Ekonominin Güncel Sorunları Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
Ekonomik Büyüme, Sürdürülebilir Büyüme ve Ekonomik Kalkınma
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Toplumların nasıl gelişmekte olduğuna dair hangi görüşler bulunmaktadır?
Kalkınma kavramı modernleşme, sanayileşme, Avrupalılaşma, büyüme, ilerleme, uygarlaşma, batılılaşma vb. kavramlarla eş değer kullanılmaya başlamasından çok daha önce, toplumların nasıl gelişmekte olduklarına ilişkin iki farklı görüş iki bakış açısı görürüz. Bunlar, toplumların düzenliliklerini, sürekliliklerini ve dengelerini temele alan yaklaşımlar ile (M. Weber ve E. Durkheim’inki gibi) toplumların çatışma odaklarını temele alan ve gelişmenin çatışmacı yaklaşımını ilerlemenin odağına koyan (Karl Marx) görüşlerdir.
Emile Durkheim'in toplumların gelişimiyle ilgili görüşleri nelerdir?
Emile Durkheim (1858-1917), toplumların evrimsel değişmelerini uzun dönemli dönüşümleri ile ilgili olarak ‘dayanışma ve iş bölümü’ kavramlarını ortaya atmıştır: Ona göre evrimleşme arttıkça toplumlarda dayanışmanın farklı biçimleri işlemeye başlayacak bu da iş bölümünü yoğunlaştıracaktır. Durkheim, Tonnies’i izleyerek, toplumların cemaat/topluluk (gemeinschaft) ve toplum (gesselschaft) aşamalarından geçtiğini belirtir. Ona göre topluluk aşaması köy, kabile, aile gibi küçük nüfuslu ve dar organizasyonlu birimlerdir, hukuk sistemleri cezalandırıcı hukuk, ilişkiler biçimi ise biz’ci ve dayanışma ağları mekanik bir sosyal yapıdır. Topluluk inançlar ve din ile yönetilir ve kişisel ilişkilerden ziyade ortak topluluk çıkarı öne çıkarılır. Aksine toplum yapısında rasyonel, akılcı, ben çıkarının baskın olduğu, hukuk sisteminin telafi edici hukuk olduğu ve dayanışma örüntülerinin de bu rasyonaliteye dayandığı organik bir dayanışma esastır.
Max Weber sanayi toplumlarının yapısını nasıl ele almıştır?
Weber sanayi toplumlarının yapısını diğer toplumlarla karşılaştırarak, gelişimin odağına rasyonel düşünce ve rasyonel aklı koyan ilk sosyologdur. Modernleşme kuramlarını başlatıcı olan bu görüşe göre toplumlar teolojik ve metafizik eylem ve düşünce evrelerinden geçerek rasyonel düşünce, yönetim ve birikime sahip olurlar.
Karl Marx toplumun sorunlarının sebebi olarak neyi ele alır?
Marx’a göre bu çürümenin temelinde insanın aklı ya da rasyonalitesi değil, aksine üretim ilişkilerinin ve bölüşümün adaletsizliği ve temel olarak da mülkiyet ilişkilerinin yarattığı çatışma vardır. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanla olmayanın bölüşüm eşitsizliği ve artı-üründen alınan payın adaletsizliği Marx’a göre, bu sistemin (kapitalizmin) sonunu da getirecektir.
Sosyologların ve antropologların modernizmi ele alış şekli nasıl değişiklik gösterir?
Marx, Durkheim ve Weber gibi sosyologlar bir yandan gelişmenin itici gücü üzerinde yoğunlaşırlarken (modernite), öte yandan çeşitli sosyal bilimciler de (özellikle Antropologlar) modernleşmeci yaklaşımların temelini oluşturacak şekilde, gelişmemiş insan topluluklarının (işlevselci Antropolojiye göre ilkel) çeşitli özelliklerini anlamaya ve yorumlamaya çalışmaktaydılar. T. Asad’ın adlandırmasıyla ‘Sömürgeciliğin keşif kolu” görevini yapan Antropoloji, ‘uygar’ın tanımını Kıta Avrupa’sındaki toplumlara göre sınıflayarak, ‘ilkel’i anlamaya çalışıyordu: Buna göre, bir kere bu ilkeller, medeni değillerdi. Giysi, davranış, alış veriş, para ekonomisi, aile ve evlilik ilişkileri gibi beşerî kalıpların yanı sıra; birikim, çalışma, iş gibi iktisadi kalıpları da ya bilmiyorlardı, ya da uygulamaktan acizdiler
19.yy'da modernizmle ilgili hangi iki yaklaşımdan söz edilebilir?
Bu dönemde iki temel yaklaşımdan söz edilebilir:
• Modernist yaklaşımın temelini oluşturan İşlevselcilik ve Gelişme Kuramı ile
• Karşısında yer alarak Marx’ın kuramını izleyen Bağımlılık Okulu ve bu kuramların çeşitli eleştirileri.
Bhagwati and Krueger ekonomik gelişmeyi büyümeye endeksleyen yaklaşıma göre büyüme hangi faktörlere bağlıydı?
Büyüme düşük verimlilik, geleneksel teknoloji, düşük kârlılık ve çoğunluğu oluşturan
birincil sektör mallardan kaçınarak yüksek kârlılığa, yüksek verimliliğe, modern ve özellikle endüstriyel üretime yönelik olarak üretim faktörlerinin sistematik biçimde yenilenmesine dayanmaktaydı.
Geleneksel İktisadi Kalkınma kuramlarını izleyen Modernleşmeci ve İşlevselci kuramların en önemli vurgusu nedir?
Geleneksel İktisadi Kalkınma kuramlarını izleyen Modernleşmeci ve İşlevselci kuramların en önemli vurgusu, kalkınmanın planlı ve ulusal bir ölçekte yapılması gereğidir. Modernleşme kuramı, endüstri toplumu kuramı ile yakından ilişkilidir. Sanayileşmenin temelde özgürlük sağlayan, ilerlemeci bir güç olduğunu ve dolayısıyla Batı toplumlarının az gelişmiş toplumlar için izlenecek bir model olduğunu kabul eder. Bu açıklamadan iki sonuca ulaşmaktayız;
a. Üçüncü dünya ülkeleri endüstri dönüşümünün sarsıcı etkilerini beklemektedirler ve sadece az gelişmiş değil, gelişmemiş toplumlardır.
b. Bu toplumlar, endüstri toplumunun geçtiği yollardan ilerleyerek onların başarılarını kazanmak zorundadırlar
Modernleşmeyi Anthony D.Smith hangi başlıklar altında ele alır?
Modernleşmeyi Anthony D.Smith, üç başlık altında ele alır: “Bir toplumsal değişme süreci veya kuramsal yer ve zaman boyutunda evrensel olan veya bu tür süreçler toplamı” olarak modernleşme; genellikle Rönesans ve Reform’a kadar geri götürülen, “laikleşme ve kapitalizmin doğuşu ile ayırt edilen” tarihsel bir deneyim olarak modernleşme; “gelişmekte olan ülkelerin liderleri veya elitlerince izlenen bir seri politikalar”ı niteleyen bir kavram olarak modernleşme.
Dünya Bankası’nın 2010 yılı itibarıyla dünya ülkelerinin gelir düzeyini temel alarak yaptığı gruplandırma nasıldır?
Dünya Bankası’nın 2010 yılı itibarıyla dünya ülkelerinin gelir düzeyini temel alarak yaptığı gruplandırma şöyledir:
Düşük Gelirli Ülkeler: Kişi başına 745 dolar ve daha az GSMH’ye sahip 63 ülke.
Orta Gelirli Ülkeler: Kişi başına 746 dolar ile 9205 dolar arasında GSMH’ye sahip 92 ülke. Bu grup KBDG 746-2975 dolar olan 54 düşük orta gelirli ve KBDG 2975-9205 dolar olan 38 yüksek orta gelirli ülkelerden oluşmaktadır.
Yüksek Gelirli Ülkeler: Kişi başına 9205 dolardan daha fazla GSMH’ye sahip olan 52 ülke. Bu ülkelere sanayileşmiş ülkeler de denilmektedir. 23’ü OECD ülkelerinden oluşmaktadır.
Modernleşme kuramları hangi noktalarda eleştiri alırlar?
Modernleşme kuramları en çok eleştiriyi bu orientalist görüşleri nedeniyle almışlardır. Modernleşmeciler:
1. Tüm toplumların tek, benzer hatta bir örnek bir gelişme çizgisiyle gelişebileceklerine (sanayileşmiş Batı ülkelerinin yolu) duydukları kesin inanç,
2. Üstelik bu gelişmenin mümkün ve muhtemel tek gelişme yolu olduğunu kesinlikle onaylamaları,
3. Batı’da gelişme sürecinde ortaya çıkmamış olan çeşitli sosyal ev ekonomik dinamiklerin hastalık veya hiç değilse yok edilecek birer çıktı (output) olarak ele alınması,
4. Bu gelişmenin sadece sayılabilir verimlilik ölçütlerinden oluşmasını onaylamaları, sayılamayan ya da Batı ölçütlerine uymayan ölçütleri kabul etmemeleri,
5. Kalkınma ve gelişmeyi böylece evrimsel ve tek yönlü bir çizgi olarak sabitlemeleri,
6. Gelişmeyi ve beşeriyeti, idare edilebilir bir nüfusa ve sayılara indirgemeleri,
7. Gelişmenin ölçümünü, süreklilikten ziyade gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden dönemsel olarak alınan fotoğraflar arasındaki farkların karşılaştırılmasına sabitlemeleri ile eleştirilirler.
ECLA Okulu az gelişmişliğin sebebi olarak neyi ele almıştır?
ECLA Okulu Latin Amerika’nın azgelişmişliğin nedenlerini dünya ticaret sistemindeki eşitsiz ve hakça olmayan değişimde bulmuştur. Buna göre, Batı’nın gelişmiş “merkez” ülkeleri “çevre’nin az gelişmiş ülkelerinde üretilen ham ve yarı mamul maddelerini değerlerinin altında fiyatlarla alırken, bu ülkelere dış satımını yaptıkları makine ve donatım için onlardan yüksek fiyatlar istiyorlardı. Diğer bir deyişle geleneksel ekonomi kuramının serbest ticaret koşulları altında uluslararası düzeyde verimlilik artışlarının birincil mallar üreten çevre ülkeler yararına sonuçlar vereceği tezi, çevre ve merkez ülkeler arasında uzun bir dönemi kapsayan ticaret hadlerine ilişkin verilerce yalanlanıyordu. ECLA’ya göre merkez ile çevre arasındaki bu “yapısal” eşitsiz değişim ilişkilerinin temel nedeni, Ortodoks kuramın geçersiz varsayımları yanı sıra, sanayileşmiş ekonomilerin ulaştığı tekelci yapı, yani çok uluslu şirketlerdi. A.G. Frank’ın Modernleşme Okuluna şiddetle karşı çıkan çalışmalarında, özellikle bu konunun sürekli vurgulandığını ve yoğun biçimde eleştirildiğini görüyoruz.
Bağımlılık Okulu çarpık ekonomik gelişmelerinin ana nedeni olarak neyi görmüştür?
Bağımlılık Okulu, özellikle de Andre Gunder Frank ve izleyicileri, kapitalizmi, çevre formasyonların geri kalmışlığının, “çarpık” (Amin, 1977) ve “deforme olmuş” ekonomik gelişmelerinin ana nedeni olarak görmüşlerdir. Buna göre çevrede “normal” kapitalist gelişme olanaksızdır. Günümüzde artık kapitalist üretim tarzının tarihsel bakımdan ilerici olan işlevinden söz edilemez; tersine çevrede kapitalist üretim tarzının varlığı bu yapılarda geri kalmışlığı yaratmakta, yerleştirmekte ve yeniden üretmektedir. Bu teze göre, az gelişmişlik denilen olgunun gelişmesi çevre ile merkez ülkeler arasında var olan ve kısaca bağımlılık ilişkisi diyebileceğimiz bir sömürü zincirinin ürünüdür. Bu nedenle uydu (çevre) ülkelerin gelişmeleri ancak merkez ülkelerle olan ilişkilerini en aza indirdikleri dönemlerde gerçekleşebilmektedir.
Wallerstein'in Dünya Sistemi kuramı hangi maddelerle özetlenebilir?
Wallerstein’in Dünya Sistemi kuramı şöyle özetlenebilir:
• Üretim ve dolaşım tek bir organik bütünün farklı kategorilerini oluşturmaktadır ve üretimi belirleyeni dünya pazarındaki dolaşımdır.
• Çözümlemenin temel birimi dünya sistemidir. Bu sistem, merkez, yan-çevre ve çevre diye adlandırılan alt sistemlerin oluşturduğu birleşik bir kapitalist dünya ekonomisidir. Dünya sistemi gerçekte değişim ilişkilerinin belirleyici rol üstlendikleri bir dünya pazarıdır.
• Alt sistemlerde ortaya çıkan çelişkilerin kaynağı, sistemin bütününde var olan uzlaşmaz
yapıda aranmalıdır. Bu nedenle ana belirleyiciler, alt sistemlere dışsal olan güçlerdir.
• Alt sistemler değişim ilişkileri ile birbirlerine bağlanırlar. Kapitalizm kâr amacı ile pazara yönelik üretim yapılan bir sistemdir. Böylelikle dünya sistemi temelde sermayenin dolaşımı ile tanımlanmaktadır.
Bağımlılık Okulu'na yöneltilen eleştiriler hangi üç noktada toplanılabilir?
Bağımlık Okulu’na yöneltilen bu eleştirileri temel olarak üç noktada toplamak mümkündür: Bağımlılık Okulu, evrimci olmakla suçladığı Modernleşme Okulu ile birlikte yine aynı nedenle eleştirilmektedir. Modernleşmeciler, “geleneksel modern” ayrımını veri alarak yola çıkmışlardır. Bağımlılık Okulu da her iki yaklaşım da benzer biçimde çevre yapılardaki 16. yüzyıldan bu yana kapitalist üretim tarzının başat olduğu saptamasını yaptıktan sonra, bu yapılardaki üretim ilişkilerinin son 40 yıllık sürede nasıl bir evrim gösterdiğine ilişkin hiçbir açıklama getirmemişlerdir. Ayrıca Modernleşme Kuramlarını, salt içsel faktörleri ele almakla eleştiren Bağımlılık Okulu, bu durağanlık sürecinde salt dışsal faktörleri dikkate alarak; çevre ülkelerde yaşanmakta olan ve merkezin etkilerinden yarı bağımsız gerçekleştirilebilen gelişmeleri de görmezden gelmiştir.
Galbraight'e göre yoksulluk hangi alt başlıklarda sınıflandırılabilir?
1979’da Galbraight, yeni analiz ölçekleri içinde özellikle mülkiyet ve eğitim ölçütlerini ihmal edilmekte olduğuna dikkati çekiyor ve bu iki ölçütün mutlaka dikkate alınmasını öneriyordu. Ona göre yoksulluğun üç farklı kategorisi vardır:
• Sahra-altı çalışmaları yoksulluğu açıklamada en önemli göstergelerden birisi olması gereken eğitimin yoksunluğu ve kültürel zemini açıkça gözardı etmektedir. 31 Afrika ülkesinin 29’u bu nedenle Afrika’dandır.
• Latin Amerika modellemeleri açıkça görüleceği gibi sadece Latin Amerika’ya ait tezlerdir: Tarım kökenli elitlerin herhangi bir ekonomik aktiviteye bağlanmayı gerekli görmeksizin geliştirebildikleri sermaye birikimi Latin Amerika’ya özgüdür. Ancak öte yandan, bu süreç tarım mülküne sahip olmayan toplumsal grupları durağan ve yoksulluğa mahkûm hâle getirir. Galbraight, burada tarımsal mülkün ne kadar önemli olduğuna dikkati çekerek ‘yasal olarak kayıtlı olmasa dahi, bu mülkün önemli bir birikim
yarattığına’ işaret eder.
• Güney Asya’nın çok övülen modelleri ise yoksulluğu artırmada yüksek doğurganlık ve doğum oranlarının, gelirin eşitsiz dağılımı ve birikimden yeterli pay almayı nasıl beslediğini görmezden gelen modellemelerdir.
1980 sonrasında ortaya çıkan neoliberal dönüşüm sonrası hangi ahlak politikaları yürürlüğe konmaya başlanmıştır?
1980 sonrasında ortaya çıkan neoliberal dönüşüm sonrası ‘yoksul olanın, yoksulluğundan kendisinin sorumlu olduğuna ve ‘bütünün uyumunu bozmak pahasına
yoksulun desteklenmesinin optimum dengeleri bozacağı’na işaret eden; yeni sağ (neo-liberal) anlayış temelli ancak saf liberal de olamayacak kadar tutucu bir ahlak (moral) anlayışı uygulamaya koyan politikalar yürürlüğe konulmaya başlanmıştır.
1980'lerin politikaları hangi yeni kategorilerin ölçüm kapsamına girebilmesini sağladı?
1980’lerin politikaları, esas olarak iki yeni kategorinin ölçüm kapsamına girebilmesini de sağladılar: Yeni yoksulluk ve yoksunluk kavramları. Geleneksel yoksulluk olarak tanımlanan daha çok ikincil iş gücü ordusu içinde yüzer-gezer olarak çalışan ve ölçümlerini ekonomi göstergeleri ile yapabildiğimiz eski yoksulluk tiplerinin yanında, yeni ekonomik ve sosyal yapılanma ile birlikte yeni bir yoksul tipi de karşımıza çıkıyordu. Bunlar modern ekonomi tarafından dışlanan ve yoksullaşan (emekliler, dullar, hizmetler sektörünün teknoloji bilgisi dışında kaldığı için atılmış mavi ve beyaz yakalılar vb.) gruplardır.
BM programlarının yeni kavramlar üretme çabasının hedefleri nelerdir?
BM programları hızlı kitleselleşen ve son liberal uygulamalarla sınırları belirsizleşen yeni yoksulluk durumları için yeni kavramlar üretmeye çalışmaktadır. Bu programların temel hedefleri: “Mevcut Eşitsizliklerin Geriletilmesi” ve “Yeni Eşitsizliklerin Engellenmesi” , “Yeni Eşitsizlikler Yaratmama” olarak çizilmektedir
Hirst ve Thompson’un küreselleşme konusuna temel eleştiri noktaları nedir?
Hirst ve Thompson’un küreselleşme konusuna temel eleştiri noktaları; “küresel
düzlemde rekabetçi güçlerin bugünün küresel ilişkilerinde yeni bir gelişme sunduğuna ve durdurulamaz olduklarına ilişkin” iddiayı destekleyecek yeterli bulgunun olmamasıdır