Temel İdare Hukuku Dersi 8. Ünite Sorularla Öğrenelim
İdarenin Sorumluluğu
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Hukuk biliminde sorumluluk kavramı ne anlama gelmektedir?
Hukuk biliminde sorumluluk kavramının siyasi sorumluluk, cezaî sorumluluk, disiplin sorumluluğu ve hukuki sorumluluk çeşitleri bulunmaktadır. Bizim için ders kapsamında önemli olan kavram hukuki sorumluluktur. Genel anlamda hukuki sorumluluk bir kişinin haksız fiil veya sözleşmeye aykırı davranış ile başkasına verdiği zararı karşılaması demektir. Özel hukuk alanında kişilerin hukuki (mali) sorumluluğu borç ilişkisine dayanmaktadır. Borç ilişkisi, sözleşmeye, haksız fiile ya da sebepsiz zenginleşmeye dayanmaktadır. Yine özel hukukta “kusursuz sorumluluk” halleri de kabul edilmektedir.
Geniş anlamda idari sorumluluk kavramı, neyi ifade etmektedir?
Geniş anlamda idari sorumluluk, Devletin mali sorumluluğunu ifade eder. “Devletin hukuki sorumluluğu” denildiğinde Devletin, yürütme/idare yanında, yasama ve yargı organlarının faaliyetleri sebebiyle mali sorumluluğunu da kapsamaktadır. Bazı durumlarda yasama faaliyeti ve yargılama faaliyeti sebebiyle devletin mali sorumluluğu gündeme gelebilir.
Dar anlamda idari sorumluluk kavramı, içerik olarak ne anlama gelmektedir?
Dar anlamda idari sorumluluk, işlevsel anlamda idarenin kamu hukukuna tabi faaliyetlerinden doğan zararların tazminine yönelik kurallar ve ilkeleri ifade etmektedir.
İdarenin hukuki sorumluluğu kendi içinde nasıl bir ayrıma tabi tutulabilir?
İdarenin hukuki sorumluluğu da idarenin özel hukuk sorumluluğu ve idari sorumluluk olarak ikiye ayrılabilir. Anayasanın 125. maddesinde “idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm, özel hukuk kamu hukuku ayrımı yapmaksızın idarenin mali sorumluluğunu ifade etmektedir. Bir davada idarenin sorumluluğunun özel hukuk sorumluluğu mu yoksa kamu hukuku sorumluluğu (idari sorumluluk) mu olduğunu, eğer kanunda bir açıklık yoksa işin mahiyetine göre yargı yeri belirleyecektir. İdarenin özel hukuka tabi faaliyetlerinden kaynaklanan sorumluluğu, özel hukuk hükümlerine tabi olup, çıkan uyuşmazlıklar da adli yargıda görülür.
İdari sorumluluğun bağımsızlığı ile ifade edilmek istenen nedir?
İdari sorumluluğun bağımsızlığı: İdari sorumluluğun doğum tarihi olarak kabul edilen, Fransız Uyuşmazlık Mahkemesinin 1873 tarihli Blanco kararında, idari sorumluluğun, özel hukuktan bağımsız, kendine özgü kuralları olduğuna içtihat edilmiştir. Söz konusu kararda, idarenin sorumluluğuna özel hukukta kişiler arasındaki ilişkiler için öngörülen sorumluluk hükümlerinin uygulanamayacağına, idarenin sorumluluğunun kamu hizmetinin gerekleri ve idare ile kişilerin haklarının uzlaştırılması ihtiyacına uygun olarak kendine özgü kuralları olduğuna işaret edilmiştir. Kısaca idari sorumluluk, özel hukuktan ve adli yargıdan bağımsız, kendine özgü ilkeleri olan bir sorumluluktur.
İdare hukukunda kusur kavramı ne anlama gelmektedir?
İdarenin kusura dayanan sorumluluğunda yer alan “kusur”, “hizmet kusuru” olarak ifade edilmektedir. Bu anlamda hizmet kusuru, hizmetin kurulmasında, düzenlenmesinde ya da işleyişindeki bir bozukluğu, aksaklığı ve eksikliği ifade etmektedir.
Hizmet kusurunun ne tür özellikleri bulunmaktadır?
Hizmet kusurunun özellikleri de şu şekilde sıralanmaktadır: Hizmet kusuru, kişilerden bağımsızdır. Asli bir sorumluluk sebebi, yani idarenin doğrudan sorumlu olmasını doğuran bir kusurdur. Hizmet kusuru anonimdir. Yani bir kişi ya da kişilere indirgenemez. Hizmet kusuru geneldir, yani tüm kamu tüzel kişileri için geçerli bir sorumluluk sebebidir. Hizmet kusuru esnektir, değişen durumlara göre tespit edilir.
Hizmet kusuru halleri ne şekilde tasnif edilmektedir?
Hem öğretide hem de içtihatlarda kabul edilen hizmet kusuru halleri aşağıdaki şekilde tasnif edilmektedir: a) Hizmetin Kötü İşlemesi: Hizmetin gereği gibi, beklenildiği gibi yürütülmemesi sebebiyle bir zarar meydana gelmiş ise hizmet kötü işlemiş demektir. Örneğin yanlış yerden iğne yapılması sebebiyle hastanın kolunun sakat kalması bu şekildedir. b) Hizmetin Geç İşlemesi: Kamu hizmetinin olağan sayılamayacak bir gecikme ile yerine getirilmesi ve bu gecikmeden bir zarar meydana gelmesi hali, hizmet kusuru oluşturmaktadır. Acil serviste kanamalı hastaya zamanında müdahale edilmemesi bu şekildedir. c) Hizmetin Hiç İşlememesi: Hizmet işlemesi gerekirken işlememişse, idare hizmetin işlemesi için bir davranışta bulunmamışsa, hizmet hiç işlememiş demektir. Burada hizmet kurulmuştur, ancak idare harekete geçmemektedir. Örneğin yıkılma tehlikesi olduğu bildirildiği halde, belediye binayı yıkmamışsa ve bina kendiliğinden yıkılarak kişilere zarar vermişse, hizmet hiç işlememiş demektir.
İdarenin sorumluluğuna gidebilmek için 'kusur' kim tarafından, nasıl ispat edilmelidir?
Kusura dayalı sorumlulukta, idarenin sorumluluğuna hükmedebilmek için idarenin kusurlu olduğunun kural olarak zarar gören tarafından ispatlanması gerekir. İdarenin kusurunun ispatlanmasının zorluğu nedeniyle, bazı durumlarda idarenin kusurlu olduğu varsayılmakta yani kusur karineleri kabul edilmektedir. Böylece ispat külfeti tersine çevrilerek, idare kusursuzluğunu ispatlama yükümlülüğü altına sokulmaktadır. Bu anlamda; a) bayındırlık eserlerinden kaynaklanan zararlar, b) kamu hastanelerindeki tedavi faaliyetlerinden kaynaklanan zararlar, c) kamu hizmetinin organizasyonundaki eksiklik sebebiyle ortaya çıkan zararlarda, idarenin kusurlu olduğu karine olarak kabul edilmektedir. Bu durumda davacı idarenin kusurunu ispatlamaktan kurtulmakta, idare kusursuzluğunu ispatlamak zorunda kalmaktadır.
Kamusal faaliyetlerden meydana gelen zararlardan sorumluluk, kusur açısından nasıl bir ayrıma tabi tutulmaktadır?
Kamu tüzel kişileri, üstlendikleri görevleri (kamu hizmetini) gerçek kişiler (kamu görevlileri) eliyle yerine getirmektedirler. Kamusal faaliyetlerden meydana gelen zararlardan sorumluluk, “hizmet kusuru” ve “kişisel kusur” şeklinde iki biçimde karşımıza çıkmaktadır. Bu ayrıma göre hizmet kusurunun varlığı halinde idare sorumlu olacak ve davalar idari yargıda açılacaktır. Kişisel kusurun varlığı halinde de kamu görevlisi doğrudan sorumlu tutulacaktır ve davalar adli yargıda görülecektir.
Türk idare hukukunda "kişisel kusur" ne anlama gelmektedir?
Kişisel kusur, “yürütülen görevden ayrılabilir nitelikteki kusurlar” olarak tanımlanmaktadır. Kamu görevlilerinin kusurları, yürüttükleri hizmete bağlanabilir nitelikte değilse, başka bir ifade ile hizmetten ayrılabilir nitelikte ise, ortada kişisel kusur vardır ve meydana gelen zararlardan kamu görevlisi kişisel olarak sorumludur. Bu hâlde açılacak davalar adli yargıda görülür.
Türk idare hukukunda hangi hallerde "kişisel kusur"un varlığından bahsedilebilir?
Türk hukukunda kişisel kusur sayılan halleri de şu şekilde sıralayabiliriz: (1) Hizmetin tamamıyla dışında işlenen kusurlar: Kamu görevlisinin hizmetle hiç ilişkisi olmayan, özel hayatında işlediği kusurlar, kişisel kusur oluşturur. (2) Suç niteliğindeki kusurlar: Kamu görevlisinin davranışı, suç niteliğinde ise, bu davranıştan doğan zararlardan kişisel olarak sorumludur. Örneğin polis memurunun işkence yapması bu niteliktedir. (3) Hizmet içindeki ağır kusurlar: Kamu görevlilerinin, hizmeti yerine getirirken ağır kusur işlemleri de kişisel kusur olarak kabul edilmektedir. Örneğin, bir cerrahın aşırı alkollü olarak ameliyat yapması ve zararlı neticelere sebebiyet vermesi ağır kusur olup kişisel sorumluluğuna neden olur. (4) Hizmet içindeki kasıtlı kusurlar: Kamu görevlilerinin görevlerini yürütürken kin, düşmanlık, öç alma şeklinde kasten hareket etmesi kişisel kusur oluşturur.
İdare hukukundaki 'kusursuz sorumluluğun' ne tür özellikleri bulunmaktadır?
İdare hukukundaki kusursuz sorumluluğun birtakım özellikleri bulunmaktadır. Bu özellikleri kısaca şu şekilde sıralayabiliriz: a) Kusursuz Sorumluluğun İkincil Olma Özelliği, b) Mağdur İçin Elverişlilik Özelliği, c) Zararın Anormal ve Özel Oluşu Özelliği, d) Kusursuz Sorumluluğun Orijinal Olma Özelliği.
Kusursuz sorumluluğun türlerinden olan "risk ilkesi gereğince sorumluluk" neyi ifade etmektedir?
İdarenin, bünyesinde belli bir tehlike taşıyan faaliyetler sebebiyle oluşan zararlardan sorumlu olmasına risk “ilkesi gereğince sorumluluk” denilir. Başka bir ifadeyle risk ilkesi gereğince sorumluluk idarenin tehlike taşıyan bir faaliyeti yürütmesi veya tehlikeli bir araç kullanması sonucu meydana gelen zararlardan sorumluluk yahut idarenin tehlikeli bir etkinliği yürütmesi ya da böyle bir kuruluşa sahip olmaktan dolayı kişilere verilen zararlardan sorumluluk anlamına gelmektedir. Buna göre idarenin öyle faaliyetleri vardır ki bünyesinde tehlikeler taşımaktadır. İdarenin yürüttüğü böyle bir faaliyetten dolayı bir zarar meydana gelmiş ise, idare bu zarardan kusursuz olarak sorumlu tutulur.
"Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi" ne anlama gelmektedir?
İdare hukukunda kusursuz sorumluluk türlerinden ikincisini, “kamu külfetleri karşısında eşit
lik” ilkesi oluşturmaktadır. Bu sorumluluk ilkesi, idarenin bünyesinde herhangi bir tehlike barındırmayan faaliyetlerinden kaynaklanan zararlar için uygulanmaktadır. Bir kusursuz sorumluluk ilkesi olduğuna göre, idarenin sorumluluğu için kusur şartı aranmayacaktır. Buna göre, idarenin yürüttüğü bir faaliyetten (örneğin bayındırlık faaliyeti-yol yapımı) birileri, diğer insanlara göre anormal bir zarara uğramış iseler bu zarar ödenerek külfetlerde bir denge (eşitlik) sağlanmış olur.
Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi gereğince idarenin sorumluluğuna neden olabilecek haller nelerdir?
Kamu külfetleri karşısında eşitlik ilkesi gereğince idarenin sorumluluğuna neden olabilecek halleri şu şekilde sıralayabiliriz: a) Bayındırlık Faaliyetlerinin Daimî Zararları, b) Ticari Zararlar, c) Kullanım Engelleri ve Değer Kayıpları, Hukuka Uygun İşlemlerden Sorumluluk.
İdare sorumluluğu kapsamında tazmin borcunun doğabilmesi için, 'zarar' unsurunun taşıması gereken şartlar nelerdir?
İdare açısından tazmin borcunun doğabilmesi için, zararın şu şartları taşıması gerekir: (a) Zarar meşru olmalıdır. (b) Zarar gerçekleşmiş ve kesin olmalıdır. (c) Zarar parayla ölçülebilir olmalıdır. (d) Zarar maddi veya manevi olabilir.
İdarenin sorumluluğunu etkileyen hallerden 'mücbir sebep' ne anlama gelmektedir?
Mücbir sebep, davalı idarenin yürüttüğü faaliyetin dışında cereyan eden, önceden öngörülmesi ve önlenmesi mümkün olmayan nitelikteki olaydır. Doğal afetler dediğimiz deprem, fırtına, heyelan, yıldırım düşmesi, sel, aşırı kar yağışı, çığ düşmesi, dondurucu soğuklar gibi haller, yine savaş, devrim gibi haller mücbir sebep teşkil eder ve idarenin sorumluluğunun ortadan kalkmasına neden olur. “...Mücbir sebep, yer sarsıntısı, feyezan, ihtilâl gibi önceden takdir ve tahmini kabil olmayan, kökeni tabii, sosyal ve hukuki olması itibariyle failin dışında kalan ve bu kişi tarafından önlenme olanağı bulunmayan olaylardır...” (D12.D,, E.72/2721, K.75/1343, T.18.6.2975).
'Beklenilmeyen hal'in şartları ve sonuçları nelerdir?
Beklenilmeyen hal (kaza) niteliğindeki olayın “içsellik”, “öngörülemezlik” ve “önlenemezlik” şartlarına sahip olması gerekir. Bir olay beklenilmeyen hâl niteliğinde ise, idarenin kusura dayanan sorumluluğunu kaldırır ancak kusursuz sorumluluğu devam eder.
Zararın tazminine ilişkin olarak 'denkleştirme ilkesi' neyi ifade etmektedir?
Denkleştirme İlkesi: Zarar görene, bu zararın karşılığı olarak sosyal yardım gibi bazı ödemeler yapılmışsa yahut zarar gören bu zarar sebebiyle bazı kazançlar elde etmişse, bunlar belirlenen tazminat miktarından düşülür.
Zarar miktarının hesaplanmasında, zarar tarihi, dava tarihi veya karar tarihinden hangisi esas alınacaktır?
Burada kural olarak zararın meydana geldiği tarih esas alınmaktadır . Türk idare hukuku öğretisinde kural olarak zararın meydana geldiği tarihin esas alınacağı, ancak bu tarih ile karar tarihi arasında uzunca bir zaman geçmesi durumunda, bu arada meydana gelen fiyat artışlarının dikkate alınması gerektiği yönünde görüşler yanında, hüküm tarihinin esas alınması yönünde de görüşler bulunmaktadır.
İdarenin sorumluluğu kapsamında ödenecek olan 'tazminatın türü' hakkında neler söylenebilir?
İdare mahkemesi para cinsinden ödenecek tazminatı belirlerken, “sermaye şeklinde” veya “irat şeklinde” olmasına karar verebilir. Türk yargı yerlerinin irat şeklinde tazminata pek sıcak bakmadıkları söylenebilir.
Meydana gelen manevi zararlara karşılık ödenecek olan tazminata faiz yürütülmesi mümkün müdür?
Danıştay, manevi tazminatın bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracı olduğundan bahisle faiz yürütülemeyeceğine ilişkin içtihadını uzun süre sürdürmüştür. Ancak Danıştay bu içtihadından vazgeçerek, manevi zarar için de faiz hesaplanması yönünde kararlar vermeye başlamıştır. “…Maddi ve manevi zararın giderilmesi için takdiren hükmedilecek miktara, idareye başvuru tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken, mahkemece maddi ve manevi tazminata faiz uygulanmamasında yasaya uyarlık bulunmamaktadır...” (D10.D, E.2007/5028, K.2010/6974). “…Manevi tazminatın yukarıda belirtilen özellikleri dikkate alındığında, manevi zararın telafisi için hükmedilecek miktara idareye başvuru tarihinden itibaren … faiz yürütülmesini gerekli kılmaktadır…” (D10D, E. 2002/4177, K. 2003/1089, T.25.03.2003).