Doğal Kaynaklar ve Çevre Ekonomisi Dersi 1. Ünite Özet
Doğal Kaynaklar Çevre Ve Ekonomi Kavramsal Çerçeve
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Doğal Kaynaklar Çevre ve Ekonomi: Kavramsal Çerçeve
Çevre ve doğal kaynaklar, insanın varlığını sürdürmesi için çok önemli bir unsurdur. Genel çevre tanımlaması şu şekildedir; “İnsan faaliyetleri ve canlı varlıklar üzerinde hemen ya da süre içinde dolaylı ya da dolaysız bir etkide bulunabilecek fiziksel kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belirli bir zamandaki toplamı” dır. İnsanlar dışında yer alan, canlılar, cansızlar, tarihsel ve kültürel varlıklar, fiziksel, biyolojik çevre birçok bilimin konusunu oluşturmaktadır.
Çevre kavramının boyutlarını ve sınırlarını daha belirgin bir şekilde belirlemek için basitleştirebiliriz.
Fiziksel çevre dediğimiz kavram, dünyayı ortaya koyan canlı ve cansız çevrenin bütünüdür. Tüm canlı ve cansız varlıklar biyosfer denilen dünya tabakası içinde varlıklarını sürdürmektedir.
Doğal çevre doğal etki ve güçlerin oluşturduğu, insanın oluşumuna katkıda bulunmadığı ve insan müdahalesi ile değişmeyen, insanın hazır bulduğu çevre ve doğal varlıklardır. Doğal çevre, insan, bitki, hayvan toplulukları ve hava, su, toprak, yeraltı katmanları gibi bileşenleri barındırmaktadır.
Yapay çevre insanlığın var olmasından bu yana ekonomik ve toplumsal değişim sürecinde çoğunlukla doğal çevreden yararlanılarak insan bilgi ve kültür birikimine dayalı olarak yarattığı tüm değer ve varlıklardan oluşan çevredir. Yapay çevreyi insan oluşturur ve şekillendirir.
Fiziksel bir ortam içerisinde yaşayan ve insanların ekonomik, sosyal ve siyasal sistem içinde geliştirdikleri ilişkilerin bütünü toplumsal çevreyi oluşturmaktadır. İki kişinin oluşturduğu ilişkiden başlayıp, alışveriş, eğitim, çalışma koşulları, toplumsal ilişkiyi şekillendiren ortam toplumsal çevredir.
Mekan boyutundan incelendiğinde çevre, yerelden küresele uzanan farklı mekan açısından coğrafî sınırlar ön plana çıkmaktadır. Kırsal, kentsel, yerel, bölgesel, ulusal, küresel boyutlara ayrılabilir.
İnsanların mekan üzerine yerleşme biçimleri kentsel ve kırsal olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kent ve kırın kendine ait farklı özelliklerden dolayı, nicelik ve nitelik olarak birbirinden farklılaşan yönleri de vardır. Kırsal alanda yaşayanların genellikle tarıma bağlı yaşamları vardır. Kentsel alanlarda ise, sanayi gibi toprağa dayalı olmayan uğraşı alanları vardır.
Mekan özelliğine göre; çevre yerel, bölgesel şeklinde coğrafî ölçeklerde tanımlanabildiği gibi yönetsel, siyasal ölçeklere göre de ulusal ve uluslararası şeklinde bir tanımlama yapılabilir.
Çevrenin en önemli özelliği; tüm canlı ve cansız varlıkların birbirleriyle ilişki ve etkileşim içinde olmalarıdır. Bu ekolojik sistem olgusunun temelidir. Ekosistem, “insan ve diğer canlıların (popülasyonların) bir arada uyum ve denge içinde gelişmelerini sürdürebilmeleri için gerekli ve var olan koşulların bütünü” olarak tanımlanabilir. Bu ilişki içinde dengeli, dinamik ve düzenli bir işleyiş bulunmaktadır.
İnsanın, ekolojik sistem içinde çevresiyle olan ilişkisi bağlamında iki yaklaşım söz konusudur. Birinci yaklaşım, insan ve insan refahını merkeze koyan insan merkezli yaklaşım; ikinci yaklaşım ise çevre ve çevrenin sürdürülebilirliğini merkeze koyan çevre merkezli yaklaşımdır.
Çevre tanımlaması kapsamında yer alan en önemli olgulardan biri doğadır. Herhangi bir insan müdahalesi olmadan şekillenen, gelişen varlıklar, toprak, yer üstü ve yer altı zenginlikleri, su; hava, bitkiler, hayvanlar doğayı oluşturan varlıklardır.
Yaşam kalitesi, çevre kavramı kapsamında da anılan fakat refah politikalarının önemli araçlarından olan ve çevreyi tamamlayan kavramdır. Çevre sadece doğa ile sınırlı değildir, insan ve insan refahı ile ilgili olarak toplumsal ilişkiler içinde, boş zaman geçirme, dinlenme, iş ilişkileri gibi çok önemli olguları da kapsamaktadır.
Yaşam çerçevesi çevre kavramı kapsamında anılan ve kentleşme, çerçevesi mimarlık, şehircilik anlayışında çevre ile eş anlamlı olarak düşünülen kavramdır.
Miras ya da ortak mal, çevresel öge ve varlıkların tamamını kapsayan bir kavramdır. Herkesin bir bedel ödemeden kullanabildiği bir maldır.
İnsan ihtiyaçlarını karşılayan ve insanın çevresinde bulunan ekonomik ve toplumsal amaçların gerçekleştirilmesinde kullanılan araçlara kaynak adı verilmektedir. Doğal kaynaklar, insan ihtiyaçlarını karşılayan ve doğal çevrede ortaya çıkmış ve hazır bulunan kaynaklardır.
Doğal kaynaklar, aynı zamanda ülkelerin kalkınmasında ve gelişmesinde kullanılan önemli kaynaklardır. Sanayinin başlaması ve gelişmesinde doğal kaynakların rolü büyüktür.
Kaynaklar:
- İnsan kaynakları
- Doğal kaynaklar
- Kültürel kaynaklar
olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır.
Doğal kaynaklar ise
- Yenilenemeyen kaynaklar
- Yenilenebilen kaynaklar olarak sınıflandırılmaktadır.
Yenilenemeyen kaynaklar (Tükenebilen (doğalgaz) ve tükenmeyen kaynaklar (petrol yatakları) olarak ikiye ayrılır.) doğada değişmeden sabit miktarda kalan, tüketildiği zaman yenileri olmadığı için alternatifleri olmayan kaynaklardır. Kömür, maden yatakları, mermer, kayalar, petrol bunlara örnektir.
Yenilenebilen kaynaklar ise (İnsanlar tarafınsan etkilenen kaynaklar, kritik noktası olan doğal kaynaklar, kritik noktası olmayan doğal kaynaklar olarak ayrılmaktadır.) doğal ortam koşulları içinde varlıklarını koruyabilen kaynaklardır. Bir doğal kaynağın kritik noktası, doğal kaynağın varlığını ve neslini sürdüremeyecek derecede azalması ve tükenmesi durumundaki miktarı, sayısıdır. İnsan müdahalesi doğal kaynağın kritik noktada olmasında çok etkilidir.
Doğal kaynakların genel özellikleri şu şekilde sıralanabilir;
- Doğal kaynakların bir yaşam çevresi vardır.
- Doğal kaynaklar sınırlıdır.
- Doğal kaynaklar tükenebilir ve kaliteleri bozulabilir.
- Doğal kaynakların üretim faktörleri diğer üretim faktörlerine göre daha zayıftır.
Sahip oldukları özelliklerinden dolayı doğal kaynaklarla ilgili çeşitli sorunlar vardır.
Doğal kaynaklarla ilgili genel sorunlar şunlardır;
- Doğal kaynakların üretim fonksiyonları belirli değildir.
- Doğal kaynaklar homojen değildir, birbirlerinden farklıdır.
- Doğal kaynakların iyi çalışan bir piyasası yoktur.
- Doğal kaynaklar yöreseldir, yeryüzünün farklı yerlerine farklı şekillerde dağılmıştır.
- Doğal kaynaklar ortak kullanıma açık mallardır, bu nedenle kirletilmesi kolaydır.
Doğal kaynak olarak meralardan, okyanuslardan, denizlerden, ormanlardan yabani hayvanlardan, bitki örtüsünden bireyler ve toplumlar bedelsiz ve kontrolsüz bir şekilde yararlanmaktadırlar. Bu tür kaynakları kullananların mülkiyet ve sahiplik kontrolü olmadığından dolayı kaynağı kullanan her yeni birey, diğer bireyler üzerinde ek bir maliyet yüklemektedir. Örneğin aynı gölü kullanan balıkçılara yeni balıkçılar eklendikçe balıkçı başına düşen balık sayısı azalacağı için, her göle gelen ek balıkçının diğer balıkçılara yüklediği maliyet artmaktadır.
Doğal Kaynaklar Çevre ve Ekonomi İlişkisi
Doğal kaynaklar, çevre ve ekonomi arasında karşılıklı ve birbirine bağlı bir ilişki vardır. Doğal kaynaklar ve çevre, insanın var olması ve varlığını sürdürebilmesi ve ekonomilerin var olması ve varlıklarını sürdürebilmeleri açısından kritik öneme sahiptirler.
İnsan ve doğal çevresi arasındaki ilişki var olduğu günden beri başlamıştır ve yaşamın sürdürebilirliği açısından önem taşımaktadır. İnsanın çevresiyle ilişkisi yaklaşık 10.000 yıl önce yaşanan tarım devrimi ile birlikte değişmeye başlamıştır. Sanayi Devrimi ikinci büyük değişimdir. Sanayi Devrimi ile birlikte bu ilişki, nüfusun artması, üretim, tüketim ve kömür çelik gibi yenilenemez kaynakların kullanımı ile birlikte artan ekonomik faaliyetler ve beraberinde oluşturduğu kentleşme süreçlerine bağlı olarak insanın doğal çevresi üzerindeki verdiği zararları artıran kontrolsüz bir hâle dönüşmüştür. Doğal kaynaklar ve çevre küresel bazda düşünülmeye başlanmıştır.
Günümüzde ekonomik ve ekolojik sistem içerisinde, çevre ve doğal kaynakların kıtlığı, sürdürebilirliği, korunması, doğal kaynak ve enerji krizleri ve savaşlar vb. sorunlar insanın sürdürebilirliği için üzerinde düşünülmesi ve önlem alınması gereken çok önemli konulardır.
İnsan yaşamını sürdürebilmek için bulunduğu çevreden ve doğal kaynaklardan yararlanmaktadır ve bu yüzden bunlara zarar vermektedir. Bu durumda da ekolojik sistemi ve ekonomik sistemi bozmaktadır. Ekolojik sistem içinde en büyük enerji kaynağı güneş ve diğer yenilenebilir ve yenilenemez doğal kaynaklar, ekonomik sistem içinde ise üretim için gerekli enerji ve madde ihtiyacını aktaran sistem olmaktadır. Ekonomik sistem içerisinde oluşan üretim ve tüketim süreçleri aynı zamanda ekolojik sisteme bırakılan ve ekolojik süreci tehdit eden atık maddeler ve emisyonlar da üretmektedir. Atık maddeler, emisyonlar ve oluşan bu birikintiler, evsel atıklar, ağır metaller, ısı, sediment birikimi, gürültü, zararlı kimyasallar, petrol atıkları, zararlı çözücüler, organik bileşikler, sülfürdioksit, azotdioksit, karbondioksit, karbonmonoksit vb. birçok maddeden oluşmaktadır. Havada, suda, toprakta birikebilen bu kirleticiler ekosisteme büyük zararlar vermektedir, bu nedenle acilen önlem alınması gerekmektedir.
Doğal Kaynaklar Çevre ve Ekonomi İlişkisinin Tarihsel Süreç İçerisinde Gelişimi
İktisadi düşünce tarihinde doğal kaynaklar, çevre ve ekonomi ilişkisi 17-18.yüzyil ve daha eski dönemlerde tartışılmaya başlanmıştır. Tarımsal üretim için toprak ve doğal kaynakların önemini vurgulayan ilk iktisadi düşünce Fizyokrasidir. Sanayileşme ile başlayan ve görünmez el, fiyatın önemi, devlet ve kurumların işlevleri, rekabet, mülkiyet gibi piyasa ekonomilerinin önemini vurgulayan klasik ekonomi teorisi önemli olmaya başlamıştır. Bu döneme Adam Smith (1723-1790), Thomas Malthus (1766- 1834), David Ricardo (1772- 1823) J. S. Mill (1806- 1873), Karl Marx (1818-1883), W. Stanley Jevons (1835-1882) gibi önemli düşünürler farklı görüşleri ile katkıda bulunmuşlardır.
Emek değer teorisi, bir malın değeri emek miktarı ile belirlenir ve emek gücü ise sadece bir malın üretimi için harcanan zaman olmayıp, zihinsel, fiziksel, entellektüel yeteneklerin bütününü ifade etmektedir.
Çevre ve ekonomi ilişkisi içerisinde dışsallık ve çevre sorunlarının iktisadi düşünce tarihinde 20.yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte önemli olmaya başlamıştır. Özellikle Alfred Marshall (1842-1924) ve A. Cecil Pigou (1877- 1959) tarafından dışsallıklar, çevre sorunları, genel refah kuramı çerçevesinde incelenmektedir.
Roma Klübü denilen kavram ise, 1968 yılında kurulan, farklı on ülkenin bilim adamları, eğitimciler, matematikçiler, iş adamları, iktisatçılar vb. iş ve meslek gruplarına ait otuz kişilik gruptan oluşan topluluktur. Roma Klübünün ortak amacı ise, insanlığın bugün yaşadığı ve gelecekte karşılaşacağı sorunları değerlendirmek ve çözmektir. Roma Klübü, 1972 yılında “Büyümenin Sınırları” isimli bir raporu yayınlayarak “değişmek ve yok olmak” ikilemi üzerinde düşünüldüğünden insanlığın geleceği konusunda karamsar bir çerçeve çizmekteydi. Raporda tartışılan ve dikkat çeken temel konular ise hızlı ekonomik büyüme ve sanayileşme, artan nüfus artışı ve artan çevre kirliliğidir. Günümüzde hâlâ bu konular üzerinde tartışmalar ve çözüm önerileri devam etmektedir.
Çevre Konferansı’nın çevre sorunlarının küresel düzeyde algılanması çabaları sonucunda 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, Gro Harlem Brundland başkanlığında oluşturulan ve Brundland Raporu olarak isimlendirilen bir rapor hazırlamıştır. “Ortak Geleceğimiz” olarak da bilinen bu rapor, çevre ve ekonomi ilişkisi açısından önemli bir rapor olurken aynı zamanda küresel platformda ilk defa yeni kalkınma anlayışını sürdürülebilir kalkınma kavramı çerçevesinde açıklayan bir çalışmadır. Raporda, sürdürülebilir kalkınma iki temel amaç üzerine kurulmuştur. Bu temel amaçlar ise şunlardır; Çevreyle uyumlu, karşı olmayan bir büyüme anlayışı çerçevesinde doğal kaynak ve çevrenin dikkatli kullanılması, korunması ve gelişmekte olan ülkelerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır.
1992 yılında Rio de Janeiro’da Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı düzenlenmiştir. Konferansta özellikle çevrenin insan ve büyüme açısından iki yönlü ilişki içinde düşünülmesi gerektiği vurgulanarak sürdürülebilir kalkınmanın bu bakış açısıyla nasıl uygulanacağı planlanmıştır. Yeryüzü Zirvesi olarak da anılan Rio Konferansı’nda, tüm ülkeleri içine alan bir sürdürülebilir kalkınma anlayışı için “Çevre ve Kalkınma Üzerine Rio Bildirgesi”, “Gündem 21”,”Orman İlkeleri Sözleşmesi”, “İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması”, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi”, gibi beş ayrı belgeden oluşan eylem planı görüşülerek hazırlanmıştır.
Rio Konferansı sonrası sürdürülebilir kalkınma konusunda küresel düzeyde yapılan diğer bir toplantı ise 2002 Johannesburg Dünya Kalkınma Zirvesi’dir. Zirvede özellikle Rio Zirvesi sonrası yıllarda sürdürülebilir kalkınma konusunda elde edilen ilerlemeler ve başarısızlıklar değerlendirilmiştir.