Din Psikolojisi Dersi 7. Ünite Özet
İnanç Psikolojisi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
İman ve İnanç Kavramları
Dilimize Arapça'dan geçen ve "güvenmek" anlamına gelen "emn" kökünden türeyen iman kelimesine sözlüklerde, "karşısındakine güven vermek, güven duymak, tasdik etmek ve gönülden benimsemek" anlamları verilmektedir. Bunun yanısıra "sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek" manasındaki "akd" kökünden türeyen itikad da iman karşılığında kullanılmaktadır (el-İsfahani, 1961; İbn Manzur, 1299- 1308). İnan (iman); "inanmak işi; bir kimse veya bir şeyin doğruluğunu, büyüklüğünü ve gücünü sarsılmaz bir duygu ile benimseme;" İnanç (itikad) ise, bir düşünceye gönülden bağlı bulunma; Tanrı'ya, bir dine inanma, iman, itikat; birine duyulan güven, inanma duygusu; inanılan şey, görüş ve öğreti" olarak tanımlanmaktadır (TDK, 1988). Görüldüğü gibi inanç kelimesi tanımlarda imanı da kapsayacak şekilde daha genel bir anlam ifade ederken; iman, bir dine yönelme olarak, daha özel manada kullanılmaktadır.
Kur'an'daki kullanımı dikkate alınarak iman kelimesine, genellikle doğrulama (tasdik) ve tahsis etme, teslim olma (İslam) anlamları verilmiş; daha sonra terim olarak, "Allah'tan tebliğ ettiği kesin olarak bilinen hususların bütününde peygamberi tereddütsüz olarak tasdik etmek" şeklinde tanımlanmıştır.
Smith (1979), iman ve inanç kavramları arasında bir ayırım yaparak, imanın "temel bir insani nitelik" olduğunu belirtir. Ona göre iman, kişinin kendisine, diğerlerine ve evrene karşı yönelimi veya toplam cevabıdır. Fowler (1981) da Smith'in bu ayrımını aynen kabul eder. Ona göre iman, inancı ifade etme ve iletmenin önemli tarzlarından biridir. İnanç, imandan daha derindir, bilinçdışı güdülerimizi kapsadığı gibi, bilinçli iman ve fiillerimizi de içerir.
Acaba imanın ifade ettiği bu özel anlam nedir, nereden kaynaklanmaktadır? Bu özel anlama ve alana ulaşmak için öncelikle dinlere ve onların kutsal metinlerine başvurmak gerekmektedir. Bu metinlere göre bu alan, gayb'dır, yani insanın algı ve kavrayış alanının ötesinde bulunan, duyu ve akıl yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen ve onu aşan gerçekliklerdir; görünenler âleminin dışında görünmeyen varlık âlemidir. İman, bu gerçekliklerin ve bu âlemin varlığının kabul edilmesidir. Gayba iman, imanı özel kılan ve diğer bütün beşerî inanç çeşitlerinden ayıran temel özelliktir. Gaybı oluşturan iman objeleri, çeşitlilik göstermekle birlikte, bütün dinlerde bulunabilmektedir.
Dini İnancın Psikolojik Yapısı ve Tabiatı
Dinî olguların analizinin, yapı ve tabiat itibariyle genellikle zor oldukları, imanın da bunların en karmaşıklarından biri olduğu zaman zaman ileri sürülmüştür. Çünkü genel olarak inanma hadisesinde, birbiriyle içiçe geçmiş birtakım psikolojik süreçler rol oynamaktadır. Bu nedenle Din Psikolojisi, kendi sınırları çerçevesinde inanma veya iman eyleminin bu psikolojik süreçlerin bütünlüğü içerisinde nasıl yapılandığını ve bu yapılanmanın hangi içeriklerden oluştuğunu aydınlatmaya çalışmaktadır.
İmanın asıl konusu, diğer bütün dinî inançların olmazsa olmazı durumundaki Allah'a imandır. İman, tabiatı itibariyle, inanan bireyin Allah ile sürekli ve dinamik ilişkisidir. Çünkü mü'min, Allah'ın kendisini vahiy yoluyla bildirdiğinin ve kendisinden "ben" olarak bahsettiğinin farkındadır. O halde iman, bir ben'in bir başka ben ile ilişkisidir. (Buber, 2003). Ancak bu ilişki her zaman çok kolay kurulamamakta, çatışma, bunalım ve gerginlikler boy gösterebilmektedir. Bazen "ben" hazır olamamakta, bazen "sen" ötekine dönüşebilmektedir. Bu yüzden iman, "kabul ve tasdik", "itaat ve teslimiyet" ve "güven ve sevgi" bağı olmadan tam olarak gerçekleşememektedir. İmanın yapısını ve boyutlarını oluşturan bu psikolojik süreçler, imanın tabiatının anlaşılabilmesine de katkıda bulunmaktadır.
İmanda Bilişsel Yapı: Kabul ve Tasdik
Biliş (kognisyon), algı, hafıza, akıl yürütme, düşünme ve kavrama gibi zihinsel faaliyetlerin bütününü anlatmak için kullanılan bir kavramdır. Bireyin imanla ilgili bilişsel bir faaliyette bulunabilmesi için, öncelikle iman edilecek varlık alanı hakkında bir ön bilgiye sahip olması gerekir. Bilişe konu olan bu bilgi, deneyle elde edilebilecek nitelikte değildir. Vahye dayalıdır ve değişime açık değildir. Vahiyle gelen bilgiler değer hükmü taşırlar ve bireysel tutumları oluşturup şekillendirirler. Bunlar aynı zamanda varlığı ve oluşu idrak etme ve anlamlandırma konusunda etkilidirler.
İmanda, vahiyle bildirilenler kesin ve doğru kabul edilir. İmanın konusunu oluşturan bilgilerin çoğu, insanın kavrayış alanını aşan gayb ile alakalıdır. İnsan gayb karşısında öncelikle inanma eylemi (Bakara, 2/3) içinde olmalıdır. Bunların doğruluğunun onaylanması için, ayrıca bir ön psikolojik hazırlık gereklidir. İnsan ancak derûnî bir hazırlık sonucunda aşkın gerçekliği kabul etme kıvamına gelir. Tasdikin sadece dil ile ifadesi yeterli olmayabilir. Bunun kalben de gerçekleşmesi gerekir (Hucurât, 49/14). İçinde Allah'ı hissetmeye başlayan insan, kendiliğinden O'na doğru yönelir, varlığını ve iradesini kavrar ve rıza ile O'na karşılık verir. Bu deruni tecrübe sözle dışarı taşar (ikrar) ve Allah ile insan arasındaki ilişkinin tabiatını dile getirir.
İmanda İradî Yapı: İtaat ve Teslimiyet
Sözlük anlamı dilemek olan irade, en kısa tanımıyla "düşüncenin ortaya koyduğu bir gayeye doğru gitme hareketi" demektir. Dinî irade ise bireyin, "dinin istekleri ve yasakları doğrultusunda davranışlarını ayarlama gücü" (Peker, 2003) olarak tanımlanmaktadır. Din Psikolojisi'nin öncülerinden William James, İnanma İradesi (1979) adlı eserinde insanın psikolojik bütünlüğü içerisinde imanın kaynağını iradeye bağlamakta ve insanın, imanı gerçekleştiren bir "irade eden tabiat"a sahip olduğuna işaret etmektedir.
İmanda Duygusal Yapı: Güven, Sevgi ve Fedakârlık
Anlamı içerisinde güvenin bulunması, imandaki duygusal yapının en önemli göstergesidir. Bu yüzden birçok teolog ve filozof, imanı, bağlılık ve güven duygusuna indirgemişlerdir. Ancak güven imanda tek duygu değildir. İmanın duygusal yapısı içerisinde sabır, tevekkül, rıza, sevgi, korku ve fedakârlık gibi diğer duygular da en az güven kadar etkindir.
İman, olumsuz olaylara karşı mü'mine dayanma gücü verir; korkuya, ümitsizliğe ve hüzne kapılmasını engeller. Rabbine olan teslimiyet ve güveni, başına gelenler karşısında isyan etmeyip rıza göstermesini, sabretmesini ve ona tevekkül etmesini temin eder. Mü'min, Allah'ın kendisinin velisi/dostu olduğunu (Bakara, 2/256) bilir ve bütün olumsuzlukları bu bilinç içerisinde değerlendirir.
İmanın Psikolojik Kaynakları
Batı düşüncesinde, imanın psikolojik kaynaklan konusunda birbirinden farklı bazı görüşler yer almaktadır. Bunlardan başlıcaları şunlardır:
- Biyolojik temeli esas alan görüşte, imanın bir iç- güdü olduğu ileri sürülmektedir. Bu görüşü savunanların geldiği son nokta "inanç geni"dir.
- İmanın, iç-güdülerin yönlendirilip olgunlaştırılması sonucu ulaşılan insani bir gelişim olduğu yolundaki varsayımdır.
- İmanı, insanın sonsuz olanla karşılaşmasının sonucu olarak gören ve onu sonsuzluk duygusuna dayandıran görüş.
- Önceki görüşün tam tersi bir iddiayı savunarak, imanın aslında sonlu olanı idrak olduğu görüşü. Buna göre, insanın sonsuzu idrak etmesi için öncelikle kendi sonluluğunun farkında olması gerekir.
- Sonuncusu ise, imanın, varlığı idrak olduğu yönündeki görüştür (Oates, 1973).
İmanın Psikolojik Etkileri
Genelde dinî inançlar, özelde ise iman, bireyler için sadece ayırıcı birer özellik değildirler, bunlar aynı zamanda hayatın ve kişiliğin özünü oluşturmakta, bireylerin hayatlarında ve kişiliklerinde, az ya da çok, düzenleyici ve yönlendirici işlevler icra etmektedirler. Dinî inançlar, pek çok insanın kimlik, kişilik ve benlik oluşumundaki düzenleyici ve yönlendirici işlevlerinin yanı sıra; insanın kendisiyle, diğer insanlarla, tabiatla ve Tanrıyla ilişkilerinde de önemli roller oynamakta ve hayatın anlamına ilişkin bütüncül cevaplar sunarak bir dünya görüşü sağlamaktadırlar.
İnanç Gelişimi
İnanç gelişimi, insan gelişimi düşüncesiyle bağlantılı olan ve inancı, gelişim dönemleri içerisinde inceleme amacı taşıyan bütün girişimleri ifade etmek üzere oluşturulmuş özel bir kavramdır. Bunların genel adı ise dinî gelişimdir.
İnancın hayat boyu gelişimiyle alakalı olarak birtakım kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramlar, "basamak", "evre" ya da "aşama" kuramları olarak adlandırılmaktadır. İnancın gelişime dayalı yörüngesine ışık tutan bu kuramlar, Din Psikolojisi'ne, inanç gelişimini anlama ve değerlendirme konusunda önemli katkılarda bulunmaktadır.
İnanç Gelişimi Kuramı
Fowler'ın inanç gelişimi kuramı, bir yanıyla genel gelişim kuramlarına, diğer yanıyla da teolojiye dayanmaktadır. İnanç gelişimi kuramının temel teorik köklerinin Erikson ve Levinson'un piko-sosyal teorilerinin yanı sıra Piaget ve Kohlberg'in yapısal-bilişsel gelenekleri içerisinde bulunduğu bir gerçektir. Kuramın temel teolojik kökleri ise, Niebuhr ve Tillich'in görüşlerine dayanmaktadır. Dinler tarihçisi Smith'in de, din, inanç (faith) ve iman (belief) kavramları arasındaki farklılıkların belirgin bir şekilde birbirinden ayrılması fikri ile kuram üzerinde büyük etkisi vardır.
Fowler, çoğunlukla dinî geleneklere bağlı olarak tarif edilen ve içeriği kutsal metinlere göre belirlenen inanç kavramını, insanın temel dinamik güven tecrübesi olarak tanımlayıp yorumlar. Yani güven, dinî duygu ve düşüncenin temeli olarak kabul edilir. Fowler'a göre inanç ahde dayalı bir yapıdadır. Ahit, güven ve bağlılıktır. Dolayısıyla inanç sadece bireyde olup biten bir olgu değildir. O, başkalarına güven ve bağlılığı içermektedir. Başkalarına güven ve bağlılık, bizi aşkınlaştıran, bizi birbirimize bağlayan değer merkezlerine, güç imgelerine ve hikâyelere olan ortak güven ve bağlılığımız tarafından doğrulanır ve derinleştirilir. Sonuç olarak inanç, güven ve bağlılığımızı bir ya da birçok değer merkezine, güç imge ve gerçekliklerine odaklanmak suretiyle yorumlama ve bağlanmanın dinamik sürecidir. İnanç, paylaşılan güven ve bağlılıklar içinde bizi ötekine, paylaşılan değerlere, anlam ve gücün aşkın çatısına bağlayan ve başkalarıyla ilişkilerimiz içerisinde şekillenen varoluşsal bir yönelimdir (Fowler, 2000).
İnanç Aşamaları
Fowler'ın inanç aşamaları, ana hatlarıyla şöyledir:
- Aşama Öncesi Dönem veya Temel İnanç (yaklaşık 0-3/4 yaşlar): Konuşma öncesi duygusal ilişkiler ile sınırlı bir aşama olması ve deneysel olarak araştırılmasının güçlüğüne rağmen bu dönemde daha sonradan inancın üzerine temelleneceği otonomi, güven, ümit ve cesaretin tohumları atılır.
- Aşama 1. Sezgisel-Yansıtıcı İnanç (yaklaşık 3/4- 7/8 yaşlar): Bu aşamada birey, çevresindeki insanların inançla ilgili hikâye ve eylemlerini pratik bir tarz içinde taklit eder. Bu bağlamda taklide dayalı bir inanç özelliği söz konusudur. İlk kez ölümün, cinselliğin ve diğer katı tabuların bilincine varılmaya başlanır.
- Aşama 2. Öyküsel-Lafzî İnanç (yaklaşık 6/7- 11/12 yaşlar): Birey, mantıklı düşünme yeteneğinin gelişmeye başlamasıyla birlikte, dünyadaki işleyişi anlama çabasına girer. Kendi inanç toplumuna ait olmayı sembolize eden hikâye, inanç ve uygulamaları kendine mal eder.
- Aşama 3. Yapay-Geleneksel İnanç (yaklaşık 11/12-17/18 yaşlar): Birey, ergenlikle beraber, formel işlemler ve kişilik bunalımlarının ortaya çıkmasıyla, muhtemelen inancın üçüncü aşamasını göstermeye başlayacaktır. Tanrıyla daha çok kişisel ilişki vebiçimsel amelî düşünceyle ilgili soyut fikirlere bir güven söz konusudur.
- Aşama 4. Bireysel-Düşünceye Dayalı İnanç (yaklaşık 17/18 yaş ve sonrası): Bu dönemde birey, artık hayatını kurguladığı ve şekillendirdiği inanç ve değerleri sorgulamak, tecrübe etmek ve yeniden yapılandırmak zorundadır. Bu değer ve inançlar, artık düşünülmeden, irdelenmeden ve eleştiriye tabi tutulup sorgulanmaksızın kabul edilmeden daha çok, açık ve kesin bir şekilde bilinçli olarak seçilmiş ve eleştiri süzgecinden geçirilmiş bağlılıklar anlamına gelmektedir.
- Aşama 5. Birleştirici İnanç (30 yaş sonrası): Bu aşamadaki kişi, "zihindeki ve yaşantıdaki zıtlıkları bütünleştirmeye" çabalayarak çelişkileri birleştirmeye başlar. Birey, bir önceki basamak içinde gelişen inanç sınırlarını aşarak, gerçeğin hem çok boyutlu hem de kaynağı itibariyle birbiriyle uyumlu ve bağlantılı olduğuna dair bir yetenek geliştirir.
- Aşama 6. Evrensel İnanç (belirli bir yaş yok, 30 yaş öncesi nadir): Bu aşama, olgun inancın zirvesidir. Çok az insan inancın bu aşamasına çıkabilir. Bu aşamaya ulaşan birey, adalet ve sevgiyi etkinleştirip, baskı ve işkenceyi alt etmek için, hayatın anlamı ve Tanrı'nın gücü ile birleşme sürecini yaşar.
Dini Şüphe
Şüphe, insanca bir tutumdur. Her insan, çeşitli durum ve zamanlarda belirsizlik ve kararsızlık içinde kalabilir. Pek çok şeyi, şüphe konusu edebilir, seçimlerinde tereddütler yaşayabilir. Buna inanç da dâhildir. İnsanın sahip olduğu bilgilerin bütününün, bir anlamda inanç niteliği taşıdıklarını varsayarsak; bu bilgiler arasındaki fark, bireyin hangi ölçüte dayanarak bunları inanç ya da inançsızlık, iman ya da inkâr haline getirdiği noktasında düğümlenmektedir. İşte şüphe burada devreye girmekte ve bireye karar verme sürecinde başvuracağı ölçütleri, akıl, duygu ve irade süzgecinden geçirme imkânı sağlamaktadır. Ancak şüphe, uzun da sürse, geçici olmalıdır, çünkü sürekli olarak şüphe içerisinde yaşamak, olumsuz psikolojik durumlara yol açabilir. Bu yüzden karar vermek de şüphe duymak kadar insancadır.
İman, durağan değil dinamiktir, yani bir anda şekillenmez ve her zaman aynı yoğunlukta kalmaz. Bilişsel, duygusal ve iradi süreçlerden geçer. Birey bu süreçlerde birtakım şüpheler yaşayabilir. Burada şüphe, olumlu anlamda, bir farkındalık durumunun başlangıcı olarak nitelendirilebilir. Çünkü şüphe duymaya başlayan birey, zihnini, bulunduğu düzeyden daha ileri bir aşamaya taşıma kararlılığındadır. Mesela, kişi bağlı olduğu dinin öğretilerinin veya inanç esaslarının kesinlikle doğru olup olmadıklarını veya ne anlama geldiklerini bilmek isteyebilir. Aynı şekilde, duygusal açıdan, inanılana hangi gerekçelerle güven duymak ve kayıtsız şartsız teslim olmak zorunda olduğunu sorgulayabilir, bunların temellendirilmesini isteyebilir. Ayrıca, iradesini kullanma imkânına sahip ve kararlarında özgür olmalıdır. Bu süreçte bireyin, inancına yönelik şüphelerini başarılı ve olumlu bir şekilde sonuçlandırması, belirsizlikten ve tereddütlü ruh halinden kurtulması, aklını ve kalbini tatmine ulaştırması ve bütün bunları yaparken hür iradesini kullanabilmesi, psikolojik bütünlüğü için gereklidir.
Dinî Şüphe Çeşitleri
- Arayış Şüphesi. Eleştiri ve itiraz niyeti olmaksızın, dinî bilgi ve kavramların gerçekliğini ve sebeplerini araştırma ve tatminkâr cevaplar bulma arzusuyla ortaya çıkan ve daha çok çocukluk döneminde görülen bir şüphedir.
- Bencillik Şüphesi. Bireyin, inancı, yüce ilgi ve değerlerden çok kendi çıkarına hizmet eden bir araç olarak görmesinden ve bu yüzden kişisel ilgi, arzu ve ihtiyaçlarına beklediği karşılığı bulamamasından kaynaklanan şüphedir.
- Sadakat Şüphesi: İnancın gereklerinin yerine getirilip getirilmediğiyle ilgili bir şüphedir. Başka bir ifadeyle, insanın, Allah'ın kendisinden istediklerini ne düzeyde yerine getirdiğini sorgulamasıdır.
- Bilimsel Şüphe: İnancın ve dinî inanç sisteminin kabul edilip onaylanabilmesi için bilimsel yöntemlerle araştırılması, yani inancın doğruluğunun ispatlanabilirliğinin bilimsel açıdan mümkün olması ve bilimsel verilerle çelişmemesi gerektiği varsayımına dayanan şüphe türüdür.
- Kavramsal Şüphe. Dini öğretilerin içeriklerinde yer alan bazı kavramlara itiraz ve tepki şeklinde ortaya çıkan şüphedir.
- İnkârcı Şüphe: Herhangi bir dinî niyet ve amaç taşımaksızın sırf dini reddetmek veya kendi inançsızlıklarının haklılığını ispat etmek için dinî konularda olumsuz görüş bildiren veya dinî gerçeklikleri değil de sadece kendi kuruntularını sistemleştirmeye yönelik araştırma yapan bazı kötü niyetli veya inançsız (ateist) kişilerde rastlanan şüphe çeşididir.
Dini İlgisizlik, Dini İnkar ve Din Karşıtlığı
İnsan hayatında kimi zaman bazı soru ve şüphelerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bunlar zihinsel bakımdan olduğu kadar psikolojik ve dinî bakımdan da teşvik edilmişlerdir. Ancak bu soruların yol açtığı tercihler farklı şekiller alabilmekte, bazen dinî anlamda bir kaygısızlığa, ilgisizliğe, dinî inkâra veya din karşıtlığına dönüşebilmektedir.
Modern zamanlar dünyeviliğin merkezde olduğu, dinin toplumsal etkilerinin en aza indirildiği, ancak özel ve öznel bir yaşama biçimi olarak varlığını koruduğu bir süreç olarak yaşanmaktadır. Bu durum din sosyologları tarafından sekülerleşme teorilerine temel oluşturmuştur. Fakat günümüzde, sekülerleşme teorilerinin iflas ettiği ve yeni süreçlerin ortaya çıktığı yüksek sesle dile getirilmektedir. Ancak insanların bilfiil modern ve seküler bir dünyada yaşadıkları, dolayısıyla dine ayıracak fazla vakitleri bulunmadığı ve dinî hayatı sürekli olarak erteledikleri de aynı şekilde dillendirilmektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak insanlarda dine karşı ilgisiz ve kayıtsız bir tutumun gelişmekte olduğu ve dinin, hayatın tamamından olmasa bile, büyük bir kısmından çıkarıldığı görülmektedir.
Dini inkâr vaya inançsızlık, en kısa tanımıyla, yaratıcı ve aşkın bir varlık olduğunu kabul etmemektir. İnkâr iki şekilde olabilir: İlki, bir başka varlığı Allah'ın yerine koymak; ikincisi ise, Tanrı fikrini bütün düşünce ve hayatından çıkarmak veya ona yer vermemektir. İnançsızlığın ilk şekli inkâr ve şirk kavramları ile ifade edilirken; ikinci şekli tanrıtanımazlık (küfür; ateizm) olarak adlandırılmıştır.
Kur'anda, bütün olumlu tutum ve davranışların merkezi olan iman kavramının karşısında, bütün olumsuz tutum ve davranışların merkezi olarak küfür kavramı bulunmaktadır. Gerçeği gizlemeyi, Allah'a karşı yapılan nankörlüğü ve inkârı ifade eden bu kavramın, Kur'an'ın anlam örgüsü içerisinde bir bütün olarak ele alındığında, Allah'a ve dine yönelik tepkisel tutumların bütününü tasvir etmek üzere kullanıldığı görülmektedir (Mesela, Bakara, 2/28; İbrahim, 14/28; Kehf, 18/37; Zuhrûf, 43/ 15; İnsan, 76/3). Kur'an'a göre inançsızlık, bütün hastalıklı davranışların kaynağıdır. Çünkü insan inanmayarak en başta varlıklar düzenindeki yerini kaybetmekte ve kendine zulmetmenin başlangıcını oluşturmaktadır. Adeta kendini unutmaktadır (Haşr, 59/19).
Sonuç olarak, dine kayıtsız kalan, onu yok sayan veya ona karşı olan insanı bekleyen muhtemel tehlike, gerek dünyaya ve gerekse kendisine ait herşeyin sorumluluğunun sadece kendi omuzlarında olduğunu hissettiren mutlak bir yalnızlık ve huzursuzluk hali, boşluk ve terkedilmişlik psikolojisidir. Zira Jung'un ifadesiyle, "nasıl ki sosyal bir varlık olarak insan uzun vadede toplumla bağı olmadan yaşayamazsa, birey de dış faktörlerin yıkıcı etkisini göreceli olarak azaltabilen dünya ötesi bir prensip olmadan hiçbir zaman varoluşu ve ruhî ve ahlakî özerkliği için gerçek bir sebep bulamaz. Tanrı'ya bağlanmayan bir birey, dünyanın fiziksel ve ahlaki kışkırtıcılığına kendi kaynakları ile direnemez. Bunu yapabilmek için onu kitlelerin içinde boğulmaktan koruyan içsel ve fizikötesi bir deneyimin varlığına ihtiyacı vardır." (1999, s. 60-61).