aofsoru.com

İslam Düşünce Tarihi Dersi 6. Ünite Özet

Çağdaş İslam Düşüncesi Kişiler Ve Görüşler

Cemaleddin Afgani

Cemâleddîn Afgânî'nin çağdaş müslüman düşünürler içerisinde kabul edilmesi yaşadığı dönem itibaryla itirazlara sebep olabilir. Ancak modern toplumlarda müslümanları uyanışa, çalışmaya, düşünmeye, okumaya çağırmış olması, bu uğurda ailesini, vatanını, mevki ve makamlarını terk etmiş olması önemlidir.

Muhammed Abduh'la birlikte müslümanları Batı'nın sömürgeciliğine karşı harekete geçirmeyi hedefleyen Arapça haftalık bir gazete olan El-Urvet el-Vuskâ'yı çıkardı. Afgânî’nin çıkardığı Urvetu’l-Vuskâ dergisinin, İngilizler’in egemenliği altındaki Müslüman topraklarına girişi yasaktı. Ancak görüşleri başta Muhammed Abduh, Reşîd Rızâ ve mazlum milletlerin haklarını savunan her aydın üzerinde etki bıraktı.

En önemli eseri materyalistlere karşı yazdığı " er-Redd ale'dDehriyyîn " adlı kitabıdır. Bu eser sağlığında Türkçeye çevrilip bizzat kendisinin yazdığı bir mektup ile II. Abdülhamit'e takdim edilmişti.

Hayatı da düşüncesi de üç ayırt edici nitelikle belirlenmiş bulunmaktaydı: İnsanı hayretler içinde bırakacak mükemmellikte bir maneviyat, engin bir dinî coşku ve bütün faaliyetlerini çok kuvvetli bir şekilde etkilemiş olan yüksek bir ahlakî şuur.

Afgânî'ye göre Batılılar Doğuda yurtseverlik ruhunu bastırmak, millî eğitimi sindirmek ve Doğu kültürünü yıkmak için alışılmamış metotlar kullanmakta ve bu şekilde Doğuluları ülkelerindeki mevcut her türlü güzelliği, her türlü fazileti ve itibar edilecek türden bütün değerleri inkâr etmeleri için tahrik etmektedirler.

Kendilerini yabancı hâkimiyetinden kurtarabilmeleri amacıyla tüm Müslüman halkların bir tek halife altında birleşmeleri üzerinde duran Afgâni, Batılı yazarların deyimiyle "politik Pan İslâmizm"in kahramanı olmuştu.

Muhammed Abduh

Mısırlı büyük bir düşünür, sosyolog ve ıslahatçı olan Abduh, çağdaş İslâm düşüncesinin en önemli simalarından biri kabul edilir. Genç Muhammed Abduh'la ilgili en önemli olay, İslâmi ilimlerin geleneksel merkezi olan Ezher Üniversitesine 1866 yılında kaydoluşuydu. Abduh, Ezher'de ruhî bunalıma girdi. Daha sonra, Abduh'un zühde yönelip kendini toplumdan soyutlamaya ve çile hayatı yaşamaya çalıştığı görülecekti. Fakat Şeyh Derviş'in bilgece öğütleri Abduh'un bu ruhî bunalımdan kurtulmasını sağladı.

Bununla birlikte, diğer bir büyük kişilik, Abduh üzerinde derin etkiler bırakacak ve takip etmesi gereken yolu ona gösterecekti. Bu kişi, Cemâleddin Afgâni'ydi.

Giderek gelenekçiliği terk eden Abduh, hepsi de Ezher'in müfredat programının dışında kalan felsefe, matematik, ahlak ve siyaset üzerinde çalıştı. Klasik Arap eserlerini yeni bir bakış açısıyla değerlendirmesine ve Arapçaya çevrilmiş Batılı eserlerden zevk almasına Cemâleddin sebep olmuştu. Afgani, Abduh'ta, milli duygular, özgürlük aşkı ve anayasal sistem düşüncesinin doğmasına yol açmıştı.

Muhammed Abduh, Ezher'in skolastik düşünce tarzından kısa zamanda kurtulmuş, ıslahatların nasıl yapılacak ve nasıl etkili hale getirileceklerini gösteren insancıl ve pragmatik düşünceler geliştirmişti. Abduh, felsefî tefekkürün sürekli olarak nazarî ya da fikrî planda kalamayacağının farkındaydı. Felsefî tefekkür bizi, varlığımızı tam bir tecrübe ve şuurla kavramamız için aktif olarak dünyada yerimizi almaya, sorumluluklarımızı yerine getirmeye yöneltmeli, inzivaya çekilip murakabeye dalmaya sevketmemeliydi.

Mantık ilmi hakkındaki düşünceleri de, Abduh'un doğru düşünce ile amel-i saliha arasında dinamik bir ilişkinin var olduğuna dair kesin inancını niteler görünmektedir. Abduh'a göre mantık ve düşüncenin genelde bilimsel olan tabiatı yüksek bir ahlakî karakter ve rol üstlenmeliydi.

Abduh, aklî delillerin imanı zayıflatmayıp aksine güçlendireceğine ve düşünme sanatı ve bilimi olan mantığın değerini tam olarak kavramanın İslâm kelâmı için zorunlu olduğuna dikkat çekmiştir.

Abduh, içtihadı, yani kişinin bütün kayıtlardan bağımsız olarak düşünebilme, serbestçe araştırma yapabilme hakkını her zaman savunmuş, bunun yanında, kişinin şahsî araştırma ve serbestçe araştırma haklarını kullanmayıp, din otoriteleri tarafından kendisine sunulan dogmaları delil istemeksizin gözü kapalı kabul etmesi anlamına gelen taklitle savaşmaktan da geri durmamıştır.

Gerçekte, Abduh doğuştan ahlakçıydı. Az veya çok tutarlı dinî bir sistem kurmak yerine doğrudan doğruya insanların vicdanlarını etkilemeyi ummuştu. Platon gibi, Abduh da, ancak doğrudan doğruya iletişimin insanları harekete geçireceğine inanıyordu.

Muhammed Abduh'a göre en önemli mesele Kur'an'ın lafzî anlamında takılıp kalmayıp özünü ve genel anlamını açıklamak olduğundan, Kur'an'ı tamamıyla filoloji ve gramer açısından ele alan pek çok Kur'an tefsirinin bomboş şeyler olduklarını başından itibaren ortaya koymaya çalışmıştır. Abduh'un tefsiri, Kur'an'ın manevi anlamını akla uygun bir şekilde vermeye çalışmaktadır.

İsmail Hakkı İzmirli

İsmail Hakkı İzmirli medrese eğitimi gördüğü gibi, bugünkü ortaokullara denk düşen Rüştiyeye de giderek burayı bitirmiştir. İstanbul'a giderek eğitimini sürdürdü ve öğretmen yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan Darü'lMuallimin-i Aliye'ye girdi. Bu okulun Edebiyat Şubesinden 1892 yılında mezun oldu. Bu arada medrese eğitimini de devam ettirerek Fatih dersiamlarından Hafız Ahmed Şakir Efendiden ders aldı. Buradaki eğitimini de tamamladıktan sonra hocasından icazet alıp, mezun oldu.

İsmail Hakkı, ilmi konulardaki ehliyetini ispatlamasına paralel olarak daha önemli görevlere getirildi ve kendisinden istifade edildi. 1914 yılında kurulan ve medreselerin ıslahını amaçlayan Darü'l-Hilafeti'l-Aliye müfettişliğine getirildi. Bir yıl sonra da Süleymaniye Medresesinin Kelam kürsüsünde İslâm felsefe tarihi müderrisliğine tayin edildi. 1923 yılına kadar burada hocalık vazifesini sürdürdü. İzmirli’nin getirildiği önemli görevlerden bir tanesi de Darü’l-Hikmet-i İslâmiye üyeliği ve başkan vekilliğidir.

İsmail Hakkı İzmirli, ilim ile dini bir bütün kabul eder. Onlar arasında bir çelişki ve çatışma görmez. Doğru bilginin kesinlikle dini verilere ters olmadığını söyler. Ona göre, İslâm akla büyük değer verir. Kur'an akıl sahiplerine hitap eder ve insanları akletmeye çağırır. Dinin çağrı yolu da akıldır. Yüce Allah' ın varlığının ve birliğini anlamak, insanlığa gönderdiği ilahî çağrıyı açıklamak için de akıl gerekir.

İzmirli'ye göre dinimiz birçok ayetle insanları tefekküre, tezekküre, itibara, tedebbüre, teakkule ve tefehhüme davet eder. Nazar ve tefekküre ait ayetlerin sayısı 500 den fazladır. İslâm akıl nurunu söndürmez, basiret meşalesini köreltmez. Aksine düşünceyi kuvvetlendirir, fikri düzeltir, akla rehber olur, ulaşamadığı hakikate aklı aydınlatır, göremediği zarar ve tehlikelerden onu kurtarır, akıl için ilahi bir kandil olur, onu nurundan faydalandırır.

İzmirli, insanın çok yönlü sorumluluğu olduğunu bildirir. İnsanın kendine, ailesine, din kardeşlerine, komşularına ve yaratıcısına karşı birçok sorumluluğu olduğunu söyler.

Onun dini konuları açıklaması, İslâm inancını çeşitli inanışlar ve akımlar karşısında savunma doğrultusunda olup, akıl ve ilim temellerine dayanır. Açıklamalarında aklî ve naklî delilleri birlikte kullanır. Gerektiğinde aklı nakle üstün tutar. Ona göre, aklın önceliği doğrudan dini verilere, Kur'an ayetleri ve sahih hadislerin otoritesine dayanır.

İzmirli, gerek doğu felsefesi gerekse Batı felsefesi hakkında bilgi sahibi idi. Rumca, Arapça, Fransızca, Rusça gibi dilleri bilmesi onun hem Yunan felsefesini ve İslâm felsefesini hem de Batı felsefesinin kaynaklarından tetkik etmesine imkân sağladı. Eserlerinde birçok Antik Yunan filozofu, İslâm filozofu ve Batılı filozoflar hakkında bilgiler vermiştir. Belki de, onun İslâmi ilimlerde yaptığı en büyük katkı bu filozofları bir araya getiren ve sentezleyen çalışmaları olmuştur.

Babanzâde Ahmet Naim

Ahmet Naim kültürü geniş, felsefî birikime sahip ve yaşadığı dönemin sorunlarıyla içli dışlı bir aydındı. Bildiği doğruları açıklamaktan kaçınmazdı. O, Arapça, Farsça ve Fransızca'yı çok iyi bilirdi. Doğu ve Batı kültürünü tam mânasıyla hazmetmişti. Edebiyat ve mûsiki dostu, Garp ilminin âşığı, fakat maddeciliğin amansız düşmanı bir felsefe âlimi idi. O yazacağı konuyu Doğu ve Batı kaynaklarından inceledikten sonra kaleme alırdı. Taklitçi ve kuru bir mütercim olmayıp tenkit ve tercihler yapan bir düşünürdü. Ahmet Naim felsefî metinler, ilmi-felsefi terimler, hadis tercümeleri ve milliyetçilik meselesi etrafındaki tartışmalarla temayüz etmiş bir fikir adamıdır. Fransızca yeni felsefi terimlerin Osmanlıca’ya nasıl aktarılacağı konusunda önemli çalışmalar yaptı. İlim ve felsefe terimlerinin mümkün olduğu ölçüde, İslâm Osmanlı felsefe-kelamtasavvuf-dil geleneği hesaba katılarak üretilmesini savundu.

Ahmet Naim'in en dikkat çeken ve üzerinde tartışılan eseri " İslâm'da Daava-yı Kavmiyye "dir. O burada bir taraftan İslâm kardeşliğini zedeleyecek ırkçı bir çıkışı tenkit ederken bir taraftan da Türkçülüğün Esasları üzerine eleştiriler getirmiştir. Ona göre İslâm dini akılla daima barışık gider.

Mehmet Akif Ersoy

Âkif İslâmcı bir düşünürdür. İslâmcı düşünceye geçişi Muallim Nâci vasıtasıyla olmuştur. Düşünsel manada etkilendiği şahıslar, Cemâleddîn Afgânî, Muhammed Abduh ve Abdürreşîd İbrahim’dir .

Mehmed Âkif'in itikad dışında bir dünya nizamı olarak ele aldığı İslâm'ı daima çağındaki meselelere en isabetli çözümler üretecek şekilde takdim etmesi dikkati çekmektedir. Dinin cevherinde olan ebedîlik dünün, bugünün olduğu kadar yarının insanına da hitap etmeyi gerektirir. "Böyle gördük dedemizden" demenin mânası yoktur. "Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı / Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı" mısraları bu konudaki kanaatlerini ifade eden bir formüldür. Süleymaniye Kürsüsünde adlı kitabında fikirlerini sistemleştiren Âkif daha sonra bu sistemin yaşama tarzı, ahlâk, insanın kendi çevresiyle ve başka insanlarla olan ilişkileri, ilim ve teknik karşısındaki tavrı gibi teferruata inen meselelere çeşitli vesilelerle çözüm getirmeye çalışır. Bazan doğrudan doğruya Kur'an ve hadis gibi dinin temel kaynaklarından hareket ederek bazan da yine bu temellere dayanıp daha çok kendi döneminin problemleriyle iç içe bir ifade tekniği kullanmıştır. Akif'in İslâmcılığının esasını inançta, emir ve nehiylerde kaynağını İslâm'dan alan bir hayat tarzı ile çağdaş medeniyetin İslâm'a aykırı olmayan güzelliklerinin telifi teşkil eder.

Elmalılı Hamdi Yazır

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Antalya mebusu seçildi. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin ilim şubesinde görev yaptı.

Elmalı'nın gerek Kur'an tefsirindeki yorumları ve gerekse de başka hususlarda (özellikle hilafetin kutsal olmadığı hakkındaki görüşleri nedeniyle) modern Türkiye'de birçok Müslüman aydını etkilemiştir. TBMM tarafından kendisine verilen tefsir yazma işine yoğunlaştı. Bu dönemde “ Metâlib ve Mezâhib ” adlı felsefî eseri Fransızca’dan terceme etti.

Çağdaşları arasında benzerine az rastlanan geniş kültürlü mütefekkir bir din âlimi olan Elmalılı Muhammed Hamdi aynı zamanda sanatçı bir kişiliğe sahipti. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmasına rağmen edebî yönüyle pek tanınmamıştır.

Elmalılı, İslâm ümmetinin içtimaî vicdanını kaybetmesinin büyük felâketlere sebep olacağını, müslümanları Avrupalılaştırmanın bir hata olduğunu ve kurtuluşun Avrupa'yı içimizde eritip kendi değerlerimizi korumakla mümkün olabileceğini yazılarında ısrarla belirtmiştir. Ona göre Batı'nın değerlerinden değil ilminden faydalanmak gerekir. Çünkü insanlar ancak İslâmî esaslara bağlı kalmakla mutlu olabilirler. Esasen insanlık kendi türünü devam ettirebilmek için bir gün mutlaka İslâmiyet'i benimsemeye mecbur kalacak ve gelecekte İslâm dini daha iyi anlaşılıp uygulanacaktır. Elmalılıya asıl ününü kazandıran eseri Hak Dini Kuran Dili adlı meşhur tefsiridir.

Üç dört yıl aralıksız felsefe ile meşgul olan Muhammed Hamdi, Batılı bazı yazarların mantık ve felsefe kitaplarını tercüme etmek, pozitivizm, materyalizm ve tekâmül nazariyesi başta olmak üzere çeşitli felsefî sistemleri eleştirmek suretiyle felsefede de söz sahibi bir âlim olduğunu göstermiştir.

Elmalılı varlık şuurundan insanın açık seçik bilgisine, oradan da Allah'ın varlığına ve idealist bir âlem anlayışına ulaşabilmiş, nübüvvet konusunu felsefî problemler arasına alarak felsefe - din kavgasına köklü bir çözüm getirmeye çalışmıştır. Ona göre mutlak olarak dinle çatışan filozoflar gerçeğe ulaştıklarından değil gerçeği kavrayamadıklarından bu tavır içine girmişlerdir. Elmalılı'ya göre gerçeği kavramak için akıl tek başına yeterli değildir, onun da ötesinde iman alanı vardır. Akıl bu alanın gerçekliğini kavrayıp doğrulayabilir. Bilgi probleminde ise kelâm ekollerini îkânî (dogmatik) ve tedrîbî (tecrübeci) olmak üzere iki gruba ayırır.

Muhammed İkbal

Pakistan'ın büyük şair ve filozofu İkbâl, Pencap Eyaleti'nin Sialkot şehrinde dünyaya gelmiş, Lahor'da vefat etmiştir. İkbal, Doğu-İslâm dünyasının mümtaz niteliklere sahip bazı mutasavvıf, şâir bilgelerinin etkisiyle kendini bulmuş, olgunluğa kavuşmuştur. Hallâc, Şebüsterî, Mevlânâ, Hâfız, Bîdil, Gâlib, Cemâleddîn Afganî, Şiblî Numanî, Said Halim Paşa ve Ebulkelâm Azad gibi zatlar bunların başlarında gelmektedir.

İkbal, Avrupa’da iken de Friedrich Hegel, Nietzsche gibi filozoflarla Dante, Milton, Goethe gibi ediplerin ve A. F. J. Remy ve L. Massignon gibi bazı müsteşriklerin eserlerini okumuş bunlardan değişik yönlerden yararlanmıştır.

İkbal'in yaşadığı dönemde İslâm dünyası uykudadır. Müslümanlar kendisinden, değerinden ve içinde bulunduğu çağdan habersizdir. Ancak, asıl üzüntüsü, çok önemli üstün şahsiyetler yetiştiren, medeniyetler kuran Müslümanların böyle bir durumu kabullenmiş olmalarıdır. Dahası değiştirme yolunda çaba sarfetmemeleri, var olan enerjilerini kullanmamaları ve eyleme geçememeleridir. İkbal, çöküşün başka sebeplerle birlikte İslâmî öğretiyi kavrayamayıştan ve fikrî durgunluktan ileri geldiğini düşünür.

İkbal kendi dönemindeki İslâmın dar, katı ve sert kalıplar içine sokulmuş olduğunu düşünüyordu. Ancak o, hayatı gelişen ve dinamik bir şey olarak görüyordu. Fosilleşmiş dinî dogmatizmin bireylerin ve toplumların bilinçlenmesine yol açacak bir dünya görüşünü üretemeyeceği düşüncesindeydi. Ancak yanlış hakikat anlayışının kaynağı sadece dinî dogmatizmin darlığı değildi. Onunla birlikte mekanik materyalizmin de etkisi söz konusuydu. Dinî dogmatizm dini zedelemişti. Milliyetçilik ve ırkçılık insanlığı hasım, mütecaviz gruplara bölmüştü. Materyalist felsefe ise, ruhu ve manayı maddenin ikinci dereceden zayıf bir tezahürü haline getirmişti.

İkbâl modernlik ile geleneği birbirleriyle uzlaştırmaya çalışan, Batı medeniyetinin başarısını tipik bir dönem İslâmcısı olarak İslâm’da arayan bir düşünürdür. Onun tüm düşüncesi, Kur’ân’ın öğretileri, Hz. Peygamber’in sözleri ve sahabenin uygulamalarıyla kayıtlanmıştır. Bu yüzden İkbal’in felsefesinde Doğu ve Batı’nın, mistik tecrübe ile rasyonel düşüncenin, ruhçu yönelim ile bilinçli realizmin uygun ve ahenkli bir karışımını bulmaktayız.

İkbal’i etkileyen iki düşünür olan Niethzsche ve Mevlânâ, düşüncenin zıt kutuplarında yer almakla birlikte, edebiyat ve düşünce tarihinde özel ilgi merkezi oluşturan birleşme ve kopuş noktalarıdır.

Hilmi Ziya Ülken

Ülken, bilimi ve bilimsel düşünceyi uygarlık tarihi içinde ele almak istemekle birlikte, Türk bilim ya da felsefesi tarihinden çok, bir Türk düşünce tarihi yazmayı istemektedir. Bunu iki nedenle yaptığı anlaşılıyor: Birincisi, okullarımızda okutulan edebiyat tarihlerinde düşünce tarihinin yer almaması büyük eksikliktir. İkincisi ise, Türk tarihinde Batı'da olduğu gibi filozoflar, bilim adamı olarak görülmemektedir. Böyle olunca yalnız felsefe ya da bilim tarihi yapma olanağımız yok demektir. Filozof dediklerimiz, birer çevirmen ya da yorumcu olmaktan öteye geçememişlerdir.

Ülken, düşünce tarihini çeşitli düşünce guruplarına ayırmakta ve düşünce tarihi yazılırken kolektif düşünceye de ver verilmelidir demektedir. Nitekim kendisi, bu konuya Türk Tefekkür Tarihi’ne Türk kozmogonisi, Türk mitolojisi, İslâm Uygarlığı gibi kolektif alanları inceleyerek başlamış, kişiler ve onların düşünceleri üzerinde daha sonra durmuştur.

Hilmi Ziya Ülken, toplumsal sorunların düşünce alanında büyük akademik çalışmalara engel olduğunu savunmaktadır. Fakat öte yandan da yıkılmakta olan bir düzene seçenek arayışının aydınları Batı düşünce akımlarıyla ilgilenmeye götürdüğünü söylemiştir. Böylece toplumun edilgen olmaktan çıkıp düşüncedeki eylem gücünü keşfettiğine inanmıştır.

Temel siyasal değişiklikler Hilmi Ziya'nın çalışmalarında önemli farklılıklara yol açmıştır. Hilmi Ziya'nın düşüncelerindeki değişikliklerin çok bariz bir vasıf taşıması ve neredeyse göze sokulacak ölçüde belirgin niteliği, çalışmalarının özelliklerinden kaynaklanır. Hilmi Ziya Ülken bilimin soyut genellemelerine olağanüstü yakındır ve sadece sosyal bilimlerdeki değil, doğa bilimlerindeki gelişmelere karşı da çok duyarlıdır. Sorunlara çok kapsamlı bakması düşüncelerindeki değişikliklerin daha kolay yakalanmasını sağlamaktadır. O, çağdaşlaşmamızda eğitimin, onunla birlikte basın ve yayının sanıldığından daha etkili olduğunu söylemiştir.

Nurettin Topçu

Milletimizin XX. Asırda yetiştirmiş olduğu en önemli fikir ve hareket adamlarından biri olan Nurettin Topçu İstanbul'da doğmuştur. Fransa’da kaldığı 6 yıllık süre içerisinde Louis Massignon ve Hareket Felsefesi ’nin kurucusu olan Maurice Blondel ile tanışmıştır. Bu olay Topçu’nun fikirlerinin oluşması açısından önemlidir. Çünkü Nurettin Topçu, hareket felsefesinin etkisinde kalmış, bu felsefenin kavramlarını ve metodunu kullanarak meselelere kendi kültürümüz açısından yaklaşmıştır.

Nurettin Topçu'nun fikir ve düşünce dünyası deyince zengin bir dünya ile karşılaşıyoruz: Fertten topluma, devletten millete ve tarihe, ekonomik nizamdan sanata ve dine, hepsinin üstünde de ahlaka kadar uzanan bir fikir ve felsefe dünyası. Ahlak bütün bu fikirlerinin hem üstünde, hepsinin bir tacı gibidir, hem de hepsinin temelinde olan bir vakıadır. Çünkü fert ve toplum ahlaki varlıklardır. Böylece insani hareket ve değer dünyasının her basamağında bulunan ahlakın kendisi ise, Nurettin Topçu'ya göre bir "isyan iradesizdir.

Topçu Batı düşüncesini çok iyi tetkik etmiş, Batılılaşma peşindeki Türkiye'nin tek taraflı Batı anlayışının yanlışlığını gözlemlemişti. Pozitivist ve maddeci Batı'nın dışında ruhçu ve maneviyatçı bir Batı da vardır. Ailesi ve yetiştiği sosyo-kültürel çevre dolayısıyla geleneksel değerleri tanıyan, ayrıca Batı'yı çok iyi tahlil eden ve gözlemleyen Topçu, geleceğin Türkiyesi için sağlıklı bir Türk Düşüncesi geliştirmiştir.

Topçu'ya göre ahlak, insan hareketlerinin metafiziğidir. Dolayısıyla prensipleri dikkat ister dine isterse de başka bir şeye dayansın her ahlâk, bir kıymetler sistemine bağlı olup metafizik karakterini de buradan elde eder. Zira hiçbir ahlâk tamamen deneyler tarafından ortaya çıkarılmış değildir. Ahlâk, aynı zamanda dinî olgunluktur; hayvanî hayattan insanî hayata yükseliştir. İlke ve prensipleri dinî kurallara dayanır.

Nurettin Topçu'nun düşünce sisteminin önemli boyutlarından birisi de isyan ahlakıdır. O "isyan" kelimesiyle nizam yıkıcı ihtilal ve anarşiyi değil, iradenin kendi içinde bulunduğu şartlara boyun eğmeyerek başkaldırmasını kastetmektedir. İsyan, hem tabii, hem de sosyal determinizme karşı bir savaştır. İsyan, iradenin mükemmelliğe giden yolda önünü kesen her engele karşı çıkmasıdır. Bir başka ifadeyle isyan, iradenin sonsuza ulaşmak gayesiyle her çeşit menfaat ve tutkuya, sonlu olan iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran sorumluluk idealidir.

Nurettin Topçu'nun isyan anlayışında hem bir anarşist, hem de bir uysal vardır. İsyandaki anarşist, bu hareketin her türlü esaretten kurtulmak için vermiş olduğu mücadelede yatmaktadır. İsyandaki uysal ise, esaretten kurtulan iradenin ilahi iradeye teslim olmasıdır. Ortaya koymuş olduğumuz ahlaki hareket, bizim tarafımızdan bir anarşizm, ilahi irade karşısında ise itaat ve uysallık olmaktadır.

Ona göre sanat, kültürün inşa edici unsurlarından biridir ve kültürün diğer yapısal unsurları ile kaçınılmaz bir etkileşim içerisindedir. Kültür milli olduğu için, sanat da bir yönüyle millidir ve milli olmak durumundadır. Kültürün diğer unsurları gibi sanat da bir toplum olayıdır ve toplumsal değişmeye bağlı olarak değişir.

Roger Garaudy

Roger Garaudy 1913'te Marsilya'da doğdu. Sorbon'da felsefe öğrenimi gördü. Dini duyguları zayıf bir aileye mensup olmasına rağmen kendisini koyu bir Protestan olarak yetiştirdi. Garaudy 1981 yılında Müslüman oldu.

Roger Garaudy yaptığı çalışmalar ve savunduğu fikirlerle kısa zamanda ilgi çekti ve sadece Fransa da değil, tüm dünyada hatırı sayılır bir düşünür olarak eserleri kuramcılar arasında oldukça önemli bir mevki işgal etti.

Batı Medeniyeti’nin, üçüncü dünyanın ve daha genelde insanlığın temel problemleri ve geleceği hakkında yoğun araştırmalar yaptı. Bu çalışmaların önemli ürünlerinden biri olarak Yaşayanlara Çağrı isimli eserini yayınladı.

Ona göre, büyüme sadece iktisadi ve siyasi bir fenomen değil her şeyden önce bir iman fenomenidir. Günümüzde insan, yalnızca üretmek ve yalnızca tüketmek için vardır. Bilimsel sosyalizm dedikleri de bu bozuk iktisat anlayışının bir uzantısıdır.

Ona göre, büyüme sadece iktisadi ve siyasi bir fenomen değil her şeyden önce bir iman fenomenidir. Günümüzde insan, yalnızca üretmek ve yalnızca tüketmek için vardır. Bilimsel sosyalizm dedikleri de bu bozuk iktisat anlayışının bir uzantısıdır.


Yukarı Git

Sosyal Medya'da Paylaş

Facebook Twitter Google Pinterest Whatsapp Email