İktisadi Kalkınma Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
Kalkınma Ve Sanayileşme Stratejileri
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Kalkınma iktisadı bağlamında "dengeli kalkınma" kavramıyla ifade edilen nedir?
Dengeli kalkınma, kıt kaynakların dağılımında ve kullanımında kesimler arası uyumu ve tamamlaşmaları esas alan dolayısıyla kalkınmayı “planlama” yoluyla gerçekleştirmeyi hedefleyen kalkınma şeklidir.
Kalkınma sürecinde planlama neden gereklidir?
Kalkınma sürecinde planlamanın gerekli olması, geri kalmış ekonomilerde piyasa fiyatlarının, ekonomideki görece kıtlıkları nedeniyle sosyal maliyetleri yansıtmamasından ve yeni yatırımların piyasanın sınırlılığı dolayısıyla piyasanın fiyat yapısını değiştirmesinden kaynaklanmaktadır. Yatay ve dikey bağlantıları oluşturulmadan kurulan bir endüstri, pazarın darlığı ve gelir seviyesinin düşüklüğünden dolayı ürettiği malları satamayacaktır. O halde, birbirlerinin müşterisi olacak şekilde tamamlayıcı sanayi ünitelerinin eş-zamanlı olarak kurulması gerekmektedir.
Ragnar Nurkse'a göre az gelişmiş ekonomilerde dengeli kalkınma stratejisi neden önemlidir?
Nurkse, az gelişmiş ekonomilerde dengeli kalkınma stratejisinin önemi üzerinde durmuştur. Ona göre, geri kalmış bir ekonominin yaşadığı bu durumdan çıkış için farklı endüstrilere aynı dönemde yatırım yapmak gereklidir. Farklı endüstrilere aynı anda yatırım yapılması sonucunda piyasa bütünüyle genişleyeceğinden kısır döngüden kurtulmak mümkün olacaktır. Aynı R.Rodan gibi, Nurkse de kalkınmanın “büyük itiş” ile başlatılabileceğini ve sanayileşmenin başarılabilmesi için sanayilerarası tamamlaşmanın önemine dikkat çekmiştir. Tamamlaşmaların ve böylelikle ekonomide sürekli bir büyümenin sağlanabilmesi için ekonominin çeşitli alanlarında ve aynı anda büyük yatırımlar yapılmalıdır.
Arthur Lewis'in dengeli kalkınma stratejilerine ilişkin görüşlerini açıklayınız.
Lewis, kalkınma süreci sırasında farklı sektörler arasında doğması olası darboğazlarla, kapasite fazlalıklarının yol açabileceği olumsuzlukları engellemek üzere farklı sektörlerin dengeli büyümesine ağırlık vermektedir. “Dengeli büyüme, ekonomide meydana gelebilecek kapasite fazlalıklarından ve dolayısıyla israflardan kaçınabilmek için gereklidir” görüşünü savunmuştur. Örneğin istihdama yönelik açıklamalarında Lewis, tarımdaki işgücü fazlasının sanayinin gelişimi sırasında ihtiyaç duyacağı emek olduğunu dolayısıyla emeğin fazlasının sanayi kesime aktarılıp dengenin sağlanması için güdülecek politikaların aynı zamanda ekonominin gelişimine de hizmet edeceğini savunmuştur. Bu tez ile bir bakıma “Sınırsız İşgücü Arzı”nın bulunduğu kabul edilmektedir. O’na göre tarım kesimindeki gizli işsizlik, gelişen ve büyüyen sanayi için gerekli olan bir faktör kaynağı olan emeği barındırmaktadır. Bu emeğin sanayiye taşınması ve yaratılan sermaye birikimi ve yatırımlarla kalkınma sağlanabilecektir.
Hirschmann'ın dengesiz kalkınmaya ilişkin görüşleri hangi açılardan eleştirilebilir?
Hirschman’ın yukarıda açıklanan görüşleri iki temel yönden eleştirilebilir. İlki, bilindiği gibi neredeyse tüm gelişme yolundaki ülkelerde başlangıçta yatırımların büyük bir bölümünün kamu kesimi tarafından yapıldığı bir gerçektir. Bu durum, piyasa mekanizmasının bu tip ülkelerde çalışmasını bekleyen ve kamu müdahalelerini sınırlandırılmasını isteyen Hirschman’da göz ardı edilmektedir. Söz konusu gelişme yolundaki ülkelerin yapısal koşulları – örneğin sermaye yetersizliği, pazar darlığı veya girişim isteksizliği vb.- piyasa mekanizması aksaklıklarına yol açmaktadır. Bu durumda kıt kaynakların optimal dağılımını sağlayacak mekanizma olarak “plan”, başvurulması gereken temel araç konumundadır. Tüm sanayileşme programlarının kapsamlı bir kalkınma planı çerçevesinde ele alınıp gerçekleştirilmesi gerekir. Kaldı ki, fiyat mekanizmasının tam anlamıyla çalışmamasının bir diğer nedeni de, kalkınma hamlesi için gerekli yatırımların büyük bir kısmında kamunun “sosyal fayda” ilkesine göre hareket edebilmesidir. Özellikle uzun olgunlaşma döneminin söz konusu olduğu yatırımlarda, örneğin tarımsal reform gereği tarım alanlarının işletmeye açılması, kamu eliyle toplu konut yapılması hatta eğitim veya askeri alanda gerçekleştirilecek kimi yatırımlarda fiyat sinyalleri dikkate alınmayabilir. İkinci olarak, bir kesimin diğer kesimle olan söz konusu bağları mutlaka her iki sektöründe gelişmesini zorunlu kılmaktadır. Sanayileşme ancak tarım ve ekonominin diğer alanlarında aynı zamanda birbiri ile uyumlu gelişmeler sağlanarak kurulur. Örneğin, sanayi hammaddesini tarımdan sağlarken aynı zamanda hizmet sektörü unsuru sayılabilecek gerekli yollar ya da diğer altyapı hizmetleri olmaksızın sanayici üretiminin sağlıklı bir şekilde tüketiciye ulaşması sağlanamaz.
Paul Streeten'in kalkınma hakkındaki görüşleri hangi açılardan eleştirilmiştir?
Streeten’in görüşleri bazı yönlerden eleştirilmiştir. Örneğin, onun iddia ettiğinin tersine pek çok az gelişmiş ülkede piyasanın içsel dinamizmi ya da yeni buluşlar gibi dinamik etkenlerin yetersizliği ya da hiç olmayışı bunlardan birisidir. “Dengeli gelişme içsel dinamizmden yararlanmayı önler” diyen iktisatçıya karşılık, dengeli büyüme taraftarları “başlangıçta az gelişmiş ekonomide var olmayan içsel dinamizmin dengeli büyüme sonucu ortaya çıkabileceğini” ileri sürmektedirler. “Yeni buluşlar” gerekçesi ise, onun teorisini az gelişmiş ülkelerin kapsamı dışına çıkarmaktadır, çünkü bu ülkeler henüz yeni buluşlar yaratabilecek, başka bir deyişle, teknoloji yaratma dönemine ulaşamamış ülkelerdir.
François Perroux'ya göre sanayi kuruluşlarının belirli bölgelerde toplanıp bölgesel farklılaşmaya yani kutuplaşmaya neden olmasının altında yatan unsurlar nelerdir?
• Hammaddeye yakınlık • Satış ya da tüketim merkezlerine yakınlık • Ulaşım olanaklarına (örneğin limana) yakınlık • Vasıflı işgücüne yakınlık • Altyapının var olması.
Dengesiz kalkınma teorisine göre az gelişmiş ülkelerin kalkınmasında tarıma öncelik verilmesinin istihdam üzerinde nasıl bir etkiye yol açar?
Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde istihdamın çoğunluğunun tarım kesiminde yer alması, önceliğin bu kesime verilmesi durumunda refah artışından etkilenecek olanların sayısının sanayiye oranla daha yüksek olmasına neden olacaktır. Ancak tam tersi yönde görüşler de söz konusudur. Bu tip ülkelerde genellikle tarım ve hizmetler kesimlerinin “gizli işsiz” deposu niteliğinde olması ve bu kesimlerin yapısal sınırlılıkları nedenleriyle artan nüfus için yeni istihdam yaratmanın ancak sanayi kesiminde mümkün olabileceği savunulmaktadır.
Bilgi odaklı kalkınma için öne çıkan özellikleri sıralayınız ve açıklayınız.
Bilgi odaklı kalkınma için ön plana çıkan özellikler; bilgi ve teknolojide ilerleme, kişisel becerilerde artış, gelişmeyi teşvik eden faktörler olarak ele alınabilir. Bilgi teknolojilerinin yarattığı hızlı gelişim potansiyeli ile geleneksel yapıya dayalı gelişmeyi daha kısa sürede aşmanın mümkün olduğu iddia edilmektedir. Bu noktada bilgi toplumunun bütünleşmiş gelişmeyi besleyici gücünün, sanayi toplumundakinden daha yüksek olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca, sanayi toplumunun mekanik ilişkilerine karşın, bilgi toplumunun ve bilgi üretiminin etkileri, sinerjik özellik göstermektedir. Diğer bir deyişle, sanayi toplumunda genellikle ölçeğe göre sabit getiri daha ağırlıklı iken, bilgi toplumunda birikmiş ya da sinerjik etki nedeniyle sürekli artan getiri mekanizması işleyeceğinden, daha hızlı bir gelişme süreci yaşanabilecektir. Ancak bu noktada, gelişmiş ülkelerde de aynı sinerjik etkinin işlediği unutulmamalıdır.
"Dijital uçurum" kavramını açıklayınız.
Dijital uçurum kavramı ile dijital teknolojilere sahip olan ülkeler ile sahip olmayan ülkeler arasındaki uçurumun ortaya çıkması anlatılmak istenmektedir. Özellikle teknolojik altyapıdan yoksun, sanayileşme evresine geçiş yapamamış ülkelerde, dijital dünyadan söz etmek mümkün değildir. Diğer yandan gelişmiş ekonomilerin, teknolojik altyapı avantajları ile dijital dünyaya uyum sağlamaları, gelişmekte olan ülkeler karşısında elde ettikleri üstünlüğü çok net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bilgiye dayalı kalkınma stratejileri ARGE yatırımları açısından hangi riskleri doğurmaktadır?
Bilgiye dayalı stratejide karşılaşılabilecek risklerden bazıları, Ar-Ge yatırımlarının riskleridir. Bir yandan yeni bir teknolojinin diğerini çok kısa sürede silmesi ve dolayısıyla sahip olunan pazar bilgisi, işçi yetenekleri, bilimsel ve teknik bilgi ve tedarik bilgilerinin geçersiz hale gelmesi tehdidi söz konusudur. Yine, başlatılan büyük maliyetli bir Ar-Ge projesinin başarısız olma ihtimali vardır. Ayrıca, bilginin üreticisi, sahibi ya da satıcısı olanlar bilgiden doğan pozitif dışsallıkların kendileri için olası dezavantajlarını, dışsallıklardan yararlanabilecek olanları kendi bünyeleri içine alarak yani tekelleşerek önlemektedirler. Bu durum, açıktır ki sosyal fayda ve refah açısından sakıncalıdır. Kısaca yeni yapı ekonomik, politik, kültürel, güvenlik ve etik gibi konularda da yeni sorunların doğmasına yol açmaktadır.
"İthal ikamesi" kavramını açıklayınız.
Genel ifadesiyle ithal ikamesi, toplam arz içinde ithalatın payının azaltılması ve azaltılan ithalatın yerini yerli üretimin almasıdır. Dar anlamda, ithalatı azaltmak isteğiyle ithal edilen malın yerine ikamesinin yurtiçinde üretilmesidir. Ekonomide ciddi bir değişimi simgeleyen ithal ikamesi süreci, ekonominin gelişme aşamalarından ve doğrudan kendisine yönelik düzenlemelerden etkilenebileceği gibi, kendi dışında amaçlara yönelik politika uygulamaları tarafından da uyarılabilmektedir. Dolayısıyla ithal ikamesi olgusu uygulamada birden fazla biçim alabilmekte ve farklı gelişme dinamikleri gösterebilmektedir. Buna göre, ithal ikamesi türlerini sınıflamakta ilk ayrım “doğal ve uyarılmış” ithal ikamesi süreçleri arasında yapılmaktadır.
İthal ikamesine dayalı sanayileşmenin birinci aşamasında hangi tip ürünler korunur?
İthal ikamesinin birinci aşamasında korunan “gıda ürünleri, elbise, ayakkabı, ev eşyaları” ve bunların girdileri olan “dokuma, deri ve ağaç sanayi” gibi dayanıksız tüketim malları üreten sanayilerdir. Tüketim malı ithalatına miktar kısıtlamaları ve yüksek tarifeler uygulanırken, ara malı ve yatırım malı (makine) ithalatına ise düşük tarifeler veya gümrük muafiyeti uygulanarak yerli üretime yüksek bir efektif koruma sağlanır. Bunların yanında, sanayilere düşük faizle kredi temini ve vergi muafiyetleri de tanınır. Düşük kur politikası (yerli paranın değer kazanması) ve ülkede enflasyonist bir ortamın sürdürülmesi ile bu sanayilere dolaylı olarak sübvansiyon ve koruma sağlanmış olur.
İthal ikamesine dayalı sanayileşmeye yönelimi uyaran faktörler nelerdir?
İthal ikamesine dayalı sanayileşmeyi uyaran nedenler çeşitlidir. Bunların belli başlıları: Ödemeler bilançosu güçlükleri, savaşlar, kişi başına gelirdeki artışların uyardığı efektif talep artışları ve bilinçli sanayileşme stratejileridir.
İthal ikamesine dayalı sanayileşme stratejisinin araçları nelerdir?
Geliştirilmesi istenen veya gelişmekte olan sanayi dallarının korunmasında genel araçlar şunlardır: gümrük vergileri (veya eş etkili vergiler), ithal yasakları, sübvansiyonlar.
İthal ikamesine dayalı sanayileşmenin araçlarından birisi olan sübvansiyon uygulamaları nelerdir?
İthal ikamesiyle sanayileşme stratejisi uygulayan bir ekonomide sübvansiyon uygulamaları arasında: ithalatçıya sağlanan düşük faizli kredi, ucuz enerji ve hammadde temini, yatırım indirimi, vergi muafiyeti gibi uygulamalar yer almaktadır. Bu uygulamalar, devletin özel sektörü “yönlendirici” şekilde destekleyerek, kaynak dağılımını belirli sektörlere kaydırma amacı taşımaktadır.
İthal ikamesine dayalı sanayileşme teknolojik üretimi hangi açıdan olumsuz etkileyebilir?
İthal teknolojiye bağımlılık, teknoloji üretiminde bir atılıma izin vermezken, genellikle «makina yapan makinecinin üretimi” de gündeme gelmez dolayısıyla, sanayileşme sürecinin derinleşmesi de olanaksızlaşır. Bu tür bir “ithal ikamesi” geçerliyken ara malı üreten, sınırlı da olsa donanım üreten sektör ya yoktur, ya da bu işi devlet üstlenmiş durumdadır.
İthal ikamesine dayalı sanayileşmenin ödemeler dengesini olumsuz etkileyebilmesinin sebepleri nelerdir?
İthal ikamesi, beklenenin tersine, sanayileşme sürecinde ödemeler dengesinde bir rahatlatma yaratmak yerine durumu daha da kötüleştirebilir. Bu durum iki nedenden dolayı ortaya çıkmaktadır. Birincisi, ithal ikamesi özellikle tüketim mallarının yurt içinde üretilmesine yönelik «kolay» döneminde, ara girdilere talebi büyük ölçüde artırır. Kapasiteler bir defa kurulunca bunlar için gerekli hammaddenin sürekli dışardan ithal edilmesi gerekir. Her defasında daha çok ithal girdi gerekli olurken, ithal girdiyle üretilen mallar ihracata dönük değildir. Bu mallar daha çok iç piyasaya yöneliktir ve gerekli olan dövizi sağlamamaktadır. Daha önce çeşitli nedenlerle değindiğimiz gibi bu ürünlerin dünya pazarında sürüm güçlükleri vardır ve ticaret hadleri sürekli aleyhte gelişmektedir. Bu dışa bağımlılık yanında teknolojik bağımlılıkta ikinci nedeni oluşturur. Uluslararası piyasalarda faaliyet gösteren büyük şirketler, az gelişmiş ülkelere transfer ettikleri makinaları bir mal olarak değil, sermaye olarak transfer etmeyi tercih etmektedirler. Bunlar yüksek fiyatlarla az gelişmiş ülkelere geçmektedir.
"İhracat ikamesi" kavramını açıklayınız.
Toplam ihracat içinde sanayi malları payını ve ihracatı arttıracak politikaların uygulanmasına “ihracat ikamesi” denir. Tarım ürünleri ve geleneksel olmayan hammaddelerin işlenmiş ve yarı işlenmiş olarak ihraç edilebilmesi ve/veya işlenmiş ve yarı işlenmiş sınai mal ihracatının geleneksel hammadde ihracatı yerine geçmesini (ikame edilmesini) gibi uygulamaları da içinde barındıran bu terim, literatürde ihracatın öncülük ettiği büyüme (export-led growth) stratejisi veya ihracata dayalı sanayileşme stratejisi yerine kullanılabilmektedir.
İhracata dayalı sanayileşme stratejisinin araçları nelerdir?
Döviz kuru politikası, ihracatta vergi iadesi, ihracat kredisi, ihracat sigortası, ulaşım kolaylıkları ve alt yapının tamamlanması ve son olarak ithalatta liberasyon.