Tefsir Dersi 5. Ünite Sorularla Öğrenelim
Haşr Suresi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Haşr suresinin künyesini açıklayınız.
Medine döneminin 4. yılında inmiştir. 24 ayettir.
Sure ismini 2. Ayetinde geçen haşr ifadesinden alır.
Ahirete ilişkin olarak kullanıldığında ‘toplanma’ anlamına
gelen haşr, bu surede olguya uygun olarak ‘kalkışma,
ayaklanma, savaş için toplanma’ anlamlarına gelmektedir.
Diğer taraftan, İbn Abbâs gibi bazı sahabî bu sureden
‘Benî Nadîr Suresi’ olarak bahsetmişlerdir.
Yahudilerden Ben-i Nadirin Medine’den sürülmesinin
nedeni nedir?
Hz. Peygamber (sav), Medine’ye hicretlerinden
bir süre sonra Medine Yahudileri ile bir ittifak sözleşmesi
(Sahîfe) imzaladı. Buna göre Yahudiler, Müslümanlar ile
müşrik Kureyşliler arasındaki çatışmada tarafsız kalacaktı.
Müslümanların H. 2. yılda Bedir Savaşı’nda kazandıkları
zaferden sonra söz su Yahudi kabilelerinin liderleri,
kendiliklerinden, Hz. Peygamber (sav)’in gerçekten
Tevrat’ta geleceği haber verilen Peygamber olduğunu ilan
ettiler. Ama bir yıl sonra, Müslümanların Uhud’da
yenilgisinin ardından Yahudiler, Resûl-i Ekrem (sav) ile
yaptıkları antlaşmaya ihanet ettiler. İslâm toplumunu kesin
bir şekilde ortadan kaldırmak niyetiyle Mekkeli
Kureyşlilerle de ittifak oluşturdular.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) önlerine iki alternatif
koydu: Ya savaş yahut bütün mallarıyla Medine’yi terk.
Eğer bu ikinci ihtimali kabul ederlerse, her sene dönüp
kendi mülklerinde kalacak olan hurma ağaçlarının
ürününü toplayabileceklerdi. Görünüşte bu ikinci şıkkı
kabul eden Yahudiler, on günlük bir mühlet istedi ve bu
istekleri kabul edildi. Bu arada, başlarını Abdullah b.
Ubeyy’in çektiği Medine Arapları arasındaki münafık bir
grup ile gizlice bir tuzak hazırladılar. Abdullah b. Ubeyy,
onlara, şehrin kenar mahallelerindeki sağlam
meskenlerinde kalmaları hâlinde 2 bin savaşçı ile silahlı
destek vereceğini vaat etmiş ve şöyle demişti: “O zaman
evlerinizi terk etmeyin; eğer Müslümanlar size karşı
savaşırlarsa sizinle omuz omuza savaşırız, onlar sizi
sürmeyi başarırlarsa sizinle birlikte biz de Medine’yi terk
ederiz”. Nadîroğulları bu tavsiyeye uyarak Hz. Peygamber
(sav)’e isyan edip silaha sarıldılar. Müslümanlar, onların
kalesini -fiili bir savaş olmadan- 21 gün ca kuşatma
altında tuttular. Abdullah b. Ubeyy’in adamlarından vaat
edilen dım gelmeyince Nadîroğulları H. 4. yılın Rabî‘ulevvel ayında lim oldu ve barış teklif ettiler. Medine’yi terk
etmeleri, bütün taşınabilir mallarını beraberlerinde
götürmeleri, ama silahlarını almamaları şartıyla barış
teklifi kabul edildi. Kabile mensuplarının çoğu, yaklaşık
600 develik bir kervan ile Suriye’ye göç ettiler. Evlerini
kendi elleriyle yıkıp kapı ve relerine varana dek tüm
mallarını da yanlarında götürdüler. Yalnızca iki aile
Hayber sına yerleşmeyi tercih etti. Birkaç kişi de Aşağı
Mezopotamya’daki Hîra’ya kadar gitti.
Fey nedir?
Surede anılan fey, Nadîroğulları’nın bıraktığı
taşınmaz mallardır. ‘Ganimet’ anlamında kullanılan
enfâlden ayrı olarak ‘Barış yoluyla elde edilen savaş
gelirleri’ anlamına gelir. Nadîroğulları’nın tarlalarına ve
ağaçlarına el konularak Medine’yi terk edişinden sonra 7
ve 8. ayetlerde geçtiği üzere, inançları uğruna yurtlarını
terk eden muhacirler arasında paylaştırıldı. Bu malların
muhacirlere verilmesinin gerekçesi, tüm zamanlarda
geçerli olan şu ilkeye dayanmaktadır: “Ganimetlerin
aranızdaki varlıklı kimselerin tekelinde olan bir servet ve
güç kaynağına dönüşmemesi için Allah (cc) dağıtımın
böyle olması gerektiğine hükmetmiştir.”
Tesbih kavramını açıklayınız.
Tesbih terimi, bir yandan şuurlu varlıkların iradî
olarak yüce Allah (cc)’ın her türlü eksiklikten uzak
olduğunu söz ve davranışlarla ortaya koymaları; diğer
yandan da evrendeki bütün varlıkların ilâhî yasalara
zorunlu olarak boyun eğip O’nun hükümranlığını itiraf
etmeleri anlamına gelir. Bütün varlıklar, daima Allah
(cc)’ın sınırsız kudretini ve eşsizliğini övgüyle anarak
yüceltmektedir. Şu muhteşem kâinat nizamı içerisinde yer
alan her şey, kendisini yaratan Allah (cc)’ın her türlü
kusur ve noksanlıktan uzak olduğunu haykırmaktadır.
Haşr suresindeki ibret kavramı ne anlama gelmektedir?
ibret kavramında ‘bir yerden bir yere veya bir durumdan bir
duruma geçme’ anlamı bulunmaktadır. Olayların
hakikatini, sebep ve sonuçlarıyla birlikte kavrayıp gereğini
yerine getirin, demektir. Buna göre konunun izahı şöyle
yapılabilir: Yüce Allah (cc), bir ihanet olayını ve buna
verilen cezayı açık bir örnek olarak göstermiş, sonra akıl
ve muhakeme sahiplerini düşünmeye ve yeni olaylara
zihnî geçişler yapmaya, yani benzer durumların benzer
sonucu doğuracağını dikkate almaya çağırmıştır. Bu
olayda Nadîroğulları’nın asıl mahkûm edilen davranışı,
ahdi bozma ve antlaşma yaptıkları Müslümanları arkadan
vurma çabası içine girmeleridir. Bunun yanı sıra,
kalelerinin ve evlerinin sağlamlığına ve ikiyüzlü
davrandıkları defalarca görülmüş olan münafıkların
sözlerine güvenerek hiçbir hazırlık yapmamalarıdır.
Hazırlık yapılmaması burada dolaylı olarak eleştirilmiş ve
akıl sahibi herkes özellikle müminler bundan ders
çıkarmaya davet edilmiştir
Nadiroğullarının dünyada ceza, ahirette azaba mahkum
oluşlarının nedeni nedir?
Nadîroğulları’nın dünyada cezaya ahirette de
azaba mahkûm oluşlarının sebebi, Ehl-i kitap olmalarına
rağmen Allah (cc)’a ve Elçisi’ne karşı gelmeleri, bunlarla
bağlarını koparmaları olarak belirtilmektedir. Allah (cc) ve
Resûlü’nün (sav) hakkı, onların isteği doğrultusunda
hareket edilmesidir. Allah (cc)’a rağmen iş yapanlar,
O’nunla bağlarını kesenler, Allah (cc)’ın azabının çetin
olduğunu unutmamalıdır.
Ganimet nedir?
Ganimet, savaş yoluyla düşman ordusundan ele
geçirilen silah, teçhizat, hayvan, altın ve benzeri menkul
mallardır. Bunun hükmü Enfâl suresinde.
?“Eğer iki ordunun karşılaştığı, hakla batılın
birbirinden ayrıldığı gün, Allah (cc)’a ve kulumuza
indirdiğimize inanıyorsanız, biliniz ki düşmandan ele
geçirdiğiniz ganimetlerin beşte biri Allah (cc)’a ve
Elçisine ve ona yakınlığı olana, yetimlere, yoksullara,
yolda kalmışlara aittir. Allah (cc) her şeye kadirdir” (Enfal
8/41)açıklanmıştır.
Ganimetler ne şekilde taksim edilir?
Fiili savaş yoluyla elde edilen ganimetlerin beşte
biri, Bedir zaferinden hemen sonra inen Enfâl suresinin
41. ayetinde sayılan Allah (cc)’a, Peygamber (sav)’e, onun
akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve bir de yurdundan
yuvasından ayrı düşmüş gariplere aittir. Geri kalan beşte
dördü ise savaşa katılan mücahitler arasında paylaştırılır.
Haşr suresi 9. Ayet-i Kerimesinde Ensar’ın özellikleri
neler olarak açıklanmıştır?
Bu ayette kendilerinden bahsedilenler ise
Medine’nin yerli halkı olan ve ‘yardım edenler’ anlamına
gelen ensardır. Bunların özellikleri ayette şöyle
sıralanmaktadır:
• İmanı içselleştirmişlerdir.
• İslâm’ı daha iyi yaşayabilmek için
memleketlerine gelen muhacir müminleri can-ı
gönülden severler.
• Muhacirlere verilen ganimetten dolayı içlerinde
bir rahatsızlık ve kıskançlık hissetmezler.
• Kendileri ihtiyaç sahibi oldukları halde muhacir
kardeşlerini kendilerine tercih edecek (îsâr) kadar
erdemlidirler.
“Şuhh” nedir?
“şuhh” ise, başkasının elindekine göz dikmek,
fakirlere vermeyi sevmemektir. Ayette kendilerinden
övgüyle bahsedilen ensarın, insanın hem bu dünyada ve
hem de öteki dünyada mutluluğu elde etmesinin önündeki
başlıca engeller olarak gösterilen cimrilik, açgözlülük ve
ihtirası aşmış oldukları beyan edilmektedir. Hz.
Peygamber bu sosyal manevî hastalığa karşı ümmetini
şöyle uyarmaktadır: “Şuhh’dan sakının! Zira o, sizden önceki toplulukları helak etmiştir; onlara zulmü emretti
zulmettiler, hatta birbirlerinin kanını bile akıttılar. Günahı
emretti onu işlediler, haramları bile helal saydılar.
Akrabalık ilişkilerini (sıla-i rahim) kesmelerini emretti,
akrabalık ilişkilerini kopardılar, sonuçta helak oldular!
Dikkat edin, iman ile şuhh bir kalpte barınmaz!”
Haşr suresi 8 ile 10. Ayet-i Kerimelerinde bahsedilen
Mü’minlerin özellikleri nelerdir?
• Bütün hayırlı eylemlerde, başarılı olmak için
kendi gücüne değil, Allah (cc)’ın lütuf ve
inayetine olan inancı öne çıkarmak, bir başka
anlatımla kişisel tercih ve yeteneklerini kusursuz
kabul etme değil, özündeki imanı hayata geçirme
ve onun kurtarıcılığına güvenme anlamında
almak.
• Allah (cc)’ın hoşnutluğunu kazanmayı amaç
edinmek, bütün davranışlarını bu ilkeye göre
anlamlandırmak.
• Allah (cc)’a ve Resulüne yardım, yani Allah (cc)
(cc)’ın buyruk ve yasaklarını tebliğ uğruna
gerektiğinde en değerli dünyevî arzu ve
çıkarlarını feda edebilmek.
• Dürüstlükten ödün vermemek, söze sadakat
göstermek.
• Darda olan mümin kardeşine kucak açmak;
imkânlarını onunla paylaşırken ve onun için
özveride bulunurken bunun sevgi temeline dayalı
kalmasına özen göstermek, yani içindeki şeytanî
dürtülere karşı mücadele vererek davranışlarının
içtenliğini korumak, yapmacıklıktan ve
gösterişten uzak durmaya çalışmak.
• Beşerî zaaflara karşı daima Allah (cc)’ın
yardımına ve korumasına sığınmak.
• Allah (cc) (cc)’ın şefkat ve merhametinin herkesi
kuşatacak enginlikte olduğuna yürekten inanmak,
kendisi için olduğu kadar mümin kardeşleri için
de O’nun bağışlamasını dilemek, başkalarının
kusurunu gördüğünde kendisinin de bir beşer
olduğunu ve benzer kusurlar işleyebileceğini
hatırlamak.
Münafıkların korkularının temeli nedir?
Haşr suresi 13. Ayette kişilik problemi yaşayan
münafıkların yüreklerinde Allah (cc) (cc) korkusu
taşıdıkları izlenimini vermeye çalıştıkları dile
getirilmektedir. Hâlbuki gerçekte Müslümanlardan
korkarlar. Onlar tüm kalpleriyle Allah (cc)’a
inanmadıklarından, bu dünyada karşılaşacakları
maddi/somut tehlikeler, onları Allah (cc) (cc)’ın hesaba
çekme düşüncesinden daha fazla korkutur. Zira onlar
ahiret, cennet, şehâdet ve benzeri ulvî hakikatleri idrak
edemeyen bir toplumdur. Ayetteki korku anlamına gelen
rehbe, korku, hüzün ve kaygının bileşimidir. Buna göre
başa gelmesinden korkulan bir şeyden dolayı olağanüstü
sakınma ve ürkme halini ifade etmektedir.
Müslümanların Kaynukaoğlullarıyla savaşma nedeni
nedir?
Bedir savaşı sonrasında Kaynukaoğulları,
Müslümanları çekemedikleri için Hz. Peygamber (sav)’le
aralarındaki antlaşmayı ihlal edici konuşmalar yapmaya
başlamışlar ve bu tavırları sebebiyle Resûlullah (sav)
tarafından uyarılmışlardır. Fakat onlar Hz. Peygamber
(sav)’e küstahça bir cevap vermişlerdi. Nihayet bir gün
Medine çarşısında kuyumculuk yapan bu kabileye mensup
bir esnafın Müslümanlardan bir hanımın iffetine dokunan
ve onu aşağılayan eylemi bardağı taşıran son damla oldu.
O esnaf oradan geçen bir Müslüman tarafından
öldürülünce antlaşmayı feshettiklerini açıkça ilan edip
kalelerine kapandılar ve savaş haline girdiler.
Müslümanlar tarafından yapılan kuşatma sonunda teslim
oldular ve sürgün edildiler. Asıl akıbetleri, ahirette can
yakıcı bir azaba mahkûm olan inkârcıların uğradığı akıbet
gibi olacaktır.
Münafıklar ve şeytan arasındaki benzerlikler nelerdir?
Yahudileri kışkırtan münafıkların durumu,
şeytanın durumuna ne kadar da benziyor. Şeytan, insana
vesvese vererek, ‘Allah (cc)’ı, peygamberini ve ayetlerini
inkâr et! Korkma, ben senin yanındayım!’ der. Fakat insan
onun sözüne güvenip Rabbini inkâr edince hemen
ardından Bedir savaşında olduğu gibi ve de Hesap
Gününde onu yapayalnız bırakarak, ‘Ben seni
tanımıyorum ve yaptıklarının sorumluluğunu da kabul
etmiyorum! Çünkü ben her ne kadar isyankâr olsam da,
âlemlerin Rabbi olan Allah (cc)’tan korkarım!’ diyecektir.
Haşr 19’da “Allah (cc)’ı unutmak” ne şekilde tefsir
edilmektedir?
“Allah (cc)’ı unutmak”tan maksadın, Allah (cc)’ın
kulu olduğu bilincinden yoksunluk ve O’na karşı kulluk
borcunu umursamama olduğu anlaşılmaktadır. Tövbe
suresinin 67. ayetinde aynı fiil kullanılarak münafıkların
Allah (cc)’ı umursamadıkları, Allah (cc)’ın da onları kendi
hallerine bıraktığı, yani O’nun yardımına lâyık
görülmedikleri ve kendi tercihlerinin sorumluluğuyla baş
başa kaldıkları belirtilmiştir. Burada ‘Allah (cc)’ı
unutma’nın yaptırımı ve sonucu “Allah (cc)’ın da onlara
kendilerini unutturması” şeklinde ifade edilmiştir. Bu,
Allah (cc) bilincine sahip olmayan kişinin kâmil manada
insan olma şuurunun da zayıflayacağı anlamına gelir. Bir
başka anlatımla, etrafını kuşatan bunca kanıta ve kendisine
verilen akıl nimetine rağmen Allah (cc)’ı unutan, O’na kul
olma idraki içinde olmayan kişi gerçek anlamda kendine
yabancılaşmaya, dolayısıyla hayatını boşa geçirmeye
mahkûmdur. İnsanın ömür nimetini bu şekilde heder
etmesi ise karşılıksız kalmayacaktır. Bir sonraki ayette
belirtildiği üzere, -bu dünyadakinden farklı olarakahirette, sorumluluğunun idraki içinde davrananlardan tam
olarak ayırt edilip hak ettiği muameleyi görecektir.
Müfessirlerin birçoğu tarafından 19. ayet, Allah (cc)’ın,
kendisine karşı görevlerini yerine getirmeyenlere, iyilik yapmayı ve kötülüklerden sakınmayı unutturması, onları
bu paydan ve mutluluktan mahrum etmesi şeklinde
açıklanmıştır. Bu ayetten, insanın kendini tanıması, yani
var oluş amacını idrak edip onu unutmaması halinde
rabbini de bilmiş ve tanımış olacağı manası da
çıkarılabilir. Hz. Ali’den nakledilen “Sen kendini bil ki
rabbini de bilesin” ve “Kendini bilmeyen rabbini de
bilmez” anlamındaki vecizeler bu yorumu destekleyici
niteliktedir.
Fasık kimdir?
Allah (cc)’ı unutan, Allah (cc)’ın da onları
kendilerine unutturduğu kimseler ‘yoldan çıkmış kimseler’
(fâsık) olarak nitelenmiştir. Bu nitelenme, Allah (cc)’ın
insana emanet olarak bağışladığı en büyük akıl melekesini
kasıtlı bir şekilde yanlış kullanarak O’ndan gafil olmanın
sonucunda kendi rûhî/manevî potansiyelini boşa
harcadıkları içindir
Mevla (cc) Haşr 21’de dağ metaforu ile neyi kastetmiş
olabilir?
Ayetin sonunda belirtildiği üzere burada herkesin
anlatılmak istenen manayı kolayca kavrayabilmesi için
somut bir örnekten yararlanılmıştır. Asıl amaç, Kur’ân’ın
içerdiği mesajın önemini ve ona muhatap olan insanın ne
büyük sorumluluk altında bulunduğunu vurgulamaktır. Bu
örnekle ilgili açıklamaları şöyle özetlemek mümkündür:
Şayet bir dağa insana verildiği gibi şuur verilmiş olsaydı,
o heybet timsali eğilmez dağ bile Allah (cc)’ın sıfatlarını
bilmenin ve sorumluluk duygusunun sonucu olarak O’nun
azameti, kudreti ve evrendeki mutlak egemenliği
karşısında sonsuz bir saygıyla eğilirdi. Fakat bununla
kalmaz, O’na kulluk etmek için kendini parçalardı.
İnsanlar ise genellikle omuzlarındaki yükü hissetmemek
için âdeta direnmekte ve gaflet içinde ömürlerini
tüketmektedirler. Burada dikkat çeken bir husus, yine
ayetin sonunda ifade edildiği üzere, bu örnekten sonuç
çıkarmanın da yine insana, daha doğrusu onun muhakeme
yeteneğini kullanmasına bağlı olmasıdır.
Haşr 21’den çıkarılacak en temel iki mesaj ne
olabilir?
Bu ayetin birçok mesaj içerdiği muhakkaktır.
Birincisi, bu Kur’ân dağataşa değil, akıl ve irade sahibi
insana emanet olarak verilmiştir. Ama ne gariptir ki, akıl
ve bilinç yeteneğiyle donatılarak kulluk emanetini
yüklenen insanoğlu, bir taraftan cehennem ateşi, diğer
taraftan cennet nimetleriyle kuşatılmış bir geleceğe doğru
yol alırken pervasız ve gamsız davranıyor, bu muhteşem
Kur’ân karşısında duyarsız kalabiliyor! İkincisi, başta
münafıklar olmak üzere, Kur’ân’ın büyüklüğünü
hissetmeyen tüm çevrelerin taş kalpli olduğu
vurgulanmaktadır. Üçüncüsü ise, Kur’ân dağa inmiş
olsaydı onu da akıllandırır ve duygulu hale getirirdi.
Vicdanı olan insanların Kur’ân okunduğunda, onu
dinlediklerinde duygulanıp ağlamaması ne mümkün!
Nitekim Hıristiyanlar arasında keşişler ve rahiplerin
Kur’ân’ı işittiklerindeki tutum ve davranışları Allah (cc) tarafından övgüye değer bulunarak Mâide suresinin 83 ve
84. ayetlerinde şöyle ifadesini bulmaktadır: “İşte o keşişler
ve rahipler hak ve hakikati tanıdıkları için Peygamber’e
vahyedilen ayetleri dinledikleri zaman gözlerinin yaşla
dolup taştığına tanık olursun. Onlar, ‘Ey Rabbimiz!’
derler, ‘Biz iman ettik. Sen bizi hak ve hakikate tanıklık
eden kullarının arasına kat! Hem sonra bütün isteğimiz
Rabbimizin bizi güzel kullarının arasına katması iken
Allah (cc)’a ve O’nun tarafından bize ulaşan Kur’ân
mesajına ne diye iman etmeyelim ki?!’
Huşu nedir?
Ayetteki huşû sözcüğü, kalbî fiillerden olup
sadece akleden kalp sahibi varlıklar için kullanılır. Burada
dağ için kullanılmış fakat Kur’ân’ın iniş şartına
bağlanmıştır. Bu gerçekleşmediğine göre burada -mesaj
amaçlı- bir varsayım olarak kullanılmıştır.
Haşr suresine Esma-ül Hüsna suresi denilmesinin
sebebi nedir?
Bu son üç ayette Allah (cc)’ın bazı isimleri
zikredilmektedir. Bu nedenle Haşr suresi ‘en güzel
isimler’ anlamına gelen bir el-esmâü’l-hüsnâ suresidir.
Rabbimiz kendisini bize bu isim ve sıfatlarıyla
tanıtmaktadır. Zikredilen isimler, bizi Allah (cc)’a
ulaştıran meşru vesilelerdir. Nitekim A’râf suresinin 180.
ayetinde şöyle buyrulmaktadır: “En güzel isimler Allah
(cc)’ındır. O’na bu güzel isimlerle dua edin!