Kelam´a Giriş Dersi 2. Ünite Sorularla Öğrenelim
Kelamın Doğuşu
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Kelâm ilmi, kim tarafından hangi temeller üzerine
kurulmuştur?
Kelâm ilmi doğrudan doğruya Müslümanlar
tarafından Kur’ân ve Sünnet’in verilerinden hareketle
kurulan ve geliştirilen bir ilimdir.
Kendine özgü sorunları
ve yöntemi bulunan bu ilim, tamamen Müslümanların
içinde bulundukları şartlara ve ihtiyaçlara göre
geliştirilmiş ve şekillenmiştir
Akıl ve aklın kullanımı Kur’an’da nasıl bir yaklaşımla
ele elınır?
Kur’ân baştan sona hep akla hitap etmekte, aklın
çalıştırılmasını ve onun verilerinden yararlanılmasını
daima istemektedir. Aklın doğruya ve gerçeğe ulaşmanın
bir aracı olduğunu ifade eden Kur’ân (Bk. el-Mülk,
67/11), onun verilerinden yararlanmamanın akılsızlık
olduğunu söylemektedir. Onun için Allah, akılsız insanı
dinen muhatap ve sorumlu tutmaz.
Başlaması ve kazandığı muhteva açısından kelâm
ilminin tarihi süreci hangi ana başlıklar altında
toplanabilir?
5 ana başlık altında toplanabilir:
1. Kur’ân vahyinin devam ettiği dönem; Hz.
Peygamber dönemi.
2. Kelâmî tartışmaların ortaya çıktığı ilk fikrî
hareketler ve ihtilaflar dönemi.
3. Mu‘tezile mezhebinin ortaya çıkışı
4. Ehl-i Sünnet kelam mezheplerinin ortaya çıkışı.
5. Yeni ilm-i kelâm dönemi: XIX. asrın sonlarından
başlayarak hâlen devam etmekte olan dönem?
Hz. Peygamber döneminde kelâm ve diğer İslâmî
ilimler neden mevcut değildir?
Kur’an’ın nüzul sebeplerine göre ve hayatın
akışına göre inmesi sebebiyle, o dönemde henüz vahiy
tamamlanmamıştır. Vahyin tamamlanması Hz.
Peygamber’in vefatı ile nihayete ermiştir. Dolayısıyla bu
dönemde vahiy henüz tamamlanmadığı için diğer İslâmî
ilimler gibi kelâm ilmi de henüz ortaya çıkmamıştır.
Hz Peygamber’e sorulan sorular üzerine müminlerin
kalbinin mutmain olması ve aynı konu hakkında daha
fazla soru sormaya ihtiyaç duymamasının sebebi nedir?
Hz. Peygamber, kendisine sorulan sorulara Kur’an
ve bazen de başka ispatlarla cevaplar verdiğinden ve bu
cevapları karşıdakinin anlayabileceği bir şekilde
vermesinden dolayı, müminlerin sordukları sorulara
aldıkları cevaplar kafi gelmektedir.
İslâm’da, özellikle akîde gibi konularda müminlere soru
sormak yasaklanmış mıdır?
Hayır, yasaklanmamıştır. Ne Kur’an’da, ne de Hz.
Peygamber’in ifadelerinde temel âkide konuları üzerine
düşünmenin yasak veya sakıncalı olduğuna dair herhangi bir ifade geçmez.
Hz. Peygamber’e temel akîde konuları üzerine sorulan
sorular kimler tarafından ve hangi amaçla sorulmuştur?
Bu sorular genellikle hangi konunun etrafında
dönmektedir?
Müminler, inançlarını sağlamlaştırmak, kalblerini
mutmain kılmak ve imanlarını güçlendirmek için,
müşrikler ise açık yakalamak ve güya Hz. Peygamber’i
zor duruma düşürmek için sorular sormuşlardır. Bu
konular genellikle Hz. Peygamber ve soru soranlar
arasında Allah’ın varlığı üzerinde tartışılan konulardır.
Nitekim Kur’ân’ın muhtevasında yer alan birçok meselede
Hz. Peygamber insanlarla tartışmıştır. Hatta Hz.
Peygamber’in Necrân Hıristiyanları ile Hz. İsa’nın
şahsiyeti ve mahiyeti ile ilgili yaptığı tartışma meşhurdur.
İlk Müslümanlar, aklî muhakemenin dâhil olduğu
konularda nasıl bir tutum içinde bulunmuşlardır?
Gerek Kur’ân’ın gerekse Hz. Peygamber’in, aklı,
aklî tefekkürü önemseyen ve onu kullanmayı teşvik eden
açık beyanlarından hareketle ilk Müslümanlar inançlarını
aklî istidlallerle teyid ve tahkik etmişlerdir. Onlar bu
ameliyeyi yaparken akıllarına gelen birçok şüphe ve
tereddüdü doğrudan Hz. Peygamber’e açmış ve
sormuşlardır.
Ashâbın aklî muhakeme ile ilgili sordukları sorulara
karşı, Hz. Peygamber nasıl bir tutum içinde bulunmuştur?
Bu suallere muhatap olan Hz. Peygamber, onları
ayıplamak şöyle dursun, aksine içlerindeki şüpheleri dile
getirmelerini sağlayıcı ve teşvik edici ifadelerde
bulunmuştur. Hatta Hz. Peygamber, akla bu tür soruların
takılması ve müminlerin de bunun üzerine tahkik
yapmalarını, onların imanlarının güçlü olmasına
yormuştur.
Müminler, Hz. Peygamber’e diğer ilimlerle
öğrenilmesi mümkün olmayan ne gibi soruları Hz.
Peygambere sormuşlardır?
Ashab; kıyametin halleri, Cennet, Cehennem,
ruhun mahiyeti, kader ve daha başka pek çok itikadî
konuda Hz. Peygamber’e sorular sormuşlardır. Hz.
Peygamber de bu soruları içtenlikle cevaplamıştır.
İtikadî konularda sorular sormak, insanın imanını
zayıflatır mı?
Hayır, tam tersine itikat konusunda akla
gelebilecek tüm sorular insan olmanın, daha doğrusu
inanan bir insan olmanın çok tabii sonucudur. İnanan
insanın bunları düşünmesi ve sorması onun inancına
verdiği değerin yanında, onunla sürekli meşgul olduğunun
ifadesidir. Bu durum bugün için böyle olduğu gibi
geçmiştekiler için de böyle idi. Yeter ki insan bu sualler
içinde boğulup kalmasın, onların cevabını bulabilsin,
onları cevaplandırabilecek ehliyetli insanlara sorup kalbini
mutmain kılsın. Önemli olan budur ve bu yol aynı
zamanda imanı taklitten kurtarıp tahkike ulaştırmanın
yoludur.
Hz. Peygamber, itikadî konular üzerine sorulan
sorulara cevap vererek ve bu tarz soruların sorulmasını
teşvik ederek, ileride doğup gelişecek olan kelam ilmine
nasıl bir katkı yapmıştır?
Hz. Peygamber bu davranışıyla, daha sonraki
dönemlerde ortaya çıkabilecek olan ve aklî tefekkürü ön
planda tutan kelâm ilminin metodunun meşruiyetinin
zeminini oluşturmuştur.
Kelâm ilmi iç etkenlerden mi, yoksa dış etkenlerden mi
doğmuştur?
Kelâm ilminin doğmasında dış etkenlerin de
olabileceği göz ardı edilmeyerek, daha çok iç etkenler
sebebiyle doğduğu söylenebilir. Çünkü kelâm, hemen
hemen tamamıyla İslâm toplumu içinde doğmuş, bu
doğrultuda da daha çok iç dinamiklerle gelişmiştir.
Kelâmı doğuran etkenler, temel olarak nelerdir?
İslâm’da kelâmı doğuran etkenler çok çeşitli
olmakla birlikte şu 8 ana başlığa ayrılabilir:
1. Kırtas hâdisesi
2. Hilâfet meselesi
3. Siyâsî anlaşmazlıklar ve iç savaşlar
4. Kader ve irâde hürriyeti sorunu
5. Kur’ân ve sünnet metinlerinin yorumu
6. Müslümanların diğer din ve medeniyetlerle
karşılaşması
7. Tercüme hareketleri
8. İnsanın düşünen varlık olması gerçeği
Kelâm ilminin doğuşunda haricî etkenlerin ne gibi
katkıları olmuştur?
Kelam daha çok haricî değil, dahilî olarak doğup
gelişmiş olmasının yanında, hâricî etkenlerin de kelâm
ilminin doğuşunu hazırlamaktan çok, yapılan ilmî
tartışmaların gelişip genişlemesine ve metodolojik açıdan
derinlik kazanmasına sebep olduğu, bir başka ifadeyle
kelâm ilminin gelişmesine bir nevi katkı sunduğu
rahatlıkla söylenebilir.
Kırtas hadisesi nedir?
Hz. Peygamber, vefatıyla neticelenen son
hastalığında, rahatsızlığının şiddetli olduğu bir anda
yanında bulunan ashabına; “Bana bir kâğıt ve kalem
getirin, size bir yazı yazdırayım ki benden sonra sapıklığa
düşmeyesiniz” (Bk. Buhârî, “Mardâ-Tıb”, 17),
buyurmuştur. Orada bulunan ashaptan bir kısmı Hz.
Peygamber’in bu emir ve arzusuna uyulmasını isterken,
Hz. Ömer’in de içinde yer aldığı bir grup, burada bir vahiy
durumunun olmadığını, yani o esnada Hz. Peygamber’e
yeni bir vahyin gelmiş bulunmadığını, dolayısıyla
yazdırmak istediği şeyin vahiy olmayıp, hastalığının
şiddetlendiğini anlayınca ümmetine olan düşkünlüğünün
bir tezahürü olarak böyle bir istekte bulunduğunu
düşünmüşlerdir. Bundan dolayı onu rahatsız etmemek için
kâğıt, kalem getirilmemiş ve neticede herhangi bir şey yazılmamıştır. Hz. Peygamber de bu arzusunu
yenilememiş ve konu kapanmıştır.
Şîa ekolünün Kırtas hadisesinden çıkarttıkları sonuç
nedir?
Şîa görüşüne mensup olanlar, Hz. Peygamber’in
kâğıt istemesini Hz. Ali’yi kendi vefatından sonra halife
tayin edeceğini, kâğıdı da bu yüzden istediğini düşünürler.
Bu mesele de, Şîa görüşüne sahip olanların, halifeliğin Hz.
Ali’ye geçişinin engellendiğine dayanak teşkil eder.
Şîa görüşünde kabul edildiği gibi, Kur’an’da, Hz.
Muhammed’den sonra halifenin kim olacağına dair bir
bahis mevcut mudur?
Kur’ân’da ve hadîslerde halifenin Hz.
Peygamber’den sonra kim olacağı şöyle dursun, onun
nasıl belirleneceğine dair açık bir beyan bile
bulunmamaktadır.
Kur’an’da genel kabul olarak kamu kararları ile ilgili
müesseselerde işlerin nasıl yürümesi gerektiğine dair nasıl
ifadeler mevcuttur?
Kur’ân, genel bir ilke olarak Müslümanlar’ın
işlerini şûra, yani aralarında yapacakları danışma, istişare
ile yürütmelerini tavsiye ederek (bk. Âl-i İmrân, 3/159; eşŞûra,
42/38), görevlendirmede ehliyet ve liyakata önem
verilmesini (bk. en-Nisâ, 4/58; en-Nahl, 16/43) ve hüküm
verildiğinde âdil davranılmasını ister (bk. en-Nisâ, 4/58).
Ehl-i sünnetin halifelik müessesesine yaklaşımı
nasıldır?
Ehl-i sünnet’e göre Hz. Peygamber, kendisinden
sonra kimin halife olacağına dair bir belirlemede
bulunmamıştır. Dolayısıyla halifenin belirlenmesi seçimle
gerçekleştirilir. Onun için Ashab istişare sonucunda Hz.
Ebû Bekir’i halife seçmiştir.
Şîa görüşüne mensup olanların halifelik müessesesine
yaklaşımı nasıldır?
Şîa’ya göre halifelik meselesi insanların seçimine
bırakılabilecek bir iş değildir. Halife ‘nas’la belirlenir. Hz.
Peygamber Hz. Ali’yi kendisinden sonra yerine halife
olarak tayin etmiştir.
Haricî görüşüne mensup olanların halifelik
müessesesine yaklaşımı nasıldır?
Haricîlerin bu konu hakkındaki görüşleri Ehl-i
sünnet ile aynıdır. Onlara göre de halifenin
belirlenmesinde esas olan seçimdir.
Hz. Osman ve Hz. Ali devrindeki iç çatışmalar, kelâmî
anlamda nasıl bir yeni sonuç doğurmuştur?
Müslümanlar daha önceleri Hz. Peygamber
döneminde ve ilk iki halife devrinde çeşitli savaşlara
katılmışlar, ölüm ve öldürme hâdiseleriyle
karşılaşmışlardı. Ama bizzat kendi içlerinde ve birbirlerine
karşı böyle bir mücadele yaşanmamış ve bu ölçülerde ağır
sonuçlarla karşılaşmamışlardı. Onun için bu olayların
sonucunda, daha önce sorulmamış sualler soruluyor ve bunlara cevaplar aranıyordu. Bu da bu dönemin kelâmı
ilgilendiren sonucudur.
Allah-insan ilişkisinin ana noktasını oluşturan sualler
karşısında ne gibi ekoller ortaya çıkmıştır?
Bu tip sualler sonucunda Cebriye,
Havârıc,
Mürcie, Mu‘tezile, Şîa, Mâtürîdiye ve Eş’ariye gibi
ekoller ortaya çıkmıştır.
Muhkem ayetler nedir?
Kur’ân’da ifade edildiği üzere (Bkz. Âl-i İmrân,
3/7) bazı âyetlerin manâsı apaçık olup anlaşılması
noktasında herhangi bir ihtilaf olmamış, orada ilahî
muradın ne olduğu kolaylıkla anlaşılmıştır. Bu ayetlere
muhkem ayetler denilir.
Müteşâbih âyetler nedir?
Metin içerisinde hakikat, mecâz, teşbih, temsil
gibi kullanımlarının olması sebebiyle manâları muhkem
âyetler kadar açık olmayan, farklı anlamlara gelmeleri
sebebiyle kesin anlamların verilmesi zor olan âyetlere
müteşâbih âyetler denir.
Bir lisan faktörü olarak ortaya çıkan meseleler, temel
olarak hangi kelâmî hususlardadır?
Kur’ân’ın hangi âyetleri muhkem, hangileri
müteşâbih olduğu, müteşâbihin neyi ifade ettiği,
müteşâbih âyetlerin anlaşılabilmeleri için tevil edilip
edilmemesi gerektiği, tevilin ve sınırlarının ne olduğu gibi
hususlardır.
Nasların tevil edilip edilmemesi hususu nasıl
değerlendirilmiştir?
Tabiî olarak nasların tevil edilmesi veya
edilmemesi konusunda ihtilaflar meydana gelmiş ve her
bir ekol, kendi anlayışları ve geliştirdikleri yöntemlerle
meseleleri anlamaya çalışmışlardır. Mesela, Selef âlimleri
müteşâbih nasları tevil etmeksizin anlamaya çalışmışken,
Mu‘tezile ve Ehl-i sünnet kelâm ekolleri büyük bir
çoğunlukla bu nasları tevîl etmişlerdir.
Müslümanlar’ın diğer din ve medeniyetlerle
karşılaşması neden yeni bir kelâmî hususu doğurmuştur?
İslâm’ın farklı din, kültür ve medeniyetlerle
karşılaşması sonucunda tevhid, teslis, teşbîh, tecsîm,
kader, cebir ve ihtiyar, Kur’ân’ın hakikati, Tevrat ve
İncil’in tahrifi, Nübüvvet, Mesih, Mehdi ve daha birçok
itikadî konu Müslümanlarla diğer inanç sahipleri arasında
tartışılmıştır. Bu durum da yeni bir kelâmî ihtiyacı
doğurmuştur
İslâm’da, yeni bir kelâmî ihtiyacın hâsıl olmasına
sebep olan fetihler, ana hatlarıyla nasıl gerçekleşmiştir?
Hicrî birinci asrın içerisinde Suriye, Mısır, İran ve
Irak gibi ülkeler İslâm dünyasının sınırları içerisine
girdiler. Daha sonraları Emevîler ve Abbasîler döneminde
İslâm toplumunun sınırları doğuda Mâverâünnehir, batıda
Kuzey Afrika ve İspanya’ ya kadar genişledi.
Yeni kültür ve medeniyet mensuplarıyla karşılaşıldığı
zaman neden kelâmî bir ihtiyaç hâsıl olmuştur?
Arabistan Yarımadası sâkinleri sâde bir hayata ve
pek karmaşık olmayan bir din anlayışına sahip idiler.
Ancak, İslâm toplumunun sınırları içine giren yeni ülkeler,
çok farklı din, kültür, medeniyet, inanış ve düşüncelerin
beşiği halinde idi.
Ancak, bu yeni Müslümanlar arasında,
eski inançlarından tamamen sıyrılmaya, bunların
etkisinden kurtulmaya muvaffak olamayanlar vardı.
Bunların kafalarında hâlâ eski dinlerinin fikir kalıntıları
mevcuttu. Dolayısıyla dinî meselelerin bir kısmını eski
inançlarının ışığı altında mütalaa ediyorlardı. Bundan
dolayı bu yeni Müslümanlar, farkında olarak veya
olmayarak eski inançlarından bazılarını İslâm’a
taşıyorlardı. Bu yüzden de farklı kodlardan beslenen bu
yeni Müslümanların sorularına cevap vermek için kelâm
ilmine ihtiyaç duyulmuştur.
Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki ilk kelâmî
tartışmalar ne zaman başlamıştır?
Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasındaki ilk
kelâmî tartışmalar Hz. Peygamber hayatta iken Necran
Hıristiyanlarından bir grubun gelip Hz. Peygamber’le
tartışmaları ile başlamıştır.
Müslüman âlimler Hıristiyanlık ve diğer inanç
sahiplerine karşı kelâmî anlamda nasıl bir mücadele
vermişlerdir?
Hristiyanların İslâm akidelerine karşı yazdıkları
reddiyeler gibi Müslüman âlimler de Hıristiyanlık ve diğer
inanç sahiplerine karşı “er-Red ala’n-nasârâ”, “er-Red
ale’l-mecûs”, “er-Red ale’s-sümeniyye”, “er- Red ale’ddehriyyîn”
ve “er-Red ale’t-tabîiyyîn” adlarıyla reddiyeler
yazarak mücadele vermişlerdir.
Manihaistler ve Mecûsîler ile Müslümanlar arasında
Çıkış noktası olarak neden taban tabana zıtlık
sözkonusudur?
İran topraklarında vücut bulmuş olan ve ikili tanrı
anlayışına sahip bulunan Manihaistler ve Mecûsîler ile
Müslümanlar arasında bu iki anlayışın sahip olduğu
düalist tanrı anlayışının İslâm’ın mutlak tevhîd anlayışına
zıt oluşundan dolayı taban tabana zıtlık sözkonusudur.
Müslümanlar arasında felsefeye olan merak ilk defa
nasıl uyanmıştır?
Müslümanlar, ilk fetihlerin yapıldığı zaman yeni
fethedilen bölgelerde eski Yunan felsefesinin iyi
bilindiğini ve yapılan tartışmalarda bu felsefenin
metodunun kullanıldığını görmüşlerdir. Bu da
Müslümanlar arasında felsefeye karşı merak uyanmasına
ve felsefî eserlerin Arapçaya tercüme edilmesine yol
açmıştır.
Müslümanlar, yabancı medeniyetlerin felsefelerine
karşı katı bir tutum sergilemişler midir?
Hayır, Müslümanlar, eski ilmî birikime karşı
olumsuz bir tavır takınmadıkları gibi, kendi evrensel
dünya görüşlerine destek olacak unsurları bünyelerine almakta sakınca görmediler.
Müslümanlar, yaptıkları tercümelerde ne gibi konuları
seçmişlerdir?
Gerçekleştirilen tercüme hareketlerinde felsefenin
yanı sıra tabiat ilimleri, tıbba dair ilimler, kimya, astroloji,
simya ve ahlâk bilimleri de yer almıştır.
Eski Yunan ilimlerinin Arapça’ya tercümesi ne zaman
başlamıştır?
Eski Yunan ilimlerini Arapçaya tercüme faaliyeti
Emevîlerin son dönemlerinde başlamış, Abbasî
halifelerinden Mansûr (ö. 158/775), Hârun Reşid (ö.
193/809) ve Memûn (ö. 218/833) döneminde devam
etmiştir. Fakat ilk tercümelerin daha önce hicretin birinci
asrında Halid b. Yezid b. Muaviye b. Ebî Süfyan (ö.
86/705)döneminde başladığı söylenmektedir.
Felsefî anlamda ilk tercüme, ne zaman yapılmıştır?
Felsefî anlamda ilk tercüme, halife Mansûr
döneminde yapılmıştır. Mansûr zamanında önce Mantık
ilmi Arapça’ ya tercüme edilmiştir. Mantığı Arapça’ya ilk
tercüme edenin İbn el-Mukaffa olduğu söylenir.
Müslümanların Yunan felsefesi ile tanışmaları ilk defa
hangi yolla vuku bulmuştur?
Felsefenin sistemli bir şekilde tercümesi halife
Memûn döneminde başlamış ve onun zamanında ilâhiyât,
tabîiyât ve ahlâka dair felsefî eserlerin Arapçaya tercümesi
yapılmıştır. Yunan felsefesi tercüme edilirken eserler
doğrudandoğruya Arapça’ya çevrildikleri gibi, bazen de
Yunanca’dan önce Süryânîce’ye, daha sonra Arapça’ya
tercüme edilmiştir. Yapılan tercüme faaliyetlerinde pek
çok Dâru’l-hikme (felsefe akademisi) kurulmuştur. Bu
tercüme faaliyetleriyle Müslümanlar Yunan felsefesiyle
doğrudan ilişki içine girmişlerdir.
Yunan felsefesinin İslâm dünyasına aktarılmasında
hangi merkezler, hangi şekilde etkili olmuştur?
Yunan felsefesinin İslâm dünyasına
aktarılmasında dönemin birer ilim merkezi olan ve
felsefeden tabiat bilimlerine kadar pek çok ilmin
okutulduğu İskenderiye, Cundişapur, Harran okullarının
rolü büyüktür. Bu merkezlerin etkisinin yüksek olma
sebebi, pek çok farklı ilim dalının bu merkezlerde tahsil
edilmesi söylenebileceği gibi, yine bu merkezlerde
Yunanca, Süryanice ve Pehlevîce’nin konuşuluyor olması
da büyük bir etkendir. Malum olduğu üzere her dil,
tartışıldığı veya konuşulduğu hususlara en azından
terminolojik anlamda olmak üzere kendisinden katkılarda
bulunur.
Tercüme faaliyetleri sonucunda yetişen ilk İslâm
filozofları kimlerdir?
Tercüme faaliyetleri sonucunda ilk İslâm
filozofları, Kindî (ö. 252/866), Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn
Sinâ’dır (ö. 428/1037).
Farklı din, kültür ve medeniyetlerle olan münasebet,
kelâm ilmini hangi bakımdan etkilemiştir?
Bu münasebetler, kelâm ilminin tartışma
yönteminin gelişmesine, konularının derinleşmesine ve
daha felsefî bir boyut kazanmasına vesile olmuştur.
Böylece kelâm âlimleri mantık ilmini bir âlet olarak
kullanmaya ve bazı akaid ve felsefe konularına onu felsefî
terimleriyle kullanarak karıştırmaya başladılar. Ayrıca
kelâmın konularına yakın olan varlık ve benzeri felsefî
konularla ilgilenmeye, böylece akîde konularının
anlaşılma ve yorumlanmasına yardımcı olacak konu ve
bilgilerden faydalanmaya çalıştılar.
Kelâm ilminde insan faktörü neden etkilidir?
Birbirinden farklı duygu, düşünce, karakter ve
anlayışa sahip olan insanın düşünmesi sonucunda
diğerlerinden farklı fikirler üretmesi ve böylece ihtilafın
olması gayet tabiî, doğal, hatta kaçınılmazdır. Zaten ihtilaf
demek, farklı düşünmek demektir. İhtilâf da kelâmın
zuhurunu zarûrî kılar.
Yararlılık veya zararlılık açısından bakıldığında,
ihtilafa nasıl yaklaşmak gerekir?
Aslında düşüncenin hareketliliği demek olan
ihtilaf, insan için kaçınılmaz olup, doğruya isâbet
edebildiği, yaklaştığı ölçüde makbul ve muteberdir.
İhtilafı reddetmek, insan fıtratını kabul etmemek ve
düşünceyi donuklaştırmak demektir. Şüphesiz bu, ihtilafı
teşvik etmek değil, aksine bir hakikati ifade etmektir.
Ancak şu da unutulmamalıdır ki ihtilafın olduğu yerde
doğru da yanlış da olacaktır. Mühim olan işte bu doğruyu
arama bulma çabası içinde olmak, bu hususta sahih bir
niyet taşımak ve samimi olmaktır.
Düşüncede ihtilaf neden kaynaklanmaktadır?
Düşüncede ihtilaf, onu meydana getiren diğer
sebepler bir tarafa, aslında akleden, düşünen bir varlık
olarak insanın doğrudan doğruya tabiatından kaynaklanan
bir husustur.
İhtilafın zararlarına karşı İslâm’da ne gibi uyarılar
vardır?
İnsanlar arasında doğabilecek ayrılıkların
Müslümanlar arasında kin ve düşmanlıklara neden
olmaması, onların birlik ve bütünlüğünü bozmaması için
Kur’ân-ı Kerim onları daima Allah’ın dinine sarılmaya
davet eder. Kur’ân’da, “Hepiniz Allah’ın ipine (dinine)
sımsıkı sarılın, parçalanıp bölünmeyin” (Âl-i İmrân,
3/103), “Allah’a ve Resûlüne itaat edin ve birbirinizle
çekişmeyin. Aksi takdirde gevşersiniz, gücünüz ve
kuvvetiniz elden gider.”(el- Enfâl, 8/46) denilerek ihtilafın
parçalamaya götüren tehlikelerinden bahsedilmiştir.
Kelâm âlimlerinin ittifakla belirttiği üzere ihtilaf
konusu haline getirilmesi özellikle yasak olan husus
nedir?
İhtilaf konusu haline getirilmesi yasak olan şey,
dinden olduğu kesinlikle bilinen bir hususun mevcudiyetinde ihtilafa düşmek, onu inkâr etmektir. Ama
onun mevcudiyeti kabul edildikten sonra, mahiyet ve
keyfiyeti üzerinde, yani anlaşılması ve yorumlanması
hususunda delillere dayanarak birbirinden farklı görüşler
ortaya koymak, değişik sonuçlara ulaşmak yasaklanmış
değildir. İşte İslâm düşüncesinde itikadî alanda ortaya
çıkmış bulunan ihtilaflar ile kelâmî düşünce ve yorumlar
bu kapsamdadır.