Mantığın Gelişimi Dersi 3. Ünite Özet
Ortaçağda İslam Coğrafyasında Mantık
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Fetihlerden Önce İslam Dünyasında Mantık
Fetihlerden sonra Müslümanların egemenliğine giren coğrafyada fetihler öncesindeki ilk mantık çalışmaları, Süryaniler tarafından gerçekleştirilmiştir.
Süryanilerin Yunan düşüncesiyle tanışması, Büyük İskender’in Doğu seferi sonrasında gerçekleşmiştir. Büyük İskender’in Aristoteles’in öğrencisi olması nedeniyle İskenderiye Okulunun ilk önde gelen felsefe ve mantıkçıları Peripatetikler (Antik dönem Aristoteles yorumcuları) olmuştur. Yunancanın eğitim dili olarak egemen olduğu İskenderiye Okulu gelişimini tamamladıktan sonra, çevre ülkelerdeki düşünce dünyasını da etkilemeye başlamıştır. İskenderiye Okulu’nun kültürel olarak etkilediği topluluklardan biri de Süryaniler olmuştur. Bu etki, Urfalı Yakup (633-708) gibi bazı Süryanilerin İskenderiye’ye gidip orada eğitim almaları ile iyice artmış ve sonunda semitik bir dil olan Süryaniceyi kullanan Süryanilerin bilim dili olarak Yunancayı kabul etmesine kadar varmıştır.
Süryanilerin kurduğu pek çok dini okul bulunmaktadır. Bu okullar, farklı Süryani mezhepleri temsil etmektedir. Bu mezhepler, hem birbirlerine üstünlük sağlamak hem de diğer inançlara karşı Hıristiyan inancını savunmak için mantık ve felsefeye önem vermişlerdir. Süryani okullarının mantık eğitimine önem vermelerinin bir başka nedeni, yine Süryanilerin İskenderiye Okulunun izleyicisi olmaları ile ilişkilidir. Okulun önde gelen bilim adamlarından Galen (Claudius Galenus, M.S. yaklaşık 130-200) matematik ve mantık çalışmanın tıp kitaplarını anlayabilmek için bir önkoşul olduğunu kesin olarak söylemiştir.
Süryani okullarından bazılarında mantık çalışmalarının diğerlerine göre daha ağırlıklı olduğu görülmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:
- Urfa Okulu: Edessa olarak da bilinen Urfa’da kurulmuştur. Bu okulda 4. yüzyıldan başlayarak mantık ve felsefe çalışmaları yapılmıştır. Süryani mezheplerinden biri olan Nastûrîliğin yayıldığı okuldur. 489 yılında o tarihteşehrin yöneticisi olan İmparator Zenon tarafından kapatıldığı tarihe kadar Süryanilerin en güçlü okullarından biri olarak kalmıştır. Urfa’daki okulun kapatılmasından sonra Nusaybin Nastûrîliğin dini merkezi olmuştur.
- Cundişâpûr Okulu: Nastûrîler tarafından Hızistan bölgesindeki Cündişâpûr şehrinde 6. yüzyılda kurulmuştur. 738 yılında Müslümanların şehri almasından sonra da varlığını sürdürmüştür. Yunanca mantık metinlerini Arapçaya çeviren ilk kuşak çevirmenler bu okulda yetişmiştir (Rescher, 1964. s.20). Platon’un Akademisi’nin kapatılmasının ardından Atina’dan kaçan Yeni Platoncuların da bu okula sığındığı bilinmektedir (Saraç. s.70).
- Antakya Okulu: 3. yüzyılın sonunda kurulmuştur. Aristoteles’in Süryaniceye ilk olarak Probus tarafından bu okulda çevrildiği düşünülmektedir.
- Nusaybin Okulu: Urfa okulunun kapatılması üzerine Nastûrîler tarafından Nusaybinde 326 yılında kurulmuştur. Sâsânî istilası sırasında bir süre dağılan okul, Urfa okulunun kapatılmasının ardından tekrar Nastûrîlerin burada toplanması ile ve 7.yüzyıla kadar etkinliğini sürdürmüştür.
- Kmnesrin Okulu: Eski Halep olarak da bilinen ve Kuzey Suriye’de bulunan Kınnesrin şehrindedir. Okul 13. yüzyıla kadar faaliyetini sürdürmüştür. Severe Sebokht bu okuldandır.
Süryaniler mantığın şu bölümlerden oluştuğunu kabul etmektedirler:
- Kategorilere Giriş (Isagoji),
- Kategoriler,
- Önerme Üstüne (Peri Hermenias),
- Birinci Çözümlemeler,
- İkinci Çözümlemeler,
- Diyalektik (Topika),
- Sofistik Çürütmeler,
- Hitabet Sanatı (Retorika),
- Şiir Sanatı (Poetika).
Bu bölümlemenin daha sonra Müslüman mantıkçılar tarafından da benimsendiği ve Retorika ile Poetika’nın da mantık konuları arasında sayıldığı görülmektedir.
Fetihlerden Sonra İslam Coğrafyasında Mantık
Fetihlerle askeri alanda başarı sağlandıktan sonra Müslümanlar sanat ve bilim dallarında da ilerlemeye girişmişlerdir. Müslümanların mantık bilimiyle tanışması fethettikleri topraklarda yaşayan Süryaniler aracılığı ile gerçekleşmiştir. Müslüman düşünürler bu bilime büyük bir ilgi göstermişlerdir. Bunun nedeni, hem kendi aralarındaki tartışmalarda hem de elde ettikleri topraklarda yerleşik diğer topluluklardan insanlarla inançla ilgili konulardaki tartışmalarda etkili olabileceklerini fark etmeleridir. Müslümanların mantığa gösterdikleri ilginin sonucunda Süryaniler Yunancadan ve Süryaniceden Arapçaya Peripatetik mantık eserlerinin çevrilmesi etkinliğine girişmiştir. Kimi yazarlara göre Yunancadan Arapçaya çevirilerin tam olarak ne zaman başladığı konusunda bir görüş ayrılığı söz konusudur. Bir görüşe göre çeviriler Emevi hanedanlığı döneminde (661-750), diğer görüşe göre Abbasi hanedanlığı döneminde (750-850) başlamıştır (İnati, s.31).
Abbasi döneminin 7. halifesi Me’mûn (713-833 tarihleri) tarafından Bağdat’ta kurulan Beyt’ül-Hikme’de (Bilgelik Evi) farklı inançlardan pek çok iyi yetişmiş çevirmen çalışmıştır. Bu okulun ilk yöneticiliğini tıp alanındaki çevirileriyle tanınan Nastûrî çevirmenlerden Yahya İbn Maseveyh (790-857) yapmıştır. Ardından gelen Huneyn İbn İshak (809-877) daha sonra da oğlu İshak İbn Huneyn (845-910 veya 911) aynı görevi yürütmüştür (Rescher, 1964. s. 24). Huneyn ile Okulda yapılan çevirilerin alanı genişlemiştir (Çapak. s.30).
Huneyn ve izleyicilerinin çalışmaları ile Peripatetik mantığın pek çok önemli eserinin güvenilir çevirilerini elinin altında hisseden Müslümanlar 10. yüzyıldan itibaren ilk kez olarak ‘bağımsız’ mantık çalışmaları yapabilecek düzeye ulaşmışlardır.
10. yüzyılda Bağdat, İslam İmparatorluğu’nun başkenti olmuş ve Bağdat Ortaçağda felsefenin güçlü merkezlerinden biri hâline gelmiştir. Ebu Bişr Matta’nın (ölümü yaklaşık 940) kurucusu olduğu Bağdat okulunda başta Fârâbî olmak üzere pek çok mantıkçı yetişmiştir. Okul, 10. yüzyıl boyunca özellikle mantık konusunda egemendir. Bu yüzyılın sona ermesiyle etkisini yitirmiş, yerini, İslam İmparatorluğu’nun İran, Endülüs (Ortaçağda İspanya’da Müslümanların yaşadığı bölge) gibi yeni gelişen bölgelerindeki merkezlere bırakmıştır.
Bağdat okulunda bir yandan çeviri etkinliği devam ederken, bilinen mantık yapıtlarının Arapça yazan mantıkçılar tarafından yorumları (şerhleri) yapılmaya başlamıştır. Bu yorumlar uzunluğuna göre üçe ayrılmaktadır:
- İlki, muhtasar (kısa şerh) olanlar: Özgün yapıtın ana düşüncelerini ortaya koymayı amaçlamaktadır ve genellikle yorumlanan (şerh edilen) yapıtın yarısı kadar uzunluktadır.
- İkincisi, telhîs olanlar: Yorumlanan yapıtın ifadelerini büyük ölçüde yeniden ifade etmekte ve gerektiğinde ek açıklamalara yer vermektedir.
- Üçüncüsü ise tefsîr olanlar: Yorumlanan yapıtın tamamını parçalar halinde ifade etmekte ve her bir parçanın ayrıntılı bir açıklamasını ortaya koymaktadır (İnati. s.32, Rescher. 1964 s.36 ).
10. yüzyıldan itibaren yapılan mantık çalışmaları artık çeviriler ve yorumlarla sınırlı değildir. İlk kez olarak, daha önceki mantık metinlerine bağlı olmayan mantık çalışmaları ortaya çıkmıştır. Mantığın diğer (asıl) bilimlere hazırlığın bir parçası olmaktan çıkarak, başlı başına ele alınan bir bilim olarak anlaşılmasıyla ‘mantıkçı’ denebilecek düşünürler ortaya çıkmıştır. Rescher’e göre Arap İslam dünyasında ‘mantıkçı’ olarak adlandırılmayı hak eden ilk kişi Fârâbî’dir. Buradan, Fârâbî’nin Türk olduğu bilgisine dayanarak, onun, ilk Türk mantıkçısı ve filozofu olduğu sonucunu da çıkartabiliriz.
Fârâbî’ye kadar olan dönemde yetişen Müslüman düşünürlerin en önemlisi Kindî’dir (yaklaşık 796-866). Kindi ilk Müslüman felsefeci ve İslam dünyasında Meşşâî (Aristotelesçi) okulun ilk temsilcisi olarak kabul edilmektedir (Rescher 1963. s.28). Kendisi de pek çok konuda eser vermiş, bu eserlerinde mantığa başvurmuştur (200 den fazla eser kaleme aldığı düşünülmektedir ancak bunların pek azı bugüne ulaşmıştır). Ayrıca İslam dünyasında mantığın bir araç olduğu düşüncesini kendi çalışmasıyla da ortaya koyan ilk düşünürlerden biridir. Bu yönü onun mantığa en önemli katkısı sayılmaktadır. Kindi Poetika ve İkinci Çözümlemeler de içinde olmak üzere Organon içinde sayılan kitapların tamamını, ayrıca Aphrodisias’lı İskender’in Retorika ve Poetika’smı yorumlamıştır.
Fârâbî
İslam dünyasında ilk büyük felsefe okulu olan ve çoğunluğunu Hıristiyanların oluşturduğu Bağdat okulunun en önemli temsilcisi, bu okulda yetişmiş belki de tek Müslüman olan Fârâbî’dir. Felsefe eğitimini Bağdat’ta ünlü Yunan felsefesi yorumcusu ve çevirmen Ebu Bişr Matta’dan alan Fârâbî daha sonra Harran Okulunda Nastûrî Yuhanna’nın yanında çalışmıştır. Fârâbî özellikle Ammonius, Themistus (tarihleri), Aphrodisias’lı İskender gibi ünlü Aristoteles yorumcularının eserleri olmak üzere pek çok mantık eserini Süryaniceden başarıyla Arapçaya çeviren Yakubî filozof Yahya İbn Adi’yi (893-974) yetiştirmiştir.
Fârâbî’nin en büyük başarısı, Aristoteles mantığını hem Aristoteles’in metinlerine bağlı kalarak hem de İslam düşüncesine yakın bir anlayışla yorumlayabilmesidir. Bu özelliği dolayısıyla Fârâbî’nin İslam dünyasında Aristoteles felsefesi ve mantığı konusunda önemli bir kaynak olarak kabul görmesi şaşırtıcı değildir. Ancak Fârâbî, sadece İslam dünyasında değil, Hıristiyanlar ve diğer inançlardan düşünürler için de Aristoteles felsefesi ve mantığının çetrefilli konuları için danışılacak kaynaklardan biri olmuştur.
Kindî Organon içinde sayılan kitapların tamamına yorum yazmıştı. Fârâbî’nin bu yöndeki çalışması ise, Organon’un Arapçadaki ilk tam yorumunu oluşturmaktadır. Ortaçağ Latin dünyasında bu çalışma, ancak 13. yüzyılda Albertus Magnus (yaklaşık 1200-1280) tarafından gerçekleştirilebilmiştir. Fârâbî sadece Aristoteles mantığını yorumlamakla kalmamış, bunun dışında mantık öğreten kitaplar da yazmıştır. Onun eserlerinden bir kısmı aşağıda belirtilmiştir (Rescher, 1964 s. 122-126):
Mantıkta Kullanılan Terimler (Kitâbu’l-Elfâz’ilMüsta’mele fi’l-Mantık)
- Mantığa Başlangıç (et-Tavti’atu fi’l-Mantık)
- Beş Bölüm (el-Fus_l ’ul-Hamse)
- Kategoriler (Kitâb’ul-Makûlât)
- Mantığa Giriş (Îsâgûcî)
- Peri Hermenias Yorumu (Kitâb ’ul-lbâre)
- Birinci Analitikler Yorumu (Kitâb ’ul-Kıyâs ’isSağîr)
- İkinci Analitikler Yorumu (Kitâb ’ul-Burhan)
- Mantık Sanatı İçin Gerekenler (Fusûlun Yuhtâcu ileyhâfi Smâat’il-Mantık)
- Bilimlerin Sayımı (İhsâ ’ul-Ulûm)
- Sorulan Sorulara Yanıt (Risâletün fi Cevâbi Mesâilihi ilâ anhâ)
- Retorik Yorumu (Kitab’ul-Hitâbe)
- Şiir Sanatının Kanunları (Risâletün fî Kavânîni’sSınâ’ati’ş-Şi’r)
- 14. Şiir ve Ölçü Üstüne (Kitâbun fi ’ş-Şi ’r ve ’lkavefi)
Fârâbî’nin bu çalışmaları içinde Mantıkta Kullanılan Terimler oldukça ilginçtir. Burada Fârâbî sistemli bir şekilde isim, eylem, tanımlık (article) gibi mantıkçının kullandığı terimleri incelemektedir.
Fârâbî mantık ile sözdizim (gramer, Arapça: nahiv) arasındaki ilişki konusunda hocası Ebu Bişr Matta ile benzer bir görüşü paylaşmaktadır: Sözdizimci, terimlerin birleştirme (terkip) kurallarına göre birbirleriyle ilişkisini belirlemeye çalışır. Mantıkçının belirlemeye çalıştığı ise, kavramların yükleme (Arapça: haml, İngilizce: predication) ilişkisine göre birbiriyle ilişkisidir. Fârâbî’nin mantıkla sözdizim arasındaki ilişki sorusuna verdiği bu yanıtla, yine onun mantık tanımı birbirine bağlıdır.
İbni Sina
İslam dünyasında Fârâbî’den sonra ilk önemli mantık anlayışını ortaya koyan düşünür, İbn Sînâ olmuştur. Çalışmalarını 11. yüzyılın ilk yarısında yaptığı anlaşılan İbn Sînâ, böylelikle mantık çalışmalarının 10. ve 12. yüzyıllara göre daha az olduğu bir döneme rastlamaktadır.
İbn Sînâ mantık çalışmalarının önemli bir kısmına ‘Kitâbu’ş-Şifâ’ başlığı altında derlediği ansiklopedik çalışmasında yer vermiştir. Organon kitapları bu çalışmada aşağıdaki isimlerle yerini almıştır:
- el-Medhal (Îsâgûcî)
- el-Mekûlât (Kategoriler)
- el-lbâre (Önerme)
- el-Kıyas (Birinci Çözümlemeler)
- el-Burhan (İkinci Çözümlemeler)
- el-Cedel (Topikler)
- es-Safsata (Sof istik Deliller)
- el-Hitâbe (Retorik)
- eş-Şi ’r (Poetika)
Şifa dışındaki eserlerden başlıcaları; İşaretler ve Tembihler (el-İşârât ve’t-Tenbîhât) , Farsça kaleme aldığı Dâniş Nâme, Şifa’nın bir özeti niteliğindeki Necat (enNejât) olarak sayılabilir. Bunlardan bilhassa İşaretler ve Tembihler, İslam Dünyasındaki Mantık geleneğine damgasını vurmuştur.
İbn Sînâ’nın İslam mantık tarihi içindeki en önemli özelliği Aristoteles mantığının sorunlarını bağımsız bir mantık anlayışı içinde çözümleme ve çözmeye yönelmesidir. Fârâbî ise Organon’un tutarlı ve bütün bir mantık sistemi ortaya koyduğunu kabul etmiş ve onun bu anlayışla yorumlanmasına girişmiştir (Street, 2004, s. 523). Dolayısıyla İbn Sînâ, Fârâbî’nin Aristoteles metinlerine yaklaşımından ayrılmış ve İslam dünyasında bağımsız bir mantık geleneği oluşmasının yolunu açmıştır.
Müslüman mantıkçılar Aristoteles’in kipli tasımlar ve kipli önermelerin düz döndürülmesi konusundaki sorununun farkına vararak bu soruna çözüm geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bilindiği gibi Aristoteles;
- Her A B dir.
- Her B zorunlu olarak C dir.
- O hâlde, her A zorunlu olarak C dir.
Karma tasımını kabul ederek;
- Her A zorunlu olarak B dir.
- Her B C dir.
- O hâlde, her A zorunlu olarak C dir.
İbn Sînâ’nın bu soruna yaklaşımı onu kipli önermelerin yorumlanmasında, Latin mantığında olmayan, öze göre (zâtî) ve nitelemeye göre (vasfı) okuma ayrımı yapmaya götürmüştür:
- Öze göre okumada ‘A zorunlu olarak B dir’ önermesi ‘A öznesinin gösterdiği varlık varolduğu sürece B olma özelliğini taşır’ anlamına gelmektedir.
- Nitelemeye göre okumada ‘A zorunlu olarak B dir’ önermesi ‘A, A olduğu sürece, B olma özelliğini taşır’ biçimine dönüşür.
İbn Sînâ’nın yaptığı bu ayrıma göre, ‘Yürüyen zorunlu olarak hareket eder’ önermesi öze göre (zâtî) yorumlandığında yanlış olur. Çünkü yürüyen varlığın varolduğu sürece hareket edeceğini söylemek doğru değildir. Aynı önerme nitelemeye göre (vasfî) yorumlandığında ise doğru olur. Çünkü yürüyen bir insan, yürüdüğü sürece, hareket etmektedir. İbn Sînâ’nın yaptığı şekliyle öze ve nitelemeye göre okuma ayrımının Aristoteles’in kip mantığı bakımından sonuçları şunlardır. İbn Sînâ’ya göre Aristoteles’in işaret ettiği okuma öze göre okumadır. Bu durumda, Aristoteles’in istediği gibi ilk karma tasım geçerli, ikinci tasım da geçersiz olur. Ancak öze göre okumada döndürme de geçersiz olur. Bu okumada döndürmenin geçersiz olduğuna bir örnek ‘Her yürüyen zorunlu olarak hareket eder’ önermesidir. Çünkü bu önerme doğru ama bunun Aristoteles’in istediği şekilde döndürülmesiyle elde edilen ‘Bazı hareket edenler zorunlu olarak yürümektedir’ önermesi yanlıştır. Söz konusu döndürme ancak önerme nitelemeye göre okumayla anlaşıldığında geçerli olur (Ayrıca bakınız. Street 2007).
Gazâlî
Gazâlî (1058-1111) mantık çalışmalarından daha çok, etkili bir İslam düşünürü olarak mantığın saygınlığına yaptığı katkı ile bilinir. Gazâlî mantığın din bilimleri için faydalı bir araç olduğu düşüncesinin Müslümanlar arasında yaygınlaşmasını ve böylece Müslümanların mantık çalışmalarına daha fazla ilgi duymasını sağlamıştır.
Mantık taraftarı görüşün en etkili savunucusu Gazâlî’dir. Gazâlî’ye göre mantık sadece faydalı değil gereklidir. Bu görüşünü Mantığı (Aristoteles mantığını) bilmeyen bir kişinin bilgisine güvenilemeyeceğini söyleyerek belirtmektedir.
Gazâlî’nin verdikleri bilginin kesinlik derecesine göre ele aldığı öncüller şunlardır (ayrıntılı bilgi için bakınız Gazâlî, s.86 vd. 2001 ve ayrıca Çapak 2005, s.251 vd.):
- Doğuştan öncüller (evveliyât): Aklın duyular yardımı olmaksızın ulaştığı bilgilerdir. Bir insan gerektiğinde sadece doğuştan edindiği düşünceler yardımıyla bu doğrulara ulaşabilir. Matematik doğruları, ‘Bütün parçadan büyüktür’ gibi en temel metafizik doğrular bu türdendir.
- Duyu öncülleri (mahsûsât): İnsanın iç ve dış duyum ile edindiği bilgilerdir. İnsanın ateşin yakıcı olduğunu bilmesi bir dış duyu bilgisidir. İnsanın acıktığında aç olduğunu bilmesi iç duyu bilgisidir.
- Deneyim öncülleri (mücerrebât): İnsanın sık tekrarlanan deneyimler karşısında aklının yardımıyla bir sonuca varmasıyla elde ettiği bilgilerdir. Suyun susuzluğu giderdiğini bilmek bu türden bir bilgidir.
- Sezgi öncülleri (hadsiyyât): Aklın hızlı bir şekilde sonuç çıkararak ulaştığı bilgilerdir. ‘Ay ışığını güneşten alır’ önermesi bir sezgi bilgisi ifade etmektedir,
- Kendinden öncüller (fıtriyyât): Aklın hemen bir orta terime varıp bu terim aracılığı yaptığı bir tasımla ulaştığı bilgilerdir. ‘İki sayısı altı sayısının üçte biridir’ önermesi bu türden bir bilgiyi ifade eder.
- Aktarılmış öncüller (mütevâtirât): Akla dayanarak güvenilir olduğuna karar verilen bir topluluğun sözü ile elde edilen bilgilerdir. Mekke’nin varlığını bilmek bu türden bilgidir.
- Yaygın öncüller (meşhûrât): Toplumda yaygın olarak kabul edildiği, sık tekrarlandığı için doğru kabul edilen önermelerin ifade ettiği bilgilerdir. ‘Adalet gereklidir’ önermesinin bilgisi bu türdendir. Farklı toplumlarda farklı önermeler yaygın kabul görebileceği için bu tür bilgi toplumdan topluma değişiklik gösterir.
- Yetkinlik öncülleri (makbûlât): İlgili konudaki bir uzman gibi güvenilir bir kaynağın sağladığı bilgidir. Öğrencilerin iyi bir öğretmenin ilgili derste söylediği bir sözü doğru kabul etmeleri bu türdendir.
- Sanı (zan) öncülleri (maznûnât): Çelişiğinin doğru olma olanağını ortadan kaldıramadığımız halde, doğru kabul edilen önermedir.
- Ara öncüller (müşebbihât): Akıl bilgisine de, deneyim bilgisine de, yaygın bilgiye de benzeyen ama bunlardan hiçbiri olmayan bilgilerdir.
- Uzlaşım öncülleri (müsellemât): Tartışma sırasında karşı tarafın kabul ettiği ya da tarafların karşılıklı olarak kabul ettiği, genel kabul görmüş önermelerin ifade ettiği bilgilerdir.
- Kuruntu öncülleri (vehmiyyât): İnanmak için geçerli bir neden olmadan insanın yaradılışı gereği doğru kabul ettiği önermelerin ifade ettiği bilgilerdir.
- İmge öncülleri (muhayyelât): İmgelemin (düşgücünün) ürünü olarak insanın kabul ettiği önermelerin dile getirdiği bilgilerdir. Hoşa gitmeyen birinin adını taşıdığı için, bir insandan sakınmak gerektiğini bildiren öncül bu türündendir.
Kabul ettikleri öncüller bakımından tasımın yer bulduğu beş sanat ayırt edilmektedir:
- Tanıtlama (burhan)
- Diyalektik (cedel)
- Retorik (hitabet)
- Poetika (şiir)
- Yanıltmaca (sofizm, mugalata)
İbn Rüşd
İspanya Müslümanlarının kurduğu Endülüs devleti topraklarında yaşamış felsefecilerin en etkilisi İbn Rüşd’tür (1126-1198). Latinlerin ‘Averroes’ diye adlandırdıkları İbn Rüşd Bağdat okulu anlayışına dönerek, Aristoteles mantığını metinlere bağlı kalarak yeniden yorumlamaya girişmiştir. Aslında 11. yüzyılın başında İbn Sînâ ile başlayan bağımsız mantık çalışmaları 12. yüzyılda hem Doğu’da hem de bu yüzyılın pek çok mantıkçısının yetiştiği Endülüs’te artmaktadır. İbn Rüşd bu yeni duruma en önemli aykırı örneği oluşturmaktadır. Onun Aristoteles’in mantık anlayışına kendi dönemindeki ve kendinden önceki uzun bir dönem boyunca yetişen diğer mantıkçılardan daha fazla bağlı olduğu, mantık yorumlarına Kategoriler kitabı ile başlayıp Sofistler ile bitirmesinden de anlaşılmaktadır. İbn Rüşd bu mantıkçıların mantığın bölümleri içinde saydıkları Retorika ve Poetika ile de ilgilenmiş ama bu kitapların konularını mantığın konuları içinde kabul etmemiştir (Inati 2001 s.49).
İslam Dünyasında Mantığa Yöneltilen Eleştiriler
Mantık Müslümanlar arasında her zaman olumlu karşılanmamıştır. Mantığa eleştiriler özellikle Gazâlî öncesinde pek çok kelamcı tarafından dile getirilmiştir. Bu eleştirilerin bir kısmı, nedenleriyle birlikte ilk Müslüman mantık tarihçisi sayılabilecek İbn Haldun (1332-1406) tarafından açıklıkla ifade edilmektedir. Özetle açıklarsak, kelam bilginleri iman ve din kurallarını kabul ettikleri birtakım temel ilkeler ve kendilerine özgü birtakım kanıtlamalarla temellendirmişlerdi. Bu bilginlerin bir kısmına göre, din ile ilgili kuralları temellendirmekte kullanılan kurallar da din kuralları arasındadır. Kanıtlama geçersiz olduğunda kanıtlamanın göstermeye çalıştığı şey de geçersiz olur. Mantıkçıların dayanağı olan, tümellerin zihin dışındaki varlığı, kelam bakımından geçersizdir. Böylece mantıktan geriye Mantıkçıların kesin ve zorunlu bilgiye götürdüğünü savundukları tanıtlama (burhan) değil, sadece biçimsel tasım ve tanımla ilgili bazı genel ilkeler kalır. Mantıkçıların başvurduğu ilke ve tasımların çoğu kelama göre geçersiz olduğuna göre bunların iman ve din konularında kullanılması kabul edilemez. İbn Haldun’a göre daha sonra Gazâlî ve Râzî’nin çabalarıyla ‘Kanıtlama geçersiz olduğunda kanıtlanan da geçersiz olur’ düşüncesi terk edilerek, mantık kurallarının kelamcıların bazı kanıtlamalarına aykırı olmakla birlikte din kurallarına aykırı olmadığı kabul edilmiştir (İbn Haldun 2005. s.888-90).