Medya ve Etik Dersi 2. Ünite Özet
Siyasal Rejimler Ve Basında Etik
- Özet
Ünite 2: Siyasal Rejimler ve Basında Etik
Giriş
Basın, insanoğlunun gelişimine bağlı olarak şekillenmiş bir kavramdır. Yöneten ile yönetilen arasındaki iletişimin sağlanmasında, ihtiyaç duyulan aracı rolünü zaman içinde basın üstlenmiştir.
Tarihe baktığımızda, gazetelerle tam olarak eşdeğer olmasalar da, halka yönelik yazılmış yazılar veya tarihi olayların kaydedildiği kayıtlar ilk yazılı basın örneği sayılabilir.
Roma İmparatorluğu döneminde ise, kitle iletişimi duvar gazeteleri ve ilanlarıyla sağlanıyordu. Kepler ve Galileo gibi bilim adamlarının Hristiyanlık dogmatizmini zorlayıcı çalışmaları, Batı dünyasında yazılı eserler için sansür döneminin başlamasında etkili olmuştu.
1558 yılında Papa IV. Paul, yasaklanan eserlerin ve matbaacıların isimlerinin yer aldığı ünlü Index Librorum Prohibitorum’u yayınladı. Avrupa’da Sanayi Devrimi de çağdaş gazeteciliğin çıkışında önemli bir işleve sahiptir. Sanayi devrimi kadar, ekonomik temelleri olan “Haber kağıtları” ile “Ekonomik bültenler” de önemli role sahiptir.
Gazeteciliğin çıkışı, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasal sebeplere de bağlıdır. Unutmadan söylemeliyiz ki, matbaanın bulunması da bu alanda çok önemli olmuştur.
Batı’da ilk gazetenin, bazı kaynaklara göre 1609’da Bremen yakınlarında Avis Relation Oder Zeitung, başka kaynaklara göreyse 1605’te Hollanda’da ticari bültenden doğan Niuewe Tijdingen olduğu öne sürülmektedir.
Basın, kitle iletişim araçlarının en temel ve en etkinlerindendir. Tarihsel süreç içinde verilebilecek en iyi örneklerden biri Roma dönemi duvar gazeteleridir.
Ortaçağla birlikte Batı’da skolâstik temelli Hıristiyan dogmatik düşüncesinin ön plana çıktığı görülür. Roma İmparatorluğu’nun tarih sahnesi çekilmesinden sonra, 15. yüzyıla kadar devam eden Doğu Roma İmparatorluğu dünya İmparatorluğunu sürdürmüştür. Matbaanın icadı ve İstanbul’un fethi olarak tarihlenen Ortaçağ’ın bitimi ile yeni bir dönemin başlangıcı da 15. yüzyılın hemen ortalarına rastlar.
Ortaçağ’ın bitimi ve Yeniçağ’ın başlangıcı aynı zamanda düşünce özgürlüğü ve insan aklı verilerinin değer ve önem kazanmasıyla da sonuçlanmıştır. Unutmamak gerekir ki, Batı’nın antik Yunan düşünce ve felsefecileriyle tanışması da Arap ve Doğu Roma kaynakları sayesinde gerçekleşmiştir.
Batı’da basın hareketi Rönesans’ın hemen sonrasında ekonomik yaşamın da hareketlilik kazanmasının yanı sıra sosyal yaşamdaki değişim ve dönüşümler sonucunda ortaya çıkmış ve sonraları ivme kazanarak gelişme göstermiştir. Rene Descartes’ın “Cogito Ergo Sum” (Düşünüyorum Öyleyse Varım) şeklindeki ifadesi, aynı zamanda akıl verileri ile insanın merkeze gelmesi (hümanizm anlayışı) düşüncesinin en somut ifadesi olarak karşımıza çıkar.
18. Yüzyılda Batı’da Liberal Kuram Etkisinin Rejimlere ve Basına Yansımaları
Siyasal yönetim açısından rejim sözcüğü bir ülkenin yönetim biçimi anlamında kullanılır. Burada ülkelerin yönetim şekillerinin ideolojik alt yapısını oluşturan çeşitli etkenler bulunduğundan söz etmek gerekir. Örneğin, eski Sovyetler Birliği’ndeki anayasa ile ABD anayasasının isimlerinin anayasa olmasının dışında ortak paydaları yoktu. Bu, ülkedeki rejimlerin farklılığından, bu da o ülke rejimlerini oluşturan temel varsayımların ve ideolojik altyapıların tezatlarından kaynaklanmaktaydı. Örneğin Sovyet anayasası bir proletarya diktatoryasını kendisine ulaşılması gereken hedef olarak alırken buna karşın ABD anayasası ise dünyada liberal düşünce ve görüşün bir yansıması olarak kaleme alınmıştı.
Rejimlerdeki farklılıklar, ülkelerdeki kurumsal yapıların da farklılaşmasını sağlamaktadır. 18. yüzyıla baktığımızda, Batı’da fen ve sosyal bilimlerde özgürlüklerin ortaya çıktığını ve liberal düşüncenin bu dönemde doğduğunu görürüz. Bununla birlikte, saf bilimsel veriler değer kazanmıştır. Bunların ardında;
- Rönesans,
- Reformlar
- Aydınlanma felsefesi yatmaktadır.
Aydınlanmanın getirdiği özgür düşünce, ticaretin ve üretimin gelişmesini sağlamıştır. 18. yüzyıl felsefesi, ortaya koyduğu fikirlerle bir burjuva felsefesidir. Aydınlanmanın amacı, peşin yargıları yıkmaktır.
18. yüzyıl, pozitivizm ve liberalizmin yaşandığı dönem olurken, ortaya çok önemli yazılı belgeler çıkmıştır:
- 1776’da kabul edilen Virginia Haklar Bildirisi. 12. maddesinde, “Basın özgürlüğü, özgürlüklerin büyük kalelerinden biridir ve hiçbir zaman, müstebit (zorba) hükümetler dışında bir yönetim onu kısıtlayamaz” yazmaktadır.
- 1789 Fransız İhtilali ve akabinde İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi. 11. maddesinde, “Düşünce ve kanaatlerin özgürce iletilmesi insanın en değerli haklarından biridir. Her yurttaş özgürce konuşup yazabilir ve basım yapabilir, yalnız yasada öngörülen hallerde bu özgürlüğün kötüye kullanımından sorumludur.” yazmaktadır.
- 15 Aralık 1791 tarihli Amerikan Anayasası’nın İlk Değişiklik Maddesine göre “Kongre, söz ve basın özgürlüğünü kısıtlayıcı yasa yapamaz”.
Çağdaş basının ortaya çıkışı, Rönesans sonrası döneme denk gelmektedir. Burjuva sınıfının oluşmasıyla önceleri haber kağıdı ve ticari bültenler şeklinde görülen yazılı iletişim araçları, matbaanın da gelişmesiyle gazeteciliği doğurmuştur. Basının yaygınlaşması, Batı’da düşünce özgürlüğünün de simgesi haline gelmiştir.
18. yüzyıl, gazetelerin kamusal tartışmada aktörlüğe soyunduğu, gazetecilerin daha belirgin haber idealleri öne sürdüğü dönem olmuştur.
20. Yüzyılda Liberalizme Getirilen Eleştiriler Bağlamında Basın Etiği
Basında liberal kuram, geçen yüzyıllar boyunca Batı’da toplumsal yapıları önemli ölçüde etkilemiştir. Gazetecilik alanında, örneğin ABD’de metelik basını (penny press) 19. yüzyılda gelişme gösterirken gazeteciliğin de yaygınlık kazanmasına yol açmıştır.
Metelik basını, gazeteciliğin pazara açıldığı, topluma hitap edebilmek için siyasetten uzaklaşarak görevinin evrenselleştirilebilir ilke ve prensiplerini belirlemeye başladığı sürecin önemli noktalarından birisi olmuştur. Gazetelere oranla çok daha ucuza satılan metelik gazeteleri, bütün vatandaşlara okuma imkanı sağlamıştır.
19. yüzyılın son çeyreğinde, ABD’de basın alanında girişimcilerin ortaya çıkması, yeni bir gazetecilik anlayışının doğmasına neden olmuştur.
Joseph Pulitzer’in 1878’de kurduğu St. Louis PostDispatch ve 1883’te satın aldığı New York World gazeteleri, yeni gazetecilik akımına örnek olmuşlardır. Pulitzer, üç kavrama çok önem verdi:
- Okunabilirlik,
- Heyecan
- Eğitim.
20. yüzyıldaki önemli rejim değişiklikleri, tüm kurumları etkilediği gibi basını da etkilemiştir. Liberal kapitalizm, bu dönemde önemli eleştirilere maruz kalmıştır.
Marx’ın anlayışına göre, medya kapitalist düzende örgütlenmiş bir endüstriyel yapıdır ve medya içeriklerinin taşıdığı değerler, egemen sınıfın düşünceleridir.
Lenin’e göre ise, basın özgürlüğü, burjuva toplumlarında, sömürülen kitleleri milyonlarca gazete basarak aldatan ve uyutan, zenginlere ait bir yetkiden ibarettir.
Faşist İtalya’da ise, faşizmin kurucularından Roko’ya göre, birey devletin nihai amacı değil, olsa olsa aracı olabilirdi. Mussolini de 1928’de yaptığı bir konuşmada, totaliter bir rejimde basının, rejimin unsuru ve onun hizmetinde olan bir kuvvet olduğunu söylemiştir.
Faşist rejimlerde, kitle iletişim araçları, iktidarın emellerine hizmet eden birer araç durumunda olmuştur. Almanya’da da Hitler, bu konudaki düşüncelerini Kavgam adlı kitabında şu şekilde açıklamıştır: “Vatandaşın ahlaktan yoksun, cahil ve kötü niyetli terbiyecilerin ellerine düşmelerine engel olmak birinci derecede sosyal bir devlet görevidir. Bundan dolayı, devlet basını yakından kontrol etmelidir. Hükümet, ‘basın özgürlüğü’ denilen saçma sözden dolayı güçsüzleşmemelidir. Hükümet, hiçbir gücün önleyemeyeceği bir kararlılıkla bu araçları avucunun içine almalıdır.”
Nitekim, Hitler başa geçtiğinde Weimar Anayasası’nda yer alan söz ve basın özgürlüğüne ilişkin hükmü kaldırmıştır. Benzer bir tutum, Franco İspanya’sında da görülmüştür.
Sosyal devlet kavramı, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır. Türkiye de, dönemin koşullarına uyum sağlamak zorunda kalmıştır. Örneğin 1961 Anayasası’nın 22. maddesine göre “Basın hürdür; sansür edilemez.” ve “Devlet, basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak tedbirleri alır.” Bu anlayış, aktif özgürlük anlayışıdır; yani yetki devlete verilirken, özgürlüğün toplumun tüm kesimlerine yayılması hedeflenir. Bu görevi yerine getiren anlayış da “sosyal devlet” anlayışıdır.
Basında sosyal sorumluluk kuramı, 1945 sonrası dönemde ortaya çıkmıştır. Çıkış yeri de Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bu kuramın temelini oluşturan kaynaklara bakıldığında, bunları şöyle sıralamak mümkündür:
- “Hutchins Komisyonu Raporu”nda yer alan görüşler,
- 1945’de Associated Press Genel Müdürü Kent Cooper’ın ortaya attığı “Kamunun Bilme Hakkı” kavramı,
- Theodore Peterson’un “Basının Dört Kuramı” adlı kitapta “Toplumsal Sorumluluk Kuramı” adlı makalesinde belirttiği görüşler ve
- Jeremy Bentham’ın temellerini attığı, John Stuart Mill’in geliştirdiği “Yararcı Felsefe”.
Hutchins Komisyonu raporunda basının önemi vurgulanırken, basın işletmesinin ortaya koyduğu ürün açısından yarı-kamusal bir görünüme sahip olduğu belirtilmiştir.
Kent Cooper ise, kamunun hükümetin yaptıklarını bilme hakkı olduğunu ve basının 4. güç olarak demokratik yaşamda yer alması gerektiğini savunuyordu. Peterson da basının ayrıcalıklı bir yeri ve çeşitli sorumlulukları olduğunu belirtmiştir.
Anglo-Sakson Pragmatizmi de denilen “Yararcı Felsefe”ye göre, olabildiği kadar çok sayıda insanın olabildiği kadar çok mutlu olması esastır. Daha sonraları, Bentham ve onu takip edenler, ahlakı bireysellikten kurtarıp, sonuçları toplumun görüşüne göre belirlenmesi gerektiği anlayışını savunmuşlardır.
1980’lerin sonu ve 1990’ların başı dünyada birçok değişime tanıklık etmiştir. Özellikle “Soğuk Savaş” döneminin sona ermesi ve internet gibi kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması, dünyanı adeta yeniden biçimlendirmiştir.
Ekonomik açıdan baktığımızda, “küreselleşme” (globalizasyon) kavramı, dünyanın yeniden biçimlenmesinde önemli rol oynamaktadır.
Küreselleşme, etkisini medya üzerinde de göstermiştir. Ülkemizde de yapılan yasal düzenlemeler, bu etkiye olanak tanımaktadır.
Sonuç olarak, küreselleşme her sosyal olguda olduğu gibi olumlu ve olumsuz yönleriyle beraber gelmiştir.
Günümüz Türkiye’sinde basında etik ilkeler bağlamında oluşturulmuş olan kurallara bakıldığında, 2 önemli kurum karşımıza çıkmaktadır. Bu iki kurum; Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Basın Konseyi’dir.