Din Sosyolojisi Dersi 8. Ünite Sorularla Öğrenelim
Gündelik Hayatta Din
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Gündelik hayatın belirleyicisi olan iki temel unsur nedir? Neden gündelik hayatın şekillenmesinde belirleyicilerdir?
Gündelik hayatın iki temel belirleyicisi söz konusudur. Bunlardan birincisi geleneksel kültür, diğeri ise popüler kültürdür. Geleneksel kültür, toplumun hemen tamamı tarafından paylaşılan, kökü çoğunlukla bilinemeyen bir tarihe kadar uzanan, hayatın her alanını büyük ölçüde kapsayan, nesilden nesile doğal süreçlerle aktarılan kültürdür. Popüler kültür ise, daha çok boş zaman faaliyetlerine veya tüketim eylemlerine yönelik olarak belirli üreticiler tarafından bir meta olarak ortaya konulan, dolayısıyla elde edilmesi için belirli bir ücret ödenen, hızla değişiklik gösteren kültürdür. Popüler kültür özellikle kültür endüstrisinin gelişmesi ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması ile birlikte gündelik hayattaki tutumlarımız ve davranışlarımız üzerinde önemli ölçüde etkili olmaya başlamıştır. Ancak yine de hızlı değişim gösteren bu kültür ile görece istikrara sahip olan geleneksel kültür birbirini dengelemektedir.
Din ve gelenek arasındaki ilişkiyi ele alırken dinin tamamen bir kültür ürünü olduğu şeklindeki yaklaşımdan neden kaçınmak gerekir?
Dinin tamamen kültür ürünü olduğunu iddia eden görüş, on dokuzuncu yüzyıldaki salt antropolojik ve sosyolojik yaklaşımların sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu görüş pozitivist bir yaklaşıma dayanır. Pozitivizm deney ve gözleme dayanan modern bilimi kabul edip, dini ve metafizik açıklamaları bilim öncesi düşünme biçimi oldukları gerekçesiyle baştan reddeden bir anlayıştır. Pozitivist yaklaşımı benimseyen on dokuzuncu yüzyıl sosyal bilimcileri, o dönemde zirveye çıkan antropolojik verileri de kendi düşüncelerine destek için kullanmışlardır. Yani ilkel olarak nitelendirilen kabileler hakkındaki verileri toparlayıp, onların zihniyetlerini çözümlemeye çalışarak dinin insan ürünü olduğunu iddia etmişlerdir. Dinin kaynağının ilahî olduğunun reddedilmesi beraberinde dinle ilgili diğer öğelerin de reddedilmesi sonucunu doğurmuştur. Böylelikle vahiy, peygamberlik, kutsal kitap, mucizeler reddedilmiştir. Dolayısıyla dini olarak bilinen her şey bir kültür ürününe dönüştürülmüştür. Günümüz sosyal bilimi ise artık dinin kaynağı tartışmalarını bir kenara bırakmıştır. Zira bu konunun hem artık doğrudan bilimin konusu olmadığı düşünülmekte hem de eldeki verilerden hareketle kesin sonuçlara ulaşmanın imkânsızlığı üzerinde durulmaktadır.
Dinin geleneği tamamen kuşattığına yönelik yaklaşımlar nelerdir ve bu yaklaşımlara hangi noktalarda eleştiriler getirilmiştir?
Bu yaklaşım ile Hıristiyan medeniyeti bütünüyle Hıristiyanlığın şekillendirdiği, İslam medeniyeti ise bütünüyle İslam’ın şekillendirdiği büyük kültürel yapılar olarak görülür. Dinler belirli bir zihniyetle kültürel yapıyı ana hatlarıyla şekillendirirler ancak bunu bütün detaylara kadar indirmek mümkün değildir. Zira medeniyetler uzun bir tarihî süreçten sonra ortaya çıkar. Oysa dinin ilk ortaya çıkışı sınırlı bir coğrafya ve sınırlı bir zaman dilimindedir. Kaldı ki dinler, ilk ortaya çıktıkları toplumlarda da kültürü bütünüyle değiştirmezler, eski kültürel yapı bir bölümüyle devam eder.
Din ve kültür arasındaki ilişki nasıl tanımlanmalıdır?
Din ve kültürün karşılıklı olarak birbirlerini etkilemektedir. Her din bir kültür içinde ortaya çıkar. O kültürü bütünüyle reddetmez, kültürden bazı izler taşır ama aynı zamanda kültürü yönlendirir.
Din ve kültür etkileşimine örnek olarak İslam nasıl bulunduğu kültürlerle etkileşime girmiştir, açıklayınız?
İslam dini açısından konuya baktığımızda cahiliye olarak nitelendirilen İslam-öncesi kültürün bütün yönleriyle reddedilmediğini görürüz. Yirminci yüzyılın önemli âlimlerinden biri Hamidullah’a göre, İslâm değiştirilmesini veya neshedilmesini lüzumlu gördüklerinin haricinde müminlerin tatbik edegelmekte oldukları bütün eski âdet ve geleneklerin devamına müsaade etmiştir. Bu müsaade sadece dini olmayan konularda –ticaret vesaire gibideğil, aynı zamanda ceza kanunları ve hatta hac gibi tamamen dini olan şeyler için de söz konusudur
Kitabi din ve paralel dinin ortaya çıkmasını sağlayan sebep nedir?
Bir toplum yeni bir dine girdiğinde eski kültürel kalıplarını dini bir kimlik vererek devam ettirir. Bu belirli eller tarafından bilinçli bir şekilde yapılmaz. Ancak pek çok faktör altında devam eden yeni dini benimseme süreci böyle bir sonuç doğurur. Bunun yanında farklı kültürlerin aynı din havzasında bir araya gelmesi sonucu meydana gelen etkileşimde, daha önce herhangi bir toplumda etkin olmayan bir davranış ortak bir şekilde o dini benimseyen milletlerin ortak dini davranışı haline gelir. İslam’da tasavvufun ortaya çıkışı veya ziyaret buna örnektir. Böylece aslında yaşanan din iç içe geçmiş iki katmandan oluşur. Birincisi resmi din ya da kitabî din, ikincisi ise paralel din de denilen halk dinidir.
Zaman içerisinde yaşanan değişimlerde ilahiyatçıların edindiği görev nedir?
Her semavi din kurucu peygamberi aracılığı ile ortaya konan bir öğretiye sahiptir. Ancak peygamberin vefatından sonraki yayılma ve kurumsallaşma sürecinde dinin ilk ortaya çıkışında olmayan bazı unsurlar da dine katılır. İlahiyatçıların (din bilginlerinin) temel kaygılarından biri sonradan eklenen bu inanç ve uygulamaları tespit etmek, bunların dine uygun olup olmadığını ortaya koymak ve gerekenleri reddetmektir. Ancak zaman ilerledikçe herhangi bir inanç veya uygulamanın dinin ilk ortaya çıkışında gerçekten olup olmadığını tespit etmek zorlaşır. Çünkü her yeni inanç veya uygulama otantiklik iddiasını da yanında taşır. Bunun için gerektiğinde hadisler veya tarihî olaylar uydurulur. Bu pratik zorluğu da göz önüne alan ilahiyatçılar bir süre sonra dinin temel akide ve uygulamalarını tespit ederler. Bu noktada her zaman için bir uzlaşı olmadığından mezhepler ortaya çıkar. Yine de ilahiyatçılar arasında önemli ölçüde bir uzlaşı söz konusudur. Bu uzlaşı dinin resmî/kitabî yönü olarak nitelendirilebilir.
Katolik kilisesinin kurumsallaşmış olması ile İslam’da böyle bir örgütlenmenin olmayışından anlaşılması gerekenler nelerdir?
Dinin belirli bir örgüt altında kurumsallaştığı örneklerde resmi din daha açıkça görülür. Bunun en önemli örneği Katolikliktir. Katolik kilisesi büyük ve tek bir örgüt olarak neyin Hıristiyanlığa uygun olduğunu, neyin ise bunun dışında kaldığını belirler. Burada kilise ve daha özelde Papa Tanrı’yı temsil ettiğinden, resmî olarak bildirilen husus dini inanç ve uygulama olarak kabul edilir. İslam’da böyle bir örgütlenme ve bağlayıcı otorite söz konusu olmadığından din olarak her hangi bir şeyin dayatılması mümkün değildir. Ancak yine de mezhep imamlarının ortaya koymuş olduğu iman ve ibadet esasları büyük ölçüde Kitap ve Sünnete uygun dini anlayış olarak kabul edilir.
Bid’at nedir?
Kitap ve Sünnete uygun dini anlayışın dışında kalan uygulamalara bid’at denir. Sonradan ortaya çıkan şeyler anlamda bid’atler iyi ve kötü (bid’at-ı hasene ve bid’at-ı seyyie) olarak ikiye ayrılmışlarsa da genel anlamda bid’at olumsuz bir çağrışıma sahip olmuştur. İslamî literatürdeki bid’at sosyolojik anlamdaki halk dindarlığının bir bölümünü oluşturur.
Halk dini nedir?
Dinî kuruluşların veya ilahiyatçıların söylemlerinin yanında dinin gelenek içinde aldığı biçime halk dini denir. Buna aynı zamanda paralel din denmesinin sebebi ise resmî söylemlerin dışında bazı inanç ve uygulamaları da içermesidir. Ancak halk dini kitabî dinden tamamen farklı değildir. Dinin orijinal yapısındaki uygulamalar ve sonradan katılanlar bir araya gelip yeni bir sentez oluştururlar. Bu sentezde yerine göre dinin birincil düzeyde gördüğü uygulamalar ikincil düzeye iner, önem derecesinde yer değiştirmeler görülür.
Toplumsal hayatta dinin yeri nedir?
Toplumun zihninde, geleneksel olarak kendilerine aktarılan din bir ve aynıdır. Çoğunlukla bir inanç ve uygulamanın dinin özünde olup olmadığı tartışma konusu olmaz. Hatta çeşitli durumlardaki tartışmalar toplumu rahatsız eder. Zira ilk çocukluk evresinden itibaren dini olarak gördüğü, dini duygularla yerine getirdiği uygulamaların dinin aslında olmadığını anlamak ve kabul etmek güçtür. Birey dinini bu uygulamalarla öğrenmiş, dini duyguları bu uygulamalar çerçevesinde gelişmiştir. Bunların terk ettiğinde boşluğa düşer. Ancak ilahiyatçılar sürekli olarak dini korumak gayesi ile halk dinine yönelik sistemli eleştirilerde bulunurlar. Böylelikle gelenek içinde taşınan halk dini ile kitabî din arasında bir çatışma yaşanır. Gelenek büyük ölçüde halk dini ile bütünleşmiş olduğundan buna gelenek-din çatışması adını da verebiliriz.
Gelenek ile modernlik arasında nasıl bir ilişki vardır?
Gelenek modernlik öncesi durumu ifade etmek için ortaya konmuş bir kavramdır. Batı’da ortaya çıkan ve oradan bütün dünyaya yayılan modern düşünce ve modern hayat tarzının zıttı olarak geleneksel düşünce ve geleneksel hayat tarzı kabul edilir. Ancak modernlik, farklı kültürlerde değişik melezlenmelere uğramakla birlikte, yine de özünde birdir. Gelenek ise kültürden kültüre büyük farklılıklar gösterir. Bir başka ifadeyle her toplumun modernlikle tanışmadan önceki yapısı farklıdır ve birbirine benzerlik göstermeyebilir.
Din-gelenek mücadelesi nasıl yorumlanmalıdır?
Dinin gelenekle mücadelesi ilk ortaya çıktığında başlar. İslam örneğinde görüldüğü gibi, eski dini inancı savunanların yegâne karşı koyma bahaneleri atalarının yolu yani gelenektir. Yeni din bir topluma hâkim olduktan sonar geleneksel yapının en önemli belirleyicilerinden biri olur. Gelenek-din çatışmasının birbirine zıt iki boyutu vardır. Birincisinde toplum, dindarlığını resmi dinin öngördüğü biçimden fazlası ile ifade etmek ister. Bid’at ya da hurafe olarak görülen tutum budur. İkincisinde ise toplum, resmi dinin ince ve katı normlarını, bütünüyle karşı gelmeden yumuşatmak ister. Farz ve haramın dejenerasyonu buradan başlar. Böylelikle geleneksel yapı içerisinde dini yaşamak biçiminde ayrı bir olgudan veya dindar denilen bir tipten söz etmemiz mümkün olur.
Dinin kültür ve diğer alanlar üzerinde etki gücünü arttıran sebepler nelerdir?
Her şeyden önce din tek tek bireyler üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Din insanlara bir anlam dünyası sunar; insanın bu dünyada niye yaşadığı, hayatının amacının ne olduğu gibi varoluşsal sorulara cevaplar verir. Ayrıca mevcut toplumsal hayatın meşrulaştırılmasında da din birey üzerinde en etkin faktördür. Dinin etki gücünü artıran bir diğer özelliği objektifleşmek suretiyle daha kolay ve hızlı biçimde örgütlenmesidir. Dinî tecrübe esas olarak subjektiftir, yani bireyin içindedir ve ona aittir. Ancak her dini tecrübe aynı zamanda objektifleşir, yani bireyin dışında, kültür dünyası içinde, insan ilişkilerini belirleyecek biçimde dışa vurur. Dinin kültür üzerindeki etkisini artıran üçüncü özelliği bütünleştiriciliktir. Din sadece inananlar topluluğu gibi küçük dini grupları değil, aynı zamanda bütün bir toplumu, topyekûn bir milleti etrafında toplama potansiyeli taşır. Bunun çok açık bir örneği İslam’ın ilk döneminde görülmüştür.
Dinin bütünleşme özelliği coğrafi faktörden etkilenmekte midir?
Din sadece aynı milletten veya aynı dinden olanların bütünleşmelerini sağlamaz. Aynı zamanda coğrafya ve yerleşim birimleri açısından da birleştiricidir. İnananlar aynı coğrafyada yaşamak için çaba gösterir, gerektiğinde hicret ederler. Modern dönem öncesinde dinler açısından bir coğrafî parçalanmışlık söz konusu değildi. Günümüzde de bu durum büyük ölçüde devam etmektedir. Dinler ya da mezhepler hâlâ belirli coğrafyalarda yoğunlaşmaktadırlar. Bunun yanında dinler yerleşim birimlerinin oluşmasında en önemli etken olmuştur. Bu gerek Hıristiyanlıkta gerekse İslamiyet’te açıkça görülür. Batıdaki şehirler manastırlar etrafında, doğudaki şehirler ise cami veya tekkelerin etrafında gelişmiştir.
Dinlerin doğrudan etkilediği toplumsal hayatın unsurları nelerdir?
Dinler, insanları bir araya getirmek, örgütlemek, bütünleştirmek, yerleşik hale getirmenin paralelinde sanatın, edebiyatın, hukukun gelişmesine de doğrudan etki ederler. Dinî metinler, onların yorumlanması, yeni diniedebî türlerin ortaya çıkışı, başta mabet mimarisi olmak üzere resimden müziğe geniş bir yelpazedeki sanatsal faaliyetler, bireyler arası ilişkileri düzenleyen kurallar bir bütün olarak düşünüldüğünde dinin kültür belirleyici doğası daha kolay anlaşılır.
Zihniyet nedir?
Din, toplumun zihniyetini belirler. Zihniyet bir toplumun kendine mahsus biçimdeki ortalama düşünme şeklidir. Zihniyet gündelik hayatta çok çeşitli biçimlerde kendisini belli eder. Mutlak surette her toplumda farklı düşünenler olmakla birlikte yine de ortalama düşünme biçimi söz konusudur. Zihniyet çeşitli etmenlerin ve süreçlerin sonucunda toplumda oluşur ve sosyalleşme sürecinde bireye aktarılır. Bireyler zihniyet oluşumuna katkıda bulunma kapasitelerine sahipseler de çoğunlukla zihniyeti benimseme eğilimindedirler.
Zihniyet bireylere nasıl aktarılır? Dinin zihniyette yeri nedir?
Birey topluma ve kültüre şekil vermekten çok toplum ve kültür tarafından biçimlendirilir; bu süreçte de bir zihniyet kazanır. Din kurumu birey, kültür ve toplumsal yapı üzerinde geniş bir söyleme sahip olduğundan zihniyeti belirleyen en önemli faktör olarak karşımıza çıkar.
Dilde dinin etkisi var mıdır?
Dinin gündelik hayatımızdaki etkisi en açık biçimde karşımızdadır. Dil, önemli ölçüde dinîdir. Selamlaşma, beğeni, temenni cümleleri, zorluklar karşısındaki ünlemlerde dini içerikli kelimeler ve cümleler kullanılır.
Gündelik hayatla ilgili olarak dinin rolü/etkisi nasıl ele alınmalıdır?
Bu etki üç alt başlık altında ele alınabilir: Yenilmesi, içilmesi dince uygun bulunan veya yasaklanan maddeler, özellikle hayvanların kesilme biçimi ve yeme şekli. İslam dini domuz etini ve alkollü içecekleri yasaklamıştır. Bundan dolayı Müslüman ülkelerde domuz üretimi çok sınırlı bir şekilde yapılır. Türkiye’nin üç tarafının denizlerle çevrili olmasına ragmen kabuklu deniz hayvanı tüketiminin son derece düşük olmasının altında Hanefi mezhebinin bunları mekruh olarak görmesinin etkisi vardır. Yemeiçme adabı konusunda da dinin ilkeleri söz konusudur.
Dindarlığın söz konusu olmadığı durumlarda dahi çeşitli nesnelerin gündelik hayatta yer edinmesi nasıl açıklanabilir?
Örneğin her evde bir mushaf bulunması arzu edilir; mushafın evi kötülüklerden koruyacağına inanılır. Genç kızların çeyizlerine mutlaka bir seccade konulur. Ailede hiç kimse namaz kılmasa bile bir misafir gelip namaz kılmak istediğinde o seccade çıkarılır. Ölüm döşeğinde bulunan hastalara içirilmek üzere buzdolaplarında küçük bir şişe içerisinde zemzem suyu bulundurulur. Duvarlarda ayet, mübarek yerlerin resimleri veyahut Allah ve Muhammed lafızları bulunan tablolar olur. Bunlara bakarak bir kişinin dindarlığını ölçmek güçtür. Bunlar dindarlıktan öte dinin kültürel yapı içerisindeki yerini gösterir.
Din ile mimarinin iç içe geçmişliği nasıl yorumlanmaldır?
Dinler bir taraftan kendi inananlarına mesaj verirken öbür taraftan da diğer din mensuplarına göndermelerde bulunurlar. Burada iç içe geçmiş iki faktörden bahsediyoruz. Birincisi, dindarlıktan kaynaklanan durum, ikincisi ise diğer dinlerle rekabetten doğan durumdur. Dindar birey değer verdiği dini objenin en güzel şekilde ifade bulmasını arzu eder.
Mabetlerin işlevleri arasında neler sayılabilir?
Mabetler, kendi din mensuplarını bir araya getiren, dinin emrettiği ibadetleri toplu ve bireysel halde yapma imkânı sağlayan mekânlar olarak öncelikle içe, yani cemaate yönelik bir fonksiyona sahiptirler. Cemaat, mabedini inşa ederken her şeyden önce ibadetini düşünür ama aynı zamanda bunun dışa karşı bir mesaj taşıdığının da farkındadır. İbadet için hususi bir yapının inşası ya da tahsisi, o dinin mücessem bir ifadesidir. Dıştan bir bakış açısıyla mabetler öncelikle ibadeti değil, o ibadetlerin içinde yer aldığı dini akla getirmektedir. Yani, mabet cemaatin içine ibadet merkezli bir çağrışımda bulunurken, cemaatin dışına dini sembolize eden bir mesaj vermektedir.
Mabetlerin din içinde önemli yer edinmesi, onlara nasıl bir önem atfedilmesini sağlamıştır?
Dinin kurumsallaşma süreci içinde cemaat, mabetlerini kendi dinlerinin şanına uygun bir biçimde inşa etmeye çalışırlar. Burada, özellikle çok dinli bir toplumsal yapıda diğer dinlerle rekabetin de önemli etkisi söz konusudur. Örneğin Müslümanlar, hızlı fetihler sonucunda Hıristiyanların büyük kiliselerinin de içinde bulunduğu topraklarda yaşamaya başlamışlar, siyasi olarak hâkim oldukları milletlerle içten içe rekabete girişmişlerdir. Emeviler döneminde, Kubbetü’s-Sahra’nın yapılışında bu olgunun rol oynadığı ifade edilmektedir. Halife Abdülmelik b. Mervan, Hıristiyanların Kumame Kilisesi’nin büyük yapısını ve kubbesini görünce Müslümanların kalbinde kiliseye karşı bir tazim duygusu uyanmasından endişe duyarak bu kubbeyi yaptırmıştır.
Mabetlerin önemlilerinden biri olan Ayasofya’nın tarihsel süreç içinde değişimi nasıl gerçekleşmiştir ve topluma etkisi nedir?
Mabet mimarisindeki dinler arası rekabette Ayasofya’nın da önemli katkısını görürüz. Türkler Hıristiyan dünyanın en önemli mabetlerinden biri olan Ayasofya’yı fetih geleneklerine uygun bir şekilde camiye çevirdiklerinde onun kendi eserleri olmadığının farkındaydılar. Bu rekabet içinde Süleymaniye, Selimiye ve Sultan Ahmed Camileri gibi abidevi eserler ortaya çıkmıştır. Yani Ayasofya bu rekabet içinde öğretici bir model görevi yapmıştır.
Din ile siyaset arasındaki ilişkide sekülerleşmenin yeri nedir?
Sekülerleşme teorisi çerçevesinde kurumsal dinin toplumsal yapı üzerindeki etkinliğinin büyük ölçüde ortadan kalktığı iddia edilmekle birlikte modern dünyada hâlâ dinin siyaseti etkilediği bir gerçektir. Örneğin Hollanda, Almanya, Belçika, İtalya ve Fransa gibi ülkelerde adı açıkça Hıristiyan Demokrat olan veya Hıristiyanlık değerlerinden ilham alan partiler söz konusu olup iktidara gelebilmektedirler. Amerika Birleşik Devletleri tarihinde de hâkim mezhep olan Protestanların dışındakilerin başkan seçilmesi çok nadirdir.
Müslüman toplumlarda sünnetin önemi nedir?
Sünnet Müslümanlığın sembolü olarak kabul edilir. Aynı zamanda toplum içinde çocukluktan çıkış ve erkek oluş gibi popüler bir anlama sahiptir. İlkel kabileler üzerinde yapılan antropolojik çalışmalarda giriş ayini denilen bir uygulamaya rastlanmıştır. Klan içindeki çocuk henüz bu ayin gerçekleşmeden klanın gerçek bir ferdi olarak kabul edilmez. Sünnet ilk bakışta buna benziyor gibi gözükse de aslında dini olarak bu kadar yoğun bir anlama sahip değildir. Yani kişi herhangi bir sebeple sünnet olamamış ise toplumdan dışlanması, toplumun bir üyesi veya dini emirlerin muhatabı olmaması diye bir durum söz konusu değildir.
Vaftiz neyi sembolize eder?
Vücudun bir kısmına su serpilmekle veya tamamen suya girilmekle yapılan vaftiz sayesinde birey kilisenin, yani Hıristiyan cemaatin bir üyesi haline gelmiş olur.
Dini ve milli bayramlar arasında karşılaştırma yapınız.
Hemen her toplumun dini ve millî bayramları söz konusudur ancak dini bayramlar toplumsal coşku açısından çok daha güçlüdürler. Bizim toplumumuzdaki Kurban ve Ramazan bayramları bunun açık örnekleridir. Kurban bayramında kurban kesme, Ramazan bayramında ise oruçtan çıkma bu günlerin bireyler üzerindeki etkisini kuvvetlendirir.
Oruç, gündeli hayatı ve yaşayışı nasıl etkilemektedir?
Oruç insanların gündelik hayatını bir anda değiştirir. Gündelik ziyaretler, alışveriş, iş hayatı, trafik, kitle iletişim araçlarındaki programlar bir anda Ramazan’a uyar. Ayrıca insanlar oruç tutmanın yanında vakit namazlarına daha fazla katılır, teravih kılar, evlerde ve camilerde mukabele yaparlar.
Dinin önemli günler dışında etkisi olduğu toplumsal ve/veya bireysel eylemlere örnek veriniz.
Osmanlı toplumunda çarşının sabah açılışı, çırakların kalfa veya usta oluşu, ordunun sefere çıkışı gibi olaylar din önderlerinin dualarıyla yapılırdı. Türkiye Büyük Millet Meclisi ilk kez açılırken Cuma namazından çıkılmış ve dualar edilmişti. Günümüzde hâlâ çeşitli Anadolu kasabalarının çarşılarının sabahları dualarla açıldığı görülmektedir. Bazı geleneklerde bir gerileme söz konusu ise de bazılarında yoğunlaşma gözlenmektedir. Örneğin hatim ve hafızlık merasimleri sıklıkla yapılmaktadır. Bunun yanında düğünlerde mevlit okuma ve dini sohbet gibi etkinlikler ülkemizde son yıllarda artış göstermiştir. Özellikle kırsal kökenli olanlar, şehirlere göç etmiş olsalar bile köylerinde hayır adı verilen dini muhtevalı törenleri kurdukları dernekler aracılığı ile daha organize yapmaya başlamışlardır.
Süreç içerisinde gündelik hayatta ortaya çıkan ihtiyaçlar ibadetleri veya dini unsurları nasıl şekillendirmektedir?
İbadet ve gündelik ilişkileri düzenleyen esaslar dinin ilk kuruluşunda genel hatları ile ortaya konulur. Ancak zaman içerisinde pratik bazı ihtiyaçlar çerçevesinde yeni düzenlemeler yapılır ve bu düzenlemeler sonraki nesiller tarafından dinin ayrılmaz bir parçası olarak telakki edilir. Bugün İslam’ın sembollerinden biri olarak kabul edilen minarenin ortaya çıkışı da böyle bir gerekçeye dayanmaktadır. Artık camilerimizin ayrılmaz bir parçası olarak gördüğümüz bu mimari obje ilk olarak Muaviye zamanında ortaya çıkmıştır. Kaynaklarda 670’de Kuzey Afrika fatihi Ukbe b. Nâfi’nin bugün Tunus’ta yer alan Kayrevan şehrini kurmaya başladığı ve burada minaresi olan bir cami yaptırdığı yazılır. Minare bu tarihten itibaren İslam dünyasında yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak insanları namaza çağırmak için bu yüksek binalar da yeterli olmamış ve tarih içerisinde minarelere bayrak çekmek veya kandil asmak gibi uygulamalar yapılmıştır.
İnsanların dindarlık eğilimleri dine sosyo-kültürel anlamda ekleme yapmakta mıdır?
Bugün çeşitli kitaplarda görülmesi mümkün olan bazı mübarek gecelere ait namazlar ise tamamen sonradan ortaya çıkmıştır. Örneğin Regaib Gecesi’nde her rekâtında bir Fatiha, bir İhlâs ve üç Kâfirun sûresinin okunduğu toplam otuz rekâtlık namaz söz konusudur. Berat Gecesi’nde her rekâtında on İhlâs sûresinin okunduğu yüz rekâtlık bir namaz kaynaklarda yer alır. Oysa hiçbir muteber hadis eserinde Hz. Muhammed’in bu gecelerde özel bir namaz kıldığına dair rivayet yoktur. Bu namazlar insanlardaki dindarlık eğilimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmışlardır.