aofsoru.com

Din Sosyolojisi Dersi 7. Ünite Özet

Kamusal Alan Ve Din

Giriş

Gündelik hayatımızda, içerisinde “kamu” kelimesinin geçtiği birçok cümle kurarız: Kamu İktisâdî Teşekkülleri (KİT), kamu borçları, kamu kurumları, kamu malları ve kamuoyu yoklaması gibi. Bu benzeri cümlelerde yer alan kamu” kelimesi ve kavramı farklı anlamlara işaret etmektedir. Kamu İktisâdî Teşekkülleri, devlete ait üretim sektörlerini ifade ederken, kamu borçları devlete, dolayısıyla halkın tümüne ait borçları; kamu kurumları, devletin hastane, okul vb. tüm sağlık, eğitim ve bürokratik kurumlarını; kamu malları devlete ve millete ait olan varlıklarını kamuoyu ise halkın görüşünü ifade etmektedir. Bu çerçevede, gündelik yaşamımızda kamu kurumlarıyla birçok işlerimizi görmekteyiz. Sağlık alanında hizmet veren devlet hastaneleri, şehir hizmetlerinde belediyeler, eğitim alanında üniversiteler vb. bu anlamda düşünülebilir.

“Kamusal alan”, genel olarak insanların ortak ilgi ve yaşam alanlarını tanımlayan bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır.

Kamusal Alan (Tanım ve Çerçeve)

Rappa, kamusal alan kavramının boyutlarını şu şekilde betimlemektedir.

  1. Kamusal alan insanlar arası iletişim ve karşılıklı etkileşimin gerçekleştiği alandır.
  2. İnsan faaliyetlerinin oluşturduğu metafor alanıdır.
  3. Taraflar arasında farklı tarz ve biçimlerde gerçekleşen bilgi alışverişlerinin yapıldığı mekândır.
  4. Her türlü ilişki ve tartışmaların yapıldığı mekândır.
  5. Gerek devlet gerekse devlet dışı oluşumların politikalarının gerçekleştirildiği alandır.

Tarihsel Süreçte Kamusal Alan

“Kamusal alan”ın bir kavram olarak tartışılması ve gündeme girmesi, daha yakın zamanlara rastlamaktadır. Bu durum, kavramın hem tarihini hem de tarihsel süreç içerisinde kendisine yüklenen anlam ve değişimleri ele almayı zorunlu kılmaktadır.

Sennett’in belirttiğine göre, yaklaşık 1470’li yıllarda kamu sözcüğünün İngilizcede ilk bilinen kullanımı, kamuyu toplumun ortak çıkarı ile bir tutmak şeklindedir. Yaklaşık yetmiş yıl sonra, buna sözcüğün genel gözleme açık ve ortada olan şeklinde yeni bir anlamı daha eklenmiştir. Bu bağlamda, “kamusal” sözcüğü herkesin denetimine açık olan anlamına gelirken, “özel” sözcüğü kişinin ailesi ve arkadaşları ile sınırlanan mahfuz bir yaşam bölgesi anlamında kullanılmaktaydı.

1738’eki kayıtlara göre Fransız dilinde kozmolit, her yere girip çıkabilen, âşina olduğu şeylerle hiçbir alakası ya da benzerliği olmayan durumlarda da rahat hareket edebilen kimseydi. Kozmopolit ise toplum içine (kamuya) çıkabilen manasında kullanılır.

Kamusal hayata katılabilmenin koşulu, bir aile reisi olarak özel hayat alanında özerk olmaktır. Fakat Yunan düşüncesinde kamuya katılımdan yoksullar, mülksüzler, köleler ve kadınlar engellenir. Dolayısıyla toplumun her kesimine açık değildir.

Yunanlıların bilincinde kamu, özel alanın karşısında bir özgürlük ve istikrâr âlemidir. Her şey kamuda olup biter; orada meseleler ele alınır, konuşulur, tartışılır ve en sonunda bir şekle ulaşılır.

Aristo’nun sıklıkla zikrettiği erdemler, ancak kamu alanında mümkündür. Daha sonraki süreçte kavram, sosyal gelişmelere paralel anlamlar da kazanmıştır. Buna göre kamu, özgül olarak aynı dönemde mal mübadelesinin ve toplumsal emeğin alanı olarak kendi yasalarına göre kurumlaşan burjuva toplumuna ait olmuştu. Tam da bu süreçte “temsili kamu”dan “edebi kamu”ya geçiş vardır. Edebi kamu, prens sarayının temsili kamusuyla belli bir süreklilik ilişkisi arz eder. Burada okumuş orta sınıflar (şâir, aydın, yazar) burjuvanın öncüleri olarak akıl yürütmeler yapmış ve devlet aygıtını monarkın şahsi alanından ayırıp özerkleşmeyi sağlamaya çalışmışlardır.

Kamusal Alan Kavramına Farklı Yaklaşımlar

Kamusal alan kavramı üzerine bugüne kadar farklı tartışmalar yapıla gelmiştir. Kamusal alanın işleyişi, kamusal ilişkilerin düzenlenmesi ya da kamusal alan ilişkilerinin daha net anlaşılması bağlamında farklı yaklaşımlar söz konusudur. Şimdi bu yaklaşımları Seyla Benhabib’in Kamusal alan modelleri tasnifinden ve yaptığı tartışmalardan yola çıkarak kısaca ele alabiliriz.

1. Hannah Arendt ve Agonistik Kamu Alanı

Agonistik kavramı, Cumhuriyet ve sivil yaşamın erdem üzerine oturduğu geleneklerde ortak olan kamu anlayışı için kullanılmaktadır. Agonistik görüş açısından kamusal alan, ahlâkî ve siyasal büyüklüğün, kahramanlığın ve seçkinliğin açığa çıktığı, gösterildiği ve diğerleriyle paylaşıldığı bir görünümler alanıdır.

Birleşimsel görüş açısından kamusal alan, Arendt’in ifadesiyle insanların uyum içinde birlikte hareket ettikleri yerde ortaya çıkmaktadır. Burada özgürlüklerin kendisini göstermesi gerekir. Dolayısıyla Arendt’e göre, kamusal alan, topoğrafik ve kurumsal bir mekânı tanımlamaz. Meselâ; bireylerin bir sunum dinlemek için bir araya geldikleri bir mekân veya muhaliflerin yabancılarla toplandıkları bir oda böyle bir kamusal alana örnektir. Çeşitli topoğrafik yerlerin kamu haline gelmesi, bu mekânların konuşmalar, tartışmalar ve ikna yoluyla ortak eylem ve iktidar yeri olması anlamını taşımaktadır. Arendt, agonistik kamu alanında eylemin, kişinin kendisini başkasına açıklaması anlamına gelebileceğini vurgulamaktadır. Bu alan, ahlâkî açıdan homojen ve siyasal bakımdan eşitlikçidir. Burada bir anonimlik söz konusu olmadığı gibi, bir öne çıkma yarışı vardır. Arendtçi yaklaşım, kamusal alanı ya bir etkinliğin gerçekleştiği mekân ya da kamusal diyalogla içeriklendirmektedir.

Arendt, kamusal alanda her şeyden önce özgürlükler temel zemine yerleştirir. Bu, bireyler arasındaki rekabetin, yarışın kendisini göstermesinin, sunumlamasının temel bir zemini olarak görünmektedir. Dolayısıyla farklılıklar bu doğal süreç içerisinde ortaya çıkarlar. Kişiler kendilerini bu ortamda rahatlıkla ifade edebilirler. Bu, aynı zamanda ortak ve aleni diyalogların gerçekleştiği mekândır.

2. Liberal Kamu Yaklaşımı

Bu modelin önemli isimlerinden Bruce Ackerman’ın “liberal diyalog” kavramı, bu yaklaşımın temeline yerleştirilebilir. Bu yaklaşımda önemli olan, kamusal düzenin nasıl sağlanacağı önemli bir sorundur. Bu bağlamda, toplumda yaşayan insanlar neyin “iyi” olduğu konusunda ortak bir noktada buluşmasalar da, önemli olan birlikte yaşama sorununu akla uygun nasıl çözecekleri hususunda bir araya gelmeleridir. Fakat neyin iyi olduğu konusunda bir diyalog ve tartışmaya son vermemeli, hatta buna taraflar istekli olmalıdırlar.

Bu tartışma ve diyalogun şu ilkeler çerçevesinde yapılması önem taşımaktadır:

  1. Bir ahlâkî görüşün diğerlerinden üstün olduğu gibi bir anlayış terkedilmelidir.
  2. Daha çok pragmatistlerin yaptığı üzere, ahlâkî ve değersel anlamdaki çeşitlilik ve farklılıkların tek bir dille ortak bir biçimde ifade edilebileceği gibi bir yanılgıya düşülmemelidir. Bu durum aynı zamanda, farklı ahlâk ve değerlerin eklektik bir biçimde bir araya getirilebileceği düşüncesine karşı çıkıştır. Bu diyalogun bir önkoşulu olarak taraflardan aşkın bir bakış açısını kabul etmeleri istenmelidir. Zira liberal kamu anlayışı açısından, bu aşkın bakış açısı, diğerlerini kendisini onaylamaya zorlamaktadır.

Liberal kamu anlayışının, özünde liberal özellikler taşıdığı görülmektedir. Öncelikle liberal kamu anlayışı, kamusal alanda herkesin kabullenmesini sağlayan değersel bir “iyi” fikrinin tespiti ve sabitleştirilmesine karşıdır. Tüm “iyi”leri temsil edecek nötr ve objektif bir ahlâk ve “iyi”liğin olması söz konusu değildir. Çeşitlilik ve farklılıklara açık olmakla birlikte, onun temel problem yaptığı şey kamu düzeninin sağlanmasıdır. Dolayısıyla farklılıkların bir çatışmaya gitmemesi istenir. Tarafların birbirleriyle ahlâk ve iyiler konusunda sürekli olarak bir diyalog ve tartışmaya açık olmalarını gerektirmektedir.

3. Jürgen Habermas ve Söylemsel Kamu Alanı

Jürgen Habermas, modern toplumların gelişimini kamusal alana katılımın genişlemesi açısından analiz etmektedir. Modern zamanlarda gündelik yaşamın her alanında katılım daha da fazla önem kazanmıştır. Üstelik bu katılım, salt politik alanla sınırlı da değildir. “Politik” katılım üzerindeki vurgu, bundan daha kapsamlı olan söylemsel bir alana doğru kayar. Yani kamusal alana katılım, ancak dar bir şekilde tanımlanan politika alanında gerçekleşebilecek bir etkinlik olarak değil, toplumsal, kültürel ve diğer alanlarda da konuşulmayı gerektirecek bir etkinlik olarak görülmeye başlanmıştır.

Burada Habermas’ın katılım kavramına verdiği anlam önemlidir. Buna göre katılım, yukarıdan dayatılan prensiplerin içerisinde şekillenmekten mesafe alarak, hem eylem normlarının hem de yapılacak tartışmaların izlek noktalarının da katılan taraflarca belirlenmesini içermektedir. Bu katılım, Habermas’ın anlayışında cumhuriyet ve sivil yaşamı erdeme dayandıran anlayış karşısında, bir politik doğru görüşü ile karmaşık modern toplumların gerçekliklerini birbirlerine eklemleme şansına sahiptirler. Bu görüşe göre kamusal alan, agonistik bir şekilde politik seçkinler arasında itibar kazanma ve mücadelelerin değil, demokratik bir şekilde genel olarak toplumsal normlardan, kolektif kararlardan etkilenenlere bu norm ve kararların oluşturulmasında, değiştirilmesinde ve benimsenmesinde söz hakkı tanıyacak ortamın yaratılması ve oluşturulması olarak anlaşılır.

Habermas, kamusal alanın içeriği ve sınırları kesin olarak çizilen bir alan olarak tanımlamaz. Ona göre, kamusal alan, o toplumda yaşayan ve siyasal, kültürel, toplumsal tüm karar süreçlerinden etkilenen insanların, aslında kendileri ile ilgili olan tüm meselelerde tartışmalara katılarak bir söylem üretmeleridir. Habermas, demokratik katılım süreçlerini de devreye sokan bir anlayıştadır. Diyalog, tartışma ve üretilen söylemler, bir süreklilik kazanarak aslında kamusal alanın sürekliliğini sağlamaktadır.

İlgili Kavramlarla İlişkileri İçinde Kamusal Alan

Kamusal alan kavramına dair tanım, çerçeve ve farklı yaklaşımları sunduktan sonra, kamusal alan çerçevesinde, onunla birlikte tartışma konusu olan bazı kavramlara, tartışma konularına değinmek gerekir. Bu tartışma konuları, kamusal alan kavramının içeriğinde bir şekilde yer almakta, onun bir boyutunu oluşturmaktadır. Diğer yandan bu sorun ve tartışmalar, Türkiye’de kamusal alan tartışmalarıyla birlikte sürekli gündeme gelmektedir.

Kamusal Alan ve Özgürlük

Kamusal alanla bağlantılı olarak özgürlüğün tartışma bağlamı, toplumdaki bireylerin yaşam biçimlerine tanınacak serbestliğin garantilenmesidir. Bilhassa son yirmi otuz yıllık süreç içerisinde buna yönelik tartışmalar daha da artmış görünmektedir. Tabi ki bu tartışma, aynı zaman dilimi içerisinde artan bireyselleşme ile dışa daha açık modernleşme politikaları ve küreselleşme süreciyle yakın bağlantılar taşımaktadır. Zira bu süreçte özgürlük talepleri hem yoğunlaşmış hem de çeşitlenmiştir.

Kamusal Alan ve Devlet

“Kamu borçları”, “kamu bankaları” gibi tanımlamalarda ifade edilen “kamu” kelimesine, pratik kullanımda devlet anlamı verilmektedir. Dolayısıyla bunlar devlet borçları, devlete ait bankalar şeklinde düşünülmekte ve kullanılmaktadır. Hiç şüphesiz tüzel bir kişilik olarak devlet, burada yönetenleri ve içerdiği halkla vardır.

Devlet organizasyonunu oluşturan halk ve genel umum, aslında hem borçların hem de bankaların asıl sahibidir. Fakat bilhassa modern zamanlarda devlet, halktan bağımsız, kendinden menkul bir anlam da kazanmıştır.

Özel Alan ve Kamusal Alan Ayrımı

“Kamusal alan” kavramı, zikredildiği andan itibaren, bunun karşısına bir “özel alan” çıkmaktadır. Bir karşıtlık ilişkisi içerisinde ele alınan bu iki kavram, tarihsel süreç içerisinde sabit ve değişmez bir durumu ve mekânı tanımlıyor değildir. Zaman içerisinde bu iki alanın boyut ve durumları değişmiştir. Fakat çağdaş kamusal alan-özel alan ayrıştırması ve bu çerçevedeki tartışmaların Batı’da birkaç yüzyıllık bir tarihi vardır.

Modern-ulus devlet, demokratikleşme, sivil toplum ve küreselleşme gibi farklı süreçlerle birlikte kamusal alanın nasıl düzenleneceği de yeni tartışma ve analizlere dâhil edilmektedir. Bugün genel anlamda özel alan, herkesi ilgilendirmeyen, umumun ilgisi dışındaki ev ve aile gibi alanları ifade edecek tarzda içeriklendirilmektedir. Buna göre kamusal alan da, bunun dışındaki tüm alanları kapsayacak tarzda, umumun ilgisine açık mekânlar olarak gündelik dilde kullanılmaktadır. Fakat somut kamusal alan tartışmalarına baktığımız zaman, kamusal alan olarak zikredilen mekânların kimi zaman daralma ve genişlemeye uğradığını da görmekteyiz. Söz gelimi; parklar, sokaklar, hastaneler, okullar, tüm devlet daireleri ile ilgili tartışmalar başladığında, kamusal alanın nereleri kapsadığı sorusu tekrar gündeme gelmektedir.

4. Kamusal Alan ve Küreselleşme

Küreselleşme, iletişim araçları üzerinden dünyadan daha çok haberdâr olunması süreci olarak önem taşımaktadır. İnternet, televizyon, uçak vb. iletişim ve ulaşım araçları olmadan önce, bir toplumdaki insanın kamusal alan olarak karşılaşabileceği ve ufkuna girecek mekânlar, alanlar kısıtlıydı. Fakat küreselleşme süreci ile kamusal alanın birebir içinde bulunulan bir mekân olmasının gerekliliği kalmamıştır.

İnsanların (umumun) kendilerini ilgilendiren hususlarda bir iletişime, etkileşime, diyaloga, tartışmaya girdikleri her durumda, internet ortamının yeni kamusal alanlar oluşturduğu söylenebilir. Sanal olarak nitelenen bu tartışma, diyalog ve iletişim ortamları, insanların gündelik hayatını etkilemek konusunda oldukça sahicidirler. Bu bağlamda küreselleşmenin mekânı önemsizleştiren yapısı, kamusal alanın da yeni sanal mekânlar üzerinden tartışılmasına imkân vermektedir. Nitekim bugün birçok alanda e-devlet hizmetinin yaygınlaşması, kamusal alanı herkesi ilgilendiren özelliğine süreklilik kazandırmakta, ancak gerçek mekânları zorunlu olmaktan çıkarmaktadır.

5. Din ve Kamusal Alan

Dinler, kendi aralarında farklılaşmakta, farklı kriterlerden tasniflere göre bazı özelliklerinden bahsedilebilmektedir. Bu bağlamda Budizm, Hinduizm gibi beşeri kökenli dinlerin yanında Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi ilâhî kökenli dinler de vardır. Bu dinlerden bir kısmı diğerlerine göre daha mistik ve zâhidâne özellikler taşısa da, neticede insanın farklı boyut ve ihtiyaçlarına tekâbül etmektedirler.

Bir dine inanan kişi, sadece inanmakla yetinmemekte; bu inancını gerek bireysel gerekse toplumsal boyuttaki ibadetleriyle göstermektedir. Bundan da öte, inancın gündelik hayatın birçok alanında yansımaları olmaktadır. Dolayısıyla tarih boyunca dinlerin salt bir inancın konusu olmadığını müşahede etmek mümkündür. Dinin sadece özel alanla sınırlı olmayıp kamusal boyutlarının olduğunu söyleyebiliriz.

Dinin farklı yorumlarının kamusal alanda temsili meselesi, özgürlüklerin olabildiğince genişlemesi ve çeşitlenmesi bağlamında, üzerinde en çok durulan hususlardandır. Aslında farklı dinlerin ve onların yorumlarının kamusal alanda temsili konusunda, bazı ülkelerde geçerli olan pratikler mevcuttur. Söz gelimi; İngiltere’de bilhassa Hintlilerin farklı iş kollarında kendi kıyafetleri ile çalışabilmeleri mümkündür. Yine başörtüsü konusunda da benzer uygulamaların yapıldığı bilinmektedir.

Türkiye’de din ve kamusal alan tartışmalarının yapıldığı somut bağlam olarak başörtüsü öne çıkmıştır. Bu zamana kadar daha çok Fransız tipi katı bir kamusal alan anlayışı sebebiyle, kamusal alanda genelde dini sembollerin özelde başörtüsünün bulunamayacağı bu yaklaşımı savunanlarca dile getirilmiştir.

Türkiye’de özel olarak kamusal alanın içeriği, hizmet alanlar ve hizmet verenler şeklindeki bir ayrım üzerinden de tanımlanmaya çalışılmıştır. Bu ayrımda hizmet verenlerin dini sembollerle çalışamayacakları ileri sürülmüştür.

Şunu özellikle belirtmek gerekir ki, kamusal alanı dinden tamamen arındırmanın özgürlükçü yaklaşımlarla ters düşmesi söz konusudur. Bu bağlamda, herkese ait olan kamusal alanın, herkesin dinine de açık olması, birçok problemlerin aşılmasını sağlayacaktır. Kamusal düzen bozulabileceği gerekçesiyle özgürlüklerin kamusal alanda engellenmesi, aslında karmaşıklığı ve ülke barışını zedeleyecektir. Ama en azından bugüne kadar kamusal alanda farklı dinî yorumların kendilerini ifade etmelerine dair sorunlar karşısında, bu konuda pozitif ve özgürlükçü düzenlemeler yapılması konusunda ortak bir zemin oluşmaya başlamış görünmektedir.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email