İdare Hukuku Dersi 8. Ünite Özet
İdarenin Sorumluluğu
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Sorumluluk ve İdarî Sorumluluk Kavramı
Hukuk biliminde sorumluluk kavramının siyasî sorumluluk, cezaî sorumluluk, disiplin sorumluluğu ve hukukî sorumluluk çeşitleri bulunmaktadır. Genel anlamda hukukî sorumluluk bir kişinin haksız fiil veya sözleşmeye aykırı davranış ile başkasına verdiği zararı karşılaması demektir. Özel hukuk alanında kişilerin hukukî (malî) sorumluluğu borç ilişkisine dayanmaktadır. Borç ilişkisi, sözleşmeye, haksız fiile ya da sebepsiz zenginleşmeye dayanmaktadır. Yine özel hukukta “kusursuz sorumluluk” halleri de kabul edilmektedir.
İdarî yetkilerin kullanımı, bilerek ya da bilmeyerek, kusurlu veya kusursuz yapılan birtakım işlem ve eylemler yoluyla, çeşitli zararlara neden olabilir. Zarara yol açan idarî davranış idarenin bir işlemi (inşaat ruhsatı talebinin reddi) bir eylemi (lokomotif egzozundan çıkan bir kıvılcım) ve bir sözleşmesi şeklinde gerçekleşebilir. İdarenin davranışından zarar görenler, kamu hizmetinden yararlananlar olabileceği gibi, kamu hizmetinin sunumuna katılanlar yanında, hizmetten bağımsız olarak üçüncü kişiler de olabilir. İdarenin faaliyetlerinden meydana gelen bu zararlar, kişilerin malvarlığına yönelik olabileceği gibi, kişilik varlığına ilişkin de olabilir. Bu zararların tazmin edilmesi, idare hukukunda “sorumluluk” kavramını gündeme getirmektedir. Buna “idarenin malî sorumluluğu”, “idarenin hukukî sorumluluğu” ya da kısaca “idarenin sorumluluğu” denir. İdarenin hukukî sorumluluğu kavramı, geniş ve dar olmak üzere iki şekilde ele alınabilir:
Geniş anlamda idarî sorumluluk: Geniş anlamda idarî sorumluluk, Devletin malî sorumluluğunu ifade eder. “Devletin hukukî sorumluluğu” denildiğinde Devletin, yürütme/idare yanında, yasama ve yargı organlarının faaliyetleri sebebiyle malî sorumluluğunu da kapsamaktadır.
Dar anlamda idarî sorumluluk: Dar anlamda idarî sorumluluk, işlevsel anlamda idarenin kamu hukukuna tabi faaliyetlerinden doğan zararların tazminine yönelik kurallar ve ilkeleri ifade etmektedir.
İdarenin hukukî sorumluluğu da idarenin özel hukuk sorumluluğu ve idarî sorumluluk olarak ikiye ayrılabilir. Anayasanın 125. maddesinde “idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm, özel hukuk kamu hukuku ayrımı yapmaksızın idarenin malî sorumluluğunu ifade etmektedir. Bir davada idarenin sorumluluğunun özel hukuk sorumluluğu mu yoksa kamu hukuku sorumluluğu (idarî sorumluluk) mu olduğunu, eğer kanunda bir açıklık yoksa işin mahiyetine göre yargı yeri belirleyecektir. İdarenin özel hukuka tabi faaliyetlerinden kaynaklanan sorumluluğu, özel hukuk hükümlerine tabi olup, çıkan uyuşmazlıklar da adlî yargıda görülür. Burada idarenin kamu hukukuna tabi faaliyetlerinden doğan sorumluluk esasları (idarî sorumluluk) üzerinde durulacaktır.
İdarenin sorumluluğunun pozitif temeline ilişkin olarak Anayasanın 125. maddesinde yer alan “idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” hüküm ile İdarî Yargılama Usûlü Kanununun 2/1-b. maddesinde tam yargı davasının tanımı yapılırken “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” şeklindeki hüküm bulunmaktadır. Bu genel düzenlemeler dışında, idare hukukundaki sorumluluk ilkeleri tamamıyla içtihat-öğreti tarafından geliştirilmiştir. İdare hukukunun içtihada dayalı hukuk olmasının en bariz misali “idarenin sorumluluğu” konusudur.
İdarî sorumluluğun bağımsızlığı: İdarî sorumluluğun doğum tarihi olarak kabul edilen, Fransız Uyuşmazlık Mahkemesinin 1873 tarihli Blanco kararında, idarî sorumluluğun, özel hukuktan bağımsız, kendine özgü kuralları olduğuna içtihat edilmiştir. Kısaca idarî sorumluluk, özel hukuktan ve adlî yargıdan bağımsız, kendine özgü ilkeleri olan bir sorumluluktur.
İdarenin sorumluluğu “kusura dayalı sorumluluk” ve “kusursuz sorumluluk” şeklinde iki kısma ayrılmaktadır.
Kusura Dayalı Sorumluluk
İdare hukukunda kusura dayalı sorumluluk, idarenin, kamu hizmeti ve faaliyetlerini yürütürken “kusurlu” bir davranışta bulunarak sebep olduğu zararı tazmin etmesi yükümlülüğünü ifade etmektedir.
İdare Hukukunda Kusur Kavramı
İdarenin kusura dayanan sorumluluğunda yer alan “kusur”, “hizmet kusuru” olarak ifade edilmektedir. Bu anlamda hizmet kusuru, hizmetin kurulmasında, düzenlenmesinde ya da işleyişindeki bir bozukluğu, aksaklığı ve eksikliği ifade etmektedir. Hizmet kusurunun özellikleri de şu şekilde sıralanmaktadır: Hizmet kusuru, kişilerden bağımsızdır. Asli bir sorumluluk sebebi, yani idarenin doğrudan sorumlu olmasını doğuran bir kusurdur. Hizmet kusuru anonimdir. Yani bir kişi ya da kişilere indirgenemez. Hizmet kusuru geneldir, yani tüm kamu tüzel kişileri için geçerli bir sorumluluk sebebidir. Hizmet kusuru esnektir, değişen durumlara göre tespit edilir. Hizmet kusuru halleri aşağıdaki şekilde tasnif edilmektedir:
(a) Hizmetin kötü işlemesi: Hizmetin gereği gibi, beklenildiği gibi yürütülmemesi sebebiyle bir zarar meydana gelmiş ise, hizmet kötü işlemiş demektir. Örneğin, yanlış yerden iğne yapılması sebebiyle hastanın kolunun sakat kalması bu şekildedir.
(b) Hizmetin geç işlemesi: Kamu hizmetinin olağan sayılamayacak bir gecikme ile yerine getirilmesi ve bu gecikmeden bir zarar meydana gelmesi hali, hizmet kusuru oluşturmaktadır. Acil serviste kanamalı hastaya zamanında müdahale edilmemesi bu şekildedir.
(c) Hizmetin hiç işlememesi: Hizmet işlemesi gerekirken işlememişse, idare hizmetin işlemesi için bir davranışta bulunmamışsa, hizmet hiç işlememiş demektir. Burada hizmet kurulmuştur, ancak idare harekete geçmemektedir. Örneğin yıkılma tehlikesi olduğu bildirildiği halde, belediye binayı yıkmamışsa ve bina kendiliğinden yıkılarak kişilere zarar vermişse, hizmet hiç işlememiş demektir.
Hukuka Aykırılık-Kusur İlişkisi
İşlemin hukuka aykırı olması, kural olarak idarenin kusurlu davrandığı ve hizmetin kötü işlediği anlamına gelir. Ancak idarî işlemin hukuka aykırı olduğu her durumda idarenin sorumluluğu gündeme gelmez. Sorumluluğun varlığını tespit için, işlem yapılmadan önceki durumla, işlem iptal edildikten sonraki durum arasında, işlemin muhatabı açısından bir fark yoksa, yani hukuka aykırılık ilgilinin durumunu etkilememişse, idarenin sorumluluğu söz konusu olmaz. Yine idarenin hukuka uygun işlemleri bakımından kusur sorumluluğuna gidilemez, şartları bulunuyorsa kusursuz sorumluluğa gidilebilir.
Kusurun İspatı ve Kusur Karineleri
Kusura dayalı sorumlulukta, idarenin sorumluluğuna hükmedebilmek için idarenin kusurlu olduğunun kural olarak zarar gören tarafından ispatlanması gerekir. İdarenin kusurunun ispatlanmasının zorluğu nedeniyle, bazı durumlarda idarenin kusurlu olduğu varsayılmakta yani kusur karineleri kabul edilmektedir. Böylece ispat külfeti tersine çevrilerek, idare kusursuzluğunu ispatlama yükümlülüğü altına sokulmaktadır.
Bu anlamda; a) bayındırlık eserlerinden kaynaklanan zararlar, b) kamu hastanelerindeki tedavi faaliyetlerinden kaynaklanan zararlar, c) kamu hizmetinin organizasyonundaki eksiklik sebebiyle ortaya çıkan zararlarda, idarenin kusurlu olduğu karine olarak kabul edilmektedir.
Kusurun Derecelendirilmesi
İdare hukukunda kusur, “basit kusur” ve “ağır kusur” şeklinde derecelendirilerek, bazı hallerde idarenin sorumlu tutulabilmesi için kusurun belli bir dereceye kadar ağır olması aranmaktadır. Yangına müdahale, kurtarma faaliyeti gibi zorluklar içeren faaliyetlerde, idarenin sorumluluğu için basit kusurun aranmasının idareyi çekingenliğe itebileceği ifade edilmektedir. Bu bağlamda örneğin kolluk eylemlerinde, cezaevi idaresine ilişkin faaliyetlerinde, adalet hizmetlerinin sunumunda, idarenin sorumlu tutulabilmesi için ağır kusur aranmaktadır.
Hizmet Kusuru-Kişisel Kusur Ayırımı
Kamusal faaliyetlerden meydana gelen zararlardan sorumluluk, “hizmet kusuru” ve “kişisel kusur” şeklinde iki biçimde karşımıza çıkmaktadır. Bu ayrıma göre hizmet kusurunun varlığı halinde idare sorumlu olacak ve davalar idarî yargıda açılacaktır. Kişisel kusurun varlığı halinde de kamu görevlisi doğrudan sorumlu tutulacaktır ve davalar adlî yargıda görülecektir.
(a) Hizmet kusuru: Hizmet kusuru, “yürütülen görevden ayrılamayan kusurlar” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu anlamda hizmet kusuru, kamu görevlilerinin yürütülen hizmetle iç içe olan, kişiselleştirilemeyen kusurlarını ifade etmektedir. Kamu görevlilerince işlenen kusur, hizmetten ayrılmaz nitelikte yani hizmet kusuru” niteliğinde ise, kamu görevlisi değil kamu tüzel kişisi sorumlu tutulur.
(b) Kişisel kusur: Kişisel kusur, “yürütülen görevden ayrılabilir nitelikteki kusurlar” olarak tanımlanmaktadır. Kamu görevlilerinin kusurları, yürüttükleri hizmete bağlanabilir nitelikte değilse, başka bir ifade ile hizmetten ayrılabilir nitelikte ise, ortada kişisel kusur vardır ve meydana gelen zararlardan kamu görevlisi kişisel olarak sorumludur. Bu halde açılacak davalar adlî yargıda görülür.
Türk hukukunda kişisel kusur sayılan halleri de şu şekilde sıralayabiliriz: (1) Hizmetin tamamıyla dışında işlenen kusurlar: Kamu görevlisinin hizmetle hiç ilişkisi olmayan, özel hayatında işlediği kusurlar, kişisel kusur oluşturur. (2) Suç niteliğindeki kusurlar: Kamu görevlisinin davranışı, suç niteliğinde ise, bu davranıştan doğan zararlardan kişisel olarak sorumludur. Örneğin, polis memurunun işkence yapması bu niteliktedir. (3) Hizmet içindeki ağır kusurlar: Kamu görevlilerinin, hizmeti yerine getirirken ağır kusur işlemleri de kişisel kusur olarak kabul edilmektedir. Örneğin, bir cerrahın aşırı alkollü olarak ameliyat yapması ve zararlı neticelere sebebiyet vermesi ağır kusur olup, kişisel sorumluluğuna neden olur. (4) Hizmet içindeki kasıtlı kusurlar: Kamu görevlilerinin görevlerini yürütürken kin, düşmanlık, öç alma şeklinde kasten hareket etmesi kişisel kusur oluşturur.
Kusursuz Sorumluluk
İdare hukukunda “kusursuz sorumluluk”, idarenin davranışından bir zarar meydana geldiğinde, idarenin hiçbir kusuru olmasa da zarardan sorumlu tutulmasını ifade etmektedir. Kusursuz sorumluluk halinde kusur aranmadığından, idarenin kusursuzluğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulması da söz konusu değildir. Bu bakımdan kusursuz sorumluluk, tam hukukî sorumluluk olarak nitelendirilmektedir.
Kusursuz Sorumluluğun Özellikleri
a) Kusursuz sorumluluğun ikincil olma özelliği: İdare hukukunda kusursuz sorumluluk, kusur sorumluluğuna nazaran, “ikincil niteliğe sahiptir. Buna göre öncelikle kusur sorumluluğunun şartlarının varlığı araştırılır. Kusur sorumluluğunun şartları bulunmuyorsa kusursuz sorumluluğa başvurulur.
b) Mağdur için elverişlilik özelliği: Kusursuz sorumlulukta idarenin kusurunun ispatlanması zorunluluğu bulunmadığından mağdur açısından daha elverişli bir sorumluluk halidir.
c) Zararın anormal ve özel oluşu özelliği: Kusursuz sorumluluk halinde, idarenin sorumlu tutulabilmesi için, meydana gelen zararın “anormal” ve “özel” olması gerekmektedir. Toplumun genelinin katlandığı külfetten daha ağır olan zarar, anormal ve özel zarar niteliğindedir.
d) Kusursuz sorumluluğun orijinal olma özelliği: Kusursuz sorumluluk Fransız hukukunda ilk defa Fransız Danıştayı’nın 1895 tarihli Cames kararı ile benimsenen bir sorumluluk türüdür. Bu tarihte özel hukukta kusursuz sorumluluk türü henüz kabul edilmiş değildir. Bu bakımdan kusursuz sorumluluk idarî yargı içtihatları ile kabul edilmiş orijinal bir sorumluluk halidir.
Özel hukukta kusursuz sorumluluk, kanunda tek tek sayılarak düzenlenmiştir. İdare hukukunda ise kanunla değil, içtihatla kabul edilmiştir. Bu bakımdan da genel itibariyle “risk ilkesi” ve “kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi” şeklinde iki ilke çerçevesinde idarenin kusursuz sorumluluğu kabul edilmiştir.
Risk İlkesi Gereğince Sorumluluk
Risk ilkesi gereğince sorumluluk idarenin tehlike taşıyan bir faaliyeti yürütmesi veya tehlikeli bir araç kullanması sonucu meydana gelen zararlardan sorumluluk yahut idarenin tehlikeli bir etkinliği yürütmesi ya da böyle bir kuruluşa sahip olmaktan dolayı kişilere verilen zararlardan sorumluluk anlamına gelmektedir.
Risk Sorumluluğuna Yol Açan Durumlar
(1) Tehlike barındıran eşyalar: İdarenin kullandığı ve bünyesinde belli bir tehlike barındıran araç gereçler ve tehlikeli maddeler yani “tehlikeli şeyler” idarenin kusursuz sorumluluğuna yol açabilir. Tehlikeli şeylerin kullanımına şunlar girmektedir: (a) Patlayıcılar (b) Tehlikeli âlet ve silahlar c) Su, gaz, elektrik gibi bayındırlık tesislerinden meydana gelen zararlar d) Kan ürünlerinin nakilleri sebebiyle bulaşan hastalıklar e) İdarenin taşıtlarının verdiği zararlar.
(2) Tehlikeli yöntemler: Fransız hukukunda, idarenin uyguladığı kimi riskli yöntemler nedeniyle uğranılan zararların tazmininde, kusursuz sorumluluk esasları uygulanmaktadır. Bu bağlamda, suçlu çocukların gözetim evinden salıverilmeleri, akıl hastalarının tedavi kurumundan salıverilmeleri, yine mahkûmlara verilen izinler sırasında bunların üçüncü kişilere verdiği zararlar bakımından idarenin kusursuz sorumluluğu kabul edilmektedir.
(3) Tehlikeli durumlar: Bünyesinde tehlike barındıran bir işte çalışan kişinin yakınının uğradığı zararlar bakımından da kusursuz sorumluluk kabul edilmektedir.
(4) Kamu hizmetine geçici olarak iştirak edilmesi: Kamu görevlisi olmadığı halde, bir kamu hizmetinin yürütülmesine iştirak eden “geçici görevliler” bakımından idarenin kusursuz sorumluluğu kabul edilmektedir.
(5) Sosyal olaylar: Toplantı, gösteri gibi sosyal olaylarda, olaylarla ilgisi bulunmayan kişiler, zarara maruz kalabilirler. Bu zararların, zarar görenler üzerinde bırakılmasının hakça bir davranış olmadığı düşüncesiyle, kusursuz sorumluluğun bir türü olarak “sosyal risk ilkesi”nin ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Sosyal risk ilkesinde, idarenin sorumluluğu için “illiyet bağının aranmayacağı” belirtilmektedir. Danıştay’ın bu konuya ilişkin içtihadında ise belli bir sistemleştirme ve tutarlılık bulunmamaktadır. Bu tür kitle hareketlerinden kaynaklanan zararların tazmininde, bazen kusursuz sorumluluk, bazen kusura dayanan sorumluluk esaslarına dayandığı gibi, bazen de bu tür zararlardan idarenin sorumlu olmayacağına karar vermektedir.
(6) Terör eylemleri: Terör eylemlerinden üçüncü kişiler zarar gördüğünde, bu zararlar nasıl tazmin edilebilir? Türk hukukunda Danıştay içtihatlarına baktığımızda, belli bir istikrarın olmadığı görülmektedir. 1990’dan önce, terör eylemlerinden kaynaklanan zararlar bakımından, idarenin sorumluluğunu genel olarak hizmet kusuru ilkesine dayandırarak, hizmet kusuru yoksa idarenin sorumsuz olduğu yönünde kararlar verildiği görülmektedir. 1990’lı yıllardan itibaren, terör eylemlerinden kaynaklanan zararlar bakımından, kusursuz sorumluluk esaslarını uygulamaya başlanmıştır.
Kamu Külfetleri Karşısında Eşitlik İlkesi
İdare hukukunda kusursuz sorumluluk türlerinden ikincisini, “kamu külfetleri karşısında eşitlik” ilkesi oluşturmaktadır. Bu sorumluluk ilkesi, idarenin bünyesinde herhangi bir tehlike barındırmayan faaliyetlerinden kaynaklanan zararlar için uygulanmaktadır. Buna göre, idarenin yürüttüğü bir faaliyetten (örneğin bayındırlık faaliyeti-yol yapımı) birileri, diğer insanlara göre anormal bir zarara uğramış iseler, bu zarar ödenerek külfetlerde bir denge (eşitlik) sağlanmış olur.
Özellikleri: Kamu külfetleri karşısında eşitliğin bozulması nedeniyle sorumluluğun özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz: (a) İkincil olma niteliği: Kamu külfetleri karşısında eşitliğin bozulmasından dolayı sorumluluk, kusurlu sorumluluk ve risk sorumluluğuna nazaran, “tamamlayıcı “ikincil” niteliktedir. (b) Kamu düzeninden oluşu: Fransız hukukunda, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesine dayanan sorumluluk, “kamu düzenine” ilişkin kabul edilmektedir. (c) Zararın daimî, özel ve anormal niteliği: Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesine göre tazmin edilmesi gereken zararların, faaliyetlerindeki kazalardan doğmayan, daimî nitelikte bir zarar olması, “özel”, ve “belli bir ağırlıkta” olması aranmaktadır.
Sorumluluğu Doğuran Haller
(1) Bayındırlık faaliyetlerinin daimî zararları: Yol, köprü, baraj gibi bayındırlık faaliyetlerinden kaynaklanan, kazaen değil de daimî nitelikteki zararlar (manzara görünümünün kapanması, gürültü, koku ve kirlilik gibi) bakımından idare kusursuz olarak sorumludur.
(2) Ticarî zararlar: Yol çalışması için yolun trafiğe kapatılması sebebiyle müşteri azalması; baraj inşaatı nedeniyle şelalenin kuruması sonucunda, tesislere gelen turist sayısının azalması hallerinde, kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesince sorumluluğa yol açabilmektedir.
(3) Kullanım engelleri ve değer kayıpları: Bayındırlık faaliyetlerinden kaynaklanan gürültü, koku, duman gibi durumların, yakınlarındaki kişilerin mallarını kullanmasına engel olmasından kaynaklanan zararlar; bayındırlık faaliyeti sebebiyle kişilerin kat edeceği mesafe uzamasından kaynaklanan zararlar; taşınmaz malda değer düşüklüğüne sebep oma şeklindeki zararlar kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesince tazmin edilir.
(4) Hukuka uygun işlemlerden sorumluluk: İdarenin hukuka uygun işlemlerinden kaynaklanan özel ve anormal zararlar da kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesince karşılanır.
İdarenin Sorumluluğunun Şartları
İdarenin sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, (1) idarî davranış, (2) zarar, (3) illiyet bağı şartlarının gerçekleşmiş olması gerekir.
İdarî Davranışın Varlığı
İdarenin sorumluluğunda da ilk şart, ortada idareye atfı kâbil zarar doğurucu bir “davranış (fiil)” bulunmalıdır. Şayet idarenin işlem ya da eylem şeklinde olumlu ya da olumsuz bir davranışı yoksa, idarenin sorumluluğu söz konusu olamaz.
İdare hukukunda idarenin davranışı, idarî işlem ve idarî eylem olarak tezahür eder. Bu davranış olumlu (icraî) veya olumsuz (ihmalî-yapılması gerekeni yapmamak) şekilde gerçekleşebilir. İdarenin kusura dayalı sorumluluğunda, idarenin davranışının kusurlu olması da aranır.
Zararın Varlığı
İdarenin sorumluluğu, zararın varlığına bağlıdır. Zarar meydana gelmemişse sorumluluk da yoktur. Geniş anlamda zarar, bir kişinin malvarlığında veya şahıs varlığında meydana gelen eksilme olarak tanımlanabilir. Her zarar tazmin borcu doğurmaz. Örneğin, kanunun verdiği yetkiye dayanılarak idarece vergi oranının artırılması, mükellef açısından bir zarar niteliğindedir fakat idare açısından bir tazmin yükümlülüğüne sebebiyet vermez. İdare açısından tazmin borcunun doğabilmesi için, zararın şu şartları taşıması gerekir:
(a) Zarar meşru olmalıdır: İdarenin sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, zararın meşru olması, zarar görenin hukuka aykırı bir konumda olmaması, zararın hukuken korunan bir menfaate ilişkin olması gerekir. Mağdurun gayrı meşru konumda olması, tazminat talep etmesine engel teşkil eder.
(b) Zarar gerçekleşmiş ve kesin olmalıdır: İdarenin sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, zararın hâlihazırda gerçekleşmiş ve kesin olması, yani zararın bilfiil gerçekleşmiş ve gelecekte gerçekleşmesi muhakkak olması gerekir; doğması muhtemel zararlar sorumluluğa yol açmaz.
(c) Zarar parayla ölçülebilir olmalıdır: İdare hukukunda cari olan “nakden tazmin” ilkesi gereğince, zararın parayla ölçülebilir nitelikte olması gerekmektedir.
(d) Zarar maddî veya manevî olabilir: İdarenin davranışı sonucu meydana gelen ve tazmin edilmesi gereken zarar maddî olabileceği gibi manevî bir zarar da olabilir. Bir kimsenin iradesi dışında malvarlığında meydana gelen azalma, yoksun kalınan kâr yahut borçlarda artma, değer kayıpları maddî zararları oluşturur. Kişinin kişi olarak sahip olduğu hayat, vücut bütünlüğü, sağlık, hürriyet, isim, şeref, haysiyet, cinsel bütünlük, ruhsal bütünlük gibi kişilik değerlerinin tümü şahıs varlığını ifade etmektedir.
İlliyet Bağının Varlığı
Gerçekleşen zararla sorumluluğun bağlandığı davranış arasındaki sebep-sonuç ilişkisine illiyet bağı denir. İdarenin sorumluluğunun söz konusu olabilmesi için, meydana gelen zararın, idarenin fiilinden kaynaklanmış olması gerekmektedir. Söz konusu illiyet bağının, doğrudan olması gerekir. Eğer sonuç, olayların doğal akışına göre beklenilmeyen bir durum ise, idarenin sorumluluğuna gidilemez.
İdarenin Sorumluluğunu Etkileyen Haller
Bazı hallerde, idarî davranış ile zarar arasına giren ve idarenin davranışı dışındaki olaylar nedeniyle, illiyet bağı ilişkisi zayıflar ya da tamamen ortadan kalkar. Bu durum, idarenin sorumluluğunun azalmasına ya da ortadan kalkmasına neden olur.
Mücbir Sebep
Mücbir sebep, davalı idarenin yürüttüğü faaliyetin dışında cereyan eden, önceden öngörülmesi ve önlenmesi mümkün olmayan nitelikteki olaydır. Doğal afetler, savaş, devrim gibi haller mücbir sebep teşkil eder ve idarenin sorumluluğunun ortadan kalkmasına neden olur.
Mücbir Sebebin Şartları: Meydana gelen bir olayın, mücbir sebep olarak kabul edilip, idarenin sorumluluğuna etki edebilmesi için “dışsallık”, “öngörülemezlik”, “önlenemezlik” şeklinde üç unsurun bir arada bulunması gerekmektedir.
(a) Dışsallık: Mücbir sebep niteliğindeki olayın, idarenin iradesi dışında ve idarî faaliyetin dışında bulunması gerekir. Buna göre; ağacı deviren kasırga, nehrin taşmasına yol açan olağanüstü yağmurlar, bir binayı yıkan deprem gibi olayların kökeni tamamen idarenin faaliyeti dışındadır.
(b) Öngörülemezlik: Mücbir sebep olup olmadığı tartışılan olayın, meydana geleceğinin önceden tahmin edilememesi; böyle bir olay akla gelse bile, sonuçlarının baştan kestirilemeyecek etkililikte olması demektir. Bu bağlamda olayın sıklıkla karşılaşılan nitelikte olmaması, olayın yer ve zamanı belirlenebilir olmaması, olayın yoğunluk ve süresinin bilinebilir olmaması, olayın kökeninde idarenin davranışının olmaması söz konusu olayın mücbir sebep olarak nitelendirilmesine yeterlidir.
(c) Önlenemezlik: Mücbir sebep niteliğindeki olayın “önlenemez-karşı konulamaz” nitelikte olması gerekir. Bu özelliğin tespitinde, idarenin elindeki imkânlar, bilimsel ve teknolojik veriler dikkate alınır. Ayrıca önlenemezlik unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti bakımından idarenin faaliyet alanını doğru seçip seçmediği, uyarı ve düzenlemelerin yapılıp yapılmadığı, etkin tesis, araç ve gereçler kullanılıp kullanılmadığı hususları da dikkate alınır.
Mücbir Sebebin Sonuçları: Yukarıda sayılan şartları taşıyan bir olay, mücbir sebep sayılır ve zararla idarenin davranışı arasındaki illiyet bağını kestiğinden idarenin sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırır. Diğer bir ifadeyle ortada mücbir sebep varsa, idarenin hem kusura dayanan sorumluluğu hem de kusursuz sorumluluğu ortadan kalkar.
Beklenilmeyen Hal
Beklenilmeyen hâl-kaza, idarenin faaliyetleri içinde ve sırasında meydana gelen, öngörülmesi ve önlenmesi kabil olmayan olaylardır. Örneğin bilinmeyen bir sebeple hareket halindeki bir aracın lastiğinin parçalanması, mühimmat deposunun infilâk etmesi, uçağın düşmesi, hizmet binasında yangın çıkması bu nitelikte olaylardır.
Beklenilmeyen Hâlin Şartları:
(a) İçsellik: Kaza niteliğindeki olayın idarenin faaliyeti içinde ve faaliyet esnasında cereyan etmesi, yürütülen faaliyetin dışında olmaması gerekir.
(b) Öngörülemezlik: Kaza niteliğindeki olayın, “öngörülemezlik” niteliğine sahip olması gerekir.
(c) Önlenemezlik: Kaza niteliğindeki olayın, “önlenemezlik” niteliğine sahip olması gerekir.
Beklenilmeyen Hâlin Sonuçları: Bir olay beklenilmeyen hâl niteliğinde ise, idarenin kusura dayanan sorumluluğunu kaldırır, ancak kusursuz sorumluluğu devam eder.
Zarar Görenin Davranışı
Meydana gelen bir zararın, idarenin yürüttüğü faaliyetle ilgili olmakla beraber, zarar görenin kendi davranışından kaynaklanması, idarenin sorumluluğuna etki eder.
Zarar Görenin Davranışının Şartları:
(a) Mağdurun gayrimeşru durumu: Eğer bir kişinin maruz kaldığı zarar, onun gayrimeşru (hukuk dışı) durumundan kaynaklanıyorsa, meydana gelen zarara katlanması gerekir, zarardan idare sorumlu olmaz. Örneğin, bir kamu arazisini izinsiz işgal eden kişinin, buradan zorla çıkarılması esnasındaki uğradığı zarar, mağdurun gayrimeşru (hukuk dışı) davranışından kaynaklandığı için, idarenin sorumluluğu yoluna gidilemez.
(b) Mağdurun riskleri üstlenmesi: Zarara maruz kalan kişi, giriştiği faaliyetin sonucundaki riskleri bilerek, bunları üstlenerek davranışta bulunmuş ise, meydana gelen zararlara katlanmak durumunda olup, idare, üzerine düşeni yapmış ise, bu zararlardan sorumlu olmaz. Örneğin, yol üzerinde “çığ düşebilir” uyarısına rağmen, o yörede gezinti yapan kişilerin, bu riski üstlendikleri kabul edilir.
(c) Müterafik davranış: Bir zararın meydana gelmesine, hem zarar görenin, hem de idarenin davranışı birlikte sebep olmuş ise, müterafik davranış (birlikte davranış) vardır. Bu halde idarenin sorumluluğu orantısal olarak azalır veya ortadan kalkar, yani sorumluluk zarar gören ile idare arasında paylaştırılır.
Zarar Görenin Davranışının Sonuçları: Zarar görenin davranışı, zarar ile idarenin fiili arasındaki illiyet bağını tamamen kesiyorsa, idarenin hem kusura dayanan hem de kusursuz sorumluluğu ortadan kalkar. Buna mukabil zarar görenin davranışı illiyet bağını tamamen kesmediği durumlarda, başka bir ifade ile zarara, zarar görenin davranışı yanında, idarenin davranışı da katkıda bulunmuş ise, ödenecek tazminat miktarında, zarar göreninin kusuru oranında indirim yapılır.
Üçüncü Kişinin Davranışı
İdarenin sorumluluğunu etkileyen hallerden sonuncusu, zararın, idare ve zarar gören dışında, “üçüncü kişinin davranışından” kaynaklanması halidir. Burada söz konusu edilen üçüncü kişi kavramı, zararla ilgisi bulunan faaliyeti yürüten idare ile hiçbir hukukî ilişkisi olmayan, idare ile arasında sözleşmeye dayanan yahut statüsel (atama gibi) bir bağlantısı bulunmayan gerçek kişileri, özel hukuk veya kamu tüzel kişilerini ifade etmektedir.
Üçüncü Kişinin Davranışının Şartları:
(a) Üçüncü kişi fail: Meydana gelen zarar tamamıyla üçüncü kişinin davranışından kaynaklanmış ise, başka bir ifade ile üçüncü kişinin davranışı illiyet bağını kesecek yoğunlukta ise, idarenin sorumluluğu tamamıyla ortadan kalkar. Örneğin, bir kişinin tamamen zarar vermek kastıyla, yüksek gerilim hattına bağladığı teli, bir başka kişinin kullandığı alete bağlaması ve kişinin ölmesi olayında, idarenin faaliyeti ile zarar arasındaki illiyet bağı kesilmiş olduğundan idarenin sorumluluğu tamamen ortadan kalkar.
(b) Üçüncü kişi fiile ortak: Zararın meydana gelmesine, idarenin davranışı yanında üçüncü bir kişinin davranışı da katkıda bulunmuş ise, sorumluluk idare ve üçüncü kişi arasında kusurları oranında paylaştırılır. Bunu şu örnekle ifade edebiliriz: İdare, yolda bir çukur açmış ve yeterli önlemleri almamıştır. Bir sürücü çukuru son anda fark ederek çukurun tam yanında durabilmiş fakat arkadan gelen araç takip mesafesine uymadığı için ona çarpmış ve öndeki araç çukura düşerek zarar meydana gelmiştir. İdare, çukuru kazmasaydı zarar meydana gelmeyecekti. Öte yandan arkadan gelen araç, öndekine çarpmasaydı zarar yine meydana gelmeyecekti. Bu örnekte hem idarenin hem de üçüncü kişinin davranışı zararın meydana gelmesinde etkili olmuştur. Şu halde sorumluluk, kusurları oranında paylaştırılacaktır.
Üçüncü Kişinin Davranışının Sonuçları: Zarar tamamıyla, üçüncü kişinin davranışından kaynaklanmış ise; idarenin sorumluluğu tamamıyla ortadan kalkar. Zararı, idarenin davranışı ile üçüncü kişinin davranışı birlikte gerçekleştirmiş ise, idarenin kusura dayalı sorumluğu kusuru oranında devam eder ve sorumluluk aralarında paylaştırılır. Üçüncü kişinin davranışı, idarenin kusursuz sorumluluğuna bir etki yapmaz, yani idarenin kusursuz sorumluluğu devam eder.
Zararın Tazmini
İdarî faaliyetlerden bir zarar meydana gelmişse, zarara uğrayan kişinin idareden tazminat isteme hakkı doğar. Sorumlu kamu tüzel kişisi, zararı tazmin etmezse, başvurulacak yol, idarî yargıda dava açmaktır.
Sorumlu İdarenin Tespiti
Genel kural olarak, zarar hangi idarenin davranışından (faaliyeti veya hizmeti) kaynaklanmış ise sorumlu idare de odur. Ancak sorumlu kamu tüzel kişisinin belirlenmesi her zaman kolay olmamaktadır.
Devlet tüzel kişiliği: Devlet tüzel kişiliğinin üstlendiği kamu hizmetleri, bakanlıklar eliyle yürütüldüğünden, zarar hangi bakanlığın yürüttüğü faaliyetten kaynaklanmışsa, sorumluluk da devlet tüzel kişiliği adına o bakanlığa aittir.
Kamu görevlisinin birden fazla görev üstlenmesi: Bir kamu görevlisi, birden fazla kamu tüzel kişisi adına görev üstelendiği durumlarda, kamu görevlisinin hangi idare adına faaliyet yürüttüğüne bakılır. Yürütülen görev, hangi idarenin görev alanına giriyorsa, sorumlu idare de odur.
Faaliyetin birden fazla idare tarafından yürütülmesi: Bir idarenin yürüttüğü faaliyete, başka bir idare yardım maksadıyla geçici olarak iştirak ediyorsa, sorumlu idare hizmetin sahibi olan idaredir.
Arızî görevlilerinin zararları: Bir kamu hizmetinin görülmesine arızî (geçici) olarak iştirak eden kişilerin kendilerinin maruz kaldıkları yahut üçüncü kişilere verdikleri zararlardan, yürütülen kamu hizmeti hangi kamu tüzel kişisinin görevleri arasında ise, o kamu tüzel kişisi sorumludur.
Zararın Tazminine İlişkin İlkeler
Nakden Tazmin İlkesi: İdare hukukunda, aynen tazmin değil, “nakden tazmin” ilkesi kabul edilmektedir.
Sorumluluk Nispetince Tazmin İlkesi: İdare, sorumluluğu nisbetinde tazminat ödemeye mahkûm edilebilir. Mahkeme bu hususu her zaman re’sen dikkate alır.
Taleple Bağlılık İlkesi: İdare hukukunda taleple bağlılık, başka bir ifade ile talep edilenden fazlasına hükmedilememe ilkesinin geçerli olduğu kabul edilmektedir. Buna göre, zarar gören kişi, gerçek zararını tespit edip, mahkemeden bu miktarı talep etmelidir. Mahkeme, kişinin zararının talep edilenden fazla olduğunu tespit etse bile, ancak talep edilen miktara hükmedebilecektir. İdarî Yargılama Usûlü Kanununun 16/4. maddesinde 2013 yılında yapılan değişiklikle tam yargı davaları bakımından, dava dilekçesinde gösterilen miktar bakımından bir defaya mahsus “artırma” imkânı getirilmiştir.
Tam Tazmin İlkesi: Tam yargı davalarında hedef, “gerçek zararın, gerçekçi biçimde tam tazmin ve telafisidir”. Mağdur, fazla tazminatla zenginleşmemeli, az tazminatla da fakirleşmemelidir.
Denkleştirme İlkesi: Zarar görene, bu zararın karşılığı olarak sosyal yardım gibi bazı ödemeler yapılmışsa yahut zarar gören bu zarar sebebiyle bazı kazançlar elde etmişse, bunlar belirlenen tazminat miktarından düşülür.
Tazminat Talep Edebilecekler
Zarar gören kişinin, gördüğü zararlar karşılığında maddî ve manevî tazminat talep edebileceği bilinen bir husustur. Zarar gören dışında, zarar görenin yakınlarının da tazminat talep edebileceği kabul edilmektedir. Yargı kararlarına baktığımızda, ölüm halinde ölenin annebabasının; ölenin çocuğunun; ölenin kardeşinin; öleni büyütüp yetiştirenin; ölenin nikâhsız birlikte yaşadığı kişinin; ölenin nişanlısının; aralarında duygusal bağ olmak kaydıyla ölenin amca, hala, teyze kayınvalide gibi akrabalarının maddî ve manevî tazminat isteyebileceği kabul edilmektedir.
Zarar Miktarının Tespitinde İlkeler
1) Zararın hesaplanma tarihi: Zarar miktarının hesaplanmasında, kural olarak zararın meydana geldiği tarih esas alınmaktadır.
2) Tazminatın türü: İdare mahkemesi, para cinsinden ödenecek tazminatı belirlerken, “sermaye şeklinde” veya “irat şeklinde” olmasına karar verebilir.
3) Tazminatta faiz: Tazminatın olay tarihi veya dava tarihi itibariyle hesaplandığı durumlarda, paranın değerinin düşmesi göz önüne alınarak, kişinin zararının tam olarak karşılanabilmesi için zararın doğduğu andan itibaren hesaplanacak bir “değerleme faizi” ödenmesi gerekir. Taleple bağlılık kuralı gereğince, mahkemenin faize hükmedebilmesi için, davacının faiz talebinde bulunması gerekir. Talep edilmiş ise faiz verilip verilmeyeceğine, talepten fazla olmamak kaydıyla, mahkeme karar verir. Faizin hesaplanacağı tarih konusunda yargı yerlerinin kararlarında bir tutarlılık bulunmamaktadır. Kanaatimizce, zararın gerçekleştiği andan itibaren, tazminata faiz uygulanmalıdır. Davanın karara bağlanmasından itibaren, tazminatın ödenmesine kadar bir süre geçmiş ise, idare borcunu yerine getirmede temerrüde düşmüş demektir ve temerrüt faizi ödenmesi gerekir.