Sosyal Psikoloji 2 Dersi 7. Ünite Özet
Kültür Ve Psikoloji
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Kültürler Arası Psikoloji, Kültürel Psikoloji ve Yerel Psikoloji
Kültürün Tanımlanması
Kültür her yerde karşımıza çıkan ve farklı bağlamlarda farklı anlamlar içerecek şekilde kullanılan bir kavramdır. Sosyal bilimlerin hiçbiri bu kavram olmadan herhangi bir toplumsal ya da bireysel olguyu tanımlayamaz. Başta antropoloji olmak üzere, sosyoloji, psikoloji, tarih, iktisat, hukuk gibi tüm disiplinler belirli bir kültür kavramlaştırmasıyla kuramlarını geliştirmek ve araştırma sorularını sormak durumundadır. Bu nedenle bu disiplinlerde kültürün kaynaklık ettiği pek çok kavram üretilmiş olması hiç tesadüfi değildir. Kültürel duyarlılık, kültürel değişme, kültür şoku, kültürlenme, alt kültür, kültürel sermaye bunlardan sadece birkaçıdır. Sosyal bilimlerde herhâlde başka hiçbir kavram bu kadar zengin çağrışımlar yaratmamış ama aynı zamanda boş bir gösteren (yani akla gelebilecek her şeyin tutarlılıktan yoksun bir şekilde yerleştirildiği bir çerçeve) hâline de gelmemiştir. Peki ama kültür tam olarak nedir, nasıl tarif edilebilir? Bu sorunun kesin ve nihai bir yanıtı yoktur. Kağıtçıbaşı (2010) antropologlara referansla kültürün 164 farklı tanımının yapıldığını not etmiştir. Burada da sadece bir fikir vermesi açısından şu birkaç tanımı anmak yeterli olacaktır; “bir topluluğun sosyal alışkanlıkları”, “ortak anlamlar sistemi”, “öğrenilmiş davranışların bir bütün olarak nesilden nesile aktarılması”, “davranışları bir sisteme oturtan fikir, uygulama, norm ve anlamlar bütünü”. Kağıtçıbaşı sosyal psikologların daha çok “çevrenin insan yapısı olan parçası” tanımını daha çok benimsediklerini belirtmektedir.
Kültürün Psikolojiye Girişi: Kısa Bir Tarihçe
Kültür ve psikoloji arasında günümüzdeki modern bağlantı kurulmadan önce de kültürün psikolojik olgularla ilişkisi ilgi konusu olmuştur. Aslında 19. yüzyılın sonunda kurulduğu kabul edilen psikoloji disiplininin en başında kültürün çalışılmasına yer verildiğini söylemek de mümkündür. Deneysel psikolojinin kurucu babası olarak görülen Wilhelm Wundt, aynı zamanda ayrı bir sistem olarak Völker psikolojinin (halk psikolojisi) de kurucusudur ve sosyal psikolojinin tarihsel köklerinden biri olarak kabul edilen bu çalışma gerçekte dilin, geleneklerin, yani genel olarak kültürün deneysel olmayan çalışmasını içermekteydi. Psikoloji ve kültür ilişkisi açısından başka önemli bir tarihsel figür, modern kültürel antropolojinin öncülerinden Franz Boas’tır. Boas kişiliğin kültür tarafından belirlendiğini iddia etmiştir. Burada bu iki önemli tarihsel figürün yaşadığı zamanlarda özellikle “ilkel insanlarla” Avrupalıları düşünce yapıları açısından karşılaştıran çalışmaların yapıldığının ve bu çalışmalara sosyal evrimci bir ideolojinin damgasını vurduğunun altını çizmek gereklidir. Bu çalışmalarda, “ilkel” insanların Avrupalılardan daha aşağıda olduğu iddia edilmiş; örneğin “ilkellerin” Avrupalıların mantıksal düşünme biçimiyle karşılaştırıldıklarında zihinlerinin “mantık-öncesi” yapı taşıdığı iddia edilmiştir. Oysa hem Wundt hem de Boas “ilkel” insanlarla “uygar” insanlar arasında kültürel performanslar açısından büyük farklılıklar olsa da bu performansların altında yatan entelektüel/bilişsel süreçlerin temelde aynı olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Kültürler Arası Psikoloji
Kağıtçıbaşı ve Berry (1989) kültürler arası psikolojiyi “bireysel psikolojik ve sosyal işlevselliklerin çeşitli kültürler ve etnik gruplar arasında benzerliklerinin ve farklılıklarının çalışılması” olarak tanımlamıştır. Kültürler arası psikologlar başlangıçta tüm kültürlerde geçerli olabilecek evrensel ilkeler aramaya çalışmışlardır. Bu yüzden de kültürler arası psikoloji geleneksel olarak Batılı teorilerin farklı kültürlerde test edilmesi çalışmaları yapmak anlamına gelmiştir. Böyle bir yaklaşım kültürün bireylerden bağımsız olduğu ve psikolojik eylem ve ilkelerden ayrı tutulabileceğine dair varsayımlara dayanmaktaydı. Kültürler arası psikologlar genelde çok sayıda kültürden veri toplayıp bunları karşılaştırmakta ve buradan evrensel olan ve kültüre bağlı olan olgulara, farklı kültürlerin davranışı nasıl etkilediğine dair bilgi üretmeye çalışırlar. Kültürel Psikoloji Kendini kültürel psikolog olarak tanımlayan araştırmacılar, kültürler arası psikologlara göre geleneksel deneysel ya da yarıdeneysel yaklaşımları daha az kullanırlar ve kültürü kişiye içkin (kişinin ayrılamaz bir özelliği) olarak görürler. Kültürel psikoloji belirli bir kültürdeki günlük pratiklerden doğan sorunları araştırma konusu yapar ve buna uygun araştırma yöntemi kullanır. Kültürler arası karşılaştırmalarla pek ilgilenmez. Dolayısıyla kültürel psikologların etnografik yöntemler kullandıklarını söyleyebiliriz. Yani çok geniş bir biçimde gözlemi kullanırlar ve söz konusu kültürü zengin bir biçimde betimlerler. Odaklandıkları nokta bir kültür ile o kültür içinde yaşayan insanların psikolojik özellikleri arasında ilişkiler kurmaktır. Zira bu araştırmacılar, psikolojik süreçlerin kişi ile onun kültürü arasındaki karşılıklı ilişkiden ortaya çıktığı görüşünü benimserler.
Yerel Psikolojiler
Yerel psikolojiler ana akım psikolojiye (deneysel sosyal psikolojiye) tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu psikolojiler daha çok Batı dışı kültürlerde yaşayan araştırmacıların “kendi toplumsal ve kültürel öncüllerini daha yakından yansıtan bir bilim” geliştirme çabasını temsil eder. Diğer bir deyişle tek tek kültürlerden ortaya çıkan psikolojik düşünme biçimlerine işaret eden bir alandır ya da belirli bir toplumsal ortamın kültürel gerçeklikleriyle tutarlılık gösteren bilimsel perspektiflerin geliştirildiği bir alandır. Yerel psikolojilerin ortaya çıkmasının önemli bir sonucu evrensel psikoloji çalışmalarından psikolojik bir sistem olarak kültürün çalışılmasına geçiştir.
Kültür ve Değerler
Değerler ilk defa “bireyler ya da bir grubun üyeleri tarafından kolektif olarak arzu edilebilir olana ve pek çok mevcut alternatif içinden eylemin amacı ve o amaca ulaşmak için kullanılan araçların seçimine dair anlayış” olarak tanımlanmıştır. Bu karmaşık tanım Hofstede tarafından şu şekilde basitleştirilmiştir: “Belirli durumları olası başka durumlara tercih etmeye ilişkin büyük bir eğilim”. Değerler temel olarak tutumlardan daha genel ama ideolojilerden daha az genelliği olan yapılar olarak değerlendirilir. Değerler bireylerin ve toplumların görece istikrarlı özellikleri olarak görülür ve bu yüzden de değerlerin kişilik özelliklerine ve kültürel özelliklere karşılık geldiği düşünülür.
Bireycilik/Toplulukçuluk Teorisi
Modern kültürler arası psikolojide başlangıçta bir değer boyutu olarak tanımlanan bireycilik/toplulukçuluk herhangi başka bir konudan çok daha fazla çalışılmıştır. Bu; sosyal psikoloji, gelişim ve kişilik psikolojisinden siyaset bilimleri ve yönetim bilimlerine kadar pek çok alanda baskın bir yaklaşım hâline gelmiştir. Dolayısıyla bireycilik/toplulukçuluk bir kavramsal boyut olmaktan çıkmış, kendi başına bir teori hâline gelmiştir. Bireycilik ve toplulukçuluk arasındaki farklılık genel olarak bireyin kendisine odaklı olması ve bireyin ait olduğu gruba odaklı olması biçiminde tanımlanabilir.
Kültür ve Benlik
Kağıtçıbaşı (2010) benliğin farklı kültürel ortamlarda farklı şekillerde anlaşıldığını, benlik kavramının bizatihi evrensel olmasına rağmen hâlâ kültürler arasında farklılaştığını ileri sürer ve buna ilişkin bazı kültürlerden örnekler verir. Örneğin Filipinler’de Kapwa kavramının “ben ve ötekinin birliği” anlamına geldiğini aktaran Kağıtçıbaşı, bu kavramın hem “bizden biri”ni hem de ötekini içerdiğini ve dolayısıyla benlikle ötekinin iç içe geçtiğini belirtir. Benzer biçimde Japon kültüründeki Amae kavramı anne ve çocuk arasındaki ilişkiyi betimler. Bu ilişki anne ve çocuğun iç içe olan ve yaşam boyu süren bir bağlanma ve bağımlılık duygularını ifade eder (Kağıtçıbaşı, 2010: 113). Farklı kültürlerdeki benlik anlayışlarının Batı’daki bireysel benlikten farklılığı içinde anlaşıldığını ve aslında “Batı” denilen toplumların da kendi içlerinde hiç de homojen olmadığını vurgulamak gerekir.
Benlik ve Bireycilik/Toplulukçuluk
Bireyciliği ve toplulukçuluğu kavramsal olarak analiz eden Kağıtçıbaşı (2010), bu kavramların normatif ve ilişkisel olarak ayrıştırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Normatif bireycilik ve toplulukçuluk “bireysel çıkarların grup çıkarlarının önüne konup konmaması”, ilişkisel bireycilik ve toplulukçuluk ise “kişiler arası mesafe olup olmaması”dır. Çünkü ona göre, çok yakın ilişkisellik veya ayrıklık hem hiyerarşik hem de eşitlikçi gruplarda mümkündür. Diğer bir deyişle Kağıtçıbaşı (2010) bir değer boyutu olarak bireycilik ve toplulukçuluğu (normatif), benlik tanımlaması olarak bireycilik ve toplulukçuluktan (ilişkisellik) ayırmaktadır. Dolayısıyla benlik tartışması bağlamında bireycilik/toplulukçuluk, değerleri işaret eden değil, benliğin kültürler arasında farklı kurulduğuna işaret eden bir kavramdır. Kağıtçıbaşı (2010: 125) bunu “ilişkisel bireycilik-toplulukçuluk, benlik kurgularına ve benlik ilişkilerine yöneliktir” diye ifade eder.
Bağımsız benlik: Ben ve ötekinin görece kesin sınırlarla ayrıldığı, ayrık benlik olarak da adlandırılan benlik türüdür. Karşılıklı bağımlı benlik: Ben ve ötekinin sınırlarının geçirgen olduğu ve ilişkisel benlik olarak da adlandırılan benlik türüdür.
Bağımsız Benlik Özellikleri İstikrarlıdır, özerktir. Eylemine yön veren kişisel özelliklere sahiptir. Başarı yönelimlidir. Kendine kişisel hedefler belirler. Yaşam hedefe ulaşmaktır. Kendi davranışından sorumludur. Yarışmacıdır. Benliğini tatmin etmek için çabalar.
Karşılıklı Bağımlı Benlik Özellikleri Birilerine bağlıdır, akışkandır, esnektir. Sosyal ilişkiler içinde eylemine yön verir. Kolektif davranmaya yönelimlidir. Yükümlülüklerini yerine getirir, normlara uyar. Yaşam kolektiviteye katkıda bulunmaktır. Herkesle birlikte ortak davranıştan sorumludur. İş birliği yapar. Benliği kolektiviteye tabi kılar.
Benlikle İlgili Kültürler Arası Çalışma Örnekleri
Shweder ve Bourne’un (akt. Kağıtçıbaşı, 2010: 121) Amerika ve Hindistan’da kişi kavramlarını inceledikleri araştırmada, Amerikalı denekler bireysel (benmerkezci) yapılar kullanırken Hintli denekler daha ortama bağlı ve ilişkisel “sosyomerkezci” kişi tanımları kullanmışlardır. Amerikalıların kişi tanımlamalarının %46’sı benmerkezciyken Hintlilerin %20’si benmerkezcidir. Görüldüğü üzere Batı’nın bireyci benlik anlayışında ortam ya da durum değişse de benlik aynıdır, kalıcı ve soyut özelliklere sahiptir. Diğer yandan ilişkisel ya da karşılıklı bağımlı benlik tanımları sosyal ortama göre değişmektedir. Yine Amerikan ve Hintli deneklerin katıldığı bir çalışmada benlik kavramlaştırmasının başkalarının davranışlarını algılamada farklılık yarattığı gösterilmiştir. Amerikalı ve Hintli deneklere hayali bir kişinin yaptığı olumsuz bir davranışın nedenlerinin sorulduğu bu çalışmada Amerikalı denekler içsel (kalıcı) özelliklere atıf yaparken Hintli denekler duruma bağlı (ortamsal) atıflar yapmışlardır. (Miller, 1984’den akt. Kağıtçıbaşı, 2010). Cousins’in (akt. Kağıçıbaşı, 2010) yaptığı bir araştırmada Amerikalı ve Japon öğrencilere kendi benlik algıları üzerine sorular sorulmuş ve Amerikalı denekler kendilerini tanımlarken psikolojik sıfatlar kullanmış, Japon öğrenciler ise bağlamsal ve role bağlı tanımlamalar yapmıştır. Dikkat edilirse bu çalışmanın sonuçları yukarıda sözü edilen Shweder ve Bourne’nun Amerikalı ve Hintli deneklerle yaptıkları çalışmanın sonuçlarına benzerdir.