Radyo ve Televizyon Yayıncılığı Dersi 1. Ünite Özet
Radyo Ve Televizyon Yayıncılığının Toplumsal Tarihi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
İcatlar toplumlar için önemlidir. Bununla birlikte icatlar ilk çıktıkları gibi toplumu etkilemede aynı güce sahip olmayabilir. İcatlar; gelişir değişir ve olgunlaşır fakat toplumun beklentilerine de cevap vermediği ve yerine daha iyi ürün çıktığı zaman tarihteki yerini alır.
Radyo ortaya çıktığında, toplumu nasıl etkileyeceği bilinmiyordu ve gidişatının nasıl olacağını önceden söylemek zordu. Televizyonun toplumsal hayatta yer almasıyla birlikte radyonun televizyonla aynı kulvarda olamayacağı ve varlığını sürdürebilmesi için de yeni stratejilere ihtiyacı oldu ortaya çıkmış oldu.
Televizyon, radyodan devraldığı en etkili kitle iletişim aracı olma özelliğini, günümüzde hala televizyon yayının olduğu her ülkede devam ettirmektedir. Bunun yanı sıra televizyon, hem ulusal sınırları ortadan kaldırdı hem de global gündemin üreticisi ve aktarıcısı haline geldi.
Radyonun İcadı
Sanayi devrimiyle birlikte hem teknik hem de toplumsal yaşamda ciddi dönüşümler olmuş; buhar gücü sayesinde ulaşım hızlanmıştır. İletişim alanında da değişimler meydana gelmiş, telli telgraf ve telefon sayesinde karasal alanlarda uzak mesafeler arasında haberleşmek mümkün hale gelmiştir.
Zengin bir İtalyan iş adamının oğlu olan Marconi, bir fizik laboratuvarı kurarak Hertz’in geliştirmiş olduğu radyo dalgalarını, bu laboratuvarda daha uzaklara nasıl iletebileceğini araştırmaktadır. Bununla birlikte o dönemde denizlerde iletişimde sıkıntı vardır. Marconi, verdiği uğraşlar neticesinde; İngiltere sahillerinden Kanada sahillerine radyo dalgalarını iletmeyi başarır. Marconi, bunu gerçekleştirmek için Mors alfabesini kullanmış ve artık okyanuslarda haberleşmek mümkün hale gelmiştir.
Telefonun ses iletimini gerçekleştirmesi Marconi’yi sesin radyo dalgalarıyla iletimi üzerine çalışmaya sevk eder. Edison’un laboratuvarında da çalışmış olan Kanadalı mühendis Reginald Fessenden ve İsveçli mühendis Alexanderson alternatörü yaparak sesi radyo dalgalarıyla iletmeyi başarır. Eyfel kulesinden radyo yayını yapan Lee De Frost sesi ilk yayınlayan kişi olarak tanıtılmaktadır. Günümüzde kullanılan radyo tekniği 1906 yılında gerçekleştiği tartışmasızdır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Radyo Yayıncılığının Gelişimi
Frank Konrad Amerika Birleşik Devletleri’nde Westinghouse şirketinde çalışan ve radyo ile yakından ilgilenen bir elektrik mühendisidir. Konrad, evinin garajında kurduğu radyo vericisiyle çevreye yayın yapmaktadır. Konrad, aile fertleriyle konuşmalarını, birlikte söyledikleri şarkıları vb. yayınlamaktadır.
Konrad, yaptığı yayınların kimlere ulaştığını merak eder ve yayını dinleyebilenlerden görüş belirtmelerini ister. Konrad’a gelen görüşlerde istekler de vardır ve bu istekler doğrultusunda Konrad, edindiği haberleri okur ve gramafondan şarkılar çalar. Bununla birlikte bir plakçıyla yayın sırasında arada bir plakçının dükkanının ismini söylemesi karşılığında; plaklar alır. Böylece dinleyiciler radyoda reklam ile tanışmış olurlar.
Westinghouse şirketi, ilk olarak yayın yapmaya başlamış; takip eden süreçte birçok şirket de bu şirketi takip etmiştir. Bununla birlikte teknik problemler ortaya çıkmış; pek çok radyo istasyonu kendi aralarında bu problemi çözmek adına Federal Radyo Komisyonu’nu kurmuştur. Kurulan komisyon problemlere cevap vermemiş ve bunun üzerine Federal iletişim Komisyonu kurulmuştur. 1934 yılında ise; radyo yayınları, bu komisyon tarafından düzenlenir hale gelmiştir.
Avrupa’da Radyo Yayıncılığının Gelişimi
Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya gibi gelişmiş Avrupa ülkelerinde radyo yayıncılığı Amerika Birleşik Devletlerinde olduğundan biraz farklı gelişmiştir. Bunda en önemli etken söz konusu ülkelerde eski ve güçlü bir devlet geleneğinin bulunmasıdır. Bununla birlikte ticari anlamda tekelleşme İngiliz hükümetinin istemiyle oluşmuş ve hükümet radyo üreticilerinin posta bakanlığından ayrı ayrı yayın lisansı taleplerini reddetmiştir. Bu reddedişin arka planında İngiliz hükümetinin bazı beklenti ve endişeleri bulunmaktadır.
Girişimci şirketler, ortaklık yoluna giderek BBC radyo şirketini kurmuşlardır. Bununla birlikte şirket, posta bakanlığının verdiği yayın lisansı ile çalışacaktı. Radyonun yayınlayacağı haberler belli haber ajanslarından alınacak, radyo üreticileri sattıkları her radyo alıcısına karşılık bu şirkete pay ödeyeceklerdi. Buna karşılık radyoda reklam yayınlanmayacaktı. Radyoların yayın süresi, dalga uzunluğu ve teknik olarak işletmeleri posta bakanlığının izin ve gözetiminde olacaktı.
BBC kurulduktan bir süre sonra etkileri ve potansiyeli fark edilmiş ve bir tekel olarak özel bir işletmenin elinde bırakılması tartışılmaya başlanmıştır. Bunun üzerine hükümet tarafından kurulan komisyon bir rapor hazırlayarak; toplumsal yaşam üzerinde bu kadar etkili olan radyonun devlet denetiminde olması gerektiği vurgulanmıştır.
Almanya’da radyo yayıncılığı Reich Postası aracılığıyla federal devletlerde radyo şirketleri kurulması şeklinde başlamıştır. Radyo yayıncılığının bir kamu otoritesi altında kurumlaştırılıp yürütüldüğü Almanya’da iktidar›n radyo yayıncılığına müdahalesi, Naziler döneminde daha katı olmuştur. Bu dönemde Almanya’da üretilen radyo alıcıları yalnız Alman istasyonlarını alabilecek biçimde üretilmiş, yabancı istasyonların dinlenmesini suç sayan yasal düzenlemeler yapılmıştır.
Fransa’da radyo yayıncılığı özel ve kamusal girişim serbestisiyle başlamış ancak; ikinci dünya savaşında, Fransa’nın Almanlar tarafından işgal edilmesinden sonra, özel yayıncılık sonlandırılarak devlet tekeline geçilmiştir.
1982 yılına kadar kamusal yayıncılık biçiminde sürdürülen sistem özel girişime izin verilmesiyle yeniden ikili sisteme dönmüştür.
İtalya’da, özel bir şirketin devletten aldığı imtiyazla başlayan radyo yayıncılığı, kısa bir süre sonra, faşist Mussolini iktidarında devlet yayıncılığına dönüştürülmüş, 1974 yılına kadar kamu tekeli olarak varlığını sürdürmüştür. Sosyalist yönetimlerin bulunduğu ülkelerde ise radyo başlangıçtan itibaren devletin kontrolünde yapılandırılmıştır.
İkinci Dünya Savaşı ve Sonrasında Radyo Yayıncılığı
İkinci Dünya Savaşı ile birlikte radyo, etkin bir şekilde propaganda aracı olarak kullanılmaya başlandı. Bununla birlikte radyo Almanya’nın Polonya’yı işgaline gerekçe gösterilmek adına kullanılmış; diğer ülkeler de radyonun bu gücünü görüp radyoyu benzer şekilde kullanmaya başlamıştır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında radyo, televizyonun yayınlarının gelişmesiyle beraber eski gücünü ciddi bir şeklide kaybetmeye başlasa da radyo teknolojisinde yaşanan gelişmeler radyonun tekrardan toparlanmasını sağlamıştır. John Barden, Walter Brattain ve William Schockley’in 1948 yılında icat ettikleri transistör sayesinde radyo alıcılarının boyutu küçülmüş, bu durum radyo kullanımının bireyselleşmesini sağlamıştır.
1960’lı Yıllar ve Radyo Yayıncılığında Yeni Arayışlar
Televizyonun toplumsal hayatta yaygınlaşmasıyla birlikte 1960’lı yıllarla birlikte beraber radyo yayıncılığının yapısında da önemli değişimler olmuştur. Transistörün icadı, sadece radyonun boyutunda değil; kullanımında da değişiklikler yaratmıştır. Radyo bir bakıma kişiselleşmiş ve radyo yayınları da çeşitlenerek daha fazla seçenek sunmaya başlamıştır.
Bu gelişmeler karşısında radyo yayınları bir yandan özgün konulara ve içeriklere bir yandan da yerelleşmeye yöneldiler. Ayraca yayın teknolojisinin giderek gelişmesi yayın donanımının ucuzlamasına yol açmıştır Böylece toplumun farklı kesimlerine ait insanlar ya da kurumlar yayın yapabilir hale gelmiş ve içeriklerin daha da çeşitlenmesinin yolu açılmıştır.
Önce siyasi otoriteye muhalif radyolar ortaya çıktı. Bu radyolar korsan radyolar olarak tanımlandılar. Yıllar sonra yasal yay›n haklarını elde ettiklerinde “özgür radyolar” adını aldılar. Özgür radyoların atası 1960 yılında Hollanda kıyılarından biraz açıkta Flamanca yayına başlayan “Radyo Veronica”dır.
Televizyonun İcadı ve Kitle İletişiminde Yeni Bir Dönem
Televizyonun icadında, radyoda olduğu gibi, pek çok bilim insanının katkısı vardır; ancak; televizyon tekniğiyle görüntü aktarmayı tam anlamıyla başaran ilk kişi olarak, tarih kayıtlarına düşülen isim, İskoç bilim adamı John Baird olmuştur. Baird’in 1924 yılında teknik olarak gerçekleştirdiği televizyon yayınları, 1936 yılında Londra’da Alexander Palace’da, 1939 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde New York Dünya Fuarı’nda yapılan yayınlarla insanların hizmetine sunulmuştur.
Almanlar da 1936 senesinde düzenlenen Berlin Olimpiyatları sırasında televizyonlar tanışmış, beş altı şehirde halka açık olan yerlerde kurulan televizyonlardan olimpiyatları seyredenlerin sayısı yüz altmış bin olmuştur.
ABD’de 1954 yılında, İngiltere ve SSCB’de 1967 yılında televizyonda renkli yayına geçilmiştir. ABD’nde radyolink hatlarıyla yapılan karasal yayınların dağlık alanlarda iyi alınamaması yeni bir yayıncılık türünün geliştirilmesine yol açmıştır. Anılan sorundan dolayı televizyon alıcılarını satmakta sorun yaşayan bir televizyon satıcıları 1949 yılında yüksek bir anten kurarak buradan kablo ile yayın dağıtım yapmışlardır.
1965 yılı ise yayıncılık tekniğinde bir başka dönüm noktası olmuştur. ABD tarafından uzaya fırlatılan Early Bird adlı uydu, televizyon yayıncılığını kıtalar arası hale getirmiştir. Bununla birlikte 1996 yılında Philips şirketi ve Microsoft işbirliğiyle üretilen, online etkileşimli WEB TV’dir. Web TV, interneti geleneksel televizyon ile birleştirmiştir. Bu teknoloji günümüzde GSM (global system for mobile communication) telefon hizmetine eklenmiş ve kullanıma sokulmuştur.
Radyo ve Televizyon Yayıncılığının Karakteristik Özellikleri
Sanallık: Radyo ve televizyonun sunduğu içerik sanaldır. Programların değeri, onların içerdiği bilgi ya da eğlence içeriğinden gelir. İzleyici açısından bakıldığında da durum aynıdır. İzleyicinin değeri, örneğin reklamcılar için, onların fiziksel varlıklarıyla değil içeriklere yönelttikleri “dikkatleri” ile ilişkilidir.
Yenilik: İçeriklerin tüketimi bir defalık bir durumdur. İzleyici aynı içeriği bir kez daha tüketse bile bu, yeni içeriklerle rekabete sokulmuş bir yeniden sunumdur. Her zaman ilk olma; yeniyi, farklıyı sunabilme, bu yüzden çok önemlidir.
Tüketilememe: Bir gazetenin, okurlarına sunduğu hizmetin miktarı o günkü tirajı ile sınırlıdır. Basılan tüm nüshaların satılmış olması halinde, yeni bir okur adayının satın alacağı bir nüsha daha yoktur. Bu yüzden satın almak isteyen okur gazetenin o günkü nüshasını bulamayacak, böylece gazetenin hizmetinden o gün mahrum kalacaktır. Aksi durumda da satılamayan nüshaların basım masrafı gazeteye zarar olarak dönecektir. Bu durum radyo ve televizyon için geçerli değildir. Bir programın yayınlanabilmesi için sabit bir maliyet gerekir. Bunlar kabaca o programın üretimi ve yayınlanması için yapılan harcamalar toplamıdır. Yayını bir kişi de izlese, bir milyon kişi de izlese bu maliyet değişmez. Ayrıca yayını izleyenler, gazete nüshası örneğinde olduğu gibi, yayın materyalini tüketemezler.
Dışlamama: Bir radyo ya da televizyon kanalı ne kadar fazla dinleyici ve izleyiciye ulaşırsa o kadar fazla reklam geliri elde etme fırsatı yakalar. İşte bu yüzden radyo, televizyon programlarının pek çoğunda olabildiğince fazla dinleyici ve izleyiciye ulaşılması hedeflenir.
Sıfıra yakın ek maliyet: Televizyon yayıncılığı oldukça pahalı bir iştir. Bu hem yayın yapacak kuruluşun oluşturulup yayına geçilmesi, hem de program üretimi açısından geçerlidir; ancak üretilmiş ve bir kez yayınlanmış programın ikinci kez yayınlanması halinde durum çok değişmektedir. İkinci kez yayında programın üretim maliyeti yoktur. Bir başka kanala ya da ülkeye gönderilmesi söz konusu olduğundaysa programı kopyalamaya yeterli bir bant, CD ya da DVD gibi bir elektronik bellek maliyeti kadardır. Bir programın pek çok kopyasının çıkarılıp küresel ölçekte satışında da aynı durum söz konusudur.
Anında yeniden üretim: Güncel ya da canlı yayınlarda kolaylıkla gözlenebilen bu özellik izleyicide televizyonun şimdiyi ve gerçeği, giderek hayatı yansıttığı duygusunu uyandırmaktadır. Bu özellik televizyonun diğer kitle iletişim araçlarının önüne geçmesinde önemli katkı sağlayan bir karakteristiğidir.
Hızlı ürün yenileme: Televizyonda yenilik iyi bir fikirden çok daha fazla anlam taşır. Zamanla değeri azalan programlar ve tekrarlarla artan bıkkınlığı yüzünden, içerik talebi bitmeyen doymak bilmez izleyici için yenilik esastır. Program maliyetlerinin ciddi bir kısmını, araştırma geliştirme faaliyetleri için yapılan harcamalar oluşturur. Bazı televizyon şirketlerinin düşüşlerinin ardında onların yeni programlar geliştirme konusundaki yetersizliklerinin, isteksizliklerinin izi bulunabilir. Bu yüzden her yıl, televizyon kuruluşlarının, önceki yılın başarılı yapımlarının zayıf taklitlerini yaptıkları görülür.
Kısa raf ömrü: Sürekli yeniye açık olma, yeniliği arama, hız gibi karakteristik özellikleri nedeniyle yayınlanan içerikler çok çabuk eskirler ve değerlerini yitirirler. Bu durum küçük bütçeli işletmeler için fırsat olabilir. Eskiyen, dolayısıyla ucuzlayan programlar, bu kuruşlar için, yayın saatlerini ekonomik biçimde doldurma fırsatı demektir. Büyük yayın kuruluşlarının da kesintisiz sürdürdükleri yayınlarında, ölü saatler olarak bilinen zaman aralıkları için eski programları dolgu amacıyla kullandıkları sıkça gözlenebilen bir durumdur.