Tefsir Dersi 6. Ünite Sorularla Öğrenelim
Hucurat Suresi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Hucurat suresinin künyesinden bahsediniz?
Medine’de inmiştir, 18 ayettir. Mushaftaki sıraya göre 49., iniş sırasına göre
ise 106. suredir. Surenin fasıla harfleri, nûn ve mim (? ? ? (dir. Sure, adını 4.
ayette geçmekte olan ve odalar anlamına gelen “el-Hucurât” kelimesinden
almaktadır. Surenin ana konusunu, temel ahlaki değerler ve davranışlar
oluşturmaktadır.
Hucurât suresinin 1-5 ayetlerinin esbab-ı nüzulü nedir?
Temîm oğullarından bir grup, Hz. Peygamber’in
huzuruna geldi. Hz. Ebû Bekir, “Ka’kâ’ b.
Ma’bed’i emir tayin et!” dedi. Hz. Ömer ise,
“Akra’ b. Hâbis’i emir olarak tayin et!” dedi. Ebû
Bekir, Ömer’e, “Bana muhalefet etmek istedin!”
dedi. O da, “Hayır sana muhalefet etmek
istemedim!” diye karşılık verdi. Derken tartışma
uzadı, sesleri yükseldi, neticede bu ayetler nâzil
oldu.
• Bir grup, Kurban bayramı günü Allah Rasülü
(s.a.v.) bayram namazını kılmadan önce
kurbanlarını kestiler. O da onlara, kurbanlarını
tekrar kesmelerini emretti.
• “Keşke Allah şu şu konularda ayetler indirse!”
diyenler hakkında indi. Zira Allah, onların bu
tavrını beğenmemişti.
• Amr b. Ümeyye ed-Damrî hakkında nâzil
olmuştur. O, Peygamber’den (a.s.) izin
almaksızın Süleym oğullarından iki kişiyi
öldürmüştü
Hucurat suresinin 6. ayetinin sebeb-i nuzulü nedir?
Peygamber (a.s.), Velîd b. Ukbe’yi Benî Mustalik kabilesine zekât memuru
olarak göndermişti. Onunla Müstalik oğulları arasında cahiliye döneminden
kalma bir husumet vardı. Yola çıkıp bir müddet gittikten sonra, karşısına
çıkan süvarilerin kendisini öldüreceklerinden korkarak geri döndü ve şöyle
dedi: “Zekât vermeyi reddettiler ve beni öldürmeye kalktılar.” Allah Rasülü
de (s.a.v.) onlara savaş açmayı düşünmüştü. Ayet, bunun üzerine nâzil oldu.
Hucurat suresinin 9. ayeti için rivayet edilen esbab-ı nuzulden bir tanesini ifade ediniz.
Peygamber (s.a.v.), hasta olan Sa‘d b. Ubâde’yi ziyaret etmek için yola
çıkmıştı. Bu esnada Abdullah b. Übeyy b. Selûl’e de uğraması rica
edilmişti. Eşeğinin üzerinde olduğu halde onun yanına gitti. Abdullah b.
Übeyy, “Eşeğinin kokusu bizi rahatsız etti” deyince, o mecliste
bulunanlardan Abdullah b. Revâha, “Allah Rasülü’nün (a.s.) eşeğinin
kokusu, senin kokundan daha güzeldir” karşılığını verdi. Böylece iki taraf
arasında bir tartışma ve kavga meydana geldi. Sonunda birbirlerine
ellerindeki sopalarla, ayakkabılarla vurmaya, dövüşmeye başladılar.
surenin 11. ayeti için rivayet edilen esbab-ı nuzül hangileridir?
a) Sâbit b. Kays, kulağı zor duyan biriydi. Bir gün geldi, Peygamberin (a.s.) yanına yaklaşmak istiyordu. Önündeki adama, “Çekil!” dedi. Adam ona
aldırmayınca, “Kimsin sen!” dedi. O da, “Ben filanın oğluyum!” cevabını
verdi. Sâbit, buna karşılık cahiliye döneminde ayıplanan bir kadının adını
söyleyerek, “Sen filanca kadının oğlusun!” dedi. Adam sesini çıkarmadı,
başını önüne eğdi.
b) Temîm kabilesi heyeti, Müslümanların fakirlerinin eski püskü halini
görünce onlarla alay etti. Ayet bunun üzerine indi.
c) Rasülüllah’ın hanımları, boyunun kısalığından dolayı, Ümmü Seleme’yle
alay ettiler. Bundan dolayı ayet-i kerîme indi.
d) Hz. Safiyye validemiz. Peygamber’e (s.a.v.) gelmiş, “Kadınlar bana, ‘Ey
Yahudi kızı Yahudi!’ diye laf atıyorlar.” demiş, o (a.s.) da, “Niçin babam
Harun, amcam Musa, eşim de Muhammed demedin?” buyurmuştu.
e) Rasülüllah (a.s.) Medine’ye geldiğinde, Medinelilerin kendi aralarında
kullandıkları lakaplar vardı. Birbirlerini, o lakapla çağırıyorlardı. Allah’ın
Rasülü’ne (s.a.v.), “Ey Allah’ın Elçisi! Onlar, bundan hoşlanmıyorlar”
denildi. Sonra da bu ayet indi.
f) Ebû Cehil’in oğlu İkrime, müslüman olduğunda bazıları kendisi
hakkında, “Bu, bu ümmetin Firavun’un oğludur!”demiş, bu da onun
gücüne gitmişti. O da, bu durumu Hz. Peygamber’e şikâyet edince ayet
inmişti.
g) Ebû Zer ile bir adam arasında bir tartışma vardı. Adam ona, “Ey Yahudi
kadının oğlu!” diye seslenmişti. Bunun üzerine, “Birbirinize kötü lakaplar
takmayın!” ayeti indi.
h) Ka‘b b. Mâlik el-Ensârî ile Abdullah b. Ebî Hadred el-Eslemî arasında bir
sorun vardı. O, Abdullah’a, “Ey bedevi!”, Abdullah da ona, “Ey Yahudi!”
dedi. Bunun üzerine ayetin bu kısmı nâzil oldu.
hucurat suresinin 13. ayeti için rivayet edilen esbab-ı nuzulden bir tanesini beyan ediniz.
Mekke fethedildiği gün, Allah Rasülü (s.a.v.) Hz. Bilal’e emretti, o da
Kâbe’nin üzerine çıkıp ezan okudu. O, bununla müşrikleri hor ve hakir
kılmak istedi. Bilal ezan okuyunca, Attâb b. Üseyd, “Bugünden önce
Üseyd’in canını alan Allah’a hamdolsun!” dedi. Hâris b. Hişâm da,
“Muhammed, müezzin olarak bu karakargadan başkasını bulamadı mı?”
diye söylendi. Süheyl b. Amr, “Allah bir şeyi beğenmezse, onu değiştirir” dedi. Ebû Süfyân ise, “Ben bir şey demiyorum, eğer bir şey söylersem,
gökyüzü aleyhime şahitlik eder, yeryüzü de benden haber verir.” dedi.
Bunun üzerine ayet indi.
Hucurat suresinde geçen önemli kavramlar hangileridir?
- Fâsık
- Nebe’
- Tâife
- Kıst
- Takvâ
- Zan
- Tecessüs
- Minnet
Fasık nedir?
Bu kelimenin kök anlamı fışkırmak, çıkıp
gitmektir. Terim olarak haktan sapan, Allah’a itaatten
ayrılan, asi anlamına gelmektedir. Hem müslümanlar, hem
de kâfirler için kullanır. İlkinde günaha yönelmek,
diğerinde dinden çıkmak anlamı ön plandadır. Bu surede
bir ism-i fail, iki kez de masdar olarak geçmektedir. Fâsık
kelimesi, bu surede (Ayet: 6) yanlış bir davranış
sergileyen müslüman kimse için kullanılmıştır. 7. ayette,
Allah’ın çirkin gösterdiği şeylerden birinin de füsûk
olduğu belirtilmiştir. Son kullanıldığı yer olan 11. ayette,
insanın müslüman ismini aldıktan sonra, füsûk
(günahkârlık) ismini almasının ne kadar kötü olduğu
vurgulanmıştır
Nebe ne anlama gelmektedir?
Nebe’, haber demektir. Peygamber kelimesini
ifade eden iki kelimeden biri olan nebî de (çoğulu:
nebiyyîn ve enbiyâ) bu kökten türeyen bir sözcüktür.
Kur’ân-ı Kerîm’in 78. suresinin adı da Nebe’dir.
Peygamberlerden (Örn.: Tevbe 9/70; Şuarâ 26/69; Kasas
28/3) ve geçmiş milletlerden, topluluklardan (Ör.: Mâide
5/26; A’râf 7/175) bahsedilirken nebe’ kelimesinin
kullanıldığı görülmektedir. Çoğul olarak hem geçmişte
olanları (Örn.: Âl-i İmrân 3/44; Hûd 11/49), hem de gelecekte olacakları (Örn.: En’âm 6/5; Şuarâ 26/6) ifade
etmede kullanılmaktadır.
Tâife, kavramını açıklayınız.
Grup, demektir. Fırka gibi diğer
kelimelerle karşılaştırıldığında tâifenin daha az
sayıda insanı kapsadığı görülmektedir. Bundan,
ayetteki bağlam dikkate alındığında Cenab-ı
Allah’ın Müslümanların birbirleriyle kitlesel
olarak savaşmasına rıza göstermediği sonucunu
çıkarmak mümkündür
Kıst hangi anlama gelmektedir? açıklayınız.
Bu kelime, adl/adalet demektir.
Takva hangi anlama gelmektedir? açıklayınız.
Takvâ, Kur’ân-ı Kerîm’in ana kavramlarındandır. Bu surede iki kez fiil, bir
kez masdar, bir kez de ism-i tafdîl formunda geçmektedir. Bu kelimenin
manası, güçlü birinin himayesine girip korunmak demektir. Buna paralel
olarak korkmak, kaçınmak, sakınmak, çekinmek gibi anlamlar da öne
çıkmaktadır.
Zan kavramının anlamı nedir?
Kesin olmayan, gerçekliği net olmayan bilgi türüne zan adı verilmektedir.
Kesin bilgiyle şüphe arasındaki bilgi türüdür. Türkçedeki zandan,
zannetmekten farklı bir manaya sahiptir. Bilginin değeri bakımından ilim
kavramından bir alt kategoriyi oluşturmaktadır. Zan, ihtimal üzere bir hüküm
vermektir.
Tecessüs kavramının anlamını açıklayınız.
Bu fiilin asıl anlamı, birinin hastalığını anlamak için nabzını tutmak, kontrol
etmek demektir. Bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmaktır. Câsûs kelimesinin
de buradan geldiği düşünülürse, tecessüsün ince, detaylı, gayretli araştırma
demek olduğu daha iyi anlaşılabilir. Buradaki bağlamında insanların ayıplarını,
kusurlarını araştırmak, onları öğrenmeye çalışmaktır. Kur’ân-ı
Kerîm’de genellikle düşünmek, bilmek, sanmak anlamlarında geçmektedir.
Minnet kavramının manasını açıklayınız.
Kelimenin asıl manası, kesmektir. İki temel anlamı vardır: İhsan etmek,
vermek, bağışlamak. Bu bağlamda nimet vererek insanın ihtiyaçlarının
sonunu getirmek, sona erdirmek demektir. Bu suredeki anlamı dikkate
alındığında, yapılan iyi bir davranışı, bir iyiliği söylemek, başa kakmak
demektir. Bu ikincisi de yapılan iyiliğin sonunu getirir, bereketini kaldırıp
yok eder.
Kur-an’ı Kerim’in birçok yerinde “Allah ve Rasulü”
ifadesi geçmektedir. Müfessirlere göre bunun en temel
nedeni nedir?
Bu ikili kullanımın bulunduğu yerlerin hepsinde
Peygamberin (a.s.) varlığına, şahsiyetine, yerine ve
önemine vurgu vardır. Anlatılmak istenen husus, “Ben
gönderdiğim elçiye bu kadar değer verdim, adını, kendi
adımdan hemen sonra zikrettim, siz de buna dikkat
edin!”dir. “Allah’ın ve rasülünün önüne geçmeyin” emri,
mecazdır. Allah, zamandan ve mekândan münezzehtir,
dolayısıyla bu ifade, “Allah’ın emirlerini çiğnemeyin,
onları dikkate alın, onları uygulama konusunda gevşek
davranmayın!” demektir. Burada altı çizilmesi gereken
asıl nokta, Allah’ın varlığı, emirleri, kısacası Onunla ilgili
her şey, Peygamber (s.a.v.) üzerinden geldiğinden, ona
gösterilmesi gereken saygı ve bağlılıktır. Peygamber (a.s.),
müslümanlar için hayatın merkezidir. Bu ayet, Allah’a ve
rasülüne muhalefeti yasaklamakta, daha genel bir ifadeyle
Kitap ve Sünnet’e karşı söz söylememeyi ve eylemde
bulunmamayı emretmektedir
Surede geçen “Allah’a ve Rasulüne itaat edin”
hitabında mefulün belirtilmemesinin nedeni, müfessirlerce
ne şekilde tefsir edilmiştir?
Ayette mefulün zikredilmemesinde şöyle bir
nükte vardır: Sadece belirli bir konu ve alanda değil, her
konuda, her yerde, her zaman Peygamber’in (a.s.)
sözlerini, davranışlarını dikkate alın, yerinizi bilin. Yüce
Kitabın enteresan özelliklerinden biri de, nazik konuları
anlattığında, ardından hemen, Allah’a karşı dikkatli
olunmasına yaptığı çağrıdır
Surenin 4. Ayet-i Kerimesinde hangi görgü kuralı
geçmektedir?
Ayette başka bir davranışa dikkat çekilmektedir.
İnsanlar birbirleriyle yüz yüze konuştukları gibi
birbirlerine uzak oldukları zaman seslerini yükselterek de konuşurlar. Duruma bağlı olarak bazen de seslerini
yükseltmek zorunda kalabilirler. Bunu yaparlarken
seslerinin duyulmadığını değil, konuşmak istedikleri
kişinin uygun olmayabileceğini de düşünmelidirler. Israrcı
olmamak, dolayısıyla çevreye zarar vermemek lazımdır.
Allah insanlara akıl vermiştir, nerede, nasıl
davranacaklarını bilmeli, ona göre davranmalıdırlar. Akıllı
olmak, edepli olmayı gerektirir.
Mevlamızın (cc) ğafûr ve rahîm oluşu surede ne
şekilde izah edilmektedir?
Cenab-ı Allah’ın ğafûr ve rahîm oluşu, Kur’ân-ı
Kerîm’de zaman zaman üzerinde durulan konulardan
biridir. Bazen ğafûr, bazen de rahîm sıfatı önce söylenir.
Burada Allah’ın mağfiret sahibi olduğu önce, merhamet
sahibi olduğu ise sonra ifade edilmiştir. Mesela Sebe’
suresi 2. ayette rahîm oluşu önce, ğafûr oluşu ise sonra
gelmiştir. Siyaka göre biri öne çıkmaktadır. Bunlar, bazen
burada olduğu gibi nekre/belirsiz, bazen de marife/belirli,
harf-i ta‘rîf ile birlikte (Örn.: Kasas 28/16) kullanılır.
Allah, insanların lehindedir, onları cezalandırma yanlısı
değildir. Kullarını bağışlaması, onlara acıması bunun
somut göstergesidir. Burada aynı zamanda işlenen kusur
ve hatadan dolayı tövbe istiğfarda bulunmaya bir teşvik
vardır
6. Ayeti- Kerimede belirtilen fasığın getirdiği habere karşı Müslümanlar ne yapmalıdır?
Ayette bahsedilen fasığın getirdiği habere nasıl bir
yaklaşımda bulunulması gerektiği durumu, fe-tebeyyenû
fiiliyle anlatılmıştır. Fiilin başındaki fe edatı,
araştırılmanın zaman geçirilmeden, hemen yapılmasına
işaret etmektedir. Çünkü kaybedilecek zaman neticesinde
telafisi mümkün olmayan sonuçların doğması
mümkündür. Tebeyyün araştırmak, incelemek demektir.
Bu fiili fe-tesebbetû şeklinde okuyanlara göre ise, anlam,
karar verme aşamasında, iş iyice aydınlanıncaya kadar,
ağır davranmak, acele etmemek, derinlemesine düşünmek
demektir. Her iki kırâat de tedbirli davranmayı ifade
etmektedir. Bu şekilde hareket etmenin amacı, pişman
olmamak olarak belirlenmiştir. Pişmanlık insanı kolay terk
etmeyen bir duygudur. Bu anlamı ifade eden nâdimîn’in
türediği nedem kelimesi, vaki olan bir şeyin olmamasını
temenni ederek üzülmek, kederlenmektir, bu üzüntü ve
keder, sürekli olan bir şeydir. Yeri gelmişken
Peygamberimizin şu sözünü de hatırlayalım: “Teennî ile
hareket etmek Allah’tan, acele etmek ise şeytandandır.”
(Tirmizî, Birr: 66)
9. Ayette Müslümanlar arasında çatışma çıkması durumunda ne emredilmektedir?
Müslümanlar arasında bir savaş, bir kavga
meydana geldiğinde duruma hemen müdahale edilmesi
gerekmektedir. Bize bunu, "fe aslihu" fiilindeki fe edatı
haber vermektedir. Bu emrin, “hemen onların aralarını
bulun” emrinin muhatapları, iki grubun dışında kalan
bütün müslümanlardır. Müslümanlar, birbirlerine sessiz
kalamazlar. Zalimin zulmüne göz yumamaz, mazlumu da kendi haline bırakamazlar. Duruma müdahale edebilme
imkânına sahip olanlar, çözüm için gayret etmelidirler.
11. Ayette geçen “Kendinizi ayıplamayın” emrinin
tefsiri nedir?
İnsan onurunu aşağılayan diğer bir konu da,
karşıdakini ayıplamaktır. “Kendinizi ayıplamayın”
ifadesinde, enteresan bir nokta vardır. İnsan kendisini nasıl
ayıplar? Ayetten anlaşıldığına göre müminler bir
bütündür, herkes birbirinin parçasıdır. Birini ayıplayan,
aslında kendisini ayıplamış olur, kendisinin ayıplanmasına
da kapı açmış olur. Kardeş olan müminler, hem
kendilerini hem de kardeşlerini böyle uygunsuz
davranışlardan uzak tutmalıdırlar
Gıybet nedir?
Kur’ân-ı Kerîm’de yalnızca burada ele alınan
gıybet konusuna geçilmektedir. Gıybet, bir kimse
hakkında hoşlanmayacağı bir şeyin söylenmesidir. Çok meşhur olan bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir:
Peygamberimiz ashabına, “Gıybet nedir?” diye sormuş,
onlar da, “Allah ve rasülü daha iyi bilir” cevabını
vermişlerdi. Kendisi, “Kardeşini, hoşlanmayacağı bir
şekilde anmandır” buyurdu. “Ya bu söylediğim
kardeşimde varsa?” denilince, şöyle cevap verdi: “Eğer
söylediğin onda varsa, gıybet etmiş olursun, yoksa o
zaman ona iftira etmiş olursun!” (Müslim, Edeb: 70; Ebû
Dâvûd, Edeb. 40; Tirmizî, Edeb: 23) Bu davranış ister
açık bir ifadeyle, ister kinayeyle yapılsın fark etmez. Her
iki şekilde de haramdır. Hakkında konuşulan kişinin
yaşaması veya ölmüş olması da fark etmez. Her iki
durumda da aynı hüküm geçerlidir. İnsanları kötülerin
şerlerinden, zararlarından korumak için bu tür kişiler
hakkında konuşmak haram değil, belki farz olur. Çünkü
toplumun muhafazası için böyle bir hareket zorunludur.
Gıybet yapan kişinin yanında bulunulmamalı, gıybet
yapılan ortam terk edilmelidir. Müslüman, kötüye, yanlışa
ortak olamaz, yanlış bir davranışa seyirci kalamaz. Gıybet
yapan kişi, yaptığı işin kötülüğünü farkına vardığında,
hemen tövbe etmeli, bu işten derhal vazgeçmeli, bir daha
bu günaha dönmemeye kesin olarak karar vermeli ve
yaptığına pişman olmalıdır. Sonra da gıybetini yaptığı
kişiden helallik istemeli, gıybet yaptığı kişilere de gidip
durumu izah etmelidir. Eğer gıybetini yap tığı kimse
ölmüşse, onun için Allah’tan bol bol af ve mağfiret
dilemelidir
13. Ayette insanların ayrı ırklara, kabilelere
bölünmelerinin hikmeti ne şekilde tefsir edilmektedir?
İnsan, toplumsal bir varlıktır, tek başına
yaşayamaz, yaşamaya kalksa bile bu, doğal değildir.
Bireylerin mensubu bulundukları toplumsal yapılar,
gruplar, milletler hep hayatın daha iyi yaşanabilmesine
imkân tanımak içindir. Hz. Adem’in oğullarından bu yana
insanlar arasında kimin değerli, kimin üstün olduğu
mevzusu, önemli bir yer işgal etmiştir. İlk kan, bunun için
dökülmüştür. Bazen ırklar, bazen renkler ayrımcılık
unsuruna dönüştürülmüştür. Hâlbuki hiç kimse dünyaya
gelirken rengini, dilini, ırkını seçerek gelmemektedir.
İnsanı üstün kılacak başka bir değerin olması
gerekmektedir. Ayet, bu ölçüyü Allah’a karşı dikkatli,
saygılı olmak olarak koymuştur. Bu durum, Kur’ân’da bu
sureden başka bir de Leyl 92/17. Ayette geçen etkâ
kelimesiyle ifade edilmiştir. Takvâ, insanın yaparak veya
terk ederek işleyeceği ve cezalandırılmasına sebep olacak
günahtan kendisini korumasıdır. Takvaya giden yolun
başı, şüpheli şeyleri terk etmektir. İlim olmadan, takva
sahibi olunamaz. Peygamber (s.a.v.) de hadislerinde,
insanlar arasındaki değer ölçüsünün, takva olduğunu
belirtmiştir. Şöylebuyurmuşlardır: “Allah sizin
şekillerinize ve mallarınıza bakmaz. O, ancak kalplerinize
ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr: 33, 34).
14-18 Ayet-i Kerimeleri mü’minlerin hangi
özelliklerine atıf yapmaktadır?
Bu ayet grubu nasıl bir mümin olunması gerektiği
konusunda nihai düzenlemeleri yapmaktadır. Önce tam bir iman lazımdır. 14. ayette söz edilen Arabiler, bedevi
Araplardır. Ancak bununla bütün bedeviler değil, bazıları
kastedilmiştir. Onların arasında kâmil iman sahibi olanlar
da vardır. Bu ayette, îmân ve islâm kelimeleri arasında bir
ayrım yapıldığı görülmektedir. Kelam bilginleri, bu konu
üzerinde detaylı bir şekilde durmuşlardır. Bedevilere,
Allah’a ve rasülüne itaat ettikleri takdirde, işledikleri
amellerin hiçbir değer kaybına uğramayacağı haber
verilmektedir. Allah, insanların yaptıkları yanlışları
bağışlar, onlara merhametle davranır. Yeter ki onlar
Allah’a yönelsinler.