İslam Hukukuna Giriş Dersi 2. Ünite Özet
İslam Hukukunun Oluşumu Ve Tarihsel Gelişimi
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Giriş
Hz. Peygamber, peygamberlik görevi bağlamında, inanç esaslarının yanı sıra fertlerin gerek aşkın alanla, gerek toplumla, gerekse birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen kuralları da tebliğ etmiştir. Bugün İslam hukuku olarak adlandırdığımız, orijinal adı fıkıh olan bu disiplin salt hukuki boyutu aşan bir karaktere sahiptir ve bir anlamda Müslüman toplumun hayat bilgisini temsil etmektedir. Şüphesiz ki ilgili disiplinin sistemleşerek kimliğini kazanması belli bir tarihi süreç içerisinde gerçekleşmiştir.
Hz. Peygamber (ö. 11/632) dönemi, İslam hukukunun oluşum sürecinin başlangıç noktasını temsil etmektedir. İlerleyen süreçte gelişen ekollerin içerisinde belirli hukukçular öne çıkmış, bunların görüşleri öğrencileri tarafından sistemleştirilmiş ve üstatların adlarıyla anılan “mezhep” isimli yeni bir yapılanma ortaya çıkmıştır. Fıkıh birikimin yazılı kaynaklarda tedvinin de bu dönemde gerçekleştiğini görüyoruz.
Günümüz İslam Hukuk düşüncesinde tüm mezheplerin görüşlerinden yararlanabilme ve yeni içtihatların yapılması talepleri ile ilgili tutarlılık arayışları ve ekol sistematiğine riayetin gerekliliğine yönelik tartışmalar güncelliğini korumaktadır.
İslam Hukukunun Oluşum Süreci ve Dönemlendirilmesi
İslam hukukunun oluşum süreci ile ilgili olarak Hz. Peygamber, sahabe, tabiûn dönemlerinde hazırlık safhasının tamamlandığı; müctehid imamlar döneminde sistemleşmeye başladığı; mezhep merkezli dönemde ise sistemin olgunlaştığı ifade edilebilir. İslam hukukunun dönemlendirilmesi ise bu sürecin aşamalarını göstermektedir. Dönemler belirlenirken;
- Bazı yazarlar siyasi iktidarı esas alarak Hz. Peygamber - Emeviler - Abbasiler şeklinde bir sınıflandırma yapmışlardır.
- Bazıları fıkhı canlı bir organizmaya benzeterek doğuş, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık dönemlerinden söz etmişlerdir.
- Bir kısmı ise hukukun oluşumunda etki eden kadrodan hareketle Hz. Peygamber - sahabe - tabiûn - müctehid imamlar şeklinde bir çizgiyi takip etmişlerdir.
Hz. Peygamber Dönemi: Mekke’de geçen hicretten önceki on üç yıl zarfında tebliğ edilen esaslar ağırlıklı olarak, Allah’ın birliği, Peygamberlik müessesesi, Ahiret hayatı gibi temel inanç ilkelerinin yerleştirilmesine yönelik olmuştur. Bu dönem ile ilgili, Hz. Aişe’nin değerlendirmesine göre, ‘fertleri hazırlamadan ilk etapta içkiyi ya da zinayı terk etmek emredilseydi, insanlar bu emirlere direnç gösterirlerdi’ (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6) yaklaşımı ile aşamalı bir sistem gelişmiştir.
Somut hükümlerin ise Medine döneminde söz konusu olmaya başladığı görülmektedir. Müslümanlar iktidar yapısına Medine döneminde (Medine Vesikası ile) sahip olmuşlardır. Nitekim bu dönemde ibadet konuları ile ilgili ayrıntılı hükümlerin yanı sıra evlenme, boşanma, velayet, miras, ticari hayat, akitler ve borç ilişkileri, haksız fiiller, cezalar, muhakeme (yargılama) usulü, savaş ve barışla ilgili kurallar vb. sosyal hayatın hemen her alanını düzenleyen kurallar vaz edilmiştir. Bu süreç Hz. Peygamber’in vefatına kadar sürmüştür.
Bu Dönemde Hukukun Kaynakları: Hz. Peygamber döneminde İslam hukukunun temel kaynağı vahiydir. Dolayısıyla İslam Hukuku’nun ilk kaynağını Kur’ân, fıkıh terminolojisindeki ifadesiyle Kitâb oluşturmaktadır. Bunun yanında Hz. Peygamber’in Sünnet’i yer almaktadır. İslam hukuku terminolojisinde, Kitâb ve Sünnet’in her ikisini ifade etmek için ‘’nas’’ terimi de kullanılmaktadır. Bu anlamda kullanılan nas teriminin yanında İslam Hukuku’nun kaynaklarını ifade etmek için kullanılan diğer temel terim ise ‘’ictihad’’dır.
Bu dönemde sahabenin ictihadı daha ziyade, Hz. Peygamber tarafından çeşitli bölgelere görevlendirilmeleriyle gündeme gelmiştir. İctihad eğer Hz. Peygamber tarafından yapılmışsa geçerliliğini vahyin onayından; eğer sahabe tarafından yapılmışsa geçerliliğini Hz. Peygamber’in onayından almakta, bağımsız bir hukuk kaynağı niteliği taşımamaktadır. Bazı yazarlar Hz. Peygamber döneminde İslam öncesi döneme ait örflerin de bir hukuk kaynağı niteliği taşıdığını ileri sürmektedir.
Bu Dönemin Temel Özellikleri: Hz. Peygamber döneminde İslam hukukunun oluşum süreci açısından bazı özellikler dikkati çekmektedir. Tedrice riayet, kolaylık ilkesi ve toplumun maslahatının gözetilmesi, üç temel özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tedrice Riayet: Bu dönemde hükümlerin vaz edilişi sırasında göze çarpan önemli bir özellik, mükellefiyetlerin aşama aşama belirli bir hazırlık ve alıştırma süreciyle yürürlük kazanmasıdır. Bahsettiğimiz durum en temel ibadetlerde dahi görülmektedir. Tedrice riayet prensibinin, bir hukuk politikası olarak gözetildiğini ifade etmek mümkündür.
Kolaylık İlkesi: Hz. Peygamber döneminde hükümlerin vaz edilişi sırasında gözetilen temel amaçlar içerisinde kolaylık ilkesi yer almaktadır. İlahi iradenin mükelleflerin zorluk ve sıkıntı içerisinde kalmasını değil, bilakis kolaylaştırmayı hedeflediği bizzat Kur’ân’da açıklanmıştır (Bakara, 2/185; Nisa, 4/28; Maide, 5/6). İkrah, hastalık, yolculuk, hata, unutma vb. hususların mükellefiyetlerin hafifletilmesinde bir etken olarak dikkate alınması da kolaylık ilkesi çerçevesinde değerlendirilebilir.
Toplumun Maslahatının Gözetilmesi: Bazı hukuki düzenlemelerin toplumun maslahatı doğrultusunda değişime tabi tutulduğu görülmektedir. Örnek olarak önceleri vefat eden bir erkeğin eşinin bekleme süresinin bir yıl olduğu, bu süre zarfındaki nafaka ve barınma giderinin koca tarafından vasiyet edilmesi gerektiği öngörülüyorken (Bakara 2/240), daha sonra bekleme süresi dört ay on gün olarak tespit edilmiştir (Bakara 2/234). Bu durum İslam hukuk terminolojisinde nesh kavramı kapsamında değerlendirilmiştir. Evlilikte denkliğin (kefâet) gözetilmesi, miras ve velâyet ilişkilerinde asabelik faktörünün dikkate alınması, ölüm ve cismani zarar tazminatlarının ödenmesinde âkıle uygulamasının sürdürülmesi bu tutumun örnekleri içerisinde yer almaktadır.
Kur’ân’da on beş yerde geçen ve Hz. Peygamber’e hitap eden “sana soruyorlar” ifadesinin sekiz tanesi fıkıh konularıyla alakalıdır. Dolayısıyla Hz. Peygamber döneminde bir yandan toplumun ihtiyaç ve maslahatı gözetilirken, diğer yandan toplumu daha yüksek gayelere yönlendirerek dönüştürmeyi amaçlayan bir hukuk siyaseti izlenmiştir.
Sahabe Dönemi: İslam hukukunun oluşum süreci açısından sahabe döneminden bahsettiğimizde, dört halife dönemini ve kısmen Emevi idaresini kapsayan bir zaman dilimi söz konusudur. Özellikle ilk iki halife dönemindeki uygulamalar, İslam hukuk düşüncesinin gelişimi açısından ayrı bir önem taşımaktadır.
Sahabe Döneminde Hukukun Kaynakları: Sahabe döneminde İslam hukukunun üç kaynağından bahsedebiliyoruz: Kitâb, Sünnet ve ictihad. Önde gelen sahabilerin bir araya toplanılarak atılacak adımlar ve alınacak kararlar konusunda onların görüşlerinin alınması “şûrâ”dır. İctihaddan farklı olarak danışma esasına dayanır. Eğer fakih sahabilerin hepsi toplanmışsa veya şura kararı açıklandıktan sonra bir muhalefet söz konusu olmamışsa, bu şekilde ulaşılan sonuçlar, daha sonraki döneme sahabenin icmâı şeklinde yansımıştır. Kimi yazarlar, sahabe döneminde gerçekleşen şura faaliyetini icmâ şeklinde niteleyerek bu dönemde hukukun dört kaynağı olduğunu ileri sürmektedir.
Sahabe Dönemindeki İctihad Faaliyetinin Özellikleri:
- İctihad geniş bir şekilde uygulanmış ve teşvik edilmiştir. Bu dönemde görülen ictihad faaliyetleri somut meseleleri çözmeye yöneliktir. Farazi fıkıh olgusuna rastlanmamaktadır.
- Sahabe ictihad sonucu ulaşılan hükümleri, nassların açık hükümleriyle bağlayıcılık açısından aynı derecede tutmamış, bu hususu ısrarla vurgulamıştır.
- Bu dönemde, belli illet ve hikmetlere dayandığı düşünülen nasların, zamanın ve şartların etkisi sonucu illetlerinde bir değişme yaşandığı kanısıyla, gâî (amaçsal) yoruma tabi tutuldukları görülmektedir. Nassların gâî yoruma tabi tutularak lafızlarının aşılması oldukça hassas bir konudur.
- Sahabe dönemi hukukçuları nas bulunmayan konularda çözüme ulaşmak için ictihad etmişlerdir. Bu hususta kendilerine rehberlik eden ana unsur, Hz. Peygamber’le birlikte olmanın, onun hukuki konulardaki yaklaşım tarzına tanık olmanın kazandırdığı meleke olmuştur. Sahabe döneminde nas bulunmayan konularda çözüm getirme çabasını ifade eden re’y, sonraki dönemlerde sistemleşmiş, kıyas, istihsan, ıstıslah gibi kısımlara ayrılmıştır.
Sahabenin İhtilaf Sebepleri:
- Kur’ân ve Sünnet nasları delalet açısından, her zaman aynı kesinliğe sahip değildir. Dil imkânları çerçevesinde farklı anlama ihtimalleri mevcuttur.
- Sahabilerin sünnet konusundaki birikimi aynı seviyede değildi. Hz. Peygamber’in kiminin muttali olduğu uygulamaları hakkında kiminin bilgisi bulunmuyordu. Sünnetle ilgili diğer bir ihtilaf sebebi ise rivayetlerin Hz. Peygamber’e aidiyeti konusunda farklı kriterler benimsemeleriydi.
- Her sahabinin zihin yapısının ve hukuki melekesinin farklı olması, ister istemez ictihadi konularda görüş ayrılığını da beraberinde getiriyordu. Bu hususta sosyal çevre farkı da etkili olmaktadır. Dini anlayış ve algılayış biçimlerindeki zihniyet farklılığı da sahabenin ictihad farklılıklarının temel nedenleri arasındadır.
Sahabe Döneminin Temel Özellikleri: Öncelikli olarak bu dönemde Kur’an ve Sünnet nasları hukuki açıdan yorumlanmış, sonraki dönemlere intikal edecek bir birikim meydana getirilmiştir. Nassların hukuki yorumunun yanında, sahabe fetvaları da tespit edilerek sonraki dönemler için kaynak teşkil etmiştir.
Dört halife devrinin sonlarında yaşanan siyasi karışıklıkların akabinde başlıca üç fırka ortaya çıkmıştır.
- Hariciler, siyasi açıdan muhalif oldukları sahabilerin rivayet ya da fetvalarına değer vermemiş, sünneti önemli ölçüde dışlayan, ayrı bir hukuk anlayışı geliştirmiştir.
- Şîa , yalnızca ehl-i beyt ve onların taraftarı olan sahabilerin rivayetlerini kabul etmek şeklinde ortaya çıkmıştır.
- Ehl-i sünnet ve’l-cemaat, rivayetin kabulü için siyasi görüş farklarını bir kriter olarak benimsememiş; rivayet tekniği ve karakter açısından güvenilir kabul ettiği ravilerin aktardıkları haberleri hukuki materyal olarak kullanmış, bu hususta sahabiler arasında ayrım yapmamıştır.
Tabiûn Dönemi: Tabiûn dönemi sahabeden sonraki neslin, diğer bir ifade ile Hz. Peygamber’den sonraki ikinci kuşağın dönemini ifade etmektedir. Emeviler Dönemi olarak da adlandırılmıştır. İslam ülkesinin sınırlarının genişlemesi, farklı sosyal çevreye ve etnik kimliğe mensup birçok insanın İslam’la tanışması tabiûn döneminde fıkhi faaliyetin canlı bir şekilde icra edilmesinin sebepleri arasında yer almaktadır.
Tabiûn Döneminde Hukukun Kaynakları: Sahabe kavlinin, tabiûn dönemi hukukçuları için Kitâb ve Sünnet naslarının yanında ictihad ile birlikte naklî bir delil olarak algılandığı, bir nevi sünnet şeklinde telakki edildiği anlaşılmaktadır.
Tabiûn Döneminin Temel Özellikleri: Tabiûn döneminde İslam hukukunun tarihi gelişimi açısından dikkat çeken en önemli özellik, hukuk alanında ekolleşmelerin ortaya çıkmasıdır.
Hukuk Ekolleri: Hicaz-Irak ya da Hadis-Re’y Ekolleri: Ekoller içerisinde bir ayrıma giderek “mutedil” ve “müfrit” re’y ve hadis taraftarlarından bahsedildiği de görülmektedir. Çoğu yazar ise, Hicaz ve Hadis Ekolleri ile Irak ve Re’y Ekolleri arasında bir yakınlık hatta aynılık görmektedirler. Hicaz müctehidlerinin çoğunu hadis ehli, Irak müctehidlerinin çoğunu re’y ehli içerisinde değerlendirmek mümkündür. Bu re’ycilerin hadisi hiç kullanmadıkları, ya da hadisçilerin asla re’yle ictihad etmedikleri anlamına gelmemektedir.
Hadis taraftarlığının Hicaz bölgesinde, re’y taraftarlığının da Irak bölgesinde yoğunlaşmasını açıklayabilmek için şu gerekçeler ileri sürülmüştür:
- Hicaz bölgesinde hadisler ve sahabe fetvalarından oluşan külliyetli miktarda nakle dayalı fıkıh materyali bulunuyordu. Bu da Hicaz bölgesindeki fıkhi faaliyetler için yeterli oluyordu. Irak’ta ise bu yoğunlukta rivayet malzemesi bulunmuyordu.
- Siyasal karışıklıklar sonucu ortaya çıkan kamplaşmanın Irak’ta yoğun bir etkisi vardı. Kimi gruplar kendi ideolojileri doğrultusunda hadis uydurmaktan çekinmiyordu.
- Birçok medeniyete beşiklik etmiş, farklı etnik kökenlere ve kültürel çevrelere mensup insanların barındığı Irak coğrafyasında sosyal çevre ve gündelik yaşam, Hicaz’da rastlanmadığı ölçüde karmaşık bir yapı arz ediyordu. Dolayısıyla çözülmesi gereken çok sayıda mesele ve bunlara yönelik olarak toplumun beklentileri söz konusuydu. Bu durum Iraklı hukukçuları re’y metodunu oldukça etkin ve yaygın bir tarzda kullanmaya sevk ediyordu.
Tabiûn döneminde ana çizgiler şeklinde görülen ekolleşme, bir sonraki dönemde belli hukukçular etrafında teşekkül eden, “mezhep” adı altında ifade edilen yeni bir yapılanma ile farklı bir boyut kazanmıştır. Ancak bu dönemde de mezheplerin re’y ya da hadis ekolleri ile ilişkilendirilmesi problemi karşımıza çıkmaktadır. Kurucu hukukçulardan Ebu Hanife’nin (ö. 150/767) re’y ehli, Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) hadis ehli olduğu noktasında neredeyse görüş birliğine ulaşılmıştır. Ancak diğer müctehid imamların hangi tarafta yer aldığı konusunda farklı yaklaşımlar mevcuttur.
Müctehid İmamlar Dönemi: Müctehid imamlar dönemi ile hicri ikinci asrın başlarından itibaren, dördüncü asrın ortalarına kadar uzanan zaman dilimi kastedilmektedir. “Fıkhın altın çağı” ve “tedvin dönemi” gibi nitelemeler de kullanılmaktadır.
- Bu dönemde; Emevileri iş başından uzaklaştırarak iktidara gelen Abbasiler, toplum üzerinde meşruiyet kazanmak ve etkinliklerini artırmak amacıyla dini konulara ve ilim adamlarına ilgi göstermiş, bu alandaki çalışmaları teşvik etmiştir.
- İslam ülkesinin sınırlarının bir taraftan İspanya’ya, öte yandan Çin’e kadar dayanması, sosyal ve kültürel hareketliliği önemli ölçüde artırmıştır.
- Bu dönem hukukçuları, süregelen birikim ve külliyat ile hukuk alanında sistemleşmeye imkân verecek bir gelenek ve alt yapıya dayanma şansına sahip olmuşlardır.
- Müctehid imamlar döneminde döneme adlarını veren, hukuki konularda üstün yeteneklere sahip kabiliyetli hukukçular yetişmiş, bunların etrafında “mezhep” adıyla anılan hukuki yapılanmalar gerçekleşmiştir.
Müctehid İmamlar Döneminde Hukukun Kaynakları: Bu dönemde de Kitâb ve Sünnet hukukun temel kaynaklarını teşkil etmiştir. Bunun yanında sahabe icmâı, sahabenin bireysel ictihadları hukukun kaynakları içerisinde yer almaktadır. Re’y ictihadı ise sistemleştirilerek kıyas, istihsan, ıstıslah (maslahat) gibi kısımlar halinde incelenmiş, her bir bölümün kaynak değeri ayrıca ele alınmıştır.
Müctehid İmamlar Döneminin Temel Özellikleri: Bu dönemin en bariz özelliği bir önceki kuşakta ana eğilimler etrafında ekolleşmeler yaşanmışken, bu dönemde o ekollerin içerisinden şahıs merkezli yeni bir hukuki yapılanma doğmasıdır. Mezhep adı verilen bu yapılanma, içinden çıktığı ekolün özelliklerini yansıtmakla beraber, kurucu kabul edilen hukukçunun görüşleri çerçevesinde şekillenmekteydi. Fıkhın tedvin edilmesi bu dönemin diğer bir önemli özelliğidir.
Mezhep Merkezli Dönem: Hukuki faaliyetin mezhep yapılanması içerisinde sürdüğü bu dönem kimi yazarlarca “taklid dönemi” olarak adlandırılmaktadır. Taklid, usul terminolojisinde “delilini bilmeksizin bir başkasının görüşüyle amel etmek” anlamında kullanılmaktadır.
Bu dönemi de kendi içerisinde ikiye ayıranlar vardır: Hicri IV. asrın ortalarından Bağdad’ın Moğollar tarafından ele geçirilmesine (1258) kadar olan dönem ve Bağdad’ın düşüşünden Mecelle’nin hazırlanışına (1869) kadar olan dönem.
Bu dönemin İslam hukuk tarihi açısından en bariz vasfı, hukuki faaliyetlerin artık mezhep yapılanmaları çerçevesinde sürdürüleceğinin tüm toplum tarafından benimsenmiş olmasıdır. Diğer bir ifadeyle mevcut geleneklerden bağımsız bir ictihad faaliyeti muteber kabul edilmemiştir. Bu olguyu “ictihad kapısının kapanması” şeklinde ifade edenler de vardır. Burada kastedilen “mutlak ictihad”tır.
Müctehid imamlar döneminin akabinde mezhep yapılanmasının yaygınlaşmasını ve yerleşmesini sağlayan faktörleri şöyle sıralamak mümkündür.
- Hukukta istikrar ihtiyacı önemli ölçüde kendini hissettiriyordu. İslam hukukunun doğuş sürecinde ictihad faaliyeti önemli bir rol oynamakla beraber, artık olgunlaşma dönemine gelindiği IV. asırda istikrar ve hukuk güvenliği arayışı ön plana çıkmıştı. Mezhep yapılanması da bu ihtiyacı kısmen karşılamıştır.
- Kurucu hukukçuların öğrencilerinin, hocalarının görüşlerini sistemleştirme ve yaymadaki gayretleri de ekolleşmeyi hızlandırmıştır.
- Yetişkin talebelerin hocalarının görüşlerini yayma faaliyetleri çerçevesinde tedvin hareketinin rolü önem taşımaktadır.
Mezhep Merkezli Dönemin Temel Özellikleri:
- Mezhep merkezli dönemde yazılan eserler genelde, İslam hukukunun mezhebin görüşleri çerçevesinde ele alınması, ulaşılan hükümlerin temellendirilmesi gayesine yöneliktir. Bu eserlerde mezhebin kurucu hukukçularının ictihad ve yorumları sistemleştirilmiş, bunlardan bir takım genel kurallar çıkarılmış, bu kurallar ışığında da birçok yeni mesele hükme bağlanmıştır (tahrîc). Hükümlerin ayrıntılı olarak ele alındığı, metodolojik temellendirmelere yer verilen hacimli kitapların yanında, mezhebin doktrinini özetleme gayesi güden metin ya da muhtasar adıyla anılan el kitapları da dönemin ürünüdür. Hukuk araştırmalarında günümüzde de değeri ifade edilen Mebsût, Mecmû, Muğnî gibi eserler de şerh formunda kaleme alınmış birer çalışmadır.
- Bu dönemde, karşı karşıya kalınan somut meselelerle ilgili üretilen çözümleri bir araya getiren fetâvâ, nevâzil ya da vâkıât türü eserler önemli bir yekün tutmaktadır. Yaygın kanaatin aksine ilgili literatür, mezhep merkezli dönemde de hukuki faaliyetin durmadığını, birçok yeni olayın mezhep içi ictihad metotlarıyla çözüldüğünü göstermektedir.
- Dönemin bir diğer özelliği olarak, hukuki alanda kendisini gösteren örfî hukuk ve kanunname geleneği dikkat çekmektedir. Özellikle Osmanlı uygulamasında hukuk sisteminin, fıkıh doktrinine dayalı şer’î hukuk ile hükümdarın iradesiyle pozitif hukuk kuralı niteliğini kazanan örfî hukuk üzerine oturduğu görülmektedir. Örfi hukuk çerçevesinde ortaya konan kânunnâmeler içerisinde Fatih’in (ö. 1481) idari düzenlemeleri içeren kanunnâmesi ile, Yavuz (ö. 1520) ve Kanuni (ö. 1566) dönemlerinde düzenlenen ceza hukuku içerikli kânunnâmeler ilk akla gelen örneklerdir.
Kanunlaştırma Hareketleri ve Yeni Dönem
İslam hukuk tarihi literatüründe bu dönemin Mecelle’nin hazırlanışı ile başladığı ve günümüzde de sürdüğü ifade edilmektedir. “Canlanma” ve “uyanış” dönemi adı da verilmektedir. Bu yaklaşımın gerekçesi, kanunlaştırma hareketleri ile birlikte hukuki faaliyetin bir mezhebin görüşleri ile sınırlı olamayacağı, dört mezhebin görüşlerinden, hatta dört mezhep dışında kalan müctehidlerin ve ekollerin görüşlerinden de istifade edilebileceği düşüncesinin yerleşmesidir.
Kısa adıyla Mecelle olarak bilinen Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye 1869-1876 yılları arasında hazırlanmış, 1851 maddelik bir kanundur. Esas itibarıyla eşya, borçlar ve yargılama hukukuyla ilgili kısımları kapsamaktadır. İslam hukukunda kanunlaştırma hareketinin ilk örneğidir. Mecelle’nin hazırlanışını, şeklen de olsa, hukukta Batılılaşmanın başlangıcı olarak niteleyenler mevcuttur.
Mecelle’nin akabinde İslam hukukuna dayalı ikinci bir kanun olarak 1917 yılında yürürlüğe giren Hukuk-ı Aile Kararnamesi verilebilir.
Günümüzde mezhep içi yöntemlerle yeni meselelere çözüm getirebilme imkân ve geleneğinin önemli ölçüde işlevini yitirmiş olması, fıkıh üretebilme imkânlarında da bir kısıtlılığa yol açmıştır.
Ülkemizde 1926 yılından itibaren İslam hukukunun hukuki/kazâî bir niteliği bulunmayıp, fertlerin kişisel tercihlerine bağlı olarak dinî/diyânî bir itibarı söz konusudur.