aofsoru.com

Restorasyon ve Koruma İlkeleri Dersi 2. Ünite Özet

Çeşitli Örnekleri İle Korumaya Yönelik Politikalar

Giriş

Koruma kavramının ortaya çıkması ile birlikte, korumayla ilgili politikalar da gelişmiştir. Kültürel mirasın korunması toplumlar için sürekli artan bir öneme sahiptir. Toplumların gelişmişlikleri, kültürel mirasın korunması ile ölçülür hale gelmiştir. Tarihsel miras, sadece belirli bir coğrafya için değil tüm dünya toplumlarının ortak değeri olmuştur. Bu doğrultuda, kültürel miras ve mirasın korunması evrenselleşmiş bir olgudur. Kültürel mirasın korumasında tüm toplumlar, bu kapsamdaki sorumlulukları almalıdır. Küresel mirasın evrenselliği, kapsamlı, çok düzlemli ve çok boyutlu, bütünsel koruma politikalarını gerektirmektedir. Bu sebeple, uygulanacak koruma politikaları da evrensel olmalıdır. Bu ünitede, kültürel miras konusu, koruma ve özellikle kentsel koruma ile ilgili uluslararası platformda özellikle Avrupa ekseninde, geliştirilen farklı yaklaşımlar tarihsel bir süreç içinde irdelenerek geliştirilen farklı koruma politikalarından örnekler anlatılmıştır.

Jokilehto, koruma ile ilgili geliştirilen yaklaşımları korumanın niteliğine yönelik sınıflandırma yaparak dönemlere ayırmıştır. Jokilehto uygulamaları ve dönemlerine göre koruma politikalarını dört başlık altında toplamıştır;

  1. Tarih olarak anıtlar
  2. Stilistik restorasyon dönemi
  3. Modern koruma dönemi
  4. Geleneklerin sürdürülmesi

Rönesans’tan 18. yüzyıla kadarki ilk dönemde sadece anıt eserler değil tarihi kentlerin özellikli yapılarının da milliyetçi politikalarla birlikte toplumun önemsediği olayların bir anısı-ulusal anıtlar olarak korunup restore edildiği görülmektedir. 19. yüzyılın başlarında ise özellikle kuzey ülkelerinde gelişen ortaçağ yapılarının ulusal miras olarak kabul edilmesi eğilimiyle yine aynı dönemde bütün Avrupa’ya yayılan sanattaki romantizm akımı, koruma uygulamalarını ve politikalarını domine etmiş olan stilistik restorasyon yaklaşımının temel kaynaklarını oluşturmuştur. Modern koruma yaklaşımlarının ve politikalarının oluşturulduğu ve uygulandığı döneme gelindiğinde tarih bilincinin etkinliğinin artmaya başladığı 18. yüzyıl sonlarından 19. yüzyıl sonlarına gelindiğinde bu farkındalık modern koruma kavramının ve politikalarının temel ögesi olarak kabul edildiği görülmektedir. Jokilehto’nun belirlediği son farklı yaklaşım ve dönem olan geleneksel devamlılık yaklaşımının etkinliğini sürdürdüğü günümüzde ise kültürel varlıkların tanımlanması ve yenileme me sorunsalı sürekli gelişen bir konu olarak karşımıza çıkar. 18. yüzyıldan bu yana popüler kültürün özgün eserleri ve bu eserlerin yaratım süreçleri toplumlar açısından hep bir kültürel kimlik konusu olarak görülmüştür. 20. yüzyılda, tarihte olduğu gibi farklı ilkelerden kaynaklanan koruma uygulamaları yaklaşımlarına dayalı koruma politikaları ve dönemleri benzer şekilde Mahajan tarafından yapılan bir çalışma ile ortaya konmuştur. Mahajan 2008 tarihli çalışmasında tarihsel süreç içinde özellikle Avrupa eksenli koruma politikaları ve tarihi kentler yönetimi irdelemesi koşutunda beş farklı dönemden söz etmektedir;

  • Birinci dönem; İkinci Dünya Savaşı öncesi; Tek yapı ölçeğinde koruma,
  • İkinci dönem; 1960’lara kadar; Tarihsel alanların korunması,
  • Üçüncü dönem; 1970’ler; Kent planlama ve kentsel rehabilitasyon,
  • Dördüncü dönem; 1970-1990 arası; Çevre yaklaşımları,
  • Beşinci dönem; 1990’lardan günümüze; Tarihsel merkezlerden tarihsel kentlere (yaşayan bir anıt olarak kent).

Koruma Politikalarının Gelişimi

Birinci Dönem; İkinci Dünya Savaşı Öncesi Tek Yapı Ölçeğinde Koruma

Kültür varlıklarının korunması ile ilgili olarak 6. yüzyıldan başlayarak bir gelişim süreci olasıdır. Ostrogot Kralı Büyük Teoderik’in Antik Dünyanın Yedi Harikası üzerine söyledikleri tarihsel miras üzerine yapılan ilk açıklamalar olarak kabul edilmektedir. İlerleyen yıllarda Papa II. Puis tarafından kentlerin değerlerinin artırılması ve estetik kaygılarla önerilen eski yapılar korunması ilgi çeken önemli olaylardır.

İkinci Dönem; 1960’ların Sonuna Kadar Tarihsel Alanların Korunması

İki savaş arasındaki dönemde geliştirilen ortak politika arayışı II. Dünya Savaşı nedeniyle sonuçlandırılamamış ancak savaş sonrasında 1954 tarihli UNESCO Sözleşmesi ile süreç yeniden başlatılmıştır. 1946 da kurulan UNESCO 1954 tarihli bu sözleşmesinde “kültürel varlık” kavramının geliştirilmesi ile birlikte, çok geniş bir tanımını da yapmıştır. Bu kapsamda “toplum yararı” kavramı koruma politikaları kapsamına girmiş ve bu yönlü ortak politikaların üretilmesi konusunda ortak bir zemin oluşturulmuştur.

Üçüncü Dönem; 1970’ler Kent Planlama ve Kentsel Rehabilitasyon

Üçüncü dönem UNESCO’nun 1970 tarihli Kültür Varlıklarının Kanunsuz ithal, ihraç ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklanması için Alınacak Tedbirlerle ilgili Paris Sözleşmesi ile başlamaktadır. Ülkemiz sözleşmeyi ancak 1981 yılında imzalamıştır. 1972 Paris sözleşmesi “Üstün Evrensel Değer” ( Outstanding Universal Value ) kavramını tanımlamış bu nitelikteki kültürel ve doğal mirasın korunmasının her ulusun kendi topraklarında bulunanları kendisinden başlayarak bütün ulusların öncelikli görevi olduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca Bu sözleşme ile birlikte “Dünya Miras Komitesi” adı altında UNESCO bünyesinde hükümetler arası bir komite kurulmuştur. “Dünya Mirası” kavramı bu komite tarafından geliştirilmeğe ve uygulamaya konulmuştur. Bu sözleşmenin uygulama rehberinin 1. Maddesinde “... Doğa ve insanın ortak eserleri ...” olarak tanımlanan “Kültürel Peyzaj” kavramı doğal ve kültürel mirasın bir bütün olarak ele alan politikaların da başlangıcı olarak görülebilir. Bu nedenle 1972 tarihli Paris sözleşmesinin koruma tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri olduğu kabul edilmektedir.

Dördüncü Dönem; 1970-1990 Arası Tarihi Merkezlerde Çevre Yaklaşımları

Dördüncü dönem tarihi kent merkezlerinin bütünleşik koruması ve bu korumanın sosyal maliyetlerine ilişkin değişen koruma politikalarının uygulamalarının öne çıktığı bir dönemdir. Bologna deneyiminin bütünleşik koruma kavramının başlangıç noktasını oluşturduğu kabul edilmektedir. Daha sonra 1975 Amsterdam Deklarasyonu ile tüm koruma camiasına yayınlanan “bütünleşik koruma” kavramı bu dönemle birlikte koruma politikalarına yeni bir yön vermiştir.

Beşinci Dönem; 1990’lardan Günümüz Tarihsel Merkezlerden Tarihsel Kentlere

Günümüzde ise tarihi alanların tüm bir kenti kapsadığı yeni bir tarihsel alan algısının egemen olduğu bir dönem yaşanmaktadır. Günümüz koruma politikaları planlama olgusunu en öne çıkaran ve koruma planlama ve koruma kullanma dengelerini bu eksende belirleyen bir yaklaşım içinde değerlendirmektedir.

Koruma Politikalarındaki Değişimler

1931’den Günümüze Koruma Politikalarındaki Değişimler Tek Yapı Ölçeğinde Koruma, Yapı Odaklı Koruma Politikaları

Tek yapı ölçeğinde koruma dönemi olarak tanımlanan II. Dünya Savaşı öncesi dönemde pek çok ülkenin çok önemli tarihi anıtlarını koruma altına almaya çabaladıkları görülmektedir. Bu yaklaşım Avrupa’nın önemli kentlerindeki tarihi kent dokularının değişmesi, bozulması veya yok olmasına neden olmuştur. Yapı odaklı politikalarda öne çıkan üç yaklaşımın varlığından söz edilmektedir; koruma, gerçek ve erişim . Tarihi yapıların korunması en temel hedeftir. Gerçek yapının tarihi bağlamının doğru olarak ortaya konulmasıdır. Erişim ise tüm verilerin ve yapının araştırmacılara ve kullanıcılarına en uygun ulaşılabilirlikte olmasıdır. Bu ilk dönemde koruma tek yapı ölçeğinde restorasyon terimi ile özdeşik olarak kullanılmış, yapının görsel, malzeme, yapım tekniği öyapısal özellikleri ve süslemeleri gibi yapıya özgünlüğünü kazandıran özelliklerin korunması amaçlanmıştır.

Tarihsel Alanların Korunması, Alan Odaklı Koruma Politikaları

Koruma politikaları açısından bir kırılma dönemi olarak ortaya çıkan ve 1960’lı yılları kapsayan bu ikinci dönem, alan odaklı koruma politikalarının koruma uygulamalarına hâkim olduğu bir dönem olarak tanımlanabilir. Alan odaklı koruma politikalarında temel farklılık tek yapı ölçeğindeki koruma yaklaşımlarının yapının kendi özgün niteliğini oluşturan özelliklerin yanı sıra yapının içinde bulunduğu yakın çevresinin de bu özgünlüğün vazgeçilmez ve ayrılmaz bir devamı olduğu görüşüdür.

Bu çevrenin korunması endişesi ile bu dönemde yapı grupları, kentsel dokular, mahalleler, giderek köyler ve kentlerin bütün olarak koruma altına alındığı görülmektedir. Bu bağlamda pek çok Avrupa ülkesinde bu politikaların uygulama zorluğu yaşandığı durumları ortadan kaldırma amacıyla yeni ve özel yasal mevzuatlar oluşturulmuştur. Alan odaklı koruma politikalarına geçişin sağlandığı ikinci dönemde tek yapı ölçeğinden yapılar grubuna veya bir başka deyişle koruma alanı kavramına geçilmiştir. Alan odaklı koruma politikalarında temel yaklaşım tek yapı ölçeğinden, yapının içinde bulunduğu yakın çevresinin de özgünlüğünün vazgeçilmez bir unsuru olmasıdır.

Kent Planlama ve Kentsel Sağlıklaştırma (Rehabilitasyon), Planlama Odaklı Koruma Politikaları

Bir önceki dönemde yapılan çalışmalar ve koruma ile ilgili çabalar korunması gereken anıtların tek başlarına korunması yerine içinde bulundukları çevre ile bozulmadan korunmalarının hedeflenmesinin gereğini açıkça ortaya koymuştur. Bu bağlamda teklikleri nedeniyle tarihi kentlerin de olabildiğince değiştirilmeden korunmaları gerektiği öne sürülmüştür.

Cephecilik yaklaşımı bu dönemin bir uygulaması olarak daha sonraki dönemlerde yoğun şekilde eleştirilmiş ve bu dönemde tarihi kent merkezlerinin yıkılmasının önüne geçilmesi olumlu bir uygulama olmasına karşın cephecilik yaklaşımlarının uygulanması ile yapıların cephe süslemelerinin korunmasına karşın özgün mimari planlarının yok edilmesi önemli kayıplar oluşturmuştur. Bu üçüncü dönem özellikle İtalyan mimar ve korumacılarının ürettikleri soylulaştırma, geliştirme ve cephecilik gibi koruma kuramları ve kavramları ile hatırlanmaktadır. Tek yapı ölçeğinden tüm bir kent ölçeğine genişleyen koruma alanı kavramı peşi sıra koruma odaklı kent planlama yaklaşımlarını getirmiştir.

Çevre Yaklaşımları, Sürdürülebilirlik Odaklı Koruma Politikaları

1970’lere gelindiğinde Dünya genelinde yaşanan gelişmeler ve değişimler tarihte hiç karşılaşılmayan derecede derin ve beklenmedik olmuştur. Arkası arkasına gelen ekonomik krizler, Doğu Bloğu’nun kendini fes etmesi, tek kutuplu yeni bir dünya düzenine geçiş bunun yanında gelişen milliyetçilik akımları ve küreselleşmenin giderek artan ayak sesleri ülkeleri geleneksel davranışlardan kopartmaya başlamış, değişen hızlı teknolojiler ve yeni kavramlar insanlığı yeni bir algı düzeyine çekmiştir.

Çevre ve sürdürülebilirlik bu dönemde yaşamın her yönünde ve boyutunda ilk önem sırasına çıkmış, tüm çalışmaların bu eksende gerçekleştirilmesine özen gösterilir olmuştur. 1970’lerden bu yana sürdürülebilirlik kavramı entelektüel yaşamın her noktasında kendinden söz ettiren bir kavram olarak gelişmiştir. Koruma kavramı da sürdürülebilirlik hedefleri ile kolayca uyuşabilecek bir kavram olarak uluslararası gelişme ve kalkınma stratejilerinin ayrılmaz bir bileşeni haline gelmiştir. Tasarım ve inşaat sektörü de, sürdürülebilirlik, sağlıklı çalışma ortamları, enerji tasarruf sistemleri ve çevreye duyarlı malzemeler ile tasarlanan yeni yapılar veya “yeşil mimarlık” ile özdeşleşmiştir.

Tarihsel Kent Merkezleri Yaklaşımından Tarihsel Kentlere, Kent Odaklı Bütüncül Koruma Politikaları

Son dönemdeki koruma politikaları ulaşılan rasyonel bir düzey olarak bütüncül korumanın öne çıkarıldığı ve bütüncül koruma politikalarının benimsendiği bir yaklaşım haline gelmiştir. Bu dönemin insanlığın hızla kentleştiği bir dönemi kent odaklı koruma politikalarının bütüncül koruma uygulamalarına öncülük ettiği bir dönem olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email