aofsoru.com

Kültürlerarası İletişim Dersi 4. Ünite Özet

Kültürlerarası Farklılaşma Ve İletişim

İletişim algılama ile başlar. Duyu organlarımız aracılığıyla çevredeki etkilerin farkına varmak olarak tanımlanabilir. Gözümüzü, görme sınırları içindekileri kaydeden kamera ya da fotoğraf makinesine benzetiriz. Eğer bir benzetme yapılacaksa gözümüzü, görmeyi sağlayan bilişsel süreçle birlikte, kameraya değil yönetmene benzetmeliyiz. Bilindiği gibi, kamera gördüğünü, yönetmen ise görmek istediğini ya da izleyiciye ulaştırmak istediğini görür. İnsanlar, kamera gibi gördüğü gerçeği kaydetmek yerine, kendi gerçekliğini oluşturur. Algı kavramı, gerçek olanın birey tarafından olduğundan farklı şekilde görüldüğünü ifade eder.

Kültür hemen her alanda bireyin algısını belirleyen çerçeveler oluşturur. Birçok durumda, bireyin hazır olarak edindiği çerçeve, karşılaştığı içerikten daha baskın çıkar ve onun önüne geçerek anlam yaratılmasında başrol oynar. Aşk ile nefretin kardeş olduğu söylenir. Çünkü aşk inanılmayacak kadar kısa bir sürede nefrete dönüşebilir. Bireyler bu kadar kısa zamanda değişemeyeceğine göre, değişen algı mıdır yoksa bireyler mi? Aslında değişen karşıdaki değildir, birincinin algılarıdır. Aşk ve nefret kadar olmasa da birine karşı sempati duymak, hoşlanmak, sevmek ya da saymak, onunla ilgili algılarımızı önemli derecede etkiler.

Algıda Farklılaşma

Bütün insanların aynı duyu organlarına, küreselleşmeyle birlikte de bütün kültürlerin çağdaş teknolojilere ulaşma şansına sahip olduklarını düşünürsek, “Algılamada kültürel farktan söz edebilir miyiz?” sorusu akla gelir. Kültürlerarası iletişimciler, bu sorunun yanıtının iletişim bilimlerinin kuramsal bilgileri içinde zaten bulunduğunu belirtmektedir.

Kod ve Kültür

Kodlar, iletişimde yararlandığımız farklı öğelerden oluşur. Bu öğelere işaret denir. Her kod, başka işaretlerle birleştiğinden farklı anlamlar yaratan işaretlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Nesnelere, canlılara verdiğimiz isimler, soyut kavramları ifade etmek için kullandığımız terimler de birer koddur. Dil kodları, sesli ve sessiz işaretleri barındırırlar. Sesli işaretlerle oluşturulmuş ve sözcükler şeklinde kullanılan kodlara “sözel kod” denir. Sözlü iletişimde temel olarak sözel kodlardan yararlanırız. Sözsüz kodlar da yapısal olarak sözel kodlara benzer. Giyim kodları, çeşitli giysi parçaları farklı renk ve kombinasyonlarda bir araya getirilerek oluşturulur. Tanımadığınız biriyle ilk karşılaştığınızda, giydiği şeyler ve giyim parçalarının birbirleriyle ilişkisine bakarak, onun kişiliği, mesleği, dünyaya bakışı ve benzeri konularda belirli anlamlar çıkarırız.

Bütün kültürlerde giyim kodları anlam aktarımından önemli rol oynar. Bu nedenle iletişimde belirli alanlara yoğunlaşmanın istendiği, askerlik, belirli sanayi ve hizmet sektörleri, eğitim gibi alanlarda tektip giysi uygulaması yapılır. Böylece, giyim kodları üzerinden rütbe, görev alanı ve benzeri anlamlar dışında anlam aktarımı engellenir ve bireyler görevi ya da işlevlerinin gerektirdiği, algılanması istenilen diğer kodlara yoğunlaşır. Ancak, tektip giyimle de belirli anlamlar aktarılır. Giyim kodları, kültürün “görsel kimlik” adı verilen bileşeninin önemli bir parçasını oluşturur.

Görüldüğü gibi insan iletişimi temel olarak kodlara dayalı olarak gerçekleşir. Anlam koda yüklenir ve kodun alıcı tarafından algılanması beklenir. Bu cümledeki anlamın koda yüklenmesi işlemine kodlama denir. Hazır kodlar, kültürün öğrenilmiş kısmını oluşturur. Her kültürde sesli ve sessiz işaretler değişik şekillerde bir araya getirilerek farklı kombinasyonlar oluşturulur. İletişim tamamen kültüre bağlı bir insan etkinliğidir.

Algı Süzgeci

Kulağımız ancak belirli frekans aralığındaki sesleri algılayabilir. İnsan kulağının algılayabileceği en düşük ses frekansı 20 kHz, en yüksek ses frekansı ise 2000 kHz’dir. Bu değerler anatomik özelliklerden kaynaklanan sınırlamalardır. Ancak bazı etkenler duyu organlarımızın anatomik yapısı ya da fiziksel nedenlerle algılanabilir olsalar da kültürün bilişsel yapıyı şekillendirmiş bir algı süzgecinin olmasıdır. Kültür ilk çocukluk döneminden başlayarak öğrenilir. Öğrenilen her şey daha sonra karşılaşılan durumları değerlendirmek için zihinde bir yere konur. Karşısına çıkan bir sorunu çözmek için de sorunun parçalarını tek tek düşünüp zihnindeki kalıplarla karşılaştırır ve ona benzeyen deneyimlerini bir araya getirip anlamlandırır ve böylece sonuca varmış olur. Eğer duyu organlarımızın algıladığı bir etkenin bilişsel yapımız içinde, zihnimizde bir karşılığı yoksa onu anlamlandıramayız. Başka deyişle, anlamlandırma şansımız olmayan etkenlerin algısı bir işe yaramaz ve biz onu hiç algılamamış oluruz.

Başka kültürlere ait hem sözel hem de sözsüz kodlar bireyin kendi kültürü tarafından düzenlenmiş anlamlandırma sürecine giremezler. Bu düzenlemeye kültürlerarası iletişimde “algı süzgeci” denir. Kültürlerin geniş ya da dar bağlamlı olması algılamada önemli rol oynar. Geniş bağlamlı kültürlerde hazır çerçeve sayısı ve çeşidi, dar bağlamlı kültürlerden daha fazladır. Edward T. Hall de “seçici perde” olarak adlandırdığı algı süzgecinin geniş ve dar bağlamlı kültürlere mensup bireylerin enformasyon gereksinmelerine göre şekillendiği belirtmektedir. Hall, bunlara benzer iletişim davranışlarına dayanarak “bağlamlama” kavramını ortaya atmıştır. Bağlamlama, iletişim sürecinde bir uyarının toplam anlamını yorumlarken bağlamsal göstergelere dikkat etmek, onları tanımak ve diğer iletişimsel öğelerle birlikte değerlendirmek demektir. Geniş bağlamlı kültürlerin üyeleri, bağlamsal göstergelere karşı duyarlıdır ve onlara önem verirler. Dar bağlamlı kültürlerin üyeleri ise iletişim sürecinde ağırlıklı olarak, yazılı ya da sözel, sözlü mesajlardan yararlanma eğilimi gösterirler. Endüstrileşme derecesi o ülke kültürünün bağlamsal durumunu yansıtmaktadır. Gündelik yaşamda aynı kültürü paylaşan insanların da farklı algı süzgeçlerine sahip olabildikleri gözlenir. Ancak, farklı kültürlerden insanlarla karşılaşmalarda algı süzgecinin önemi daha çok ortaya çıkar.

Düşünme Biçemlerinde Farklılaşma

İletişim sürecinin ikinci aşaması olan kod açımı evresinde, bireyin kültürel algı süzgecinden geçirdiği şekliyle algılanan gerçeklik, yine bireyin kültür kodlarına göre açılır. Dolayısıyla kültür, önce algılama sonra da kod açımı evrelerinde belirleyici rol oynar. Bundan sonraki evrelerde açılan kodlar sınıflandırılır, analiz edilir, değerlendirilir, sentezlenir ve anlamlandırılır. Bu “düşünme kalıpları” ilk çocukluk yıllarından başlayarak edinilen ve kültürel olarak aktarılan kalıplardır.

Düşünme alanında kültürlerin birbirlerinden nasıl farklılaştığını anlamak için bilişsel psikolojide en çok kabul gören ortama bağımlılık ve ortamdan bağımsızlık ayrımından yararlanır. Araştırmaya katılan bireyler arasında aynı kültüre mensup olanların aynı düşünme kalıpları ile sonuca vardıkları görülmüştür. Böylece, insanların düşünme biçemlerinin kültürce şekillendiği sonucuna varılmıştır. Ortama bağımlı düşünme biçemine sahip kültürlerin üyeleri elde ettikleri verilerle bulundukları ortamı bütün olarak kavramaya çalışırlar ve tek tek parçalar üzerinde düşünmezler. Ortamdan bağımsız düşünme biçemine sahip kültürlerin üyeleri bütünü oluşturan her bir parçayı bütünden ayrı olarak ele alır sonra da bunların birbirleriyle ilişkisini anlamaya çalışırlar. Her kültür hem ortama bağımlı hem de ortamdan bağımsız düşünme kalıplarına sahiptir ancak bunların birbirlerine oranı diğer kültürlerden farklıdır.

Geniş bağlamlı kültürlerin üyeleri de her alanda daha önceden topladıkları bilgileri, elde ettikleri yeni bilgilerle tamamlayarak anlam yaratırlar. Sonuç olarak, ortama bağımlı düşünme biçemine sahip kültürlerin üyeleri, çevrelerini “geniş bağlamlı algılama biçemi”yle algılarlar. Ortamdan bağımsız düşünme biçemine sahip kültürlerin üyeleri çevrelerini “dar bağlamlı algılama biçemi” ile algılarlar. Ortamdan bağımsız düşünme biçeminin egemen olduğu kültürlerin üyeleri çevrelerini karşıtlıkların birlikteliği olarak görme eğilimindedir. Yani çevrelerini iyi ve kötü, doğru ve yanlış, hatasız ve hatalı, güzel ve çirkin ayrımına göre basit karşılaştırmalarla değerlendirir ve yargılarlar.

Tümdengelimci kültürlerin üyeleri kendi fikir ve kuramlarından çoğunlukla emindirler ve bu nedenle de kendi fikir ve kurumları ile ampirik dünya arasındaki birkaç ilintiye referans vermekle yetinirler. Doğu kültürleri olarak adlandırılan ve Akdeniz kültürlerini de kapsayan kültürlerin bilişsel davranış kalıpları genellikle “ilişkisel”, “tamamlayıcı”, “bütüncül” ve “sezgisel” nitelik taşır. Asyalıların genellikle, mantık ve analizle ilgisi olmayan, bunun yerine sezgi, iç gözlem ve tefekküre dayanan düşünme biçemine eğilim gösterdiği gözlenmektedir.

Her kültürde davranış kalıpları o kültürün bütün üyeleri tarafından benimsenmediği gibi, uygulamada da farklılıklar söz konusudur. Doğulu kültürlerin üyeleri de sonuca yönelik düşünürler; ancak sezgisel düşünme oranı ve bu düşünce biçemine verilen değer Batı kültürlerinden daha fazladır. Batı kültürlerinin düşünce biçemi de sezgisel süreç içerir. Ancak onlar, sezgileri ile elde ettikleri enformasyona, mantıksal ve analitik yoldan elde ettikleri bilgiler kadar önem vermezler.

Kişiler Arası İlişkilerde Farklılaşma

Bireyin kişilerarası ilişkilerdeki tutum ve davranışları, mensup olduğu kültürün algılama ve düşünme biçemlerine göre belirlenmiş iletişim kalıpları vardır. Birey, iletişim bağlamına göre farklılaşan bu iletişim davranışları arasından uygun olanı seçerek kişilerarası etkileşimde kullanır.

Geert Hofstede’nin kuramındaki güç aralığı kavramı; güç aralığının büyük olduğu kültürlerde bireyler arasındaki iktidar ve toplumsal güç farkı nedeniyle büyük ile küçük, zengin ile yoksul, okumuş ile okumamış, çalışan ile işsiz, erkek ile kadın, amir ile memur, patron ile işçi, öğretmen ile öğrenci vb. arasındaki ilişkiler asimetrik nitelik taşır. Güç aralığının az olduğu kültürlerde ise bireyler, kişilerarası etkileşim sürecinde göreceli olarak daha simetrik bir konumda bulunurlar ve toplum içindeki iktidar ve güçlerini etkileşime görünürde daha az yansıtırlar. Bireyin yabancıyı ya da genel olarak “öteki”ni nasıl algılayacağı yanında farklı toplumsal bağlamlardaki kişilerarası iletişim davranışları da kültür tarafından belirlenir.

Bireyin İçinde Bulunduğu Grupla İlişkileri

Bütün toplumlarda her birey, akraba, meslektaş ve arkadaş grubu gibi, çeşitli grupların üyesidir. Bu gruplar bireyi duygusal olarak destekler ve bireyin kendini güvenli hissetmesine yardım eder. Toplumsal grupların işlevleri evrensel olsa da grup kurallarına koşulsuz boyun eğme ile bireysel özerklik arasındaki denge kültürden kültüre değişir.

Francis Hsu’ya göre, bireycilik Kuzey Amerikan kültürünün üyelerinin kişiliğinin odağında bulunmaktadır. Bireycilik ve ortaklaşa davranışçılık, yaşamın ilk evrelerinde öğrenilir. Bu nedenle, bireyci kültürlerin üyeleri grup içinde bireysel özerkliklerini koruma eğilimi gösterirken ortaklaşa davranışçı kültürlerin üyeleri daha çok grup kurallarına uyarak, grup içi ilişkilerde ahengi korumaya çalışırlar. Bireyci kültürlerde, üyelerin çıkarları grup çıkarlarından önce geldiği halde, ortaklaşa davranışçı kültürlerde, bireyler, grubun isteklerini yerine getirebilmek için çoğunlukla kendi çıkarlarını ikinci planda tutarlar.

Antropolog Ruth Benedict de Japon kültürünü “utanma kültürü”, Amerikan kültürünü ise “günah, kusur kültürü” olarak adlandırmıştır. Türk kültürünün de “utanma kültürü” olduğu söylenebilir. Japon ve Türk kültürü gibi ortaklaşa davranışçı kültürlerde sosyalizasyon sürecinde çocuklara grup bilinci aşılanırken, Kuzey Amerikan kültürü gibi bireyci kültürlerde bireysel sorumluluk ve hakların korunması bilinci geliştirilmeye çalışılır.

Toplumsal Yaşamda Bireylerarası İlişkiler

Bireylerarası ilişkilerde karşıdakinden beklentiler, bireylerin üyesi olduğu kültürün bu tür ilişkilerle ilgili olarak ortaya koyduğu kurallar, normlar ve değerler tarafından şekillendirilir. Bireyci kültürlerde, bireylerarası ilişkiler genellikle bireysel gereksinimler karşılama amacına yönelik olarak kurulur ve geliştirilir. Bireysel gereksinimlerin olabildiğince karşılanabilmesi için, bireylerin bir araya gelmesi gerekmektedir.

Bireyci kültürlerin sürekliliği olmayan, işlevsel bireylerarası ilişki yönelimine karşın, ortaklaşa davranışçı kültürlerde bireylerarası ilişkiler, çoğunlukla birey tarafından kurulmaz, aksine aile, okul ve iş yaşamı ile toplumsal çevre tarafından “sunulan” ilişkiler niteliğini taşır. Bireyler arası ilişki, samimilik sınırına ulaştığında ömür boyu sürme eğilimi gösterir. Ortaklaşa davranışçı kültürlerde gözlenen göreceli olarak sabit ve sürekli bireylerarası ilişkilerde duygusallık ve bireyler arasında güçlü sadakat önemli rol oynamaktadır. Ortaklaşa davranışçı kültürlerde bir kez kurulan bireylerarası ilişkiden artık dönüş yoktur. Buna karşılık, bireyci kültürlerde ayrılan çiftler yaşamlarının kalan kısmını arkadaş olarak geçirmekte, eğer çocukları varsa onların gereksinimlerini, ticari ortaklıkta olduğu gibi, birlikte karşılayabilmekte, hatta daha sonra evlendikleri kişilerle bile belirli düzeyde ilişki sürdürmektedirler. Bireylerarası ilişkilerin işlevsel boyutunun önemli olduğu kültürlerde, ömür boyu ilişkiden söz edilemez.

Hall'e göre, geniş bağlamlı kültürlerde bireylerarası ilişkiler, duyguya dayanan ve ilişki kurulan bireyin kişiliğine yönelik ilişkiler olma eğilimi gösterir. Dar bağlamlı kültürlerde ise bireyler, aralarındaki ilişkinin işlevselliğini ön plana alır ve her ilişkiyi kendi koşullarında değerlendirirler.

Bireyin Farklı Statüdeki Bireylerle İlişkisi

Toplumda statü elde etmenin yolları kültürden kültüre değişir. Kuzey Amerikan kültüründe statünün “başarıldığı” yani başarı elde edildikten sonra kazanıldığı anlaşılır. Burada statünün kazanılması, bireyin kim olduğuna değil, onun ne yaptığı ve diğerinin onun yaptıklarını nasıl değerlendirdiklerine bağlıdır. Batılı olmayan kültürlerin çoğunda ise statü “verilmiş”tir. Bu kültürlerde statünün elde edilmesi, daha çok hangi ailenin üyesi olarak dünyaya geldiğine bağlıdır.

Bireylerarası ilişkilerdeki bazı yönelimler yalnız kültürler arasında değil, bir kültürü oluşturan alt kültürler arasında da farklılaşma gösterebilir. Bu alanda en büyük farklılık kentsel ve kırsal alt kültürler arasında gözlenir. Teknolojinin daha az egemen olduğu ve daha az karmaşık olan kırsal kültürlerde bireylerarası ilişkiler daha sabit, daha sıkı ve daha az bireysel amaca yönelik olma eğilimi gösterir. Ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle koşut olarak, kırsal-kentsel ayrımı yavaş yavaş azalmaktadır. Hem kentsel-kırsal ayrımı henüz ortadan kalkmamış hem de kentlerde homojenlik sağlanabilmiş değildir. Türkiye’de kırsal-kentsel ayrımı, iletişim açısından hala önemini sürdürmektedir ve iletişim davranışlarında kırsal-kentsel farklılığı açıkça gözlenebilmektedir.

İletişim Kanallarında Farklılaşma

Kültür hem öğrenilir hem de iletişim yoluyla korunur ve yeni nesillere aktarılır. Bireyler, sosyalleşme ve kültürleme (enculturation) süreçlerinde içinde yetiştikleri topluluğun kültürünü edinirler.

Kültürler arasında, yaygın olarak kullandıkları iletişim kanallarına göre de farklılıklar vardır. Her kültür, belirli iletişim kanallarını göreceli olarak diğerlerinden daha çok ya da daha az kullanır. İletişim kanallarını geleneksel bir ayrımla “sözel”, “yazılı” ve “görsel” kanallar sıralayabilir.

Sözel kanalın kullanımında, sözlü ifade ile bu ifadeye eşlik eden, sözel yapıyı değiştirmeden kullanılan tonlama ve susma aralıkları gibi paradil ve jest, mimik ve beden dili gibi sözsüz ifadeler arasında farklılaşma gözlenir. Bireyin sözel ifade yetenekleri toplumda kabul görmeleri ve yer edinebilmeleri açısından gerekli ve önemlidir. Bu kültürlerin sözlü edebiyatı daha çok gelişir ve zenginleşir.

Yazılı iletişim kanalı, bazı kültürlerde sözel kanaldan daha yaygın olarak kullanılır. Özellikle bireyci kültürlerde sözel kanaldan elde edilen enformasyona güven duyulmaz. Kendini yazılı olarak ifade edebilme bilgi ve becerisi bireyleri birbirinden ayırır.

Görsel kanal hem sözel hem de yazılı kültürlerde kullanılmakla birlikte, kullanım biçimleri farklıdır. Sözel kültürler görsel kanalı yazılı kültürlerden daha yaygın kullanırlar. Görsel kanal sadece enformasyon alırken değil, ileti gönderirken de kullanılır. Herhangi bir nesne, olay ya da olguyu aktarırken görsel sözsüz kodlardan yararlanmak görsel kanalın kullanıldığını göstermesi bakımından anlamlıdır.

Yeni medya ortamları geleneksel kanal ayrımını ortadan kaldırma yolunda ilerlemektedir. Yeni medyanın farklı kültürlerde nasıl kullanıldığını araştırmaya yönelik yeni çalışmalar kültürlerarasılığın bu alanda da varlığını koruduğunu göstermektedir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email