Temel İnsan Hakları Bilgisi 1 Dersi 3. Ünite Özet
İnsan Haklarının Düzenlenmesi Ve Sınırlanması
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
İnsan Haklarının Düzenlenmesi
Kamu hak ve hürriyetlerinin düzenlenmesinde, “önleyici” ve “düzeltici” olmak üzere iki sistem bulunmaktadır. Önleyici rejimlerde hürriyetlerin kullanılması, sınırlarının aşılmasını veya kötüye kullanılmayı engellemek amacıyla önceden bazı kayıtlar altına sokulmaktadır. Hürriyetlerin kötüye kullanılması ve sınırlarının aşılması fiillerinin, iş işten geçtikten sonra cezalandırılması yerine, bu tür kullanımların önceden önüne geçilmesi amaçlanan rejimde, hürriyet ancak idarenin rızasıyla kullanılabilir. Kural olarak hürriyetin kullanılması, önceden bir izin almayı gerektirdiği için, önleyici rejimlerin, hürriyetin kullanımı açısından fazla elverişli olmayan anti-liberal bir rejim olduğu ifade edilmektedir.
Bir hürriyetin kullanılması için gerekli iznin verilip verilmemesinde kamu otoriteleri mutlak bir takdir yetkisine sahip bulunmaları hâlinde yasaklayıcı önleme rejimi geçerlidir. Bu durum, hürriyet açısından son derece elverişsiz olup haksızlığı ve keyfiliği her zaman bünyesinde barındırır. Hangi hürriyetlerin izin rejimine tabi olacağını belirleme yetkisi yasama organına aittir. İdare, herhangi bir faaliyeti kendi yetkisiyle izin rejimi kapsamına alamaz.
Düzeltici önleme rejiminde, önceden belirlenmiş objektif şartların yerine getirilmesi hâlinde, istenilen izni idarenin vermesi zorunludur. Örneğin, seyahat hürriyetini kullanmak amacıyla pasaport almak için, Pasaport Kanunun’daki şartların gerçekleştirildiğini ilgili birime bildirmek yeterlidir.
Basit önleme rejiminde ise, bir hürriyetin kullanılması için izin almaya gerek yoktur. Sadece hürriyetin kullanılacağının ve bununla ilgili bazı hususların ilgili makamlara bildirilmesi yeterlidir. Dolayısıyla bildirimin, hakkın kullanımında doğrudan bir etkisi yoktur; bireyin istemine karşı olası bir engel olmayıp tamamlanması gereken bir formaliteden ibarettir.
Düzeltici rejimin, liberal anlayışa uygun olarak işleyebilmesi için, her şeyden önce suç teşkil eden fiillerin, idari makamların takdirine bırakılmadan, kanunlarca belirlenmesi ve bu fiillerin sayısının çok fazla olmaması gerekmektedir. Bu rejimde, yetkili makamların müdahalesi ancak hürriyetin kullanılmasından sonra söz konusu olur. Hürriyetin doğasına ve liberalizme en uygun düştüğü ifade edilen düzeltici rejimde, hürriyet kural, sınırlama ise istisnadır. Yasaklanmayan her şey serbesttir.
İnsan Haklarının Sınırlanması
İnsan hakları hukukunda genel kural insan haklarının korunmasıdır; sınırlama ise istisnadır. Sınırlama, genel kuralın ışığında yorumlandığında, hakkı ortadan kaldıracak şekilde yapılamaz. Örneğin, düşünce ve bilimsanat hürriyetleri demokrasilerde, içerikleri bakımından sınırsızdır ama bunlar hakaret, sövme, şeref ve haysiyete saldırı, suça teşvik etme hâline dönüştükleri zaman artık norm alanı dışına kaymış olurlar ve korunmazlar.
Bazı hak ve hürriyetler, uluslararası, bölgesel ve ulusal insan hakları hukuku belgelerinde mutlak terimlerle ifade edilmiştir. Bu hakların hiç bir zaman sınırlanması mümkün değildir.
Sınırlayıcı Bir Şekilde İfade Edilen Haklar İnsan hakları hukuku ile ilgili uluslararası, bölgesel ve ulusal kaynaklara göre bazı hak ve hürriyetler yasalarla ve makul nedenlerin bulunması hâlinde sınırlanabilir.
Kullanılması Sınırlanabilen Haklar İnsan hakları hukuku kaynaklarında yer alan bazı haklar, bazı şartlar altında sınırlanabilir. Ancak bu hakların sınırlanabilmesi için, sınırlamaların bütünüyle bazı şartları taşıması zorunludur: Bunlar; sınırlamaların kanunda öngörülmesi, sınırlamaların ilgi hak ya da hürriyetin düzenlendiği maddedeki sınırlama nedenlerine dayanması ve sınırlamaların meşru amaçların elde edilmesi için zorunlu olmasıdır.
İnsan Haklarının Sınırlanmasında İlkeler
Sınırlamaların Gerekliliği hiçbir toplumda hiçbir zaman sınırsız hürriyet anlayışı olamayacağı, sınırsız hürriyetlerin anarşi ve neticede hürriyetsizlik doğuracağı bir gerçektir. Hürriyetlerin var olabilmesi ve kişi için bir değer ifade edebilmesi için, onların sınırlarının belirtilmesi, kullanılma şekillerinin gösterilmesi, ayrıntılı olarak çerçevesinin çizilmesi, yani düzenlenmesi gereklidir.
Hürriyetlerin sınırlanmasının ve düzenlenmesinin kişilerin kendi menfaatleri yönünden de gerekli olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü, sadece genel ilkeler şeklinde ilan edilen fakat sınırları belirlenmeyen hürriyetlerin kişi için pratik bir değeri yoktur. Bu sadece hürriyet vadinden başka bir şey değildir. Bu vaatlerin gerçekleşmesi için, devletin kanun yoluyla hürriyetleri düzenleyip istemesi, yani herkesin hürriyetlerinin nerede başladığını, nerede bittiğini ve bunların kullanılma yollarını açıkça belirtmesi gereklidir.
Sınırlamaların Yasallığı
Temel hak ve hürriyetlerin korunmasına yönelik hukukî araçların en önemlisi, sınırlamaların yasama organlarına bırakılması gelir. Bunu temelinde yatan düşünce, yasama organına duyulan güvendir. Kanunların yasama organlarında herkese açık görüşme ve tartışma usulüyle hazırlanması ve kabul edilmesi sonucu, tarafsızlık ve eşitliğin daha iyi sağlanacağı, kişiler açısından özgürlüklerin kanunla sınırlanmasının ilk akla gelen güvencelerini oluşturmaktadır. 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi hürriyeti tanımlayıp hangi maksatla sınırlanabileceğini belirtikten sonra, bu sınırların ancak kanunla tayin edilebileceği ilkesini koymuştur.
Sınırlamaların Sebebe Bağlılığı
İnsan haklarının sınırlandırılmasında aslî yetkinin Yasama Organına ait olması (yasallık ilkesi) , Yürütme Organı ve idarenin işlem ve eylemlerine karşı önemli bir güvence teşkil eder. Ancak, yasama organının da gereğinden fazla sınırlayarak insan haklarını kullanılmaz hâle getirmesi veya idareye bunları sınırlayıcı nitelikte düzenlemeler yapma yetkisi vermesi her zaman mümkündür. İşte bu nedenle, anayasalarda, yasama organının da iradesini sınırlayacak birtakım ek güvencelerin getirilmesi yoluna gidilmektedir. AİHS’nin 18. maddesinde ise, “... hak ve hürriyetlere getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanabilir” denilmektedir.
Hukuk sistemimizde ise, 1982 Anayasası’nın 3.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’la değişik 13. maddesinde, “temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. ...” denilmektedir.
Milli güvenlik nedenine dayanılarak bazı hak ve hürriyetlerin sınırlanabileceği, uluslararası, bölgesel ve ulusal hukuk sistemlerinde açıkça belirtilmektedir. “Millî Güvenlik” kavramı, anlam ve kapsam itibariyle, hem askerlik ve hem de millî savunma konuları ile, dıştan gelebilecek tehlike ve saldırılara karşı koyma (dış güvenlik) yanında içte çıkabilecek olay ve kargaşalıklara karşı koymayı (iç güvenlik) da içermektedir. Ancak ülke içinde çıkabilecek herhangi bir kargaşanın millî güvenlik kavramına dâhil edilebilmesi için, bu kargaşanın ülkenin millî birlik ve bütünlüğüne yönelik olması gerekir.
“Kamu güvenliği”, uluslararası ve bölgesel insan hakları metinlerinde, bazı insan haklarının sınırlanmasına izin veren bir neden olarak öngörülmektedir. “Kamu güvenliği”, genel olarak halkın güvenliği, tehlikeden uzak olması, toplumun iç ve dış tehlikelere karşı güvende olması anlamına gelir. Ülke içinde kamu barışının, sosyal uyumun, hukuka saygının ve kamusal otoritelerin aldığı kararların meşruiyetinin sağlanmasını güvence altına alan bir dizi tedbirlerin varlığını gerektiren bir kavramdır.
Kamu düzeni, uluslararası, bölgesel ve ulusal insan hakları hukuku ile ilgili kaynaklarda, bazı insan haklarının kullanımının sınırlanmasının bir nedeni olarak düzenlenmektedir. Kamu düzeni, Örnekleriyle Türkçe Sözlük’t e, “güvenlik içinde her türlü tehlikeden uzak bulunması”, genel olarak ise düzensizliğin ve suçların önlenmesi anlamında kullanılmaktadır.
Uluslararası, bölgesel ve ulusal insan hakları hukukunda, insan haklarının sınırlanmasına izin verilen temel sebeplerden birisi de kamu ahlakıdır (public morals). Evrensel olarak uygulanabilen bir ahlak standardı bulunmamaktadır. Genel ahlak (kamu ahlakı), anlayışları ve içeriği açısından, yere ve zamana göre değişen bir kavramdır. Bu nedenle, genel ahlakı korumak amacıyla, insan haklarını sınırlayıcı nitelikte gerçekleştirilen işlem veya eylemlerin, alınan tedbirlerin, belli bir ülkede geçerli olan ahlaki standartların korunması için gerekli olup olmadığının belirlenmesi gerekir. “Genel ahlâk” deyimi ile, “belli bir zamanda belli bir toplumun büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiş bulunan ahlak kuralları” ifade edilmektedir.
Uluslararası, bölgesel ve ulusal insan hakları hukuku kaynaklarında, “genel sağlığın korunması” amacıyla, bazı insan haklarının sınırlanabileceği öngörülmektedir. Kanunlarımızda, “umumi sıhhat” olarak da ifade edilen genel sağlık, toplumun bulaşıcı ve yaygın hastalıklardan uzak tutulmasını, toplumun sağlı koşulları içinde yaşamını sürdürmesini anlatır. Kolluk faaliyetlerinin amacı ve kamu düzeni kavramının bir unsuru olan genel sağlık (kamu sağlığı) toplumun bir bütün olarak bulaşıcı ve yaygın hastalıklardan uzak tutulması anlamına gelmektedir. Genel sağlığın korunması, aynı zamanda kamu düzeninin bir unsurudur.
Başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla, insan haklarının sınırlanmasına, insan haklarıyla ilgili uluslararası, bölgesel ve ulusal kaynaklarda izin verilmektedir. Başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması amacıyla, insan haklarının sınırlanmasındaki temel düşünce, hiç kimsenin, kendi haklarını kullanırken, başkalarının hak ve hürriyetlerinin ihlal edilmemesini sağlamaktır.
Suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla, insan haklarının sınırlanmasına, insan haklarıyla ilgili uluslararası, bölgesel ve ulusal kaynaklarda izin verilmektedir. Bireylerin/vatandaşların, kamu düzeninin ve barışın korunması için suçların araştırılması, soruşturulması ve önlenmesi, her toplumda önemli bir hedeftir. Bu hedefe ulaşılabilmesi için usulüne göre, suçluların geri verilmesi yoluna başvurulur.
Genel Refahın Sağlanması
Demokratik bir toplumda, genel refahın sağlanması amacıyla Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar Sözleşmesi’nde öngörülen haklar, kanunla sınırlanabilir. “Genel refah” kavramı belirsiz bir kavramdır; anlamı zamana, toplumun durumuna ve onun ihtiyaçlarına göre değişebilir. Ancak, genel refah kavramı esasen, halkın ve toplumun ekonomik ve sosyal yönden mutluluğu anlamına gelir.
Anayasanın özüne ve sözüne uygunluk ilkesi, temel hak ve hürriyetlerle ilgili sınırlamaların, Anayasa metnine olduğu kadar, başlangıç kısmına da uygun olmasını zorunlu kılar. Zira, Anayasa’nın 176. maddesi, “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten başlangıç kısmı, Anayasa metnine dahildir.” hükmünü taşımaktadır. Ayrıca, Anayasa’nın 2. maddesi, başlangıç hükümlerini “Cumhuriyetin temel nitelikleri” arasında saymıştır.
Genel olarak ölçülülük ilkesi, bir hak veya hürriyeti sınırlama zorunluluğu karşısında bulunan kamu gücünün, elindeki araç ya da araçlardan sınırlama zorunluluğu amacına ulaşmada en elverişli hak ve hürriyeti en az düzeyde sınırlayacak olanını seçerek hürriyet otorite dengesini kurmasıdır. Ölçülülük ilkesi sınırlamanın amacı ile sınırlamada başvurulan araç arasındaki ilişkiyi niteleyen bir kavramdır.
Bir devlette insan haklarının gelişmesi için, o devlette liberalleşme ve demokratikleşme gibi iki önemli siyasî gelişmenin olması gerekir. Liberalleşme ve genel oy, sorumlu hükümet, görece serbest ve açık siyasi katılım sürecinin tesis edilmesi anlamına gelen demokratikleşme insan hakları ihlallerini azaltır ve insan hakları ile ilgilenen sivil toplum kuruluşlarına iyi bir çalışma imkânı ve alanı sağlar.
Bir hak veya hürriyetin özü, onun vazgeçilmez unsuru, dokunulduğu takdirde söz konusu hürriyeti anlamsız kılacak olan aslî çekirdeğidir. Dolayısıyla, bir hak veya özgürlük, sınırlandığında hiç kullanılamaz hâle geliyorsa hakkın özüne dokunulmuş demektir.
Olağanüstü Yönetim Usullerinde İnsan Hakları
Günümüzde toplumlar, her zaman ve her yerde, tabi afet, tehlikeli salgın hastalıklar, ağır ekonomik bunalım hâlleri veya şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddi biçimde bozulması, hatta giderek devletin varlık ve bekasının tehlikeye düşürülmesiyle karşılaşabilirler. Toplumun varlığını ve huzurunu tehlikeye sokan, kamu düzenini ciddi şekilde sarsan bu gibi durumlara genelde olağanüstü hâller (states of emergency) denilmektedir. Öncelikle olağanüstü rejimler ile bunların ilan edilmesini sağlayan savaş, savaş tehlikesinin baş göstermesi, ayaklanma ve iç karışıklıklar gibi devletin ve millî topluluğun güvenliği bakımından büyük tehlikeler yaratan hukuk dışı faktörleri birbirinden ayırmamız gerekir. Zira hukuk dışı faktörler doğrudan doğruya bu rejimleri meydana getirmezler, fakat uygulanmasına sebep olurlar. Uluslararası insan hakları hukuku belgelerinde, olağanüstü rejime geçişi düzenleyen genel bir kriz önlemi kuralının bulunmayışı, taraf devletlerin böyle bir yetkisinin bulunmadığı sonucunu doğurmaz. Bilakis, uluslararası insan hakları hukuku belgesinde olağanüstü rejim kuralının olmaması, o sistemde taraf devletlerin böyle bir yetki kullanmasına engel etmediği sonucu çıkar.
Olağanüstü Rejime Geçiş Ögeleri
Ulusal hayatın (veya devletin bağımsızlığını ve güvenliğini) tehdit eden bir durumun baş göstermesi (KSHS m. 4), ulusun yaşamını tehdit eden diğer olağanüstü durumların meydana gelmesi (İHAS m. 15) hâllerinde, resmen olağanüstü hâl ilan edilmesi şartıyla, insan hak ve hürriyetleri kısmen veya tamamen askıya alınabilir. Mahkemeye göre, savaş ve ayaklanma, ihtilal veya devleti yıkma girişimleri, yaygın tehdit eylemleri gibi “ulusun hayatını tehdit eden genel tehlike” nin varlığını ve böyle bir durumda tehlikeyi ortadan kaldırmak için yapılması gerekenleri takdir ve tayin ulusun yaşamından sorumlu taraf devlete aittir.
Olağanüstü hâlin resmen ilanının yetkili makamlarca yapılması gerekir. Ayrıca bunun sözlü olarak yapılması da yeterli olmaz; mutlaka olağanüstü hâlin ilan edildiğinin Resmî Gazete’ de yayınlanması gerekir. Olağanüstü hâlin ilanı yetkisinin Yürütme organına verildiği durumlarda, resmi ilan daima, mümkün olan en kısa sürede, yasama organının onayına sunulması gerekir.
Hukuk sistemimizde 1876 Anayasası’nda “Olağanüstü hâl” kelimesinin kullanılmamış; 1924 ve 1961 Anayasalarında ise bu kelimeler kullanılmakla birlikte bir tanımı yapılmamış, sadece mükellefiyet uygulanmasını gerektirir hâller olarak değerlendirilmiştir. Buna karşılık, 1982 Anayasası ile iki tür olağanüstü yönetim usulü öngörülmek suretiyle, 1961 döneminde açık olmayan hususlar açıklığa kavuşturulmak istenmiştir. Bunlar; “olağanüstü hâller” (m. 119 ve m. 120) ile “sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hâli”dir (m. 122).
Yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim ilanına Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bakanlar Kurulu bu yetkisini, doğal afet veya ağır ekonomik bunalıma ilişkin konularda kendi değerlendirmesiyle; şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi biçimde bozulmasına bağlı olağanüstü hâllerde ve sıkıyönetim ilanında Milli Güvenlik Kurulunun görüşünü aldıktan sonra kullanabilir. Olağanüstü hâl, sıkıyönetim veya savaş ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı Resmi Gazete’de yayımlanır ve olağanüstü hâllerde “derhal”, sıkıyönetimde ise “aynı gün” TBMM’nin onayına sunulur. TBMM tatilde ise “derhal”; sıkıyönetim için toplantı hâlinde değilse “hemen” toplantıya çağrılır. Olağanüstü hâlin ilanını gerektiren sebeplerin devam etmesi durumunda, TBMM, Bakanlar Kurulunun istemi üzerine her defasında dört ayı geçmemek üzere bu süreyi uzatabilir. Savaş hâllerinde, sıkıyönetim süresinin uzatılmasında, dört aylık süreyle sınırlı olma şartı aranmaz.
Olağanüstü hâl veya sıkıyönetim hâllerinde, temel hak ve özgürlüklerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülmüş bulunan ek güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Ancak, uluslararası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal edilmemeli ve bunlar durumun gerektirdiği ölçüde olmalıdır (AY. m. 15/1).
Uluslarüstü insan hakları hukuku metinlerine göre, devletlerin olağanüstü durumlarda insan haklarını kısmen veya tamamen askıya alma yetkileri sınırsız değildir.
Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde olağanüstü dönemlerde, bu sözleşmelere taraf devletlerin, hangi nedenlere dayalı olarak taraf olduğu sözleşmenin hangi hükümlerini askıya aldıklarını bildirmeleri öngörülmüştür. İHAS m. 15/3’e göre, “Bu maddeye göre aykırı tedbirler alma hakkını kullanan her Yüksek Sözleşmeci Taraf, alınan tedbirler ve bunlar gerektiren nedenler hakkında Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ ne tam bilgi verir. Bu Yüksek Sözleşmeci Taraf, sözü geçen tedbirlerin yürürlükten kalktığı tarihi de Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bildirir”.
KSHS m. 4, İHAS m. 15, AİHS m. 27’de bazı hakların olağanüstü hâller, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hâlinde bile kısmen veya tamamen durdurulamayacağı, sınırlanamayacağı ifade edilmektedir. Olağanüstü durumlarda sınırlanamayan bu haklar şunlardır: “Yaşama hakkı”, “işkence yasağı”, “kölelik ve kulluk yasağı”, “suç ve cezaların geçmişe yürütülemeyeceği”, “düşünce hürriyeti” ve “din ve vicdan hürriyeti”. AY m. 15/1’de geçen temel hak ve hürriyetler hakkında, olağanüstü hâllerde yasama, yargı, yürütme ve idare hiç bir işlem yapamayacağı gibi, olağan hâllerde de bunlar hakkında işlem yapması evleviyetle mümkün değildir.
Uluslar üstü insan hakları hukuku metinlerinde olağanüstü durumlarda bazı insan haklarının kısmen veya tamamen askıya alınmasına izin verilmektedir. Kolluk yetkileri ve tedbirleri, normal zamanlarda kamu düzen ve güveninin korunmasına ve devamına yetmekle beraber, olağanüstü dönemlerde yeterli olmazlar. Bu nedenle, olağanüstü dönemlerde yetkilerin genişlemesi zorunludur. Anayasa “Olağanüstü Yönetim Usulleri” başlığı atında olağanüstü hâlleri, ve sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hâlini düzenlemiştir.
Olağanüstü hâl süresince temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı ya da durdurulacağı ve dolayısıyla olağanüstü hâl yönetiminin yetkileri 25 Ekim 1983 tarih ve 2935 sayılı Olağanüstü Hâl Kanunu ’nda düzenlenmiştir. Sıkıyönetim süresince de, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının kısmen veya tamamen nasıl durdurulacağı ya da Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirlerin nasıl alınacağı 13 Mayıs 1971 tarih ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile düzenlenmiştir.