Sanayi Ekonomisi Dersi 1. Ünite Özet
Ekonomik Organizasyon
- Özet
Endüstri ve Piyasa
Serbest piyasa ekonomisi, kaynak dağılımını etkileyen kararların önemli bir kısmının bireysel hane halkları ve kamu dışında yer alan özel firmalar tarafından alındığı ekonomilerdir. Serbest piyasa ekonomisine özel girişim ekonomisi de diyebiliriz. Çünkü serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu ülkelerde, örneğin AB ülkelerinde ve ABD’de, bireylere ait olan ve bu bireylerce yönetilen firmalar yani özel girişim, ekonomik faaliyeti belirlemede anahtar rol oynamaktadır.
Nitekim serbest piyasa ekonomisinin bir bütün olarak gösterdiği başarı, başka bir deyişle istihdam sağlamada, malların üretiminde ve gelirin dağılımında gösterilen başarı, firmaların gösterdikleri başarı ile yakından ilgili olmaktadır. Ekonomilerde firma başarısı adını verebileceğimiz, firmaların davranışları ve bu davranışların yol açtığı sonuçlar tüm toplum refahını doğrudan etkilemektedir.
Birbirlerine yakın ikame malları üreten firmalardan oluşan her alt grup birbiri ile doğrudan rekabet eden satıcı gruplarını oluşturmakta ve bu alt gruplara endüstri adı verilmektedir. Başka bir deyişle ortak alıcı grubuna hitap eden ve yakın ikame malları üreten satıcılar grubuna endüstri denilmektedir. Bir ekonomiye girişim ekonomisi veya serbest piyasa ekonomisi adının verilebilmesi için bu ekonominin tamamının veya herhangi bir sektörünün çok sayıda endüstriden oluşması gerekmektedir.
Firmalar çeşitli endüstriler altında gruplandırılmaktadır. Endüstriler ise piyasa ile ilgili tahminlerde bulunmak için deney yapmaya uygun örnekleri oluşturmaktadırlar. Firmaların endüstriler hâlinde gruplandırılmasında belli başlı üç kriter kullanılmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: i. Yapılan işin yöntemi ii. Kullanılan temel ham madde iii. Üretilen mallar ya da sağlanan hizmetler.
Ancak, bir ekonomide üretilen çıktıların sayısının milyonlara ulaşması, bunlar üretilirken kullanılan binlerce üretim yöntemi ve binlerce çeşit ham madde göz önüne alındığında bir endüstrinin tanımlanmasının hiç de kolay olmadığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Arçelik firması, elektrikli alet üreticisi olarak mı yoksa ev aletleri üreticisi olarak mı tanımlanmalıdır? Öte yandan birkaç farklı ürün üreten bir Konglomer (Holding şeklindeki birleşmeler) hangi gruba dahil edilmelidir? Hangi ürünler aynı kategori altında toplanmalıdır? Neyin nereye dahil edileceğine karar verilmesi, ürünlerin birbirlerini ikame etme dereceleri ile ilgili detaylı bir çalışmayı gerektirmektedir.
Çeşitli ülkelerde bu görev bazı kamu kuruluşlarınca gerçekleştirilmektedir. Örneğin ABD’de, Federal Hükümetin Bütçe Dairesi, endüstri içindeki faaliyetlerin tanımlanmasında yardımcı olan Standart Endüstri Sınıflandırma kodu hazırlamıştır. Standart Endüstri Sınıflandırma, (Standard Industrial Classification-SIC), kodu firmaların ana faaliyet alanlarını belirlemek amacıyla oluşturulan 4-rakamlı bir kodlama sistemidir. Bu sınıflandırma ekonomik faaliyetlerin tamamını kapsamaktadır. 1930’lu yıllarda ilk defa kullanıma başlanan bu sistem zamanla ihtiyaca göre revize edilmiş ve en son 1987 yılında son şeklini almıştır. Dört rakamdan oluşan SIC kodunun ilk iki rakamı ana endüstri gurubunu, üçüncü rakam endüstri gurubunu ve dördüncü rakam da endüstriyi tanımlar.
Standart Endüstri Sınıflandırma (SIC) kod sistemi sürekli genişleyen ürün ve hizmet yelpazesini tam olarak temsil etmekte yetersiz kaldığı için 1997 yılından itibaren yerini daha da geliştirilmiş bir sistem olan Kuzey Amerika Endüstri Sınıflandırma Sistemi (North Amerikan Industry Classification System-NAICS) koduna bırakmıştır. Bu yeni 6-rakamlı kodlama sistemi aslında yeni endüstrileri ve üretim aşamalarını da sınıflandırabilen ve Meksika, A.B.D. ve Kanada’dan oluşan Kuzey Amerika ülkelerinin üçünde de ortak olarak kullanılan yeni bir SIC kodu türüdür.
ABD’de endüstrilerin sınıflandırılmasında kullanılan bir başka kaynağı Nüfus Dairesinin topladığı veriler oluşturmaktadır. Burada endüstri bir ticaret dalı olarak kabul edilmekte, benzer malları üreten ya da benzer üretim yöntemlerini kullanan firmalar grubu olarak tanımlanmaktadır. İmalat sanayinde bu verilerle yapılan sınıflandırma ile 450 endüstri dalı imalat sanayi başlığı altında toplanmıştır.
Türkiye’de ise endüstrilerin belirlenmesinde Türkiye İstatistik Kurumunun iktisadi faaliyetleri sınıflandırmasından yararlanmak mümkündür. Bu sınıflandırmada işyerlerinin faaliyetleri, Türkiye’nin bünyesine uydurulan “Uluslararası Standart Sanayi Sınıflandırmasına (International Standart Industrial Classification of All Economic Activities) göre sınıflandırılmıştır. Buradaki beş basamaklı sınıflandırma ABD’de kullanılan dört basamaklı sanayi sınıflandırmasına benzemektedir. Bunun dışında Ticaret Bakanlığı, DPT, Türkiye Sanayi ve Kalkınma Bankası, Sanayi Bakanlığı, Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği gibi kurumlar farklı amaçlarla endüstri kuruluşları hakkında bilgi toplamaktadır
Konglomer: Bir firmanın varlıklarının ya da kontrol gücü sağlayan hisse payının başka bir firma tarafından satın alınmasıdır. Yatay birleşmede firmalar aynı malları üretirler. Dikey birleşmede firmalardan biri diğerine ürün arz eder. Eğer firmalar tamamen ilgisiz endüstrilerde faaliyette bulunuyorlarsa konglomer bir birleşme söz konusudur.
Yapı-Davranış-Performans
Toplumsal refahın artması açısından mal ve hizmet üretenlerden ekonomik faaliyette başarılı olmaları beklenmektedir. Ekonomik faaliyetler sonucu ulaşılacak piyasa başarısının ölçümü oldukça güç bir olgu olmakla birlikte, ekonomi teorisi bize başarıyı belirleyen bazı kriterler sağlamaktadır. Ekonominin bütün olarak başarısını ölçmek istediğimizde, refah açısından ele alabileceğimiz kriterler aşağıda sıralanmıştır.
i. Ulaşılan istihdam düzeyi
ii. Üretimin etkinliği yani ulaşılan istihdam düzeyindeki toplam çıktı hacmi
iii. Çıktı ve istihdam düzeylerinde yıldan yıla istikrar
iv. Zaman içinde çıktıdaki artış oranı
v. Toplam çıktının bileşimindeki değişme, alternatif malların üretilmesi
vi. Gelir dağılımı
Firma başarısının belirlenmesinde, firmalar grubunun yani piyasa yapısının önemli payı olduğu fikri iktisatçılarca geniş kabul görmektedir. Ekonomik başarının analizinde zincirin halkaları aşağıdaki gibidir:
Piyasa Yapısı › Piyasa Davranışı › Ekonomik Başarı
Piyasa Yapısı Belirleyicileri
Genellikle piyasa yapısını belirleyen nitelikler şöyle sıralanabilir.
i. Piyasadaki satıcıların birbirleri ile ilişkileri
ii. Alıcıların birbirleri ile ilişkileri
iii. Satıcılarla alıcılar arasındaki ilişkiler
iv. Piyasadaki satıcıların potansiyel satıcılarla ilişkileri.
Bu nitelikler çerçevesinde piyasa yapılarını dört gruba ayırarak inceleyebiliriz. Bunlar; rekabetçi, monopolcü rekabet, oligopolcü ve monopolcü piyasa yapılarıdır.
- Rekabetçi endüstrilerde çok sayıda alıcı ve satıcılar, belli koşullar altında hiçbir engel olmadan mübadelede bulunurlar. Çok sayıda özdeş firmaların bulunduğu rekabetçi endüstrilerde fiyat kısa dönem marjinal maliyete eşittir. Kısa dönemde firmanın ekonomik kârları pozitif veya negatif olabilir, ancak uzun dönemde sıfır olmaktadır.
- Monopolcü bir endüstride fiyat marjinal maliyetin üzerindedir. Kısa dönemde kâr pozitif veya negatif olabilir, fakat uzun dönemde kâr pozitif veya sıfırdır. Rekabetçi firmaların aksine monopolcü firma fiyatı belirleyebilir.
- Monopolcü rekabet piyasasında her bir firma sol yukarıdan sağ aşağı doğru eğimli talep eğrisi ile karşı karşıyadır ve monopolcü piyasada olduğu gibi fiyat marjinal maliyetin üzerinde belirlenir. Bir endüstrideki piyasa yapısının monopolcü rekabet olması için her firmanın aşağı doğru eğimli talep eğrisi ile karşı karşıya bulunması ve bu endüstriye girişlerin serbest olması gerekir. Girişlerin serbest olması bu tür piyasa yapısına sahip endüstriler için uzun dönemde kârın sıfır olmasına neden olur.
- Oligopolde firmalar fiyatı marjinal maliyetin üzerinde belirlerler. Uzun dönemde yeni firmaların endüstriye girişleri engellenebileceğinden kâr sıfır olmayabilir. Dolayısıyla kısa dönemde pozitif veya negatif olan kâr uzun dönemde sıfır ya da pozitiftir.
Firmaların Ekonomik Başarıları ve Etkinlik
Rekabetçi ve monopolcü piyasalarda yer alan firmaların ekonomik başarıları arasında nasıl bir fark olduğu günümüzde çok sayıda iktisatçının dikkatini çekmektedir. Yapılan birçok çalışmada rekabetçi özelliği ile tanınan ABD ekonomisinde geçen yüzyıl içinde büyük firmaların sayısının eskiye oranla arttığı tespit edilmiştir. Bu durumun başarıda azalmaya yol açıp açmadığı bugün bile tartışılmaktadır. Bu tartışmalarda ekonomik başarıyı değerlendirmek için birkaç kriter kullanılmaktadır. Bunlar esneklik, dağılımda etkinlik, teknik ilerleme ve diğer ekonomik ve politik öğelerdir.
Etkin bir ekonomide bu değişmelerin endüstrinin kapasitesine, çıktısına ve fiyat seviyelerine yansıması gerekmektedir. Her iki piyasa yapısında da bu açıdan bazı aksamalar bulunmaktadır. Monopol piyasalarda firma ekonomik değişmeye yavaş cevap vermektedir. Örneğin, talep arttıkça çıktıdaki artışın monopol fiyatları düşüreceği kaygısı ile monopolist, kapasitenin yükseltilmesini geciktirebilmektedir. Rekabetçi piyasada ise her firma yalnızca kendisi için plan yaptığından, yeni firmalar piyasaya girdikçe kârlar azalmakta, fiyatlar düşmekte ve aşırı kapasite marjinal durumdaki fabrikaların kapatılmasına yol açmaktadır. Bu bir ölçüde kaynakların israfına neden olmaktadır.
Maliyetlerin minimizasyonunda baskı azaldığında, yönetim için harcanan çabalar da azalmaktadır. Etkin yönetimin sağlanması hayli güç olduğundan, şartlar izin verdiği ölçüde kâr maksimizasyonu yerine tatmin edici bir düzeyde kâr elde etmek yönetici için yeterli olmaktadır. Ayrıca çok zaman yönetici kendi kişisel yararını maksimuma çıkarmayı tercih etmekte, bu nedenle yüksek ücret yanında, çevresini yardımcılarla ve çok sayıda astla doldurarak gereğinden fazla personel istihdam etmekte, firmasında bürokratik bir yapıya yol açabilmektedir. Bu konuda Leibenstein’ın X-etkinliği kavramını geliştirmiştir. Teknik bir tanımlama ile X-etkinliği; bir firmanın veri teknoloji ve üretim faktörü ile ürettiği mallardan birinin çıktı değerini, diğerlerinin çıktı değerlerini azaltmadan arttıramaması durumudur. Şayet diğerlerinin çıktı değerini azaltmadan bir malın çıktı değerini arttıramıyorsa bu durumda X-etkinliği söz konusudur. X-etkinsizliği de firma maliyetlerinin, etkin çalışma sonucu ulaşılacak düzeyin daha üstünde oluşmasıdır. X etkinsizliğine neden olan, istikrarsızlık, enflasyon ve reklam gibi unsurlardan kaynaklanan israflar daha çok oligopol şartlarında ortaya çıkmaktadır.
Genelde oligopolcü firmalar, ekonominin genişleme dönemlerinde fiyat yükseltme, daralma dönemlerinde ise aralarında gizli anlaşmalara dayanarak çıktıyı sınırlama ve fiyatları sabit tutma eğilimine sahiptirler. Bu fiyat katılıkları üretimde ve istihdamda büyük dalgalanmalara neden olmakta ve istikrarsızlığın kaynağını oluşturmaktadır. Oligopolcü firmaların fiyat indiriminden kaçınmaları, endüstri talep eğrisinin esnek olmayışı ile açıklanır. Yani talep esnek değilse fiyat indiriminden kaynaklanacak üretim artışının büyük olamayacağı, dolayısıyla fiyat indirimine gitmenin gereksiz olduğu düşünülür. Sonuçta, yoğunlaşmış piyasa yapılarında firmaların fiyat belirleme gücüne sahip olmaları gerek fazladan kaynak kullanımına (çünkü firma eski fiyatları değiştirmede küçük de olsa maliyete katlanmak durumundadır) yol açmakta gerekse konjonktürel dalgalanmalara neden olmaktadır. Bu olumsuz gelişmeler istikrarsızlık yaratmakta, etkinlik kayıplarına bağlı olarak ekonomik performansı olumsuz yönde etkileyebilmektedir
Piyasa Yapısı ve Ekonomik Başarı
Ekonomistlerin çoğu Adam Smith’den beri kaynak dağılımı konusunda büyük firmalara şüphe ile bakmaktadırlar. Smith ve sonraki iktisatçıların öğretileri monopolistin ürettiği mala, genellikle aynı mallar için rekabet piyasasında oluşan fiyatın üzerinde bir fiyat saptadıkları doğrultusundadır. Tekelleşme, genellikle tüketicilerin o malla ilgili tüketimlerini kısmalarına neden olmaktadır. Buna bağlı olarak bu endüstride kullanılması gereken kaynaklar diğer malların üretimine kaymaktadır. Sonuç olarak tekele konu olan mallar tam rekabet altında üretilebilecek olandan daha az üretilmektedir. Ekonomistlerin isteği tüm mal fiyatlarının, ilave bir birimin fiyatı, malın üretimi için gereken ek maliyete eşit olacak şekilde belirlenmesidir. Ancak bu şekilde tüketicilerin piyasadaki alımları, üretim olanaklarının doğru yönde kullanımında yardımcı olmaktadır. O hâlde geleneksel görüşe göre ekonomik gücün yoğunlaşması kaynak dağılımını bozduğundan insan ihtiyaçlarının giderilmesinde ekonominin başarısını azaltmaktadır. Bu nedenle ekonomistler pek çok endüstride rekabetin kırılmasını, serbest piyasa mekanizmasının etkin işleyişine en büyük darbe olarak görmektedirler. Gücün yoğunlaşmasının politik ve sosyal sonuçlarına ek olarak sözünü ettiğimiz bu nedenden dolayı da bazı ekonomistler geleneksel biçimde antitröst yasalarla firmaların çok büyümesinin engellenmesinde ısrar etmektedirler.
Antitröst yasalar: Firmaların tekelci güç kazanmalarını ve uygulamalarını engellemeye çalışan yasalar.
Bu görüşlerin karşısında ise Schumpeter ve aynı görüşü paylaşan ekonomistler tarafından yapılan tartışmalar yer almaktadır. Joseph Schumpeter’e göre yanlış kaynak kullanımının yol açtığı statik etkinsizliğin nisbi önemi, yenilikten kaynaklanan (yeni teknoloji, yeni mallar, yeni organizasyon) rekabetten daha düşüktür. Bu açıdan detaylar incelendiğinde, terazi serbest rekabetçi küçük firmalardan daha çok büyükler tarafında ağır basmaktadır. Schumpeter, öncelikle monopol gücünün gözde çok büyütüldüğünü ileri sürmektedir. Teknik değişme o kadar hızlıdır ki yaratıcı kıyım monopol durumunu çok zaman bozabilmekte veya en azından tehdit etmektedir. Bu görüşü destekleyen birçok olay geçmişte yaşanmıştır. Son yıllara ait veriler monopol gücüne sahip iken rekabet sonucu silinen pek çok örnek ile doludur. Schumpeter’le aynı fikirde olan Kenneth Galbraith, birkaç büyük işletmeden oluşan modern bir endüstrinin teknik değişim açısından en uygun ortam olduğunu savunmaktadır. Richard Nelson, Merton Peck, Edward Kalachek gibi iktisatçılar da, Schumpeter-Galbraith tezine karşı çıkmakta ve yapılan birçok çalışmadaki bulguların büyük firma ile teknolojik gelişmeyi özdeşleştirmediğini ileri sürmektedirler.
Piyasa Yapısı-Ekonomik Başarı İlişkisinde Kullanılan Modeller
Yoğunlaşma, ekonomik kaynak ve faaliyetler toplamının büyük bir yüzdesinin, bu toplama sahip olan veya kontrol eden birimlerin küçük bir yüzdesi veya birkaç tanesi tarafından kontrol edilmesi veya sahiplenilmesidir. Yoğunlaşmanın ekonomik etkilerinin belirlenmesi amacı ile gelişmiş batı ekonomilerinde pek çok ampirik araştırma yapılmaktadır. Bu amaçla geliştirilen modeller yoğunlaşma düzeyinin sosyal ve özellikle ekonomik ortam üzerindeki etkilerini; yoğunlaşma-kapasite kullanımı, yoğunlaşma-ücretler, yoğunlaşma-teknolojik gelişme, yoğunlaşma-fiyatlar ve yoğunlaşma-kârlılık ilişkileri çerçevesinde incelemektedir.
Yoğunlaşma ve Kapasite Kullanımı
Endüstriyel ekonomi alanında, ekonomik yapı - ekonomik başarı ilişkisinin ortaya konması amacı ile yapılan çalışmalarda bir başarı kriteri olan kapasite kullanımı ile yapının belirlenmesinde kullanılan yoğunlaşma derecesi arasındaki ilişki, üzerinde çok az durulan bir konudur. Bunun nedeni bir başka başarı kriteri olan ve pek çok çalışmanın konusu olan kârlılık ve yoğunlaşma arasındaki ilişkinin aynı zamanda kapasite ve yoğunlaşma ilişkisine de cevap verdiğinin varsayılmasıdır. Bu varsayıma göre normalüstü kârlar eksik kapasiteyi de beraberinde getirmektedir. Oysa bu varsayım her zaman geçerli değildir. Örneğin kısa dönemde tam rekabet piyasasında bile tam kapasitede normalüstü kârlar gözükebilmektedir.
Yoğunlaşma ve kapasite kullanımı arasındaki ilişkileri araştıran sınırlı sayıdaki ampirik çalışmalardan biri Güney Kore Ekonomisine aittir. Tam, 49 sektörde 1967-1969 dönemi için yoğunlaşmış ve yoğunlaşmamış sektörlerde ortalama kapasite kullanım oranlarını karşılaştırmaktadır. Ulaşılan sonuçlara göre yoğunlaşma oranının yüzde 70’in altında olduğu sanayilerde kapasite kullanım oranı düzenli olarak yükselmektedir. Yani yoğunlaşma oranı ve kapasite kullanım oranı arasında ters yönlü fonksiyonel bir ilişki bulunmaktadır. Yoğunlaşma yükseldikçe kapasite kullanım oranı düşmekte yoğunlaşma azaldıkça kapasite kullanım oranı artmaktadır.
Yoğunlaşma ve Ücretler
Endüstriler arası ücret farklılıklarını açıklamak için iktisat teorisinde iki temel yaklaşım bulunmaktadır. Bunlardan ilki endüstriler arası ücret farklılıklarını, bu endüstrilerde çalışan işçilerin farklı özelliklerine ve daha spesifik olarak bu işçilerin üretkenliklerinin farklı olmasına bağlamaktadır. Bu modelde ücret farklılıkları işçinin farklı niteliklerinden kaynaklanmaktadır. İkinci yaklaşım ise endüstriler arası ücret farklılıklarını, endüstrilerin piyasa yapısına ve işçinin pazarlık gücüne bağlamaktadır. İkinci yaklaşımın bir sonucu olarak ücretlerin ne yönde gelişeceği sınai yapı-başarı çevresinde test edilmesi gereken bir hipotez olarak ortaya çıkmaktadır.
Yoğunlaşma düzeyi yüksek sektörlerde ücretlerin de yüksek olduğu iddia edilmektedir. Bunun nedenlerinden biri işverenin toplumun hoşgörüsünü kazanmak, devleti karşısına almamak amacı ile yüksek kârların bir kısmını işçilerle paylaşmaya razı olacakları düşünülmektedir. Diğer bir neden de yüksek ücretlerin piyasaya yeni girecek firmalar için önemli bir giriş engeli yaratacağı düşünülürse bu paylaşımın işverenler tarafından kolayca kabul edileceği ileri sürülmektedir.
Ataman Aksoy, 1971 yılına ait ücret ve yoğunlaşma oranı verileri ile 87 endüstri için yapmış olduğu araştırmada Batı’da gözlenen yoğunlaşma-ücret ilişkisinin Türkiye içinde geçerli olduğunu kanıtlamıştır. Bu araştırmanın bulgularına göre yoğunlaşmanın yüksek olduğu endüstrilerde aynı beceri düzeyindeki işçiler daha yüksek ücret almaktadırlar. Dolayısıyla firmaların tekelci gücünden doğan kârların bir kısmı işçilerle paylaşılmaktadır.
Yoğunlaşma ve Teknolojik Gelişme
Yoğunlaşma ve teknolojik gelişmenin ilişkilendirildiği modellerden Hart ve Clarke’ın İngiliz sanayi için yapmış olduğu çalışmada yoğunlaşma, teknik etkinliğin bir ölçüsü olan iş gücü verimliliği ile ilişkilendirilmektedir. Analizin başlangıç hipotezi şöyle formüle edilmektedir. Yüksek derecede yoğunlaşmış sektörlerde büyük firmalar, içinde bulundukları durumdan hoşnut olduklarından, piyasa paylarını arttırmak ve etkinliklerini yükseltmek için kendilerini zorlamamaktadırlar. Bu durumda yüksek derecede yoğunlaşmış sanayilerin, rekabetçi sanayilere göre daha az etkin olmaları beklenmektedir. Ancak analiz sonunda beklenenin tersine iş gücü verimliliği ile yoğunlaşma arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur.
Yoğunlaşma ve Fiyatlar
Yoğunlaşma ve fiyatların ilişkilendirildiği ampirik çalışmalar için ekonometrik modellerin kurulması oldukça zordur. Bu zorluk pek çok farklı güç tarafından belirlenen fiyatlar üzerinde tek bir yoğunlaşma değişkeninin etkisinin belirlenmesinden kaynaklanmaktadır. Soruna mutlak fiyat düzeyleri açısından yaklaşmak teori olarak olanaksızdır. Çünkü özellikle yatay kesit analizlerinde farklı sektörlerde fiyat düzeylerinin mutlak olarak karşılaştırılması anlamsızdır. Bu durumda yoğunlaşma ile fiyatlar arasındaki ilişki ancak fiyat değişkenindeki değişmeler cinsinden ifade edildiği zaman anlamlıdır ve ölçülebilir. Böyle bir ampirik model gerçekte yoğunlaşmanın enflasyon üzerindeki etkisini ölçmektedir. Hart ve Clarke’ın yoğunlaşmanın, fiyat değişmeleri üzerindeki etkisini ölçmek amacı ile kurdukları regresyon modelinde yoğunlaşma düzeyindeki oransal değişme yanında ücretlerdeki ortalama oransal değişme, iş gücü verimliliği ve diğer maliyet unsurları açıklayıcı değişkenler olarak yer almaktadır. 121 sanayide yapılan analizin sonunda yoğunlaşma oranlarındaki değişmenin, fiyat değişmeleri üzerindeki etkisi pozitif fakat modelde içerilen ve yukarıda bahsi geçen diğer üç değişkenden daha düşük çıkmaktadır. Sonuç olarak, bu analize göre yüksek yoğunlaşma düzeylerinin söz konusu olduğu sanayilerde yüksek fiyat artışlarının söz konusu olacağı hipotezini destekleyen bulgulara ulaşılamamıştır.
Yoğunlaşma ve Kârlılık
Ekonomi teorisinde kârlılık ile yoğunlaşma oranları endüstri bazında incelendiğinde, bunların arasında pozitif bir ilişki olduğuna dair kuvvetli iddialar bulunmaktadır. Bilindiği gibi yoğunlaşma oranları oligopolistik yapının derecesini yansıtmaktadır. Oligopolistlerin ortak kârlarını maksimize etmek amacı ile anlaştıkları hipotezi kabul edilecek olursa kârlılık ve yoğunlaşma oranı arasındaki pozitif ilişki ortaya çıkmaktadır.
Kârlılık ve yoğunlaşma oranını ilişkilendiren ilk çalışma Bain tarafından yayınlanmıştır. Konu ile ilgili tartışmalar Bain’in öncü katkıları ve G.J. Stigler ve diğerlerinin çalışmaları etrafında toplanmaktadır.
Bain “Barriers to New Competition” adlı kitabında yüksek kârlılığın sadece yüksek yoğunlaşma ile bağdaştırılmaması gerektiğini savunmuş ve yüksek kârların endüstri içindeki firmaların giriş engelleri ile korunabildiği ölçüde ortaya çıktığını ileri sürmüştür.
D. Kammerschen, K. George, L. Weiss ve H. Levinson, ABD ekonomisinde Bain’in çizgisini takip eden araştırmalar yapmışlardır. ABD ekonomisi ile ilgili bu çalışmalardan çıkan sonuç şudur. Yoğunlaşmanın kârlılık üzerindeki etkisi test edilirken kullanılabilecek alternatif iki yol bulunmaktadır. Bunlardan ilki iki değişken arasında doğrusal bir ilişki kurarak etkinin test edilmesi diğeri ise yoğunlaşma derecesine göre gözlenen sektörleri alt gruplara ayırarak bu gruplar arasında kârlılık açısından ne gibi farklılıklar bulunduğunun ortaya konmasıdır. Bu iki yolla yapılan araştırmalarda ulaşılan ortak sonuç ise yüksek giriş engellerinin yoğunlaşmış endüstrilerin gücünü ve monopol kârı elde etme olasılıklarını arttırdığıdır.
Tekelci gücü temsil eden yoğunlaşma ile kârlılık arasında varsayılan ilişkinin sınanmasında en önemli sorun, tanımlanan değişkenlerin verilerinin bulunması olmaktadır. Bu değişkenlerin en önemlileri tekelci güç ve kârlılıktır.
Firmalarda AR-GE
Araştırma-Geliştirme (AR-GE) oldukça geniş bir kavram olup firmalarda verimliliği arttıran önemli faktörlerin başında yer almaktadır. AR-GE bilimsel araştırma, ürün geliştirme, üretim tekniklerinde yenileşme ve yönetimin gelişmesi gibi temel unsurları kapsamaktadır. AR-GE faaliyetleri ya spesifik bir şekilde laboratuarlarda yürütülmekte, ya da üretim sürecinde yaparak öğrenme (learning by doing) yöntemiyle gerçekleşmektedir. Her iki yöntemde amaçlar; üretimin etkin bir biçimde gerçekleşmesi ve yeni ürünlerin geliştirilmesidir. Firmalar rekabetçi piyasada tutunabilmek için kaliteye, müşteri isteklerine dolayısıyla AR-GE’ye büyük önem vermek zorundadırlar.
Bir firmanın üretimindeki gelişme, piyasadaki payının artışı ve verimlilik artışı genelde;
i. Emek faktörünün yeteneklerinin gelişimine
ii. Sermayenin artışına
iii. Teknolojik gelişmeye; daha iyi sermaye malının kullanımına
iv. İyi bir yönetime; mevcut kaynakların optimal kullanımına
v. Hükûmet politikalarına bağlıdır.
Firmalarda AR-GE Türleri
Yeni ürünlerin ve yöntemlerin ortaya çıkışı üç farklı şekilde olur: Bunlardan ilki icad veya buluş (invention) olup içeriği yeni bir düşünce yaratmaktır. İkinci AR-GE türü yenilik (innovation) olarak isimlendirilir, bu ise pratik kullanıma yönelik bir düşüncedir. Burada yeni üretim kolaylıkları ortaya konulur, piyasaya yeni ürün ve yöntemler sunulur. Üçüncü tür AR-GE ise taklittir, (imitation). Burada yeniliğin başkaları tarafından kopya edilmesi süreci gözlemlenir.
Araştırma Geliştirme ve Piyasa Gücü
Monopolcülerin değerli AR-GE’leri satın alacakları veya ellerinde tutacakları tartışması iki gerçeğe dayanır. Birincisi piyasa gücüne sahip bu tür firmalar rekabet baskısından korunabilme olanağı elde ederler. İkincisi ise monopolcü kârları nedeniyle pahalı AR-GE faaliyetlerini yürütebilirler. Öte yanda rekabetçi bir firmanın yöneticileri her gün için kâr marjlarını ve üretim kararlarını endişeyle izlerler ve maliyetli AR-GE uğraşılarını göze almayabilirler, hatta buna güçleri yetmeyebilir. Bu yüzden AR-GE için piyasa gücünün gerekli olduğu ileri sürülmektedir. Diğer tarafta, AR-GE tartışmalarında temel problem hiç dürtülerden (firmaları harekete geçirici teşviklerden) bahsedilmemesidir. Monopolcülerin AR-GE faaliyetlerini yürütmede net avantajlara sahip olmalarına rağmen, monopolcü firmaları bu yola teşvik edecek dürtüler mevcut değildir.
Bu tartışmalı durum farklı piyasa yapılarına göre devam etmektedir. Piyasa gücü ise bir etkinlik arayışının sonucudur. Böylece firmalar büyür ve az sayıda etkin çalışan firmalar piyasaya hâkim olur. Teknolojik gelişmeler etkin üretim ölçeğinin artmasını zorladıkça firma sayısı daha da azalır. Piyasa hâkimiyeti teknolojik rekabet yoluyla sağlanmaya çalışıldığında büyük AR-GE maliyetleri ve risklerine katlanabilecek güçlü firmalar söz sahibi olabileceklerdir. Teknolojik rekabet sürecinde belli bir piyasa gücüne sahip olma amacıyla teşvik edici bir ortamda AR-GE harcamaları arttığında firmaların piyasa gücü de artacaktır. Örneğin bilgisayar endüstrisinde, uçak sanayinde, petro-kimya sanayinde teknolojik ilerlemeler ve piyasa gücündeki artışlar birlikte gitmektedir
Firmalarda Kalite ve Standartların Gelişimi ve Verimlilik Artışının Etkileri
Kalite en sade anlamı ile kullanıma uygunluktur. Ürünün, önceden kabul edilmiş müşteri gereksinmelerini karşılama derecesi kalitesini yansıtmaktadır. Diğer bir ifade ile kalite; bir hizmet veya ürünün kullanıcı ya da tüketicilerinin, o hizmet ya da ürünün, beklenti ve ihtiyaçları karşıladığına olan inançlarının düzeyidir. Günümüzde müşteri isteklerinin giderek mükemmelliği gerektirmesi, kaynakların yerinde kullanılması zorunluluğu ve rekabetin zorlaması nedeniyle firmaları, üretim süreçlerini sadece tesiste değil, tesis dışında da yürütmek durumunda bırakmıştır. Bu yüzden, tedarikçi firmalar, müşteriler, yatırımcılar, işçiler ve toplum artık kuruluşların ayrılmaz bir parçası haline dönüşmüştür.
Çağdaş kalite yönetimi anlayışının temelindeki müşteri ihtiyaçlarının en uygun maliyetle karşılanması hedefi, muayeneye dayalı sistemin terk edilerek, üretimin her aşamasında önceden belirlenmiş olan kalite gereklerine uygun tasarım, geliştirme, üretim ve satış sonrası hizmetlerin verilmesini benimsemiştir. Bu anlayışa yönelik kalite programlarına yardımcı olmak amacıyla da standartlar geliştirilmiştir. Örneğin Uluslararası Standartlar Kurulu’nun, ISO-9000 serisi adıyla geliştirdiği standartlar günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Firmaların değişik faaliyet içeriklerine göre ISO-9000 serisi standartlar beş grup altında sistem ve belgelendirmeyi öngörmektedir. Bu gruplar;
i. ISO 9001: Tasarım/Geliştirme, Üretim, Tesis ve Hizmette Kalite Güvencesi modelidir.
ii. ISO 9002: Üretim ve tesiste kalite güvencesi modelidir.
iii. ISO 9003: Son Muayene ve Deneyler için Kalite güvencesi modelidir. Bu ürünün müşteri isteklerine uygunluğunu sadece son kontrol ve testlerle gösteren firmalara yöneliktir.
iv. ISO 9004: Kalite yönetimi; arzulanan standartları gerçekleştirmek ve ürün veya hizmetin kalitesini etkileyen faktörleri kontrol altında tutmak için organizasyonu tanımlar.
v. ISO 9005: Kalite ile ilgili temel terimleri ve tanımları içeren sözlüktür.
Kalite ve standartlardaki gelişmeler AR-GE’nin sonucudur.