Medeni Hukuk 1 Dersi 2. Ünite Özet
Dürüstlük Kuralı, İyiniyet, İspat Yükü, Resmi Sicil Ve Senetler
- Özet
Dürüstlük Kuralı
TMK. m. 2/I’e göre, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır”. Bu kurala göre kişiler haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken “normal ve makul” davranmalı, orta zekâya sahip bir kişinin toplumda sergileyeceği davranışları sergilemelidir. Örneğin, mülkiyet hakkına sahip olan bir kişi, bu hakkını yasanın çizdiği sınırlar dâhilinde kullanmalı, başka bir kimsenin haklarını ihlal anlamına gelecek kullanmalardan kaçınmalıdır.
Dürüstlük kuralları kişilerin haklarını kullanmak ve borçlarını yerine getirmek gibi durumların yanı sıra özellikle soyut kanunların somut olaylarda yorumlanmasında; hukukî işlemlerin yapılması ve yorumlanmasında, diğer bir deyişle taraf iradelerinin açıkça ifade edilmesinde; hukuki işlemdeki boşlukların tamamlanması, başka işlemlere dönüştürülmesi ve yeni koşullara uyarlanmasında kullanılır.
Hukuk kuralları, genel ve soyut nitelikli kurallardır. Hâkim, bu kuralları somut olaylara uygularken ve kendisine takdir hakkı tanındığı durumlarda, doğruluk ve dürüstlük ilkesinden hareket ederek kuralları yorumlamaktadır.
Hukuki işlemlerin kurulması sırasında da doğruluk ve dürüstlük kuralları uygulama alanı bulacaktır. Taraflar, sözleşme görüşmeleri sırasında, birbirine bilgi verme, aydınlatma ve bunların hepsini yerine getirirken doğruluk ve dürüstlük kurallarına göre davranma yükümlülüğü altındadırlar. Aynı şekilde kurulan sözleşmelerin yorumlanmasında; yani taraf iradelerinin ortaya konmasında da doğruluk ve dürüstlük kurallarından yararlanılacaktır.
Hukuki işlemlerde boşlukların doldurulmasında yine dürüstlük kuralları önem arz etmektedir. Ayrıca sözleşmenin yeni şartlara uyarlanmasında da dürüstlük kuralları göz önünde bulundurulacaktır. Ahde vefa ilkesi gereği taraflar sözleşmeyi akdettikten sonra artık sözleşmeye uymakla yükümlüdürler. Ancak sözleşmenin kurulmasından sonra, mevcut koşulların önceden öngörülemeyecek bir şekilde ve olağanüstü değişmesi, taraflardan biri için çekilmez hale gelmişse, sözleşmenin yeni şartlara göre uyarlanması gerekir. Bu uyarlanma esnasında da dürüstlük kuralından hareket edilecektir.
Bir hakkın amaçlarına aykırı bir şekilde kullanılması veya dürüstlük kurallarını gözetmeksizin kullanılması “hakkın kötüye kullanılması” olarak ifade edilebilir.
Bir hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirlemek için belirli koşullar bulunmalıdır:
- Bir hakkın bulunması
- Hakkın açıkça doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı kullanılması
- Hakkın kullanılmasının başkasına kasıtlı veya kasıtsız zarar vermesi
Kanun hakkı kötüye kullananın bu hakka ilişkin taleplerini korumaz. Hakkın kötüye kullanımından zarar gören ise dört şekilde dava talebinde bulunabilir:
- Hakkın kötüye kullanımını durdurma
- Hakkın kötüye kullanımını önleme
- Tespit davaları
- Tazminat davaları
İyiniyet
Türk Medeni Kanunu 3. Maddesinde iyiniyetten söz edilmekle beraber iyiniyetin tanımına yer verilmemiş; ancak aynı kanunun 1024’üncü maddesinde yalnızca kötü niyetli kişinin tanımı yapılmıştır. Bu tanıma göre kötüniyetli kişi hukuksuz olarak elde edilen bir hakkı bilen veya bilmesi gereken kişi olarak tanımlanmıştır. Buradan yola çıkılarak iyiniyet bir hakkın oluşmasına engel olabilecek bir duruma ilişkin kabul edilebilir ölçüde bilgi sahibi olmama veya yanlış bilgi sahibi olma olarak ifade edilebilir. İyiniyetin kullanılacağı durumlar, kanunun iyiniyete ilişkin düzenlemeler yaptığı durumlardır.
İyiniyet, kişiden kişiye değişen, sübjektif nitelikli bir kavramdır. İyiniyet, bir hakkın kazanılmasına engel olan hukuki bir eksikliğin bilinmemesi veya bilinmesinin gerekmemesidir. İyiniyetli olmanın sonuçları, medeni hukukun tüm dallarında kendini gösterir. Ancak belirtmek gerekir ki iyiniyet, kanunun iyiniyeti aradığı ve iyiniyetli olmaya hukuki sonuç bağladığı durumlarda söz konusu olacaktır.
İyiniyetin temelde iki unsuru vardır:
- Bilgisizlik
- Yanlış bilgi
Bilgisizliğin veya yanlış bilgiye sahip olunduğunun kabul edilebilmesi için bu bilginin normal olarak görülmesi, kişinin “kanundan dolayı bilme yükümlülüğü”ne aykırı davranmamış olması gerekir. Kanundan dolayı bilme yükümlülükleri, kanunlara göre ilan edilmesi gereken konularda açıklık ilkesine bağlı olarak sicillerde kaydedilir ve kişiler, haklara ilişkin bu bilgilere sahip olmakla yükümlüdür.
İyiniyetin kabulü için bazı durumlarda ise “durumun gereği olan bilme yükümlülüğü”, diğer bir deyişle kişinin duruma ilişkin bilginin edinilmesinde özenli davranması gerekmektedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmediği durumlarda iyiniyet söz konusu olamaz.
İyiniyetin ispatı TMK. m. 3/I’e göre, “Kanunun iyiniyete hukukî bir sonuç başladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.”. İyiniyetin ispat edilmesi gerektiği durumlarda ispatlanacak olan iyiniyetin varlığı değil, yokluğudur. Diğer bir ifade ile burada iyiniyet karinesi öngörülmüştür. İyiniyet karinesi, bir kimseyi kendisinin iyiniyetli olduğu yönünde ispat külfetinden kurtarır. Ancak iyiniyet iddiasına dayanan kişinin de gerekli özeni göstermiş olması gerekir.
İyiniyetin korunması başta eşya hukuku olmak üzere Medeni Hukukun tüm alanlarında görülür. TMK. m. 988 hükmüne göre “Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyiniyetle mülkiyet veya sınırlı ayni hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur”.
Sahibinin elinden isteği dışında çıkan para ve hamiline yazılı senetleri, iyiniyet yoluyla elde eden kişilerden bu para ve senetleri geri vermesi istenemez.
İyiniyetin korunduğu durumlara aile hukukunda da rastlanır. Bunlardan biri olan TMK. m. 147/III’e göre, “Evliyken yeniden evlenen bir kimsenin önceki evliliği mutlak butlan kararı verilmeden önce sona ermişse ve ikinci evlenmede diğer eş iyiniyetli ise, bu evlenmenin butlanına karar verilemez”. Buna göre mutlak butlan kararı verilmeden önce ilk evlilik sona ererse, ikinci eşin kabul edilebilir bilgisizliği göz önünde bulundurularak ve iyiniyeti korunarak ikinci evlilik hakkında butlan kararı verilmez.
İyiniyetin korunduğu diğer bir alan da borçlar hukukudur. Buna bir örnek olarak sebepsiz zenginleşme örnek gösterilebilir. Sebepsiz zenginleşmede bir kişinin malvarlığının diğer bir kişinin malvarlığının azalması nedeniyle artması söz konusudur. Sebepsiz zenginleşen kişinin malvarlığının iadesinin kapsamı belirlenirken söz konusu kişinin malvarlığının edinilmesinde iyiniyeti bulunup bulunmadığına bakılır ve iyiniyetin varlığı korunur.
İyiniyetin hangi anda arandığı konusu ise durumdan duruma farklılık göstermektedir. Bu husus genel olarak değişkenlik göstermekle birlikte, belirli durumlarda belli bir anda iyiniyet aranırken; belirli durumlarda ise belirli bir süre boyunca iyiniyet takip edilir. Örneğin tapu kütüğünde yer alan yolsuz tescile dayanarak (güvenerek) işlem yapan kişinin ayni hak kazanabilmesi için işlem anında, yani tescil anında iyiniyetli olması aranmaktadır. Buna karşılık bir kişinin, olağan zamanaşımı yolu ile aynı hak iktisap edebilmesi için on yıl boyunca davasız ve aralıksız iyiniyetli olması gerekmektedir.
İspat Yükü
İspat, hâkimin bir olay veya olgunun varlığı veya yokluğu konusunda bir yargıya varmasına yönelik bir etkinliktir. Bir durum veya konuyu ispatlamaya çalışmak, hâkimi bu konu hakkında ikna etmek anlamına gelir. Bir davada davacı ve davalı, iddialarını dayandırdıkları gerekçeleri toplamak ve mahkemeye sunmak ve bunları ispatlamak durumundadır.
Hukukta bir vakıanın kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği sorununa ispat yükü (beyyine külfeti) denir. TMK. m. 6’ya göre, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”. Diğer bir deyişle iddiada bulunan kişi iddiasını kanıtlamak zorundadır.
TMK. m. 6’ya göre ispat yükünün istisnai olduğu dört durum vardır:
- Olağan durumun aksinin ispatı, iddia sahibine aittir.
- Herkes tarafından bilinen vakıaların ispatına gerek olmamakla beraber, bunun aksini iddia eden ispatla yükümlüdür.
- İspat yükünün özel olarak bir kanun hükmü ile belirlendiği hallerde, ispat yükü bu özel kanun hükmünde yazılı kimseye düşer.
- Kanun, bazı karineler koyarak o karineye dayanan tarafı ispat yükünden kurtarmıştır.
Karine, bilinen bir olay veya olgudan yola çıkarak bilinmeyen bir olay veya olgu hakkında varsayım üretmektir. Karineler ikiye ayrılır:
- fiilî karineler
- kanunî karineler
Hâkimin belirli bir olaydan belirli olmayan bir olaya ilişkin sonuç çıkarması fiili karinedir. Örneğin elinde içki şişesi bulunan ve sendeleyerek yürüyen kişinin sarhoş olduğu yönünde bir fiili karine mevcuttur.
Hâkim değil de kanunun belirli bir olaydan belirli olmayan bir olay için çıkardığı sonuçlar ise kanuni karinelerdir. Kanuni karineler ikiye ayrılır:
- aksi ispat edilemeyen kesin karineler (Örneğin, tapu siciline kayıtlı olan bir hususun bilinmediği ileri sürülemez.),
- aksi her türlü delille ispatlanabilen, kesin olmayan adi karineler (Örneğin, resmi sicil ve senetlerin aksi ispat edilinceye kadar doğruluğu kabul edilmektedir.)
Resmi Sicil ve Senetler
TMK. m. 7’ye göre, “Resmi sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. / Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir”.
Hukukumuzda senetler, düzenleyen kişilere ve ispat gücüne göre ikiye ayrılır:
- Resmî senetler: Resmi bir kişi veya makam tarafından düzenlenir ve kesin delil olarak kabul edilirler.
- Adi senetler: Resmi bir kişi veya makam tarafından düzenlenmeyen senetlerdir ve kesin delil olarak kabul edilemezler. Ancak senet altında imzası bulunan kişi, bunu mahkemede kabul ederse resmi senede dönüşür. Elektronik senetler de resmi senet olarak kabul edilir.
Devlet memurları veya devletin görevlendirdiği diğer kişiler tarafından tutulan tapu sicili, ticaret sicili gibi kütüklere ise ‘resmi sicil’ denir. Bu sicillere özellikle kanun koyucu tarafından alenileşmesi istenen bazı hukuki ilişki ve olaylar kaydedilmektedir. Resmi sicillere kaydedilen hususlar aksi kanıtlanıncaya kadar doğru kabul edilir. Ancak resmi sicillerin de içeriğinin doğru olmadığı ispat edilebilir.