Medeni Usul Hukuku Dersi 7. Ünite Sorularla Öğrenelim
Tahkikat, İspat, Sözlü Yargılama Ve Hüküm
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Tarafların duruşmaya gelmemesinin doğuracağı sonuçlar hakkında genel olarak neler söylenebilir?
Tahkikatın tarafların hazır bulunması ve katılımıyla gerçekleşmesi kural olmakla birlikte, bu, tarafların, tahkikat işlemlerinin yapıldığı oturumlara katılmalarının mecburî olduğu anlamına gelmez. Onların mahkemece usûlüne uygun olarak davet edilmeleri esas olup, davet edildikleri oturuma katılıp katılmamak kendi isteklerine bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, tarafların duruşmaya gelmeleri bir yükümlülük olmayıp bir yüktür. Bunun sonucu olarak, mazeretsiz olarak gelmemeleri halinde zorla getirilmeleri söz konusu olmamakla birlikte, bu gelmeyişlerinin kendileri aleyhine doğurduğu sonuçlara katlanmak durumunda kalırlar.
İspat yükünü yerine getirememiş olmanın beraberinde getirdiği sonuç ya da sonuçlar nelerdir?
İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. İspat yükünü yerine getirememiş olmasının, mutlaka davanın kaybı olmasa da, her hâlükarda kendisi aleyhine bir sonuç doğurduğu söylenebilir. Bu bağlamda, ispat bir yük (külfet) olup, asla yükümlülük (mükellefiyet/borç) değildir. Dolayısıyla yerine getirilmemesi, bunun kendisine ait olduğu taraf aleyhine sonuç doğurur; ancak, söz konusu tarafın ispat için zorlanması söz konusu değildir.
"İlk itirazlar" kavramı ile anlatılmak istenen nedir?
İlk İtirazlar, dava şartları yanında, yine usûl hukukuna ilişkin olan fakat hâkim tarafından resen gözetilemeyen, ancak davalı tarafından açıkça ve usûlüne uygun olarak ileri sürülürse mahkemece dikkate alınabilen şartlardır.
İspatın gerekmediği haller nelerdir?
Uyuşmazlığın halli bakımından önem taşımalarına rağmen bir kısım vakıaların ispatı gerekli değildir. Bu sonucu doğuran en önemli durum, vakıanın taraflar arasında çekişmeli olmamasıdır. Diğer bir ifadeyle, eğer vakıa taraflar arasında çekişmeli değilse ispatı da gerekmez. Bunun yanında, çekişmeli sayılmadıklarından, herkesçe bilinen vakıaların da ispatı gerekmez. Ancak, herkesçe bilinen vakıanın doğru olmadığı ispatlanabilir. Keza, kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.
Hangi kararlar, "hüküm" olarak adlandırılmaktadır?
Yargılama sonunda hâkim, iddia ve savunma hakkındaki nihaî değerlendirmesini bir “karar” olarak açıklar. Bu kararla hâkim ilk derece mahkemesindeki yargılama sürecine (davaya) son verdiği için, bu karar “nihaî karar” olarak adlandırılır. Hâkim, nihaî kararla, kural olarak uyuşmazlığın esası hakkında bir karar vermiş olur. Ancak, bazen de, esas hakkında bir karar vermeksizin, hâkim, usûle ilişkin bir kararla dosyadan elini çeker. Uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihaî karar “hüküm” olarak adlandırılır. Bu, davanın kısmen yahut tamamen kabulü şeklinde olabileceği gibi tamamen reddi yönünde de olabilir. Ancak, her hâlükârda, esasa ilişkin nihaî karar bir “hüküm”dür.
Yemine konu olamayan hususlar nelerdir?
Her ne kadar yeminin konusunu davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan bütün vakıalar oluşturabilirse de, aşağıdaki hususlar yemine konu olamaz (HMK m. 226): • Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, • Bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller, • Yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar.
"Maddi anlamda kesin hüküm" kavramı ile ifade edilmek istenen nedir?
Şeklî anlamda kesinleşen bir hükümle halledilmiş bulunan bir uyuşmazlığın yeniden ilk derece mahkemesi önüne getirilememesi ve kesinleşen kararın hem davanın taraflarını hem de bütün mahkemeleri bağlamasına hükmün maddî anlamda kesinleşmesi adı verilir. Maddî anlamda kesinlik Hukuk Muhakemeleri Kanununun 303. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddî anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın; • taraflarının, • dava sebeplerinin (davanın dayanağını teşkil eden vakıaların) ve • ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun, aynı olması gerekir. Kesin hükmün, ilişkin olduğu davanın yeniden ilk derece mahkemesi önüne getirilmesine engel olması özelliğine “kesin hükmün olumsuz etkisi” denir.
Tahkikat aşamasında kural olarak hangi hususlar tespit edilmeye çalışılır?
İlk derecedeki yargılamanın en uzun ve hâkimin daha aktif olduğu tahkikat aşamasında, kural olarak, ön inceleme tutanağı ile tespit olunan, tarafların iddia ve savunmalarını dayandırdıkları vakıaların gerçek olup olmadığının, bunlara ilişkin deliller üzerinden, yargılama yapmaya ve hüküm vermeye elverişli ölçüde tespit edilmesi sağlanmaya çalışılır.
"Duruşmaların herkese açık olması (aleniyet)" ilkesi, hangi durumlarda uygulanmayabilir?
Tahkikat işlemlerinin yapıldığı oturumlar (ve kararların bildirilmesi) sadece taraflara değil, aynı zamanda, dava konusu uyuşmazlıkla herhangi bir ilgilerinin bulunması ve bunu ortaya koymaları gerekmeksizin, herkese açıktır. Kısaca aleniyet olarak da isimlendirilen bu ilke, aynı zamanda Anayasada ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde de düzenlenmiştir. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının gizli olarak yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut resen mahkemece karar verilebilir.
"Emare" kavramı, ne anlama gelmektedir?
Öğretideki genel kabule göre, emare, tecrübe kuralları aracılığıyla, uyuşmazlığa uygulanacak hukuk normunun koşul olayı hakkında sonuç çıkarılabilen diğer olaylardır. Diğer bir ifadeyle, ispatı gereken bir vakıaya yabancı ancak onun hakkında tecrübe kurallarından hareketle sonuç çıkarmanın mümkün olduğu komşu vakıaya emare adı verilir. Emare yoluyla ispattan söz edebilmek için, söz konusu komşu vakıanın ispatlanması gerekir. Ancak, bu yapılsa bile, emare yoluyla yapılan ispat dolaylı bir ispat olmaktadır. Çünkü, doğrudan ispatı gereken vakıa değil, onun hakkında kendisinden tecrübe kuralları (yaşam deneyimleri) aracılığıyla sonuç çıkardığımız komşu olay ispatlanmış olmaktadır. Söz konusu bu dolaylı ispat sayesinde ispat ölçüsü olarak “tam ispat” düzeyine ulaşılması mümkün değildir. Bu nedenle, emare ispatı, ancak bir yaklaşık ispat sağlayabilir.
İspat yükü, içerik olarak neyi düzenlemektedir?
İspat yükü, esas itibariyle uyuşmazlığın halli bakımından önem taşıyıp taraflar arasında çekişmeli bulunan vakıaların kim tarafından ispatlanacağının belirlenmesini düzenleyen müessesedir.
"Davanın açılmamış sayılması" sonucu, hangi durumlarda karşımıza çıkmaktadır?
İşlemden kaldırıldığı tarihten başlayarak üç ay içinde yenilenmeyen davalar, sürenin dolduğu gün itibarıyla açılmamış sayılır ve mahkemece kendiliğinden karar verilerek kayıt kapatılır. İşlemden kaldırılmasına karar verilmiş ve sonradan yenilenmiş olan dava, ilk yenilenmeden sonra bir defadan fazla takipsiz bırakılamaz. Aksi hâlde dava açılmamış sayılır. Hangi sebeple olursa olsun açılmamış sayılan davadaki talep dahi vaki olmamış sayılır.
"Kesin delil" kavramının, medeni usul hukuku açısından taşıdığı anlam ve doğurduğu sonuçlar nelerdir?
Kesin deliller, bir vakıaya ilişkin olarak mevcut bulunmaları ve usulünce mahkemeye sunulmuş olmaları durumunda, hâkimin takdir yetkisini kaldırarak o vakıanın doğru kabul edilmesi sonucunu doğuran delillerdir. Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken husus, hâkimin vakıanın mevcudiyetine ilişkin kanaatine sınırlama getirilmesi, o konudaki takdir yetkisinin kaldırılmasıdır. Buna karşılık, mevcut (doğru) kabul edilen o vakıa esas alınarak yapılacak hukukî değerlendirme bakımından hâkimin takdir yetkisi devam eder. Bir delilin kesin delil kabul edilmesinin diğer bir sonucu ise, kanunun kesin delille ispatını öngördüğü vakıaların takdiri delille ispatlanamaması, diğer bir ifadeyle, söz konusu vakıaları doğru kabul edebilmek için hâkimin takdiri delillerle yetinememesidir. Hukuk Muhakemeleri Kanununun kabul ettiği kesin deliller senet ve yemindir. Bunların yanında, kesin hüküm de, ayrıca düzenlenmiş olan bağlayıcılığı nedeniyle kesin deliller arasında yer alır.
Kesin delil niteliği taşıyan senedin, taşıması gereken unsurlar nelerdir?
Bir davada, uyuşmazlığın çözümü açısından önem taşıyan bir vakıa hakkındaki tam ve kesin bir bilgiyi dış dünyada (fizikî alemde) varlık kazanmış bir cisim üzerindeki yazıyla barındıran ve aleyhine kullanılacağı kişinin imzasını taşıyan belge senettir. Buna göre senedin dört unsuru vardır: • Bir vakıa hakkında tam ve kesin bir bilgi, • Bu bilginin yazıyla ifade edilmiş olması, • Yazının dış dünyada fizikî varlığı olan bir cisim üzerinde yer alması, • Aleyhine kullanılacağı kişinin (el yazısıyla atılmış) imzasının bulunması.
İlk derece mahkemesi tarafından verilen bir nihai karar, hangi ihtimallerde kesinleşir?
ilk derece mahkemesinden verilen bir nihaî karar, aşağıdaki ihtimallerde kesinleşir: • Nihaî kararın verildiği anda kesin olması (HMK m. 341, II; m. 362), • Kanun yoluna müracaat hakkından feragat edilmesi (HMK m. 349), • Süresi içinde kanun yoluna müracaat edilmemesi, • Kanun yoluna müracaatın üst mahkemece reddedilmesi ve gidilebilecek başka bir kanun yolunun bulunmaması. Bu dört ihtimalden birinin gerçekleşmesi durumunda, ilk derece mahkemesinin nihaî kararına karşı gidilebilecek bir başka (olağan) kanun yolu (başvurulabilecek bir üst mahkeme) bulunmadığından veya artık kalmadığından, söz konusu karar kesinleşir. Bu kesinliğe, “şeklî anlamda kesinlik” denir. Kısaca ifade etmek gerekirse, şeklî anlamda kesinlik, ilk derece mahkemesinin nihaî kararına karşı gidilebilecek bir kanun yolunun bulunmaması yahut artık kalmamasıdır.
Bir haksız fiile dayanarak belli bir miktar tazminat istenmesi durumunda, haksız fiilin unsurlarına ilişkin ispat yükü, hangi tarafa düşmektedir?
Bir haksız fiile dayanarak belli bir miktar tazminat istenmesi durumunda, haksız fiilin gerçekleştiğini, bu fiilin hukuka aykırı olduğunu, bundan bir zarar doğduğunu ve zararın miktarını, işleyen kişinin veya bundan sorumlu olanın davanın karşı tarafı olduğunu, fiil ile zarar arasında nedensellik ilişkisi bulunduğunu ispat yükü davacı tarafa düşer. Çünkü onun tazminat talebinin karşılanabilmesi, bütün bu vakıaların doğru (gerçekleşmiş) olmasına bağlıdır. Buna karşılık, söz konusu haksız fiil nedeniyle doğan tazminat alacağının dava açılmadan önce borçlu (davalı) tarafından davacıya ödendiği ve bu sebeple davanın reddi isteniyorsa, bu vakıadan çıkan sonuç (davanın reddi) kendi lehine olacağından, bunu ispat yükü davalıya aittir.
Karineye dayanan taraf için ispat süreci, nasıl ilerlemektedir/ilerleyecektir?
Karine, genel olarak, bilinen bir olaydan bilinmeyen başka bir olayın veya hukuksal durumun varlığı yahut yokluğu hakkında sonuç çıkarılmasıdır. Karineye dayanan taraf için ilgili vakıa açısından artık ispatı gereken hiçbir husus kalmadığı söylenemez. Bilakis, her şeyden önce, karineye dayanan tarafın karine temelini ispatlaması gerekir. Örneğin, zilyetlikten mülkiyet sonucunun çıkarıldığı karine açısından zilyetlik durumunun (vakıasının) ispatı gerekir. Buna karşılık, söz konusu tarafın ayrıca ‘mülkiyet’i de ispatı gerekmez; bilakis mülkiyet açısından karine sonucu geçerli olacaktır. Öte yandan, karine sonucu bakımından da ispat yükü karşı tarafa geçmez. Şöyle ki, zaten kesin kanunî karineye dayanılması durumunda, bunun aksinin iddia ve ispatı mümkün değildir. Buna karşılık, bir tarafın kesin olmayan kanunî karine veya adî karineye dayanması durumunda, ispat yükü diğer tarafa geçmemekte, bilâkis, diğer taraf, bu karinelerin karine sonucunun aksini ispat edebilme imkânına sahip olmaktadır.
Sulh kavramı neyi ifade etmektedir?
Görülmekte olan bir davada, tarafların, aralarındaki uyuşmazlığı kısmen veya tamamen sona erdirmek amacıyla, mahkeme huzurunda yapmış oldukları bir sözleşmedir.
Oturum (celse) ve duruşma kavramları, ne anlama gelmektedir?
Tahkikat aşaması oturumlarda (celselerde) yapılan duruşmalarla (kural olarak) sözlü şekilde yürütülür. Mahkeme önünde yapılan tahkikat işlemleri için ayrılmış zaman dilimine oturum (celse), oturum esnasında yapılan tahkikat işlemlerine ise genel olarak duruşma denir.
'Ön sorun' ve 'bekletici sorun' kavramları, ne anlama gelmektedir?
Her ne kadar tahkikatın konusunu esas itibariyle uyuşmazlığın halli bakımından önem taşıyıp taraflar arasında çekişmeli bulunan vakıaların gerçek olup olmadığının, bunlara ilişkin deliller üzerinden araştırılması olsa da, bazen, dava sırasında, asıl uyuşmazlık konusu hakkında karar verebilmek için öncelikle halledilmesi gereken sorunlarla karşılaşılır. Örneğin, sunulmuş olan bir belgenin sahte olduğunun ileri sürülmesi, eski hale getirme talebi, ilk itirazlar, uygulanması söz konusu olan bir kanun hükmünün Anayasaya aykırı olduğunun iddia edilmesi, yahut davaya bakan hâkim hakkında bir ret sebebinin mevcut olduğunun bildirilmesi gibi. Bütün bu hallerde, öncelikle bu iddia (sorun) hakkında bir karar verilmesi gerekir. İddianın bizzat davaya bakan mahkemece karara bağlanması gereken haller (örneğin, taraflarca ileri sürülen gizlilik talebi) ön sorun, buna karşılık iddianın bir başka mahkemece karara bağlanması gereken haller (örneğin, uygulanacak bir kanun hükmünün Anayasaya aykırı olduğu iddiası) ise bekletici sorun olarak adlandırılır.
"Takdiri deliller" kavramı, neyi ifade etmektedir?
Mevcudiyetleri ve usulünce mahkemeye sunulmaları halinde, ilişkin oldukları vakıaları hâkimin doğru kabul etmek durumunda olduğu delillere kesin deliller; buna karşılık, hâkimin, kendileri üzerinden edindiği bilgiyi vicdanî kanaatiyle değerlendirerek ilgili vakıanın gerçekliğini takdir ettiği delillere ise takdirî deliller adı verilir. Kesin deliller, kanun tarafından belirlenmiş olup, ilâm, senet ve yeminden ibarettir. Bunlar dışında kalan bütün ispat araçları, (emareler bir tarafa bırakılacak olursa) “takdirî delil” kategorisine dahildir. Takdirî delillerin bir kısmı Hukuk Muhakemeleri Kanunu tarafından sayılmıştır. Bunlar, (kesin delil sayılanlar dışında olmak üzere) belge, tanık, bilirkişi ve keşiftir.
Medeni usul hukukuna hakim olan tasarruf ilkesinin, içerik açısından kaç yönü vardır?
Davanın taraflarının yargılamanın başlangıcını, konusunu ve sona ermesini belirleyebilmeleri anlamına gelen bu ilke, özü itibariyle, özel hukukun kişilere kendi hakları üzerinde tanıdığı tasarruf yetkisinin, bir uyuşmazlık ortaya çıkıp bu uyuşmazlığın mahkeme önüne getirilmek suretiyle medenî usûl hukukunun konusunu oluşturduğu aşamadaki görünümüdür. Tasarruf ilkesinin üç yönü mevcuttur. • Bunlardan birincisi, hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyememesi ve karara bağlayamaması; • ikincisi, kimsenin kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamaması; • üçüncüsü ise, davanın taraflarının dava konusu üzerinde kural olarak serbestçe tasarruf edebilmeleridir.