özelliği de sanatın her alanında söylemlerini gerçekleştirmek istemeleriydi: Resim, heykel, seramik, grafik tasarım, endüstri tasarımı, iç mekân tasarımı, tiyatro, moda, film, tekstil, edebiyat, müzik ve mimari gibi. Öte yandan politik bir söylem içinde olan Fütüristler İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Mussolini faşizmini de desteklediler.
Dadaizm : Modern sanatın oluşumunda önemli bir yeri olan ve çağdaş sanatın öncülüğünü yapan diğer bir Fransız sanatçı ise Marcel Duchamp’dır. 1914–1918 arasında devam eden Birinci Dünya Savaşı Avrupa kıtasında birçok değişikliklere neden olduğu gibi çok insan da öldü. Bu durum teknolojiye, gelişmeye ve insana verilen önemi sarstı. Dadaist akım işte bu hayal kırıklıkları üzerine kuruldu. Dadaist yapıtlar toplumdaki entelektüel hoşgörüsüzlük ve sanat anlayışında var olan katılığa karşı çıkan bir protesto niteliğindeydi.
Dadaist manifestoyu Romen asıllı bir şair olan Tristan Tzara kaleme aldı. Onun aracılığıyla Paris’te bulunan Guillaume Apollinaire, André Breton, Max Jacob gibi edebiyatçılar da bu akıma katılmaktaydı. Görsel sanatlar alanında eser veren Marcel Duchamp, Picabia gibi sanatçılar da daha çok Amerika’da eser vermekteydi. Dadaist yaklaşım, Paris’te resim eğitimi alıp Türkiye’ye dönen bir grup sanatçıyı da etkilemişti. 1933’te D grubunu kuran ressam Nurullah Berk, Abidin Dino, Zeki Faik İzer, Elif Naci, Cemal Tollu ve heykeltıraş Zühtü Müridoğlu Dadaist tavırdan etkilenerek grubun adını D grubu koymuşlardır.
Gerçeküstücülük: İnsanın birey olarak kendi iç dünyası ve bu iç dünyayı oluşturan farklı bilinç katmanları da özellikle Sigmund Freud tarafından ortaya kondu. Freud’un araştırmaları ve kullandığı psikanaliz yöntemi, bireyin gördüğü rüyaları, insanların söyledikleri kadar sakladıkları veya farkında olmadıkları gizli ruhsal durumlarını da açığa çıkartmak için kullanıldı. Rüyaların insanların bilinçaltını yansıttığı varsayımıyla gerçeküstü anlayış edebiyat ve sanatta da yeni bir akımın oluşmasına neden oldu. Gerçeküstücülük edebiyat akımları yanı sıra artık gelişmiş olan fotoğraf ve sinema sanatında da görülür.