Din Sosyolojisi Dersi 1. Ünite Sorularla Öğrenelim
Din Sosyolojisinin Doğuşu Ve Gelişimi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
‘Sosyoloji’ kelimesi ilk defa kaçıncı yüzyılda, kim tarafından kullanılmıştır? Etimolojisi nedir?
Sosyolojinin sistemleşmesi, kurumsallaşması ve kendini ‘felsefe’den sıyırarak bağımsız bir bilim haline gelmesi 19. yüzyılın ortalarında gerçekleşmiştir. İlk defa Aguste Comte (1839) tarafından kullanılan sosyoloji kelimesi, Latince socio (toplum) ve Grekçe logie (bilim) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.
Fransız Devrimi ile Sanayi Devrimi toplumları nasıl etkilemiştir?
Fransız Burjuva Devrimi ile İngiltere’de ortaya çıkan Sanayi Devrimi, Batı Avrupa ülkelerinde kısa zamanda etkisini göstermiş, sadece devletlerin anayasalarının değişmesiyle sınırlı kalmamış, toplumların temellerini sarsan devrim ve ayaklanmaların patlak vermesine, politik ve ekonomik çalkantılara, toplumsal yapıda köklü değişikliklere, mülkiyet düzeninin alt–üst olmasına, yeni bir sosyal tabakalaşmaya ve benzeri büyük sarsıntı ve bunalım yaratan olaylara neden olmuştur. Böylesine sorun ve açmazların çözümlenebilmesi hususunda mevcut bilimlerin yetersizlikleri, aydınları yeni arayışlara sevk etmiştir. İşte sosyoloji, 19. yüzyılda ilkin Fransa’da bunalımlar içinde kıvranan toplumun sorunlarına çözüm üretmek için ortaya çıkmış ve Fransa ile sınırlı kalmayıp kısa zamanda diğer ülkelere de yayılmış bir bilimdir.
Sosyolojinin konusu nedir?
Bir sosyal bilim olan sosyoloji, diğer bilimlerden konusu ve alanı itibariyle farklılık gösterir. Sosyolojinin konusu insan toplumlarıdır. Toplumu ve orada meydana gelen sosyal olayları inceler. Toplum içinde ortaya çıkan sosyal ilişkileri, sosyal olayları, sosyal kurumları, sosyal yapıları ve bu yapıdaki değişmeleri kendine konu edinir. Sosyoloji, toplumsal hayatın bilimidir. Toplumsal hayat iki veya daha fazla insanın bilinçli ilişkileriyle ilintilidir. İnsanlar arası ilişkiler yani her hangi bir şekilde ilişki halindeki birden fazla insan, insan grupları ve bunlar arasındaki olup - bitenlerdir. Bu sonsuz ilişkiler ağından, toplumsal olaylar (somut-özel), olgular (soyut-genel), kurumlar, gruplaşmalar meydana gelir.
Sosyolojinin kendine özgü, onu diğer bilimlerden ayıran özellikleri nelerdir?
Konulara yaklaşım biçimi itibariyle sosyoloji, diğer sosyal bilimlerden farklı bazı özelliklere sahiptir. Toplumsal olay ve olguları inceleyen sosyoloji; bireyle ilgilenmez. Tek tek bireylerin sorunlarıyla değil toplumsal sorunlarla ilgilenir. Olması gerekeni değil, olanı olduğu gibi inceler. Ahlak, hukuk, din gibi bireylerin nasıl davranması gerektiğine ilişkin kurallar koymaz. Bu anlamda kural koyucu/değer hükmü verici (normatif) değildir; objektiftir. Diğer sosyal bilimler toplumsal hayatın farklı yönlerini ayrı ayrı incelerken, sosyoloji toplumu bir bütün olarak ele alır. Bütünü oluşturan öğeler arasındaki ilişkileri araştırır. Olayları sebep-sonuç bağı içinde inceler. Kendine özgü yöntemi vardır.
Sosyolojinin alt dalları nelerdir?
Sosyolojinin belli başlı alt dalları Din Sosyolojisi – Eğitim Sosyolojisi – Köy Sosyolojisi – Kent Sosyolojisi – Siyaset Sosyolojisi – Örgüt Sosyolojisi – Hukuk Sosyolojisi – Sanayi Sosyolojisi – Sağlık Sosyolojisi – Sanat Sosyolojisi – Edebiyat Sosyolojisi – Dil Sosyolojisi –Tarih Sosyolojisi – İletişim Sosyolojisi – Bilgi Sosyolojisi – Çevre Sosyolojisi – Spor Sosyolojisi – Serbest Zaman Sosyolojisi – Suç Sosyolojisi – Bilgi Sosyolojisi- Aile Sosyolojisi-Müzik Sosyolojisi – Göç Sosyolojisi- İş ve Meslek Sosyolojisi – Gençlik Sosyolojisi – Yaşlılık Sosyolojisi – Etnik Sosyoloji – Yönetim Sosyolojisi – Nüfus Sosyolojisi – Kültür Sosyolojisi – Kurumlar Sosyolojisi
Din sosyolojisi terimi ne zaman kim tarafından ilk olarak kullanılmıştır?
‘Din Sosyolojisi’ terimini ilk defa Emile Durkheim 1899’da bir yazısında kullanmıştır. Din sosyolojisinin 20. yüzyılın başında kurulduğunu söylemek mümkündür.
Din sosyolojisinde 19. ve 20.yüzyıl arasında nasıl bir farklılaşma olmuştur?
19. yüzyılın pozitivist ve evrimci bilim anlayışından hareketle, ilkel diye nitelendirilen dinlerin etnolojik ve daha sonra da evrensel dinlerin tarihi sosyolojik araştırılmasını kendine konu edinmiştir. Bu yüzyıl neredeyse tümüyle din duygusunun kaynağı ve doğası konusunda pozitivist din anlayışına taraftar olanlarla karşı teoriler geliştirenlerin tartışmalarının en yoğun yaşandığı bir dönem olmuştur. 20. yüzyılın başlarında, aynı zamanda sistematik ve bağımsız din sosyolojisinin de kurucusu kabul edilen Max Weber, kendisinden öncekilerin aksine din sosyolojisinin görevinin, dinin özünü, kaynağını, doğasını veya dini değerlerin doğruluk ve yanlışlığını araştırmak olmayıp, din-toplum ilişkileri bağlamında, din ile diğer sosyal kurumlar arasındaki karşılıklı etkileşimi, dini inançlardan kaynağını alan sosyal davranışların incelenmesi olduğunu söyleyerek yeni bir sosyoloji anlayışının öncülüğünü yapmıştır.
Din sosyolojisinin alt dallara ayrılmasının sebebi nedir?
Genel din sosyolojisi, konu, yöntem, teorik temellerin araştırılmasının yanı sıra, bütün dinlerin din ve toplum ilişkileri ve etkileşimi bağlamında inançları, pratikleri, grupları ve örgütlenmelerinin genel ve karşılaştırmalı incelemesini yaparken, özel din sosyolojileri, belli bir dinin, dini grubun, doğuş, gelişim ve örgütlenmeleri ile oradaki dini sosyal olayları araştırma ve açıklamayı kendine konu edinmiştir. Örneğin, Hıristiyan din sosyolojisi, Yahudi din sosyolojisi, İslam din sosyolojisi vb.
Yöntem ve Teknik kavramları nedir?
Yöntem (metot, usul); belli bir amaca, hedefe ulaşabilmek için izlenilmesi gereken yol, süreç, sistem anlamına gelir. Teknikler ise; seçilen yönteme bağlı olarak belirlenen ve kullanılan bilgi edinme araçlarıdır.
Din sosyolojisi yöntem ve teknikten nasıl yararlanmaktadır?
Din sosyolojisi, dinin toplumsal boyutunu, sosyal gerçeklik olarak ele alıp incelerken genel sosyolojinin yöntem ve tekniklerinden yararlanır. Başka bir ifade ile din sosyolojisi, sosyolojinin yöntem ve yaklaşımlarının dini-sosyal alana uygulanmasıdır. sosyolojik bir araştırmada, doğal olarak din sosyolojisi incelemelerinde de kullanılan üç aşamalı uygulamadan söz edilebilir. 1. Gözlemleme 2. Karşılaştırma 3. Açıklama
Dolaylı gözlem nedir?
Tarihin verileriyle yani belgelerle yapılan geçmişle ilgili bir gözlemdir. Tarihte kalmış, toplumlardaki dini-sosyal olguların sosyolojik araştırmaları klasik dönem din sosyolojisinde önemli bir yer tutmaktadır. Batıda Max Weber, İslâm dünyasında İbn Haldun başta olmak üzere pek çok din sosyologu bu tarihi yöntemi kullanarak çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir.
Sosyoloji/din sosyolojisi araştırmaları için dolaylı gözlem materyalleri nelerdir?
Sosyoloji / din sosyoloji araştırmalarında dolaylı gözlem yapacak araştırmacı için üç çeşit materyal vardır: 1. Sözlü gelenekler 2. Yazılı belgeler 3. Şekillenmiş anıtlar
Dolaysız gözlem nedir?
Günümüz toplumlarını doğrudan doğruya veya birinci elden yerinde izlemek ve incelemektir. Bilim dalımız açısından, dini hayatın, dini-sosyal gerçekliğin dolaysız / aracısız gözlenmesidir. Dolaysız gözlem, kendi içinde ikiye ayrılır. Geniş toplulukların dini hayatları için örneklem kullanılırsa bu yolla derinlemesine bir analiz yapılamayacağından, yaygın bir gözlem yapılmış olur ki, buna yaygın gözlem denir. Dar, küçük toplulukların dini-sosyal hayatlarının daha yakından incelenmesi için yapılan gözleme de yoğun gözlem denilmektedir. Bu durumda niceliksel olarak alandan/genişlikten kaybedilmekle birlikte derinlemesine bir analiz gerçekleştirmek mümkün olur.
Dolaysız gözlemde kullanılan teknikler nelerdir?
Dolaysız gözlemde üç teknik kullanılır. 1. Öğrenme: İyi bir gözlemcinin, gözlemini yaptığı toplumu tanıması gerekir. O, araştırma yaptığı toplumla ilgili tarihinden diline, oradan günlük hayatına kadar birçok konuda bilgi sahibi olmalıdır. Bu tanıma da, ancak o toplum içinde uzun bir zaman yaşamakla gerçekleşir. 2. Hazırlanma: Gözlem için ikinci aşamada, hazırlığa gereksinim vardır. Hazırlık neyi, nasıl yapacağını bilmekle ilgilidir 3. Sezme/Sezgi: Dolaysız gözlemde üçüncü aşamadır. Gözlemin iyi olması, doğru çıkarsamalar yapabilmesi için gözlemcinin anlayışlı ve sezgili olması önemlidir.
Dinin tarihsel açıdan önemi nasıl değerlendirilmektedir?
İnsanlık tarihi araştırmaları, dinin insan ve toplum hayatında fıtri (doğuştan yatkın) bir gerçeğe sahip olduğunu göstermektedir. Dünya üzerinde dinden ve dini yaşayıştan uzak bir toplumun yaşadığı bilinmemektedir. İnsanlık tarihinin dinle başladığı, kutsal kitaplar kadar felsefe ve bilim araştırmalarının da bize öğrettiği bir gerçektir. Hans Freyer’in de belirttiği gibi, insanlığın ne kadar eski zamanlarına, önceki dönemlerine inersek inelim, her zaman din olgusuyla karşılaşırız. İnsan, nasıl en basit kültürlerde bile bir takım sosyal gruplar içinde yaşamışsa, bir dinde de yaşamıştır. Henri Bergson, bu durumu şöyle ifade eder: Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, bilimden uzak, sanatsız, felsefesiz insan toplumları vardır, fakat hiç bir zaman dinsiz bir toplum var olmamıştır.
Hıristiyan teolojisi nasıl doğmuştur?
Hıristiyanlık, doğuşu ve geniş Roma topraklarına yayılışı ile birlikte, kendini anlamak ve anlatmak istediği zaman, Yunan felsefesinin, özellikle Helenistik dönemin ünlü iki felsefi akımı olan Stoacılık ve Yeni Eflatunculuğun yardımına başvurmuştur. Dinin inanç sistemini felsefi bir şekilde açıklamak ihtiyacından Hıristiyan Teolojisi doğmuştur. Böylece bütün Ortaçağ boyunca, din bilgisi ve din bilimi aşağı yukarı Teoloji’den ibaret kalmıştır.
Saint Augustin’in bakış açısına göre Ortaçağ Hıristiyan dünyası nasıl ele alınmıştır?
Saint Augustin (354–430) Tanrı Sitesi adlı eserinde Ortaçağ Hıristiyan dünyasındaki mistik görüşün esaslarını anlatmaktadır. Ona göre, içinde yaşadığımız bu dünya toplumları (siteleri) gelip geçicidirler. Buna karşılık görünmeyen, değişmeyen ve sonsuz olan öbür âlemdeki mükemmel site, gerçek sitedir. Ancak, bu site yere indirilebilir. İnsan ideal sitenin hemşerisi olabilir. Tanrının emirlerine uyan ve sevgisini kazanan kişi Tanrı sitesinin hemşerisi demektir ve O’nun sofrasında yemek yer.
Akinaslı Saint Thomas’ın dini konulara dair görüşleri nelerdir?
Akinaslı Saint Thomas (1225–1274) ise, skolâstik dünya görüşü ve toplum anlayışının esaslarını ortaya koyduğu İlahiyat Mecmuası adlı eserinde; toplumun temeli ve düzeni olan kanunları aklın ilkelerinden çıkarmakta ve skolâstik düşünce ile aklın kurallarını İncil’in emirleri ile uzlaştırmaya çalışmaktadır.
Felsefi ve teolojik karakterli dini sosyal düşünce anlayışı Ortaçağda nasıl etkilenmiştir?
Skolâstiğin egemen olduğu Hıristiyan ortaçağı boyunca felsefi ve teolojik karakterli dini sosyal düşünce anlayışı, İslam bilginlerinin ve Antik Yunan düşüncesinin eserlerinin Latinceye çevrilmesi, Batılıların haçlı seferleri nedeniyle İslam kültür ve uygarlığıyla tanışmaları ve 15. yüzyıldan itibaren gerçekleştirilen büyük coğrafi keşiflerin etkileriyle derin sarsıntı geçirdi. Bütün bu ve benzeri etmenler, Avrupa ortaçağının karanlığını, cehalet ve düşünsel durgunluğunu sona erdirirken, yeniçağın başlangıcından itibaren de Avrupa’da büyük değişim ve dönüşüm hareketlerine zemin hazırlamış oldu.
Rönesans ve reform hareketlerinin din üzerindeki etkisi nedir?
Rönesans ve Reform hareketleri, bilimsel ve teknik buluşlar, İngiltere, Fransa ve Almanya’daki Aydınlanma hareketi, Fransız ve Sanayi devrimleri gibi olay ve olgular, toplumların siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel hayatlarında büyük değişmeler meydana getirdiği gibi kilisenin ve halkın din ve dünya görüşü de sorgulanmaya başlanmıştır. Çünkü Kilise doğa bilim araştırmaları ve yeni buluşlar karşısında, bilim adamlarına karşı (örneğin, Galile,1564–1642, hatırlanabilir) olumsuz tutum takınmıştır. Kilisenin bu yanlış tutumu din karşıtlığını arttırmıştır. Bu durum materyalist felsefelerin gelişmesine ve dini-sosyal hayatın alt üst olmasına neden olmuştur. Böylece aydınlanma hareketi, geleneksel din anlayışından uzaklaşarak hem kiliseyle hem de halkla inanç ve düşünce yönünden ayrılmıştır. Aydınlanma dönemi (17. ve 18. yüzyıl) filozofları, (Hint, Çin, Asya gibi) farklı coğrafyalardaki toplumların dinlerini incelediler. Dinleri birbirleri ile ve özellikle de Hıristiyanlıkla karşılaştırdılar. Bütün dinlerde benzer ve ortak yönlerin varlığı düşüncesinden hareketle de Tabii (Doğal) Din adıyla yeni bir felsefi-dini hareket başlatmış oldular.
Tabii (Doğal) din ile ulaşılmak istenen şey nedir?
Tabii (Doğal) Din yaklaşımı ile insanda din ve Tanrı duygusunun doğal olarak var olduğunu ön kabulü ile, bir din kurmak istemişlerdir. Buna göre; tarihi dinlerde yalnız bu tabii duyguya uygun olanlar alınıyor ve dinin tabii akla uygun olmayan yerleri sadece bir gelenek olarak kabul ediliyordu. Böylece, aklın ürünü bir din anlayışı oluşturdular. Kendilerine Deist (Tanrıcı) adını veren bu Aydınlanma dönemi filozofları, ilk çağda olduğu gibi bir tür felsefi bir dine bağlanmış oldular. 18. yüzyılın bu rasyonalist filozofları, ilkin kiliseye karşı yaptıkları eleştirilerini daha sonra da dine çevirmişler ve dinin tarihi rolünü oynadığı ve sonunun geldiği savını ileri sürmüşlerdir.
Feuerbach’ın din hakkındaki görüşleri nedir?
Feuerbach’a göre din, insanın kendi düşüncesinin insanlar üstü bir plana aktarılışıdır. Başka bir ifade ile, din, kültürel gelişme sürecinde insanların ürettiği düşünce ve değerlerden oluşmakta, fakat bunlar yanlış bir şekilde ilahi güçlere ya da tanrılara mal edilmektedir. İnsanların ruhun ölmezliğine inanmaları ve ilahi adaletin tecellisine inançları, yine insanların adalete susamışlıklarının soyut bir plana aktarılması, dünya ötesi bir insani isteğin şekil değiştirmesinden ibarettir. Yine Feuerbach’a göre, insan, dini düşüncelerinin kendi iç hayatının bir izdüşümü olduğunu anladığı anda, artık kendi doğasının dışında bir ölçü, değer aramayacak, kendi kişiliğini idrak etmeye çalışacaktır. Feuerbach bunu daha açık bir şekilde şöyle belirtir: Hıristiyanlık, aslında yalnız insanların Us’undan değil, bizzat hayatından da uzun zamandan beri yok olmuştur. Hıristiyanlık, artık yangın ve hayat sigortalarımızla, demiryollarımız ve buhar gemilerimizle, resim ve heykel galerilerimizle, askeri ve endüstri okullarımızla, tiyatro ve bilimsel müzelerimizle tam bir zıtlık halinde olan bir sabit fikirden başka bir şey değildir.
Fuerbach’tan etkilenen Maks’ın din hakkında görüşleri nelerdir?
Marks’a göre din, ünlü deyişiyle söylersek, halkın afyonudur. Şerif Mardin, bu ifadenin Feuerbach’ın düşüncelerinin etkisi altında yazıldığını söyler. Cümlenin tamamı ise şöyledir: Din, baskıya tabi yaratıkların iç çekmesi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz olayların ruhudur, halkın afyonudur. Ona göre, din bu dünya şartlarına müdahale etmeyi bir yana bırakmayı öğretmekte, mutluluk ve ödülleri ölümden sonraki hayata ertelemektedir. Böylelikle de dikkatlerin bu dünyadaki eşitsizlik ve adaletsizlikler üzerinde yoğunlaşması önlenmekte, insanlar öteki dünya vaadiyle avutulmaktadır. Din, aynı zamanda güçlü bir ideolojik öğeye sahiptir: Dini inanç ve değerler, servet ve güç dağılımındaki eşitsizlikleri makul göstermeye yaramaktadır. Örmekse, yumuşak başlı kişilerin dünyanın varisi olacağı yolundaki inanış, azla yetinmeyi ve baskıya boyun eğmeyi önermektedir. Marks’a göre din, toplumsal değişimden çok, statükonun ve egemen sınıfların çıkarlarının devam etmesine hizmet eder. Ona göre, Hıristiyan düşüncesi, 18. yüzyılın rasyonalist düşüncelerine mağlup olurken; feodal toplum, onun ölü birliklerini devrimci burjuvaziye karşı savaşa sürüyor ve böylece eski toplumsal konumunu devam ettirebilmek için değişime karşı verdiği mücadelede dini kullanıyordu.
Durkheim’ın din hakkında önemsediği konu nedir?
Durkheim, dinlerin evriminden daha çok, dinin kökeni (origine, menşei) sorununu araştırır. Kendinden önce dinin kökeni üzerine ileri sürülen en dikkate değer kuramları (animizm, naturizm) eleştirdikten sonra kendi kuramını ortaya koyar. Ona göre din, toteme tapınma (totemizm) şeklinde başlamıştır. Onun kaynağını da toplumun kolektif vicdanından aldığını iddia etmektedir. Yani dinin kaynağı topluluğun kendisidir. Başka bir deyimle, topluluk heyecanı, topluluk ruhudur. Durkheim, dinin toplumun kolektif bilincinden doğduğunu öne sürerek, din gibi özünde insan ve toplumu aşan, aşkın bir gerçekliği tekrar insan ve topluma dönüştürmekle dinin öznesi ile nesnesini, tapanla tapılanı birbirine karıştırmakta ve hataya düşmektedir.
Max Weber dini nasıl değerlendirir?
Weber, din sosyolojisinin 19.yüzyılda olduğu gibi, dinin kökenini, gelişimini araştıran bir bilim değil, dini davranışların ya da dinden kaynaklanan sosyal davranışların bilimi olması gerektiğini söyler. Aynı şekilde dinisosyal davranışlar incelenirken dinin yadsınması ve gelişen toplumlarda anlamını tamamen yitiren bir olgu olarak görülmesi de söz konusu değildir. Weber’in, din olaylarını incelediği yöntemi de öncekilerden farklıdır. Rickert ve Dilthey’den yararlanarak Anlayıcı Sosyoloji geleneğini olgunlaştırmış, öteki sosyal olaylar gibi din olaylarını da, nedenleri ve etkileri açısından anlayış yöntemiyle yorumlamıştır. Diğer yandan ona göre; deneysel sosyal bilimler olanı araştırmalıdır, felsefenin ye da sosyal felsefenin yaptığı gibi olması gerekeni değil. Bu nedenle, kişisel değer yargılarından uzak durulmalı, sınırları kesin kavramlar kullanılmalı ve bilimsel açıklamalar birden çok nedene dayandırılmalıdır.
Weber ile din sosyolojisi arasında bir bağ kurulabilir mi?
Weber, sosyolojinin olduğu kadar din sosyolojisinin de kurucusu sayılmaktadır. Çünkü o, din sosyolojisinin felsefeden sıyrılarak objektif ve deneysel bir dini-sosyal olaylar bilimi olarak, bağımsız ve sistematik bir disiplin haline gelmesinde çok büyük pay sahibidir. Weber, dini inançların toplumların ekonomik hayatlarını ne yönde etkilediğini araştırır.