Medyada Eleştirel Yaklaşımlar Dersi 2. Ünite Özet
Kitle İletişimi, Kitle Kültürü Ve Eleştirel Yaklaşımlar
- Özet
Kapitalizmin Doğuşu ve Kitlelerin Yükselişi
Kapitalizm en basit tanımıyla Aydınlanma, Sanayi Devrimi, Kentleşme ve Fransız İhtilali’nden ilham alan, geçmişle karşıtlık ilişkisi içinde konumlanan ekonomik, sosyal, teknolojik ve zihinsel düzeyde meydana gelen yenileşme ve gelişme hareketleridir. Özünde ilerlemeye ve gelişmeye yönelik bir hareket olan kapitalizm Avrupa’nın yaşadığı bir çok önemli gelişmeden (Rönesans, Aydınlanma, Fransız Devrimi, bilimde ve teknolojide meydana gelen gelişmeler, vs.) etkilenmiş - ya da bizatihi bu oluşumları körüklemiş- ve nihayet Sanayi Devrimi ile birlikte maddi biçimine bürünmüştür. Wallerstein, kapitalizmi her şeyden önce, sermaye ile emek gücünün çelişkisinden beslenen tarihsel bir sistem olarak tanımlamaktadır: “Kapitalizm sözcüğü kapitalden türemiştir. Kapitalizmin en önemli özelliği yaşamı bütüncül bir proje olarak ele alması ve sistemin temelini oluşturan rasyonelliğin hayatın her alanını biçimlendirmesidir. Daniel Bell’e göre kapitalizm “mülkiyet kurumuna ve meta üretimine dayalı ve ekonomik olarak örgütlenmiş olan ekonomik-kültürel bir sistemdir. Kapitalist toplumlarda ekonominin yaşamı ve kitleleri dönüştürmesinde kentleşme en önemli mihenk taşıdır. Kapitalizmin en belirgin haliyle görüldüğü ve yerleştirdiği ilk yerler 19 ve 20. yüzyıl büyük Avrupa şehirleridir. Kent, kapitalizmin doğduğu, geliştiği, serpildiği ve kurumsallaştığı yerdir. Kent nitelemesini kullanabileceğimiz türde yerleşimlerin ilk kuruluşu İ.Ö. 3000›li yıllara hattâ daha gerilere uzansa bile, toplumun tümünü kapsayan bir süreç olarak kentleşme temelde 18. ve özellikle de 19. yüzyıl olgusudur.
18. yüzyılda Paris ve Londra, sanayi devrimi sonrası modernleşen dünyanın en önemli iki metropolü görünümündedir. Bu kentler 1800’lü yıllardan itibaren önemli ölçüde büyüyerek ve gelişerek, toplumun tüm katmanları için “yeni” bir sosyolojik olguya dönüşmüşlerdir. Modernleşen toplumlarda, hegemonik ideolojinin baskısı altında olan kitleler çeşitli şekillerde çalışma zamanı dışındaki yaşamını daha renklendirmeye, hayatı daha katlanılabilir hale getirmeye çalışmışlardır. 19. yüzyıl Paris ve Londra’sında öncelikle, vitrinler canlanmış, reklamlar yaygınlaşmış, bulvar gezintileri ve cafelerde oturmak orta sınıfın en yaygın popüler kültür pratikleri haline gelmiştir. Tüketim, bu dönemde alt ve orta sınıflara reel yaşamda sahip olamadıkları yoksunlukları gideren bir birlik vaadi sunarak toplumsal organizmayı rahatlatan bir ideoloji haline gelmiştir. Bu haz ideolojisi kitleleri giderek daha bireyci, daha bencil ve daha “yarışmacı” olmaya doğru itmiş böylelikle “meta merkezli” bir yaşam tarzının yaygınlaşmasına ve “meta fetişizmi”nin toplumun tüm katmanlarında yer bulmasına neden olmuştur. Egemen sınıflar bu dönemde, popüler kültür pratiklerini organize ederek onu endüstrinin önemli bir parçası haline indirgemişlerdir. Günümüzde “tüketim kültürü” olarak adlandırdığımız bu oluşum, 19. yüzyılda alt ve orta sınıfların arzularının yönlendirilmesi yoluyla temellenmiştir. Tüketim Kültürü, Ağırlıklı olarak 1980 sonrası yaygınlaşan ve özünde tüketimi, bireyselliği ve hazcılığı körükleyen meta odaklı kültürdür.
Ulaşımda yaşanan devrimle birlikte, kent içindeki mesafeler ve kent dışına yapılacak yolculukların süresi kısalmıştır. Bu durum bir yandan ucuz tatilleri, diğer yandan kentteki alışveriş merkezlerine gidip gelmeyi kolaylaştırmıştır. Gene 1860’lı yıllarda “pennyreadings” denen ve 1 penny olması nedeniyle, herkesin alabileceği kadar ucuz olan gazeteler, kitleler arasında yaygınlaşmaya başlamıştır. Kısaca 1870’li ve 1890’lı yıllarda bir yandan ucuz gazeteler, kitlesel üretime tabi kılınmış müzik aletleri ve notaları, tiyatro’da yeni tekniklerin ortaya çıkışı, kentsel serbest zaman olanakları açısından devrimci bir nitelik taşıyan teknik yenilikler olsa da, aslında aynı dönemden itibaren eğlence ve serbest zaman olanakları, rasyonelleştirilmeye, ticarileşmeye, bir meta olarak alınıp satılmaya başlanmıştır. Kapitalizmi önceki sistemlerden ayıran bir diğer farklılık da, kültür üzerinde daha önce bu denli etkili olmayan yeni bir sınıfın süreç üzerinde son deece belirleyici olması, kitleleri bir taraftan konformist ideolojiye eklemlerken, aynı zamanda bu konformist ideoloji üzerinden kazanç sağlamaya yönelik politikaları hayata geçirmesidir. “Yeni” toplumsal ortamın “yeni” kültürünü belirleyen esas aktör burjuvazi olmuştur. Genellikle burjuvazinin yörüngesinde işleyen kitle kültürü bir taraftan burjuvazinin meşruiyetini pekiştirirken, diğer taraftan onların çarkına su taşımaktadır. Gündelik yaşamda kitlelerin ve hâkim sınıfların rolünü ve konumunu anlamadan kitle kültürü üzerine konuşmak eksik bir çaba olarak kalacaktır. Bu dönemde kent hayatının yanı sıra kültürel atmosferin bir diğer önemli belirleyeni de kitle iletişim araçlarıdır. Bu araçlar, çok kısa bir süre içerisinde yaygınlaşarak, burjuvazi yörüngesinde işleyen “yeni” kültürün hem yayıcısı hem de yeniden üreteni haline gelmişlerdir.
Kitle İletişim Araçları ve Kitle Kültürüne Etkisi
Toplumun tamamının ya da büyük bir kısmının alıcı konumunda olduğu yani kitlelere yönelik iletişime kitle iletişimi denir. İletişim ile kitle iletişimi kavramları arasındaki farklılığa bakıldığında; iletişim, insanlık tarihi kadar eski olan bir kavramdır. Buna karşın kitle iletişimi, ancak teknolojik gelişmelerin kitle iletişim araçlarını ortaya çıkarması ile ortaya çıkan bir olgudur. 20. yüzyıl iletişim alanında baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir yüzyıl olarak kabul edilmektedir. Geçen yüzyılda iletişimde görülen patlama, yüzyıllardır egemen olan bazı teknolojilerdeki değişikliğe ve insanoğlunun kitle iletişim araçlarına daha bağımlı hale gelmesine neden olmuştur. Kitle iletişimde, iletişimin kitle iletişim araçlarıyla aracılanan boyutu olarak önem taşır. Bir kere iletişim ve kitle iletişim kavramlarının ortaya çıkması bu yöndeki gelişmeleri anlama ve anlamlandırma amacına dönük olarak geliştirilmiştir. Buna göre kitle iletişimi ağırlıklı olarak kitle iletişim araçlarıyla dolayımlanmış iletişim edimine karşılık gelmektedir.
Kitle İletişimi, Kitle Kültürü ve Özellikleri
Kitle iletişimin genel özellikleri ana hatlarıyla şöyledir:
- Kitle iletişimi görece geniştir
- İzlerkitle çeşitli toplumsal kümelerden gelen ve çeşitli niteliklere sahip insanlardan oluşan ayrı türden bir topluluktur,
- İzlerkitle kimliksiz bir topluluktur, yani izlerkitle üyesi ile iletişimci genellikle birbirlerini kişisel olarak tanımazlar,
- Kitle iletişimi kamusaldır, yani içeriği herkese açıktır,
- Kitle iletişim araçları kaynaktan uzakta bulunan, birbirlerinden de ayrı olarak konumlanmış çok sayıda insanla aynı anda ilişki kurabilir,
- Kitle iletişimi karmaşık biçimsel kurumları gerektirir,
- İletişimciyle izlerkitle arasındaki ilişki izlerkitlelerin kişisel tanışıklığı olmayan, profesyonel iletişimci rolündeki kişiler aracılığıyla kurulur,
- İletişim geri döndürülemezcesine tek yönlüdür ve izlerkitlenin anında yanıt verme olasılığını fiilen dışlamaktadır, böylelikle iletişim sisteminde göndericiyle alıcı arasında keskin bir kutuplaşma söz konusudur,
- Kitleiletişim araçlarının ürünleri hem fiziksel anlamda, hem de bireye maliyetinin oldukça az olması nedeniyle parasal anlamda halkın çoğunluğu için kolayca elde edilebilirdir.
Kitle kültürü, kitle toplumu ile bitişik bir kavramdır. Batılı kapitalist toplumların 19. yüzyıl sonundan itibaren, atomlaşmış bireylerden oluşan türdeş bir toplum haline geldiği varsayan bu kavram toplumsal grup ve sınıfların varlığını yok sayan bir kurama yaslanmaktadır. Böylelikle kitle kültürü kavramını kullananlar, çoğunlukla yalnızca sanatı dışarıda bırakarak, modern toplumlarda tek bir kültür olduğunu varsaymaktadır. Kitle kültürü özellikle kitle iletişim araçlarının toplumlara hâkim olmasıyla ortaya çıkan bir kültür biçimidir. Kitle Kültürünün özellikleri ana hatlarıyla şöyledir:
- Kitle kültürü standartlaşma talep eder, bu standartlaşma kitle kültürünün içeriğini homojenleşmeye zorlar.
- Kültür, mümkün olan en geniş izleyici kitlesine satılan bir maldır.
- Estetik bir forma sahip değildir.
- İzleyicide pasif tutumu önerir, çaba göstermeme bir alışkanlık olur.
- Manipüle edicidir ve gerektiğinde şiddeti de kullanır.
- Yaratıcı değil, çoğaltıcı ve aktarıcıdır.
- Klişelere yaslanır.
- Kitleleri benzeştirmek amaçlanır.
- Demokratik değildir, hatta içeriğinde totaliter öğeler beslemektedir.
- Tüketicilerin katılımı satın alıp-almama ile sınırlıdır.
- Diğer kültürleri tehdit eder ve onları kitle kültürü içinde asimile etmek arzusundadır. Kitle kültürü özellikle kitle iletişim araçlarının toplumlara hâkim olmasıyla ortaya çıkan bir kültür biçimidir.
- Kültürel üretimde estetik beğeni, ticari başarının ardından gelir. Önemli olan ürünün satılıp satılmadığıdır. Tamamen kar amaçlıdır.
- Kalıcı değildir, sistem sürekli olarak değişime açıktır.
- Vasatlığı övüp, sıradanlığı yüceltebilir.
- Kitle iletişim araçlarıyla yayılır ve onlara bağımlıdır.
- Sistemin sınırları dâhilinde uzlaşımcıdır.
Kitleye Dönük Kuramsal Yaklaşımlar
Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte siyasetin, ekonominin ve bilimin merkezine oturan kitleye yönelik pek çok teorisyen çeşitli kuramlar üretmişlerdir. Modern toplumlarda kitlelerin rolünü ilk kez tartışmaya açanların başında Gustave Le Bon gelmektedir. Le Bon, ‘Kitleler Psikolojisi’ adlı kitabında insanların kitleleştiklerinde son derece acımasız, vahşi ve dizginsiz bir tavır takınabileceklerini ve bu özellikleri nedeniyle tehlikeli olabileceklerini ifade etmiştir. Le Bon’a göre kitle bilinçsiz bir kalabalıktır. Kitle içine giren bireye, kitlenin duygu ve düşünceleri sirayet eder. Le Bon, kızgınlık, muhakeme yeteneksizlikleri, hüküm verme ve eleştiri yeteneksizliği, duygularda mübalağa gibi karakteristik özellikler gösteren kitlelerin özellikle şan, şeref, din ve vatan duygularına hitap edilerek, birkaç cümle, bir iki resim ile kolaylıkla kışkırtılıp harekete geçirilebileceğini; bu özellikleri çocuklarda ve vahşilerde de görmenin mümkün olduğunu vurgulamaktadır.
Le Bona’a göre kitleler kendi inanışlarından başkasına karşı hoşgörüsüzdürler. Tek başınayken itiraz ve tartışmayı kabul eden birey kitle içinde buna tahammülsüz hale gelir. Baskıya ve güce saygı duyarlar ve bir dönem saygı gösterdikleri kişiler gücü kaybettiğinde onları çiğnerler. William McDougall da kitleyi yığın ve örgütlü kitle olarak ikiye ayırır. En yalın durumuyla kitle, pek bir örgütlenme göstermeyen yığın (crowd) olarak tanımlanabilecek bir kitledir. Le Bon’un kitle tarifi McDougall’ın yığın tarifine benzemektedir. Örgütlenmemiş kitle yani yığın; içtepileriyle davranır, tutkularının esiridir ve yargılarda acelecidir yani “arsız bir çocuk, tutkulu bir ilkel” gibidir.
Freud, Le Bon’un kitle psikolojisi açıklamalarını kendi nevroz açıklamalarına benzetmiş ve kitle psikolojisini nevroz psikolojisiyle ilişkilendirerek çalışmıştır. Bu sebeple Freud’un kitle psikolojisi açıklamaları “libido” ve “ödipalüçgen”den bağımsız ele alınamaz. Libido en basit anlamıyla cinsel dürtünün enerjisidir; ancak burada cinsel dürtü, cinsellikten öte, yaşam dürtülerini ifade etmektedir. “Libido deyince, sevgi adı altında toplayabileceğimiz ne varsa hepsiyle ilişkili içgüdülerin henüz ölçülemeyen; ama nicel bir büyüklük gözüyle bakılan enerjisini anlamaktayız.” Freud öncesi açıklamalarda kitleyi oluşturan bireyler arası duygusal bağlar göz ardı edilmiştir. Freud ise daha önceki “bulaşım” ve “telkine yatkınlık” kavramlarının yerine “libido” ve “özdeşim” kavramlarını kullanır.
Wright Mills de kitle kuramına kamu toplumu ve kitle toplumu karşılaştırmasıyla katkı vermiştir. Ona göre başta Amerika olmak üzere günümüz toplumları kamu değil, kitle toplumudur. Bu süreçte kitle iletişim araçları kamu toplumlarını kitle toplumlarına dönüştürmüştür. Mills kamu toplumunun özelliklerini şöyle sıralamaktadır:
- Toplum hayatında çok sayıda birey kanaat, görüş ve düşüncelerini ifade edebilir ve diğerlerinden de onların görüş, kanaat ve düşüncelerini öğrenebilir.
- Toplumda kişilere, kendilerine yöneltilen bir görüş, düşünce ve kanaate karşı kendi görüş, düşünce ve kanaatlerini anında etkin bir şekilde açıklayıp yanıt verme ve bunu tüm kamuya açık olarak gerçekleştirebilme hakkı tanır.
- Toplum o anki otorite sistemine karşı çıksa bile, bu kamuoyuna uygun etkin bir eylemde bulunabilme olanağı hazırlanır.
- Toplumdaki yetkili kurum ve resmî makamlar serbestçe oluşmasına saygı gösterdikleri kamuoyu ve kamu üzerinde üstü örtülü yöntemlerle baskı kullanmaya kalkışmaz.
Buna karşılık kitle toplumu ise şu özellikleri taşımaktadır:
- Başkalarının fikir, düşünce ve kanaatlerini dinleyenler pek çok, buna karşılık kendi fikir, düşünce ve kanaatlerini ifade edebilenler pek azdır. Tamamen bir soyutlanma aracılığıyla toplama bireyler yığını durumuna indirgenen kamu, kitle iletişim araçlarınca etkilenip biçimlendirilmektedir.
- Kitle iletişiminin örgütlenme biçimi, bireylerin anında ve aynı etkinlikte yanıt vermelerine olanak bırakmamaktadır
- Kamuoyunun oluşumundan sonra kamuoyunun kendini gerçekleştirmesi için girişmesi gereken eylemler, bu eylem kanaatlerini örgütleyen ve kontrolü elinde tutan resmî makamlarca ya da iktidar çevrelerince denetlenmektedir.
- İktidar kurumları karşısında kitleleşmiş kamunun bağımsızlığı kalmamakta; iktidar kurumlarının ve resmî makamların görevlisi olan kimseler kitleler üzerinde açık ya da örtülü yollardan nüfuzda bulunmakta, kişilerin karşılıklı ve özgür tartışma yoluyla kamuoyu yaratabilme özgürlükleri daha oluşmadan önlenmektedir.
Kitle Kültürü Tartışmaları ve Eleştirel Yaklaşımlar
Kitle kültürünün ideolojik boyutu eleştirel teorinin de kitle kültürüne odaklanmasını beraberinde getirmiştir. Eleştirel teori toplumu ve kitleyi düzenlemeyi, iktidarın varlığını pekiştirmeyi değil, kurumlardaki sömürüyü işaret etmeyi, toplumdaki sorunları eleştirerek değiştirmeyi hedeflemektedir. Bu açıdan bakıldığında eleştirel teorisyenler kitle kültürünün artan etkisi ve kitle iletişimin yaşamı biçimlendirici etkilerini analiz etmişler ve bu ortamın içindeki sınıf savaşını ve sömürüyü ifşa etmişlerdir. Başta Karl Marx olmak üzere eleştirel teoriye kaynaklık yapan pek çok isim kitle kültürünü eleştirmiş ve egemen çevrelerin bu kültürün üzerinden kitlelere hâkimiyet kurma çabalarına dikkat çekmişlerdir. “Kitle kültürü deyiminin kökü 19. Yüzyıl sonundan başlayarak çağdaş toplumların düşünsel bulgulanmasını çevreleyen şiddetli tartışmalardadır. Freud, LeBon, Spengler, Ortega Y. Gasset, T.S. Eliot’un yazılarında kitle kavramı, kalabalık kavramına yaklaşır, ilerici ve tutucu yazarlar patolojik bir sapmanın varlığını bildirerek, daha çok nostaljik, Eleştirel Kuram’da özgün bir biçimde Marksist bir düşünceyle birleşen, kültürel ve ekonomik demokratikleşme olayları karşısında duyulan düşmanlık üzerine kurulu bir bakış açısında birleşirler.
Marx’a göre, üretim ilişkileri, onun üstünde hukuksal ve siyasal bir üstyapının yükseldiği temeli oluşturur ve bunlar, kendine söylemlerine uygun toplumsal bilinç biçimleri üreterek, siyasal ve entelektüel yaşam sürecinin koşulları üzerinde belirleyici olurlar. Marx emeğin yabancılaşması üzerinde de önemle durmuştur. Bu kavram birinci olarak çalışmanın işçi için dışsal olduğunu yani çalışmanın onun doğasının bir parçası olmadığını ifade etmektedir.
Antonio Gramsci ile özdeşleşmiş olan hegemonya iktidarın kendi işlerliği adına, hâkimiyeti altındaki insanların rızalarını kazanmada başvurduğu stratejiler alanı, “rızanın üretimi” olarak anlaşılır ve bağımlı bilinç biçimlerinin şiddet ya da zora başvurulmadan inşa edildiği süreçleri işaret eder. Kurulu bir sistemin devamını sağlamak için sadece bu sistemin hâkimiyeti yeterli değildir, aynı zamanda hegemonyanın uygulandığı kitlelerin bilincinde iktidarın yeniden üretilmesi gerekir. İktidarın yeniden üretiminde, hegemonyayı pekiştirici araçlar aktif rol oynar ve toplumun iktidara olan bağımlılığını kuvvetlendirirler. Kitle iletişim araçları da bu bağlamda ardındaki temel ideolojiyi gizleyerek kitle kültürü ile kitleleri “oyalar” ve hegemonyanın devamında aktif rol oynar.
Kitle kültürüne yönelik belki de en kapsamlı analizi ismi eleştirel kuramla özdeşleleşen Frankfurt Okulu teorisyenleri yapmıştır. Kitle kültürünü açıklama adına kullanılan “Kültür Endüstrisi” terimi ilk kez TheodorAdorno ve MaxHorkheimer”ın ortak kitabı “Aydınlanmanın Diyalektiği” (1944) eserinde kullanılmıştır. Onlara göre, kapitalist ülkelerde işçi sınıfının başarısızlığa uğrayan devrim düşlerinin temel nedeni konformist kitle kültürü ile bireylerin bilinçlerine tahakküm kuran “kültür endüstrisi”dir.Adorno ile Horkheimer’a göre hayatın her alanı “kültür endüstrisi” tarafından metalaştırılmakta ve böylelikle hakim ideoloji hem ekonomik hem de ideolojik olarak kitlelerin bilincinde yeniden üretilmektedir.
Horkheimer’a göre, sanatın bir metaya dönüştürülmesi, onun eleştirel gücünü ortadan kaldırmakta ve sanatı tekdüze ve tekrarlanabilir olguya dönüştürmektedir. Horkheimer, “Akıl Tutulması” isimli kitabında öz olarak kitle kültürünün insan bireyliğini tehdit ettiğini ileri sürmektedir. Ekonomi-politikçi veya eleştirel yaklaşım olarak kabul edilen bu yaklaşımlar kitle kültürünü egemen çevrelerin yönlendirdiğini ve halkı uyuşturarak pasifize ettiğini ileri sürmektedir.
Ana hatlarıyla, Marx’ın “altyapı-üstyapı” metaforunu model olarak alan “ekonomi-politik” yaklaşım, üretim araçlarına sahip olan sınıfların kitle kültürü üzerindeki belirleyiciliğine vurgu yapar.