Medeni Hukuk 2 Dersi 3. Ünite Sorularla Öğrenelim
Borçlar Hukukuna İlişkin Temel Kavramlar Ve İlkeler
- Özet
- Sorularla Öğrenelim
Borçlar hukukunun tanımı ve konusunu açıklayınız?
Kişiler arasında borç doğuran bir bağ olarak ortaya çıkan borç ilişkisini ve bu ilişkinin düzenlenmesi
işlevi gören hukuk kurallarını inceleme konusu edinen hukuk alanına borçlar hukuku denilmektedir.
Günlük yaşamda hukuken önemli pek çok ilişki kurulur. Üretmek, tüketmek ya da yok etmek veya
gündelik gereksinimleri karşılamak, kısaca yaşamak için her an borçlandırıcı ilişkileri kurar ya da ortadan
kaldırırız. Borçlanır, borçlarımızı ifa ederiz. Hakaret etmek, yaralamak, öldürmek eylemlerinde
bulunmakla, hemen her zaman kendimizi bir borçlar hukuku ilişkisi içerisinde buluruz. Bunlardan kişiler
arasında borç ilişkisi yaratanlar borçlar hukukunun konusuna girmektedirler.
İrade özerkliği ilkesini açıklayınız?
Her kişi, başkasının etkisi, baskısı, egemenliği altında kalmaksızın, bağımsızca bizzat kişiliğini
geliştirebilecek özellikte irade sahibidir. O, davranışlarını, davranışta bulunmadan önce değerlendirebilir;
davranışından doğabilecek sonuçları önceden görebilir, bunlara bakarak davranış seçenekleri arasından
kendisine en uygun davranış tarzını seçebilir. Bu anlamda, birey, kendi geleceğini, kendi yazgısını
belirleyebilme yetkisi sahibidir.
Nisbîlik ilkesini açıklayınız?
Borç ilişkisi sadece tarafları arasında bağlılık yaratır. Başka bir ifadeyle, borç ilişkisinden doğan hak ve
borçlar yalnız taraflar arasında ileri sürülebilir, ihlâl edilebilir. Bundan dolayı, üçüncü bir kişi borçtan
sorumlu tutulamaz. Bu nokta, borç ilişkilerinden elde edilebilir yarar ya da çıkar olarak alacak hakkının
aynî haklardan farkını da göstermektedir. Aynî haklar herkese karşı ileri sürülebilen mutlak haklar iken,
alacak hakkı yalnız borçluya karşı ileri sürülebilmektedir. Örneğin, A, B’ye sattığı fakat teslim etmediği
bilgisayarı C’ye satar ve teslim ederse, B, C’den bilgisayarı isteyemez. Çünkü B, satım sözleşmesiyle
A’dan kazandığı alacak hakkı olan bilgisayarın mülkiyetinin kendisine devredilmesini isteme hakkını
sadece bu hakkı kendisine kazandıran A’ya karşı ileri sürebilir. Nisbîlik kural olmakla birlikte, bunun da
istisnaları bulunmaktadır. Bu istisnalar arasında üçüncü kişi lehine sözleşme ve eşyaya bağlı borçlarla
sıklıkla karşılaşılabilmektedir.
Sorumluluğun kusura dayanması ilkesini açıklayınız?
Bir kişi, başkasının uğradığı zarardan ancak kusuru varsa sorumlu tutulabilir. Buna kusur ilkesinin olumlu
etkisi denmektedir. İlkenin olumsuz etkisine göre, bir kişi, kusurlu olmadıkça diğer bir kişinin uğradığı
zarardan sorumlu tutulamaz.
Borçlar hukukunda haksız fiilden ve sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluklarda kusur ilkesine
dayanılmaktadır.
Alacaklının sözleşmeden doğan bir borca aykırılık sonucunda zarara uğradığı hallerde borçlunun
kusurlu olduğu kabul edilmektedir (TBK 112). Borçlu, kusursuz olduğunu kanıtlayamazsa zararı tazmin
etmekten kurtulamamaktadır.
Borç ve borç ilişkisi arasındaki farklar nelerdir?
Borç ve borç ilişkisi arasında doğum anı, kapsam, devredilebilme ve sona erme açılarından farklar
bulunmaktadır.
İki kavram öncelikle doğum anı bakımından farklılık arz edebilir. Kural şudur: Aksi sözleşme ile
düzenlenmemişse, borç, borç ilişkisi ile aynı anda doğar. Elden işlemlerde, örneğin peşin satışta durum
budur. Borç, borç ilişkisinin kurulmasından sonra (devamı sırasında) da doğabilir. Örneğin kira
sözleşmesinde, kira parası ödeme borcu böyledir. Borç, borç ilişkisinden bağımsız, dış olgulara bağlı
olarak da doğabilir. Örneğin koşul ya da vadeye bağlı sözleşmelerde, koşul gerçekleştiğinde ya da vade
dolduğunda borç doğar; aynı durum faizli ödünçte faiz borcunun sonradan doğması hali için de geçerlidir.
Borç, borç ilişkisinin sona ermesinden sonra da doğabilir. Örneğin kiracı, kiralanan ya da ödünç alınan
şeyi sözleşme sona erdiğinde iade etme borcu altındadır.
Borç ve borç ilişkisi kavramları kapsam bakımından da farklılık gösterebilirler. Borç ilişkisinin
kapsamı bir borçtan ya da birden fazla borçtan oluşabilir. Örneğin taşınır satışı sözleşmesinde satıcının
malın mülkiyetini devir ve malı teslim etme aslî (birincil) borcudur. Bunun yanı sıra satıcının, ayıptan ve
zapttan sorumluluk gibi yan borçları vardır. Ayrıca satıcı rehin, cezaî şart gibi güvence niteliğinde bağlı
(fer’i) borçlar da üstlenmiş olabilir. Buna karşılık alıcının da bedeli ödeme, teslim ve taşıma masraflarını
ödeme borçları vardır. Borç ilişkisinde, bu borçların yanı sıra faiz, cezaî şart, kefalet gibi bağlı (fer’i)
haklar denilen haklar da yer alabilir. Ayrıca, bu ilişki, yenilik doğuran haklar, def’i hakları gibi yan (tali)
hakları da içerir.
Borç ve borç ilişkisi kavramları devredilme noktasında da farklılık gösterir. Borç ilişkisi,
devredilmişse, devredenin o borç ilişkisinin tarafı olma sıfatı sona erer. Borcun devri durumunda ise,
sadece borç devredilir; taraf sıfatı ve buna bağlı olan hak ve borçlar sona ermez.
Borç ve borç ilişkisi arasında sona erme nedenleri bakımından da farklılıklar vardır. Borç ilişkisini
sona erdiren haller, tüm borçların ifa edilmiş olması, sona erdirme sözleşmesi, sürenin geçmesi (dolması),
fesih ve fesh-i ihbar, dönme ve geri almadır. Bir borç ise şu sebeplerle sona erebilir: İfa, ibra, takas,
borcun imkânsız hale gelmesi, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi.
Borç ilişkisinden doğan haklar nelerdir?
Borç ilişkisinden doğan haklar denilince, en kaba anlatımıyla, alacaklının bir borç ilişkisinde borçludan
talep etmeye yetkili olduğu davranış biçimi akla gelmelidir. Fakat borç ilişkisinden doğan haklar bununla
sınırlı değildir. Çünkü, borç ilişkisi borçluya da haklar sağlar. Söz gelişi savunma olanağı veren defî ve
itiraz böyledir.
Bunlar, birincil hak olarak alacak hakkı, alacak hakkını genişleten ve teminat altına alan ikincil haklar
ve alacak hakkını etkileyen yan haklar olmak üzere üçe ayrılır.
Borcun yaptırımı olan sorumluluk kavramı nedir?
Sorumluluk kavramı iki farklı anlamda kullanılabilmektedir. Bir anlamıyla sorumluluk, sorumlu
tutulmanın nedeninin, kaynağının ne olduğunu anlatır. Bu anlamda sorumluluğa -den sorumluluk
denilmektedir. Bu açıdan sorumluluğun dört nedeni bulunduğu bilinmektedir: Sözleşmeden (dolayı)
sorumluluk, haksız fiilden (dolayı) sorumluluk ve sebepsiz zenginleşmeden (dolayı) sorumluluk,
vekâletsiz işgörmeden (dolayı) sorumluluk.
İkinci anlamda, borçlunun ne ile sorumlu tutulacağı sorusuna cevap veren -ile sorumluluktan söz
edilmektedir. Bu çerçevede şahıs ile sorumluluk ve mal(varlığı) ile sorumluluk arasında ayırım
yapılmaktadır. Şahıs ile sorumluluk, alacaklının alacağını elde edebilmek için borçlunun şahsına el
atabilmesi demektir. İlkel toplumlarda uygulanmıştır. Görünüm biçimleri öldürme, köleleştirme ve
hapistir. Günümüzde borç için hapis cezası ve şahıs ile sorumluluk geçerli değildir. Mal(varlığı) ile
sorumluluk, alacaklının alacağını cebri icra (zorla ifa ettirme) yoluyla borçlunun malvarlığından
alabilmesi, borçlunun da buna katlanmak zorunda olması demektir. Türk hukukunda malvarlığı ile
sorumluluk esası kabul edilmektedir.
Sorumluluk açısından borçlar nelerdir?
Sorumluluk açısından borçlar, tam borçlar (obligatio civilis) ve eksik borçlar (obligatio naturalis) olarak
ikiye ayrılmaktadır. Tam borçlar, yaptırımlı, sorumluluk doğurabilen, dava ve icra yolu ile takip edilebilen borçlardır. Buraya
değin açıklananlar böyledir. Borç, daima sorumluluk demek değildir. Her borca her zaman sorumluluk bağlanmaz. İşte yaygın
anlamıyla eksik borçlar, yaptırımsız, sorumluluk doğurmayan, dava ve cebri icra yoluyla takip
edilemeyen borçlardır.
Eksik borçlar, doğuştan eksik borçlar (evlenme tellallığından doğan ücret borcu, kumar ve bahisten
doğan borçlar, ahlakî ödevlerden doğan borçlar, hukuka ve ahlâka aykırı amaçla verilenlerin iadesi borcu
gibi) geçici eksik borçlar (eşler arasındaki borçlar, ana baba ile birlikte yaşayan ergin çocuğun alacağı
gibi) ve sonradan eksik borçlar (zamanaşımına uğramış borçlar, konkordatodan elde edilemeyen
alacaklar, kendiliğinden ifa edilmiş eksik borçlar gibi) olarak sınıflandırılabilmektedir.
Hukuksal işlemin kurucu öğeleri nelerdir?
İrade açıklaması: İrade, kişinin iç dünyasında kalan bir hukuksal sonuca ulaşma amaç ve isteğidir.
Kişinin belirli bir hukuksal sonuca ulaşma isteğini fiile dönüştürerek dış dünyaya yansıtmasına irade
açıklaması denir. İrade açıklamasında öncelikle davranışta bilinçlilik (iradîlik) gerekir. Uykulu veya
bilinç kaybı içerisindeyken ya da narkoz veya ipnoz altında davranış bilinci (iradesi) olmayacağı
için, bu durumda yapılan açıklama bağlayıcı değildir. Ayrıca kişide hukuksal işlem yapma bilinci de
bulunmalıdır. Kişi hukuksal işleme giriştiğini bilmeli ve istemelidir. O yüzden, yanlış anladığı
teklife “evet” diyen bir kişinin davranış bilinci vardır; fakat, işlem bilinci yoktur. Son olarak irade,
açıklanmalıdır. İradenin içeriğinde yer alan ve hukuk düzenince bu iradeye bağlanacak olan
hukuksal sonucu sağlaması için dışa (açığa) vurulmasına açıklama denir. Açıklama da bilinçli
olmalıdır. Açıklama iradesi, kesin olarak bağlanma iradesini (kararını), doğması istenen hukuksal
ilişkinin kurulması, değiştirilmesi ya da ortadan kaldırılması arzusunu muhataba bildirme bilincidir.
Bir kol saatine gereksinimi olan kişi, saati satın almayı istiyor (fiil – işlem iradesi var!); fakat bu
işlemi henüz yapamayacağını düşünüyorsa, açıklama iradesi yoktur!
Hukuksal sonuç, bireyin iradesinin, dış dünyada hukuken anlamlı bir değişim yapma amacına,
hukuksal bir sonuca yönelmesi; bir hukuksal sonuca ulaşmayı amaç edinmesidir. Kuşkusuz,
hukuksal işlem ile tarafların istedikleri amaçlar, hukuk düzeni tarafından onaylanan amaçlar olmak
zorundadır. Bu çerçevede, irade açıklaması, kişinin, bir hak doğuran, bir hukuksal ilişkiyi kuran,
değiştiren veya ortadan kaldıran açıklamasıdır.
Hukuksal işlemin türleri nelerdir?
Hukuksal işlem, kural olarak, hukuksal sonuçlarını onu yapan kişi ya da kişiler hayatta olduğu zaman
doğurur. Çünkü kişiler açıkladıkları irade beyanları ile istedikleri hukuksal sonuçlara hemen ulaşmak
isterler. İşte işlemi yapanların sağlığında hüküm ve sonuç doğuran işlemlere sağlararası hukuksal
işlemler denmektedir. TBK’nda düzenlenen hemen hemen tüm sözleşmeler bu niteliktedir. Ölüme bağlı
işlemler ise, işlemi yapanın ölümü üzerine hüküm ve sonuç doğuran işlemlerdir. Vasiyetname ve miras
sözleşmesi, buna örnektir.
Hukuksal işlemin hüküm ve sonuçları gelecekte gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kuşkulu olan bir olaya
bağlanmış ise, koşula bağlı işlemden söz edilir. Bunu, vadeye bağlı işlemden ayırt etmek gerekmektedir.
Hukuksal işlemin hüküm ve sonuçları gelecekte gerçekleşmesi kesin olan bir olaya bağlanmış ise, vadeye
bağlı işlemden söz edilir. Hem koşul hem de vade erteleyici ya da bozucu nitelikte olabilir. İşlemin
hüküm ve sonuç doğurması, gelecekte gerçekleşmesi kesin bir olaya bağlanmış ise vadeden söz edilir.
Örneğin, bisikleti sana 1 Temmuz 2012 günü bağışlayacağım denmiş ise erteleyici vade vardır. Buna
karşılık, işlemin hüküm ve sonuç doğurması, gelecekteki kuşkulu bir olaya bağlanmış ise erteleyici koşul
söz konusu olur. Örneğin, bisikleti sana sınıfı geçersen bağışlayacağım denmiş ise, erteleyici koşul vardır.
Koşul gerçekleşene değin, işlemin hüküm ve sonuçları askıdadır. Koşul gerçekleşmezse, işlem baştan
itibaren hüküm ve sonuç doğurmaz, gerçekleşirse baştan itibaren koşulsuz bir işlemmiş gibi hüküm ve
sonuç doğurur. Bu anlamda erteleyici koşul, eğer kararlaştırılmışsa, bir hukuksal işlemin tamamlayıcı
öğesi olup, eksikliği halinde o işlem eksik işlemdir. Buna karşılık işlemin doğurmaya başladığı hüküm ve
sonuçların ortadan kalkması gelecekteki kuşkulu olaya bağlanmışsa bozucu koşul, gerçekleşeceği kesin
olaya bağlanmışsa bozucu vadeden söz edilmektedir
Bir hukuksal işlem olarak sözleşme nedir?
Sözleşme (akit) karşılıklı iki tarafı oluşturan kişi ya da kişilerin belirli bir hukuksal sonuca ulaşmak üzere
birbirine uyan irade açıklamalarıyla oluşturdukları hukuksal işleme denir. Sözleşmenin kurulabilmesi
için, belli bir hukuksal sonucun meydana gelmesi konusunda, iki ya da daha çok kişinin irade
açıklamasında bulunması, bu irade açıklamalarının karşılıklı olması ve irade açıklamalarının birbiriyle
uyuşması gerekir. Borçlar hukukunda sözleşmeler, alacaklı için kişisel hak yaratırken, borçlu için, borç
doğurur. Borçlu, örneğin bir malının mülkiyetini satıp devretmek istiyorsa, önce bir borç ilişkisi olan
satım sözleşmesi kurar. Bu sözleşme, borçluya sadece malın mülkiyetini devretme yükümlülüğü doğurur.
Alıcıya mülkiyetin geçmesi, bu amaca yönelik olan tasarruf işleminin yapılmasına bağlıdır. Keza borçlar
hukukunda sözleşmeler rızaîdir. Dolayısıyla, borçluya bir şeyin verilmesi yükümlülüğü getiren bir
sözleşmenin kuruluşu için o şeyin verilmesi gerekmez, sadece tarafların irade açıklamalarının uyuşması
yeterlidir.
Borçlu taraf sayısı açısından sözleşmelerin türleri nelerdir?
Borç yüklenen taraf sayısına göre sözleşmeler, tek tarafa borç yükleyenler ve iki tarafa borç
yükleyenler olmak üzere ikiye ayrılır. Taraflarından sadece biri için borç doğuran sözleşmelere tek
tarafa borç yükleyen sözleşmeler denilmektedir. Tek tarafa borç yükleyen sözleşmeye bağışlama ya da
kefalet sözleşmeleri örnek olarak verilebilir.
Her iki tarafı için de karşılıklı borç yükleyen sözleşmelere iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler adı
verilir. Bunlar da kendi aralarında ikiye ayrılır: Tam iki tarafa borç yükleyen ve eksik iki tarafa borç
yükleyen sözleşmeler.
Sözleşmenin niteliği gereği tarafların her birinin edimi diğer tarafın ediminin tam karşılığını
oluşturmakta ise tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerden söz edilir. Tam iki tarafa borç yükleyen
sözleşmelerde, her iki tarafın da borçları doğuş, varlıklarını sürdürme ve ifa bakımından birbirinin
karşılığıdır. Edimler birbiriyle öyle bir ilişki içerisindedirler ki, kural olarak aynı anda doğar ve aynı
anda ifa edilirler; biri diğerine denk bir karşılık (ivaz) oluşturur; her birinin sebebi diğeri olup,
edimlerden biri geçerli değilse diğeri de geçersiz kalır. Bunlar, satım, kira, hizmet, istisna gibi
edimlerin karşılıklı olarak değiş tokuşunu (mübadelesini) amaçlayan sözleşmelerdir.
Taraflardan birinin edimini ifa etmesinin sonucu olarak diğer taraf için de edim (borç)
yükümlülüğünün doğduğu sözleşmeler ise eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler olarak
adlandırılır. Eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, edimlerin birbiriyle mübadelesi ve
birbirinin denk karşılığı olma niteliği bulunmaz. Bu anlamda, kimi örneklerinde taraflardan biri, önce
kendi malvarlığından bir değeri diğer tarafa vermeyi, diğer taraf ise, kendisine verileni daha sonra
iade etmeyi taahhüt eder. Bu, kendi malvarlığından bir şeyi vermeyi değil, aslında karşı tarafa ait
olanı, ona iade etmeyi taahhüttür.
Öneri (icap) nedir?
Bir sözleşmenin meydana gelebilmesi için gerekli olan iki irade açıklamasından zaman itibariyle ilk önce
yapılana öneri (icap) adı verilmektedir. Açıklamayı yapana da öneren (icapçı) denilmektedir. Öneri tek
taraflı ve varması (ulaşması) gerekli bir irade açıklamasıdır. Öneri, öğeleri mevcutsa öneren için
bağlayıcıdır.
Öneri, önerenin açıklaması ile bağlı olma niyetini yansıtmalıdır. Önerenin açıklamasından önerisi ile
bağlanma niyeti açıkça ve kolaylıkla anlaşılmaz ise, bu öneri değil, öneri çağrısı (icaba davet) olarak
nitelendirilmektedir (TBK 8). Öneren önerisiyle bağlı olmama hakkını açıkça saklı tutmuşsa veya işin
niteliği ya da durumun gereklerinden önerinin bağlayıcı olmadığı anlaşılabiliyorsa öneri çağrısı
bulunduğu düşünülmelidir (TBK 8/I). Yeni TBK 8, vitrinde fiyatını göstererek mal sergileme, tarife, fiyat
katalogu veya benzerinin gönderilmesini “aksi açıkça ve kolaylıkla anlaşılmadıkça” kural olarak öneri
niteliğinde görmektedir (krş. eBK 7).
Kabul nedir?
Kabul, önerenin yapmış olduğu öneriye kabulcünün verdiği olumlu cevaptır. Yani kabulcünün kendisine
yapılmış olan öneriyle tamamen uygun ve onu onaylar nitelikte tek taraflı ve varması gerekli irade
açıklamasıdır. Eğer kabulcünün açıkladığı irade öneriyi değiştirir veya tamamlar nitelikte olursa, kabul
değil yeni bir öneri durumu söz konusu olur. Kabulün sözleşmenin kurulmasını sağlayabilmesi için
mutlaka önerinin bağlayıcı olduğu süre içinde önerene ulaştırılması gerekir. Bu süreyi aşan bir zamanda
önerene ulaşan kabul açıklaması kabul değil, yeni bir öneri sayılır. Fakat kabul haberi süresinde varacak
zamanda yollanmış, ama önerene süre bittikten sonra ulaşmış ise, öneren bununla bağlı olmak
istemediğini derhal kabulcüye bildirmediği takdirde sözleşme kurulmuş olur. Kabul, yazılı, sözlü veya
temsilci aracılığıyla açıklanabilir. Kural olarak şekle tâbi değildir. Fakat geçerlilik şekli aranan işlemlerde
aranan şeklin içeriğini oluşturmalıdır.
Sözleşmenin kurulmasında objektif esaslı ögeler nelerdir?
Objektif esaslı öğeler, bir sözleşmeye niteliğini (adını) veren, o sözleşme için asgarî zorunlu içeriği
oluşturan öğelerdir. Yasada düzenlenmiş (tipik) sözleşmelerde, yasada gösterilen öğeler objektif esaslı
öğelerdir. Örneğin, satım sözleşmesinin objektif esaslı öğeleri, mülkiyeti devir borcu (mal) ve bedeldir
(semen). İşte, her sözleşmede tarafların karşılıklı olarak alış verişini yaptığı irade açıklamaları bu objektif
esaslı noktalar üzerinde uyuşmuşsa, diğer bir deyişle, önerinin içeriği aynen kabulün de içeriği haline
gelmiş ise sözleşme kurulmuş olur (TBK 2/I).
Sözleşmenin kurulmasında sübjektif esaslı ögeler nelerdir?
Sübjektif noktalar, esas itibariyle sözleşmenin yan noktalarıdır. Bunlar, o sözleşmeyi kurmak için
tarafların irade açıklamalarında yer alması zorunlu olmayan öğelerdir. Örneğin satım sözleşmesinde
satılanın alıcının adresine kadar taşınması, taşımanın ücreti, taşıma rizikolarına karşı sigortalanması gibi.
Sübjektif noktalar üzerinde tarafların üzerinde hiç durmamaları sözleşmenin kuruluşunu etkilemez (TBK
2). Bu durumda bunlar yan nokta niteliğinde kalırlar ve fark edildiklerinde tarafların üzerinde anlaşması
ya da yargıcın müdahalesi ile sorun çözüme kavuşturulur (TBK 2/II). Yargıç, çözümü elde ederken,
sırasıyla emredici hükümleri, tarafların iradesini, sonra yasadaki yedek hükümleri, örf âdeti esas alacaktır.
Sübjektif noktalar, taraflarca görüşme konusu yapılmış, anlaşma sağlanamamış, fakat bu noktalarda
yasadaki yedek kuralların uygulanacağı kararlaştırılmış ise, sözleşmenin kurulduğu kabul edilmektedir.
Bir ya da her iki taraf sübjektif noktaları esaslı öğeler haline getirmiş olabilir. Şöyle ki, taraflar sübjektif
noktaları görüşmüş, fakat anlaşma sağlanamamış ve en azından taraflardan biri için bu noktalar esaslı ise,
sübjektif esaslı nokta meydana gelmiş olur. Sübjektif esaslı noktalar üzerinde anlaşma yoksa, sözleşme de
kurulmamış olur (TBK 2/I).
Yokluk nedir?
Hukuksal işlemin kurucu öğelerinde eksiklik varsa hukuksal işlem yokluk yaptırımına tâbi tutulmaktadır.
Bu anlamda yokluk geçerlilik sorunu değildir. Çünkü, yoklukta, yasanın aradığı yapıtaşları olan kurucu
öğeler bulunmadığı için, işlem, hukuken hiç doğmamış sayılır. Borçlar hukukunda bir sözleşmenin
meydana gelebilmesi için iki tarafın karşılıklı irade açıklaması gerekmektedir. İşte, hiç ya da birine
karşılık diğer tarafın irade açıklamasının bulunmadığı bir durumda, sözleşme yok hükmündedir. Örneğin
maddî cebir altında yapılan hukuksal işlem yok hükmündedir. Yoklukta, herhangi bir işlem meydana
gelmemiş sayıldığı için, ortada hiçbir hüküm ve sonuç da yoktur. Bu yüzden herhangi bir irade açıklaması
ya da mahkeme kararıyla yokluk hükmü elde etmeye çalışmak da gerekmez.
Kesin hükümsüzlük nedir?
Kesin hükümsüzlük, hukuksal işlemin kanunun öngördüğü geçerlilik öğelerinin kanunun öngördüğü
nitelikte olmaması haline bağlanan sonuçtur. Bu durumda, deyiş yerindeyse, hukuksal işlem, hiç
dünyaya gelmemiş değildir. Hukuksal işlem doğmuştur, fakat ölü doğmuştur, hukuksal sonuç
doğurması mümkün değildir. Daha açığı, bir hukuksal işlemin baştan itibaren hukuksal sonuçlarını
doğuramaması, sonradan da geçerli hale getirilememesidir (TBK 27). Sebebi sonradan ortadan kalksa
bile, kesin hükümsüz (batıl) olan bir hukuksal işlemin sonradan düzeltilerek geçerli hale gelmesi
mümkün değildir. Sözleşmenin kesin hükümsüz olduğunu sadece taraflar değil üçüncü kişiler de ileri
sürebilir. Yargıç, önüne gelen olayda butlan sebebini görevi gereği re’sen dikkate almak zorundadır.
Çünkü butlan, bir def’i değil bir itirazdır.
İptal edilebilirlik nedir?
Hukuksal işlemin kurucu öğeleri var, fakat kimi geçerlilik öğelerindeki eksiklik dolayısıyla işlemde
sakatlık bulunmakta ise iptal edilebilirlik söz konusu olmaktadır. İrade sakatlığı halleri de denilen
yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (tehdit) durumları ile aşırı yararlanma (gabin) iptale yol açan
sebeplerdir. Bu sebeplerin, butlana yol açan sebepler kadar kamu yararını ağır biçimde ihlâl etmediği
düşünüldüğü ve iptal edilebilirlik sebepleri daha çok tarafları ilgilendiren nitelikte olduğu için onlara
kesin hükümsüzlük sonucu bağlanmamıştır.
Eksiklik nedir?
Hukuksal işlemin etkinlik öğelerinde eksiklik de o işlemin hüküm ve sonuç doğurmasını engeller.
Biliyoruz ki, onay (icazet), bir memurun ya da üçüncü bir kişinin fiili, erteleyici koşul ya da vade
hukuksal işlemlerde etkinlik öğeleri olarak adlandırılmaktadır. Her işlemde olmazsa da, böyle bir öğeye
de yer verilen bir işlemde eksiklikten söz edilir.
Eksiklik, tek taraflı bağlamazlık ya da askıda hükümsüzlük hali olarak da ifade edilebilmektedir.
Eksiklik sebebi ortadan kalkar, söz gelişi onama iradesi açıklanırsa, işlem baştan itibaren hüküm ve sonuç
doğurur. Buna karşılık eksikliğin giderilemeyeceği anlaşılır, söz gelişi ret iradesi açıklanırsa, işlem, batıl
işlemler gibi, baştan itibaren hüküm ve sonuç doğurmamış kabul edilir.