aofsoru.com

Temel Veteriner Histoloji ve Embriyoloji Dersi 6. Ünite Özet

Kan Dokusu Ve Hematopoez

Kanın Görevleri ve Yapısı

Kan, dolaşım sistemi içerisinde tüm vücudu dolaşan, rengi parlak kırmızıdan koyu kırmızıya değişen, visköz ve hafif alkali (pH 7.4) bir sıvıdır. Vücut ağırlığının yaklaşık %7’sini oluşturur. Kan, plazma adı verilen sıvı haldeki ekstrasellüler matriks içerisinde askıda bulunan şekilli elemanlardan (alyuvarlar/eritrositler, akyuvarlar/lökositler ve trombositler) oluşan özelleşmiş bir tür bağ dokusudur.

Kanın başlıca işlevleri arasında, besin maddelerinin midebağırsak kanalından vücut hücrelerine taşınması, daha sonra bu hücrelere ait son ürünlerin atılması ve özelleşmiş organlara iletimi yer alır.

Kan, vücuttan alınarak bir deney tüpü içerisine konulduğunda, deney tüpü heparin gibi antikoagülan (pıhtılaşmayı önleyici) bir madde eklenerek, santrifüj edilirse, kanın şekilli elemanları deney tüpünün dibine kırmızı renkli bir çökelti halinde çöker (%44). Bu çökeltinin üzerinde, “bulutsu katman” olarak adlandırılan, ince ve yarı saydam bir tabaka görülür (%1). En üstte ise, sıvı haldeki plazma yer alır (%55). Kırmızı renkli çökelti, alyuvarlardan, bulutsu katman ise akyuvarlardan ve trombositlerden oluşur ve her iki katmandaki şekilli elemanların tümüne birden hematokrit adı verilir.

Plazma, içerisinde hücrelerin, trombositlerin, organik bileşiklerin ve elektrolitlerin askıda veya çözünmüş halde ya da her iki halde bulunduğu, sarımsı renkli bir sıvıdır. Plazma, büyük oranda sudan oluşur ve hacminin yaklaşık %90’ı sudur. Plazma içeriğinde proteinlerin oranı %9 olup, inorganik tuzlar, iyonlar, azotlu bileşikler, besin maddeleri ise %1’lik bölümü oluşturur. Plazma proteinlerinin %55’i Albumin,%38 Globulinler ve %7 sini fibrinojen oluşturur. Suyun hücre içine ya da dışına hareketini sağlayan osmotik basınç, plazma proteinleri tarafından oluşturulur. Bu proteinler bazı maddeleri kendilerine bağlayarak taşınmayı kolaylaştırırlar. Fibrinojen pıhtılaşmada görevli plazma proteinidir.

Kanın Şekilli Elemanları

Alyuvarlar (Eritrositler)

Memelilerde yuvarlak (deve ve lamada oval şekilli), çekirdeksiz olan alyuvarlar, balık, kurbağa, sürüngen ve kuşlarda oval ve çekirdekli hücrelerdir.

Alyuvarların sitoplazmalarında hiç organel olmamasına rağmen hemoglobin ve çözünmüş halde enzimler bulunur. Alyuvarlarda bulunan karbonik anhidraz enzimi, karbondioksit ve sudan karbonik asit oluşumunu sağlar.

Oksijen hemoglobine gevşek bir şekilde bağlanır ve oksihemoglobin’e dönüşür. Oksijen yoğunluğunun fazla olduğu yerlerde hemoglobin karbondioksiti bırakıp, oksijeni bağlar. Dokular gibi karbondioksitten yoğun olan bölgelerde ise hemoglobin oksijeni bırakıp, karbondioksiti bağlar. Hemoglobin karbonmonoksit ile bağlanırsa karboksihemoglobin şekillenir. Ancak hemoglobin ile karbonmonoksitin bağlanması geri dönüşümsüzdür.

Eritrosit oksijen taşıma yeteneğini kaybeder ve hücreler oksijensizlikten ölürler. Karbonmonoksit zehirlenmesi bu şekilde gerçekleşir.

Alyuvarların büyüklüğünde görülen çok çeşitliliğe yani irili ufaklı olması durumuna anizositoz denir.

Hücrelerin normal şekillerinden başka formlarda (yıldız, mekik, raket vs.) görülmesi durumuna ise poikilositoz denir. Alyuvar sayısı normal değerlerin altında olursa anemi, bu sayı normal değerin üstünde olursa eritrositoz ya da polisitemi (poliglobuli) olarak adlandırılır.

Alyuvarların hücre zarında bulunan spesifik karbonhidrat zincirlerinin antijenik özellik göstermesi kan gruplarının oluşmasını sağlar.

Akyuvarlar (Lökositler)

Akyuvarlar, küçük çaplı kan damarlarının endotel hücreleri arasından göç ederek, kan dolaşımını terk ederler ve işlevlerini yerine getirmek üzere bağ dokuya yerleşirler. Bu geçişe diyapedez denir. Akyuvarlar, genel olarak, vücudu yabancı maddelere karşı hücresel ve humoral yolla korurlar.

İki tip agranülosit vardır: lenfosit ve monosit olmak üzere. Patolojik durumlarda kanda akyuvar miktarının artışına lökositoz, azalmasına ise lökopeni denir. Granülositlere polimorf nukleuslu lökositler de denir.

Eozinofil Granülositler; en iri olan granülositlerdir. Organel yönünden fakir olan eozinofil sitoplazmasında spesifik ve azurofilik granüller bulunur. Fonksiyonları gereği eozinofillerin kandaki sayılarının artışı, parazit infeksiyonlarında ve alerjik reaksiyonlarda olmaktadır. Bu sayıca artış eozinofili olarak adlandırılır.

Hücre içinde bulunan histamin, heparin ve seratonin molekülleri salınır. Aşırı duyarlılık reaksiyonları ve ödem oluşur. Bazofillerin sayısındaki artış bazofilia olarak adlandırılır. Bu artış çiçek hastalığında, viral enfeksiyonlarda ve romatoid artrit gibi kronik yangı durumlarında görülür.

Nötrofil ve pseudoeozinofil granülositler bakteri ve küçük partikülleri fagosite ederler. Bu özelliğinden dolayı mikrofajlar olarak da adlandırılırlar. Nötrofil granülositler yangı yerine en önce ulaşan hücrelerdir.

Lenfositler, eritrositlerden biraz daha büyüktür. Hücrenin büyük bir bölümünü kaplayan, yuvarlak biçimli ve hafif girintili bir çekirdekleri vardır. Büyüklük dikkate alındığında lenfositler, küçük, orta boy veya büyük olabilir. Kanda bulunanların çoğunluğunu küçük lenfositler oluşturur.

Lenfositler mikroskopta incelendiklerinde birbirine benzer görünseler de fonksiyon yönünden iki ana gruba ayrılmışlardır; T lenfositler ve B lenfositler olmak üzere. T lenfositleri hücresel bağışıklığı sağlayacak olan aktif lenfositlerin oluşumundan sorumluyken, B lenfositleri humoral bağışıklığı sağlayan antikorların yapımından sorumludur. Lenfositlerden aktif T lenfositleri oluşturacak olanların kök hücresi, kemik iliğinden kan yolu ile timusun korteksine göç ederler. Timusda çoğalıp, karakteristik yüzey belirleyicileri ile donanırlar. Bu nedenle T lenfositleri adını alan bu lenfositler hücresel bağışıklıktan sorumludurlar. T lenfositlerin üç alt tipi vardır: Yardımcı T lenfositler, sitotoksik T lenfositler ve baskılayıcı T lenfositler olmak üzere

T lenfositleri hücresel bağışıklığı sağlayacak olan aktif lenfositlerin oluşumundan sorumluyken, B lenfositleri humoral bağışıklığı sağlayan antikorların yapımından sorumludur. Lenfositlerden aktif T lenfositleri oluşturacak olanların kök hücresi, kemik iliğinden kan yolu ile timusun korteksine göç ederler. Timusda çoğalıp, karakteristik yüzey belirleyicileri ile donanırlar. Bu nedenle T lenfositleri adını alan bu lenfositler hücresel bağışıklıktan sorumludurlar. T lenfositlerin üç alt tipi vardır: Yardımcı T lenfositler, sitotoksik T lenfositler ve baskılayıcı T lenfositler olmak üzere.

Antijenik uyarım sonucu B lenfositler plazma hücrelerine dönüşür ve antikor üretmeye başlarlar. Plazma hücreleri birkaç hafta antikor ürettikten sonra ölürler.

Trombositler

Kanın pıhtılaşmasından sorumlu yapılardır. Memelilerde çekirdeksiz olan trombositler, balık, kurbağa, sürüngen ve kuşlarda çekirdeklidirler, bunlara memelilerde kan pulcukları (platelet’ler) denmektedir. Kan boyaları ile boyandıklarında trombositlerin orta kısımları koyu renkli, kenar kısımları daha açık renkli boyanmış yapılar olarak görülürler. Orta kısımlarına granülomer ve bunu çevreleyen açık boyanmış kısma ise hiyalomer adı verilir.

Trombin enzimi kalsiyumun varlığında fibrinojenin fibrine dönüşmesini sağlar. Fibrin oluşan tıkacı daha sağlam bir hale getirir. Fibrin iplikcikleri, bunlara tutunmuş kan hücreleri ve trombositler pıhtıyı oluşturur. Trombositlerde bulunan aktin ve miyozin büzülerek pıhtının sıkışmasını sağlar. Hasarlı doku bölgesi onarıldıktan sonra pıhtının uzaklaştırılması gerekir. Bu olayda proteolitik bir enzim olan plazmin rol alır. Onarım işleminden sonra pıhtıyı eritir. Pıhtılaşma mekanizmasında meydana gelen bozukluklarda aşırı kanama görülür. Bazı pıhtılaşma bozuklukları edinsel olabileceği gibi, bazıları da kalıtsal olabilir.

Damar duvarında oluşan bir hasarda, trombositler kan damarı duvarının hasar gören bölgesine tutunurlar. Hücre zarı altında bulunan aktin ve miyozin monomerleri ile oluşturdukları yalancı ayaklarla hem birbirlerine hem de zedeli bölgedeki endotel hücrelerine sıkıca bağlanırlar. Bu şekilde hasarlı bölgede kanamayı durduran bir tıkaç oluştururlar. Trombositlerin burada birbirlerine bağlanmalarında yüzeylerinde bulunan glikokaliksinde katkısı vardır. Bu sırada hasarlı damar duvarından ve trombositlerin granülomer bölgesinden açığa çıkan maddeler ve kanda bulunan bazı faktörlerin etkisiyle kan dolaşımında bulunan protrombin trombine döner. Trombin enzimi kalsiyumun varlığında fibrinojenin fibrine dönüşmesini sağlar. Fibrin oluşan tıkacı daha sağlam bir hale getirir. Fibrin iplikcikleri, bunlara tutunmuş kan hücreleri ve trombositler pıhtıyı oluşturur. Trombositlerde bulunan aktin ve miyozin büzülerek pıhtının sıkışmasını sağlar. Hasarlı doku bölgesi onarıldıktan sonra pıhtının uzaklaştırılması gerekir. Bu olayda proteolitik bir enzim olan plazmin rol alır. Onarım işleminden sonra pıhtıyı eritir.

Lenf

Dokuların çoğunda hücreler arası boşluğa doku sıvısı ile birlikte bir miktar protein sızar. Bu proteinlerin ve doku sıvısının kan dolaşımına geri dönüşümü lenf dolaşımı ile sağlanır. Lenf aynı kan gibi damarlar içinde dolaşır.

Lenf damarlarının duvarı proteinden zengin doku sıvısı için son derece geçirgendir. Lenf sıvısı içerik olarak doku sıvısı ile aynıdır. Lenf damarları üzerinde bulunan lenf düğümlerinden geçişleri sırasında lenfositler lenf sıvısına karışır. Lenfositlerden başka az miktarda monosit ve granülositler de bulunur. Kan damarlarının bulunmadığı dokularda (kornea, kıkırdak) ve merkezi sinir sisteminde lenf damarları bulunmaz.

Kan Hücresi Yapımı

Tüm kan hücrelerinin sınırlı bir yaşam süresi olduğundan, bu hücrelerin sürekli olarak yenilenmesi gerekir. Kan hücrelerinin yapımına, hemapoez (hematopoez) adı verilir.

Embriyonik yaşamın ilk haftalarında kan yapımı vitellus kesesinin duvarında başlar. Burada mezenşimal hücreler, kan adacıkları olarak bilinen kümeleri oluşturmak üzere bir araya gelir. Bu adacıkların içinde alyuvarların ilkel formları ve çekirdekli alyuvarlar oluşmaya başlar. Kan yapımının bu dönemine mezoblastik faz denir. Mezoblastik faz, yerini hepatik faza bırakır. Karaciğerde eritroblastlar (alyuvarların ilkel formları) üretilmeye başlanır. Daha sonra karaciğer sinüzoitlerinde az sayıda granülositleri oluşturacak hücrelerin ilkel formları ve megakaryositler görülmeye başlar. Gebeliğin 3-6 aylarında bu görevi dalak üstlenir ve splenik faz başlar. Hepatik ve splenik fazlar gebeliğin sonuna kadar sürer. Kan yapımı, gebeliğin altıncı ayının sonunda kemik iliğinde başlar. Bu dönem miyeloid faz olarak adlandırılır. İskelet sistemi gelişmesini sürdürdükçe, kemik iliği de kan hücrelerinin yapımında artan bir rol oynar.

Dolaşımda bulunan tüm kan hücreleri, kemik iliğindeki çok yönlü hematopoietik kök hücreden(kan hücresi yapan kök hücre) kaynaklanır. Bu hücreler, kemik iliğindeki çekirdekli hücre varlığının yaklaşık %0.1’ini oluşturur. Anılan hücreler kendi kendine bölünme ve farklılaşabilme yeteneğine sahiptir. Bu hücrelerden bütün kan hücreleri oluştuğu için pluripotent hemapoietik kök hücre(çok yönlü farklılaşma özelliğinde) olarak adlandırılırlar. Hemositoblast da denen bu hücrelere bölünerek sayılarını artırırlar. Bu hücrelerden granülositlerin oluşumuna granülopoiez, monositlerin oluşumuna monopoiez, lenfositlerin oluşumuna lenfopoiez, alyuvarların oluşumuna ise eritropoiez adı verilir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email